Giyinme (tesettür) fıtrattandır (yaratılıştandır) ve insan için doğal bir ihtiyaçtır. İnsan ve toplum için her konuda en ideal ölçüleri koyan Kur’an örtünme konusunda da evrensel, sonsuz ve fıtrata uygun ölçüleri koymuştur. Bu açıdan tesettür ibadet (kulluk) boyutu da olan bir elbise (giyinme) ahlâkıdır. 

Kur’an’da Örtünme İle İlgili Kelimeler

Kur’an’da bazı kelimelerin örtünme, giysi, elbise manalarında veya doğrudan tesettürle ilgili olarak kullanıldığını görüyoruz.

1. Libâs (çoğulu elbise):İnsanın bedeninin tamamını veya bir kısmını örttüğü her şeye ‘libâs’ denilir.[1]

Kur’an karı-kocanın birbirleri için birer elbise gibi olduklarını söylüyor:

“... Onlar sizin için bir elbise gibidirler ve siz de onlar için bir elbise gibisiniz…”[2] 

Eşler iki açıdan birbirinin elbisesidir: Bir taraftan elbise gibi birbirine sarılırlar, diğer taraftan elbisenin ayıpları örtmesi, soğuk ve sıcaktan koruması gibi, eşler diğerinin hâlini gizleyip örter, namusunu muhafaza edip günahlardan korur.[3]

Kur’an, Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük yapan bir şehir halkına verilen cezayı “Libâsu’l-cûi ve’l-havf-açlık ve korku elbisesi” olarak niteliyor.[4]Bu Arapçada deyimsel bir ifadedir ve kişiyi bir elbise gibi saran kuşatıcı felaketi ifade eder.[5]

Allah (c.c.) geceyi yeryüzü ve insanlar için bir libâs (elbise) yaptığını haber veriyor:

Sizin için geceyi bir örtü, uykuyu bir dinlenme hali kılan ve her (yeni) günün (sizin için, adeta) yeni bir diriliş olmasını sağlayan O'dur.”[6] 

Elbise nasıl bedeni sararsa, onu korursa, ona bir kişilik kazandırırsa, gece de yeryüzünü sarar, her şeyi örter, gündüzün değerini artırır ve insanların istirahat etmeleri için uygun ortam hazırlar.

2. Sevb (çoğulu ‘siyâb ve esvâb’): İnsanların bedenlerini örtmek için kullandıkları çeşitli maddelerden yapılan örtünün genel adı. Mecâzen iffet ve temiz olma manasında da kullanılır. Mesela “Falanca temiz elbiselidir” demek ayıptan uzaktır demektir. Kişinin amelinden kinâye olarak da kullanılır. Bir hadiste geçtiğine göre; “Kişi sevb’i (ameli) ile birlikte diriltilir” deniliyor. Nitekim pek çok müfessire göre Müdessir 4. âyette Peygambere hitaben geçen “Elbiseni temizle” emri, “amellerini (işlerini) ıslah et” demektir. Ya da “ahlâkını güzelleştir, kalbini temizle” anlamındadır.[7]‘Siyâb’ elbise demektir ama kalp için de kullanılır.[8]

Klasik tefsirlerin çoğu sevb ve çoğulu siyâb kelimesinin mecâzen elbisenin örttüğü şeyi, yani kişinin bedeni veya daha geniş anlamda onun ‘kişiliği’ni veya ‘kalbi’ni yahut hatta onun ‘ruhî durumunu’ ya da davranış tarzını gösterdiğine işaret ederler.[9]

‘Siyâb (elbise)’ Kur’an’da üç âyette[10], ‘siyâbeke (senin elbisen)’ anlamında bir âyette[11], ‘siyâbeküm (elbiseleriniz)’ tarzında bir âyette[12], ‘siyâbehüm (elbiseleri)’ şeklinde iki âyette[13]geçmektedir.

3. Humur: Bunun aslı hamr’dır. Bu da bir şeyi örtmek demektir. Mesela kapların ağzını örtmeye de aynı kelimenin fiili kökü kullanılır. (Bir hadiste; ‘hummırû âniyetiküm. Kaplarınızın ağzını örtünüz’ deniliyor.) Aklı gideren/örten, sarhoşluk verici şeylere ‘hamr’ denir,[14]kendisiyle örtünülen şeye de hımar denir. Buradan hareketle kadınların başını örttükleri şeye isim olmuştur.[15]

Humur ‘hımar’ın çoğuludur. Bu da kadının kendisiyle başını örttüğü şeydir. Sarhoşluk veren hamr aklı, humur ise başı örter.[16]

‘Hımar (başörtüsü)’ Nûr 31. ayette çoğul olarak geçmektedir.

4. Cilbâb: (Çoğulu celâbîb) Bütün bedeni saran bir giysi, kadının örtündüğü her şey.[17]Kadının elbiselerini baştan aşağıya örttüğü milhafe/çarşaf gibi şey, milhafeden biraz küçük geniş bir kadın giysisi. Cilbâb, normal elbisenin üzerine giyilen dış bir örtüdür. Cilbâb doğrudan başörtüsü (hımar) olarak veya başörtüsünden geniş, ridadan dar/küçük olup kadının başını ve göğsünü bir giysi diye de tanımlanır.[18]Çoğul halinde (celâbîb) Ahzâb 59. âyette geçmektedir. 

5. Hicâb: Bugün pek çok İslâm ülkesinde tesettür anlamında kullanılan ‘hicâb’, Kur’an’da sekiz âyette geçmektedir. Ancak hiçbiri bildiğimiz tesettür manasında değil. Daha çok perde, engel (mania), örtü, kapalı olmak manasındadır.

Mesela, cennetliklerle cehennemlikler arasındaki perde[19], inkârcıları ile Kur’an daveti arasındaki engel[20], Kur’an okunduğu zaman onunla ahirete inanmayanlar arasında oluşan engel[21], Hz. Meryem ile ailesi arasındaki perde veya mesafe[22], Hz. Süleyman atları sevdikten sonra onların gözden uzaklaşarak, görünmez olmaları[23], Allah’ın (c.c.) bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşması[24] hep ‘hicâb’ kelimesiyle anlatılıyor.

Ahzâb 53. âyette geçen ‘hicâb’ Peygamberin evine misafir olmakla, onun hanımlarından bir şey istemekle ilgili olsa da, müslüman toplumda kadın erkek ilişkilerine bir ölçü getirmektedir. 

6. Tesettür: Tesettür kelimesinin aslı ‘se-te-ra’ fiilidir. Bu da bir şeyi örtmek, gizlemek demektir.[25]‘Se-te-ra’ fiili üç âyette farklı formlarda geçiyor. Birincisi gizleme manasında ‘testetirûn’ şeklinde[26], ikincisi ‘sitran’ şeklinde siper manasında[27], ‘mestûra’ şeklinde perde anlamında.[28]

Tesettür; örtünmek, kuşanmak, başkasıyla kendi arasına perde koymak, bir şeyin içinde veya arkasında gizlenmek demektir. Aynı kökten ‘sitr’ gizlenmeye yarayan engel, perde vb. şey, mecâzen çekinme, korku ve haya demektir. ‘Tesettür’, terim olarak ilgilileri ve ölçüleri belirlenmiş örtünme yükümlülüğünü ifade etmektedir.[29]

Aynı kökten gelen ‘settâr’ örten demektir. Es-Settâr Allah’ın bir ismidir, yani ayıpları ve kusurları çok örten, çok affeden. ‘Sütre’, namaz kılanın önüne koyduğu engel, ‘setr’ evi veya pencereyi güneşe karşı koruyan duvar, kumaş cinsinden şey. Namazın dışındaki farzlardan biri de ‘setr-i avret’tir. Yani avret yerlerini setr etmek/örtmektir. Avret yerleri kapanmadan namaz sahih olmaz. Erkek ve kadın müslümanlar için avretin ne olduğunu da Nûr 31. âyetten öğreniyoruz. 

Örtünme ile ilgili Türkçede ‘tesettür’, ‘hicab’ kelimesinden daha çok bilinir. ‘Mestûre’; giyinen, kendini setr eden, İslâm’a uygun kıyafeti giyinen, mecâzen de iffetli demektir.

Örtünme Fıtrîdir

Hangi amaçla olursa olsun elbise olgusunu insan için var eden Allah’tır. Bu, elbise giyme ihtiyacını, elbise yapılan bütün malzemeleri, o malzemelerden envai çeşit elbise yapabilme yeteneğini kapsar. Ey Âdemoğulları size yücelerden, hem çıplaklığınızı örtesiniz diye, hem de bir görkem-güzellik nesnesi (riş) olarak giyim-kuşam (yapma bilgisini) bahşettik ama Allah'a karşı sorumluluk bilincinin/takvanın (sağladığı) örtü her şeyin üstündedir. İşte bunda (da) Allah'ın ayetlerinden biri var ki, insanoğlu belki ders alır.[30] 

İlk insanların yeryüzüne cennet elbiselerinden mahrum geldikleri gibi, her doğan da çıplak doğar, sonra Allah’ın elbise ikramıyla çirkin yerlerini örtecek, süslenecek ve kendini koruyacak elbiseler edinir.

Kur’an cennetliklerin özel cennet elbiseleri giyeceklerini ve o elbiselerin ipekten olduğunu söylüyor.[31] Nefsin hevâsının (aşırı isteklerinin) veya karşı cinse şehvetin söz konusu olmadığı cennette bile elbise olduğuna, ipekten elbisenin cennetliklere bir mükâfat, bir ikram olarak sunulduğuna göre, elbise hem kendisi değerlidir, hem de kendilerine ödül olarak verilen kimseler. Bu aynı zamandan henüz sağ olan insanlara giyinme konusunda bir çağrıdır.

“Çıplaklık şeytandandır ya da çıplaklık şeytanı razı eder” desek yanlış olmaz.

Kur’an bütün insanları bu konuda şöyle uyarıyor:

"Ey Âdemoğulları. Şeytan, ana-babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi de (şaşırtıp) bir belaya düşürmesin! Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler…[32] 

Şeytan, Âdem ile eşini cennette ve sonsuz nimetlerin içinde iken yaklaşılması dahi yasak olan ağacın meyvesinden yemelerini teşvik etti. Âdem ve eşi o ağacın meyvesinden yediler. Allah’ın uyarılarını unuttular. Ancak bunun sonunda cennet elbiselerinden, daha sonra da cennetten (şimdilik) mahrum kaldılar. Çıplaklıkları ortaya çıktı, ayıp yerleri aşikâr oldu. Bundan utandılar, çekindiler, sığınılacak bir örtü, arkasına saklanabilecekleri bir dulda aradılar ve cennet yapraklarıyla örtünmeye çalıştılar.[33]Yani yasağı çiğnemekle kendilerini koruyan, güzelleştiren ve mutlu eden cennet elbiselerinden mahrum kaldılar.

Bu olay da bize elbise giymenin/örtünmenin fıtrî olduğunu haber vermektedir. Kur’an zımnen usulünce giyinmek hem ademiyyete, hem cennet hayatına, hem Allah’ın rızasına uygun demektedir.  

Kur’an’da Örtünme Emri

Kur’an mahremiyeti, tesettürü ve cinsler arasında olması gereken mesafeyi, sakınmayı, tedbirli olmayı bir kaç âyette farklı şekilde mü’minlere öğretiyor.

Bunlardan bir tanesi mahrem olmayanların evine rastgele gitmemek, adaba uygun ziyaretle ilgi âyettir:

“Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi fark ettirip ev halkına selam vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir. Herhalde (bunu) düşünüp anlarsınız.”[34] 

Ensar’dan bir kadın Resulullah'a gelip "Ya Resulullah, ben evimde öyle bir halde bulunurum ki, o halimle hiç kimsenin beni görmesini istemem. Fakat ailemden bir kimsenin, üzerime gelip, giriverdiği de eksik olmaz" demişti de bunun üzerine bu âyet indirildi.[35]

Takip eden âyetler izin verilmediği sürece başkasına, evine girmemeyi ve böyle yapmanın müslümanlar için daha temiz ve doğru olacağı söyleniyor.

Allah (c.c.) Peygamber hanımlarına şöyle emrediyor: 

"Evlerinizde vakarla oturun, eski cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekatı verin, Allah'a ve Resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”[36] 

Ayetteki ‘teberrüc’, karşıt cinsle iletişim kurarken dişiliğin, kişiliğin önüne geçirilerek sergilenmesi demektir.[37]Âyet öncelikle Peygamber hanımlarına, İslâm'dan önceki cahiliye adeti gibi süslerini göstererek ve görünmek için kırıtarak çıkmamalarını emrediyor. Çünkü onlar herhangi bir kadın gibi değillerdi.[38]

Kur’an bütün müslümanlara tesettürü ve iffeti hatırlatıyor: 

(Resulüm!) Müminlere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.”[39] 

Âyette geçen ‘ğaddu’l-basar’ bakışları kısmak, bakışları kontrol altına almaktır. Kontrol altına alınacak bakış her bakış değil, karşı cinsin kişiliğine değil, dişiliğine odaklanan, onu cinsel bir figür gibi algılayan ya da muhatap tarafından böyle algılanan bakışlardır.[40]

Görmek kalbe açılan kapıdır ve kalbe ulaşan duyu yollarının en güçlüsüdür. Bakış duyuları harekete geçirir. O yüzden Kur’an mü’minleri fitneye düşürücü, hain ve şehvetli bakışlardan sakındırıyor.

Peygamber (s.a.s.) Hz. Ali’ye şöyle buyurdu:

“Bir bakışın arkasından diğerini salma. Birinci senin olabilirse de, ikinci senin hakkın değildir.”[41]

Nûr 30. âyetin birinci bölümü erkek veya kadın müslümanlar için geneldir. Kur’an’daki genel emirler hep bu şekilde gelir.

Şu âyetler ‘hicâb-tesettür’ ibadetini daha net bir şekilde ortaya koyuyor:

“Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve (öteki) mümin kadınlara (toplum içine çıktıklarında) dış kıyafetlerini (cilbablarıını) üzerlerine almalarını söyle: Bu, onların (temiz kadınlar olarak) tanınmalarını ve rahatsız edilmemelerini temin eder ama Allah, çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır!”[42]  

“Mü’min kadınlara söyle, bakışlarını (yasak) olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar, ziynetlerini bunlardan görünen kısımlar dışında (kamuya) açmasınlar, bunun için de, başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar…”[43] 

Bu ayetlerde şu hususlar vurgulanıyor:

 -Müslüman kadınlar evlerinden dışarıya çıkabilirler ancak dışarı çıktıkları zaman dış elbiselerini giymeliler. Bu dış elbisenin şekli devirden devire, kültürden kültüre değişebilir. Bunun şekli değil, ‘cilbâb’ olması, yani bedeni tümüyle örtmesi, şeffaf ve dar olmamasıdır.

-Cilbâb (dış elbise) yani tesettür kıyafetinin gerekçesi hem kişiliklerine sahip olabilmeleri, hem de rahatsız edilmemeleridir.

-Mü’min kadınlar da bakışlarını haram olana bakmaktan korumalılar. Âyet kadınların da erkeklere şehvetle bakmalarını yasaklıyor. Bazı yorumculara göre Kur’an’da “ırzlarını korusunlar” şeklinde gelen emir “zina etmesinler” manasındadır ancak bu yorum manayı daraltmaktadır. Halbuki âyet zinaya götürücü dokunma, şehvetle bakma vb. şeyleri de yasaklıyor.[44]

Erkeğin kadına, kadının erkeğe şehvetle bakması helâl değildir. Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor: “Ben ve Aişe (bir rivayette Meymûne) Peygamberin yanında idik. İbnu Ümmü Mektûm onun yanına gelmek için izin istedi. Resulullah bize örtünün (hicabınızı alın) dedi. Biz: O ama değil mi? diye sorunca dedi ki: Siz de mi amasınız?”[45]

-Görünebilecek kısımlar hariç ziynetlerini mahrem olmayanlara göstermeliler. Âyette geçen ifade “illâ mâ zahera minhâ”dır. Kadınlara, teşhir etmeleri yasaklanan “ziynet”ten maksadın ne olduğu konusunda farklı görüşler vardır: Bazılarına göre bu ziynetten maksat, küpe, bilezik, yüzük ve gerdanlık gibi süs takıları ile sürme, kına gibi şeylerdir. Bu yoruma göre bu tür ziynet eşyasının bedende teşhiri kadınlar için haramdır. Elbise de ziynet olmakla beraber, gizlenmesi mümkün olmadığı için âyette diğerlerinden istisna edilmiştir. Bazılarına göre ise âyetteki “ziynet” tabiri, kadının vücudunu ifade eder ki, buna göre yasaklanan, süs eşyalarının teşhiri değil, vücudun teşhiridir.

İslâm alimleri ziyneti görünen (zahir) ve gizli (batın), yaratılıştan veya sonradan kazanılan diye ikiye ayırdıktan sonra nelerin bunlara dahil olduğu konusunda yorumlarda bulunmuşlardır. Kimisi yüz ve eller dahil kadının bütün bedenini avret sayıp kapatılması gerektiğini savunurken, alimlerin büyük bir bölümü yüzü, elleri, ayakları ve bunlara takılan süsleri ‘kendiliğinden görülebilecek’ ziynete dahil etmektedirler.[46]

 İmam Taberî, gizli veya görünebilen ziynetin ne olduğu konusundaki yorumları sıraladıktan sonra der ki: “Bu görüşlerin en doğrusu şudur: Yüz ve el dış ziynettir. Buna sürme, yüzük, bilezik ve kına gibi şeyler de girer. Alimlerin icmasına göre namazda kadının setr-i avreti yüzün ve ellerin dışında bütün bedenin kapatılmasıdır. Bu da neyin dış ziynet olduğu konusunda fikir verir. Bir habere göre Peygamber (s.a.s.) kadının kolunun yarısına kadar görünmesine izin vermiştir.[47]

 

İslam hukukçuları “görünmesinde (örfen) sakınca olmayan” ifadesinin tanımını her ne kadar kadının yüzü, elleri ve ayaklarıyla sınırlı tutsalar da -hatta sınırlamayı bazen daha da ileri götürmüşler ise de- bunun anlamı daha geniştir.[48]“Kendiliğinden görünenlerin” tavanı yüz, eller ve ayaklardır. Bu organların örtülüp örtülmemesi nassın değil, örfün ve tercihin konusudur. Peygamber’in Esmâ’ya bizzat göstererek yaptığı tarif bunu destekler.[49]

Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor: “Ablam Esmâ üzerinde ince bir elbise olduğu halde Peygamber’in yanına gelmişti. Peygamber yüzünü ters tarafa çevirdi ve: “Ey Esmâ, kadın hayız yaşına girdimi ondan sadece şunun ve şunun dışında hiçbir yerinin görünmesi caiz değildir” dedi ve yüzü ile elleri işaret etti.”[50]

-Müslüman kadınlar mahrem olmayanların yanında başörtülerini bütün başı, boynu ve göğsü kapatacak şekilde örtmeliler. Hz. Aişe (r.a.) diyor ki: “Allah muhacirlerin kadınlarına rahmet eylesin. Bu ayet indiği zaman peştamallarını yırtarak onu başörtü yaptılar ve onunla örtündüler.”[51]

Ayette geçen ‘cuyûb’ boyun ve göğsü de kapsar. Burada ‘örtsünler’ kelimesi değil, ‘yadribne’, yani başörtülerini yakalarının üzerine sıkı sıkıya bağlasınlar’ fiili kullanılmış. Ahzab 59 âyetinde cilbâbın ayrıca emredilmesi buradaki başörtüsü emri ile çelişmemektedir. Zira dış elbise bazen imkanlar veya örf nedeniyle bütün bedeni kapatacak tarzda olmayabilir veya şartlar sebebiyle en dış giysisini giyme imkanı vermeyebilir. O zaman tesettür ibadetini o an giydiği dış elbise ve ‘hımar-başörtüsü’ tamamlar.

-Kur’an’ın ziynet dediklerine müslüman kadının; kocası, babası, kayınbabası, oğulları, üvey oğulları, kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerin oğulları, kendi (evlerindeki) kadınlar, meşru şekilde malik oldukları kimseler ya da emirleri altındaki cinsel arzudan yoksun erkek hizmetliler veya kadınların mahrem yerlerinin henüz farkında olmayan çocuklar ve mahrem olan diğer akrabalar bakabilirler. Müslüman kadın takva bilinci ile bu ölçüleri her mekan ve şartta korumaya çalışır.

-Sakladıkları ziynetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmamalılar. Bunun anlamı zimnen ‘cinsel cazibelerini kullanarak karşı cinsi tahrik etmemeliler’ demektir.[52]

 

Son Söz

Hüseyin K. Ece