Müslümanların, din ve dünya işlerini yürütmek, onların meşru çıkarlarını (maslahatlarını) gözetmek, İslâm vatanını korumak, mazlumlara yardım etmek ve zalimlere engel olmak üzere aralarında biat yoluyla uygun bir başkan/yönetici (ulu’l-emr)seçmeleri gerekir.

 

Bunun İslâmî bir görev olduğu noktasında söz birliği (icma) bulunmaktadır. Müslümanların çoğunluğundan yetki alan bu kimseyeimam/halife/başkan/veliyyü’l-emr/emiru’l-mü’minin/ulu’l-emrdenilmesi yalnızca bir nitelemedir.

Bu bağlamda velâyet, imâmet ve biat arasında bir ilişki bulunmaktadır.

Velâyet Ne Demektir?

‘Velâyet’in aslı ‘velî’ ve onun fiili hali ‘velâ’dır. Bunun masdarı da ‘velyü, vilâyet veya velâyet’tir. Bu da arkadaşlık/sadâkat, niyet, yer, zaman, din ve nisbette, yardımda, inançta tam bir yakınlık, yan yana bulunma demektir.1 

‘Velâyet’ aynı zamanda bir işi yüklenme, işinde tasarruf sahibi olma, emirlik, riyâset (yönetim ve yetki), yardım işini üzerine alma, destek olma anlamlarında gelir.2

‘Vilâyet’, yardımdan yana bir yakınlığı ifade ederken, ‘velâyet’  daha çok emirlik (riyâset-yöneticiliği) karşılar.

‘Veli’ (çoğulu evliyâ); seven, dost, yardımcı, işini yüklenen, en yakın sorumlu, sırdaş, candan sevip destek olan, komşu ve yakın olan demektir. Velî’nin bir başka manası da, birinin işlerini üzerine alan demektir. Nitekim Allah (c.c.), kendisini mü’minlerin velisi olarak niteliyor ve onlara fayda verecek şeyleri kendisi üstleniyor. Bu anlamda ‘velâyet’ hakkı kullara nisbetle öncelikle Allah’a aittir.  Allah (c.c.) velâyetinin (veliliğinin) bir gereği olarak da kullarına sürekli rahmetini ve yardımını göndermektedir.3

İman bağı ile kurulan ‘velâyet’ gerçeğini anlamış olan bir müslüman, mutlak ve değişmez ‘velî’ (dost, yakın ve yardımcı) olarak Allah’ı tanır.  Bu bilinçle hareket eden müslüman, Allah’ın dışındaki kimselerle ve odaklarla kuracağı dostlukta, velâyet hakkını kime vermesi gerektiği konusunda temel olarak Allah’a ait velilik ölçüsünü alır.Yani o, Allah’a veli olanlarla, ya da Allah’ın kendisi için velî edindiği kimselerle velilik bağını kurar, velâyet (yönetim) yetkisini de Allah’ı el-Velî bilenlerle paylaşır.

Bir kimseyi velî edinmek, aynı zamanda onu dost saymak, onunla yardımlaşmak, yetki sahibi ise otoritesine boyun eğmek, ona ait görev ve yetkilerini tanımak, yönetme işini ona emanet etme demektir. Kişinin rızkını temin etmesine sebep olana ‘vel-i nimet’ dendiği gibi, işe vekil kılınana, işin kendisine emanet edildiği kimseye de ‘veliyyu’l-emr’ denilir. Bu da velâyetin farklı bir anlamıdır. 

‘Velâyet’ her şeyden önce bir iman yakınlığı, duygu ve birbirini destekleme beraberliğidir. Buna göre bütün müslümanlar karşılıklı olarak birbirlerine velî/dosttur. (Tevbe 9/71) Bu veliliğin ilk örneği, müslüman olduktan sonra Allah için hicret eden Muhacirler ile onlara yardım eden Ensar’dır (Enfâl 8/72).

Hukuki Anlamıyla Velâyet;

Bir hukuk terimi olarak ‘velâyet’; başkası üzerine ister-istemez sözünü geçirmeyi, itaat edenle onun işini üzerine alan arasındaki ilişkiyi konu alır. İçerisinde sevgi ve yardım manalarını da barındıran velâyet, genel olarak, aile içerisinde akrabalık, ümmet içerisinde ise imâmet (önderlik/halifelik) sebebiyle gündeme gelir.

Hem İslam’a göre, hem de günümüzde ülkelerdeki hukuklara göre aile içerisinde çocuklar üzerinde öncelikli olarak ana-baba velâyet hakkına sahiptir. Aile içerisindeki velâyet doğal bir süreçtir ve zorunlu bir görevdir. Çocukların bakımı, yetiştirilmesi veya ihtiyaçlarının giderilmesi ana-babanın aslî görevidir. Bundan dolayı onların kendi çocukları üzerinde otorite hakları bulunur. Anne-baba bu otoriteyi/yetkiyi onlara hükmetmek için değil; onları yetiştirip hayata hazırlamak, hukukî açıdan onlara sahip olmak ve kendi kabul ettiği değerlerle terbiye etmek amacıyla kullanırlar. Velîlik kelimesinde saklı olan sevgi, şefkat ve yakın ilgi anlamlarını da beraber düşünülürse, ebeveynin ‘velâyet’ hakkı daha iyi anlaşılır.

Anne-babaya çocuğun ‘velî’si denildiği gibi, aynı şehirde oturanların meşru haklarını koruyan, onların işlerine bakan ‘velî’ye, ‘vâli’ denmektedir ki, insanların işlerini idare etmek, onlara yardımcı olmak üzere halkın sorumluluğunu üzerine alan kimsedir. (Nitekim Türkçe’de bu anlamda kullanılmaktadır. İslâma göre bir şehrin valisi, o kentte oturan kimselerin hepsinin velisi sayılır.)

Siyasî Anlamıyla Velâyet

Ümmet içerisinde (müslümanlar arasında) ise velâyet (veliyyü’l-emr olma) hakkı, müslüman olup diğer müslümanlar tarafından biat (serbest seçim) ile seçilen yetkili kimsenindir. Bu da bir emânettir, karşılıklı anlaşmaya ve rızaya bağlıdır.

Müslümanların serbest seçim ile yetki verdikleri yöneticilere ‘veliyyü’l-emr’, yani işin sahibi, sorumluluk üslenen veya ehil olduğu için işi üzerine alan kimse denilir. Dikkat edilirse burada da ‘velî’ kelimesi kullanılıyor. Bu ifadede; sorumluluk, işe uygunluk ve yetki; sevgi, merhamet ve yakın ilgi manaları vardır.

Müslümanların serbest oyuyla onların din ve dünya işlerinin başına geçen, onların sorumluluğunu üslenen yöneticiler, bu seçimden dolayı bir yetki ve otorite kazanırlar. Onlar  bu otoriteyi halka hükmetmek için değil; tıpkı çocuk velileri gibi, onların işlerini adaletle, merhametle ve hakkaniyetle görmek, ihtiyaçlarını gidermek ve onları zararlı şeylerden korumak için kullanırlar.  

Halkın seçimiyle (biatiyle) seçici olarak ve belli şartlara bağlı olarak ‘veliyyü’l-emr-yönetici’ olan kimse, yetkisini yanlış kullanırsa, merhamet ve adaletten saparsa veya görevini kişisel çıkarlara alet ederse, halk ile yaptığı anlaşma sona erer. Yani ‘velâyet’ hakkı/görevi düşer. Ümmetin (toplumun) velâyetini baskı ve zorla almaya kalkışmak da işin mantığına uymaz.

Velâyet görevi ümmetin serbest seçimi, hür iradesi ile olduğuna göre burada karşımıza biat ve itaat kavramları çıkmaktadır.

Siyasî Anlamıyla İmâmet

İmâm kelimesi sözlükte; bir şeye veya yere yönelen, öne geçen ve bir cemaatın/toplumun önünde olan demektir.4

Kavram olarak imâm’ insanlara öncülük eden, kendi yolundan giden ve peşinde bir ümmet (topluluk) oluşturan önderdir. Kur’an’a göre Allah’ın yolunda hidayet imâmları olduğu gibi, insanları ateşe ve azaba götüren imâmlar (liderler/önderler) da vardır. Tıpkı Firavûn gibi. (Kasas 28/41. İsra 17/71-72. Nahl 16/84) İnsanlar ya ateşe (Cehennem’e) davet eden küfür önderlerinin (imâmlarının) peşine, ya da rahmete ve Cennet’e, çağıran imâmların peşine giderler.

‘İmâm’ kelimesi ‘el-ümm’ yani anne kelimesinden türemiştir ki bir anlamda ana yürekli önder demektir. Her ‘imâm’ın çevresinde bir ‘ümmeti’, peşinden giden bir cemaati vardır. İmâm peşinde olan ümmeti için hayırda örnek olur, onlara anne şefkati gibi merhamet eder, onlara adalet ve iyilik gösterir, onların iyiliği için çalışır dua eder. Kendisinden sonra iyi olmaları için zemin hazırlar.

Buna en güzel örnek peygamberler, Hz. Muhammed’den sonra da Raşid halifelerdir.

Yetkin bir imâmın/önderin etrafında bir araya gelen, cemaatleşen, hayırda yarışan, aralarındaki işleri inandıkları dinin ölçülerine göre gören İslâm ümmeti, hidâyette diğer topluluklara imâm, yani öncü, model ve şefkatli bir anne gibi olma durumundadır. Kur’an İslâm ümmetinin en hayırlı toplum (ümmet) olduğunu söylüyor. Ya da müslümanım diyenlerin insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı topluluk olmaları gerektiğini açıklıyor. (Âli İmran 3/110) İslâm ümmeti bu şerefi ve dereceyi bulunduğu yerde tek başına çalışarak, İslâmî ölçülere göre yaşayarak, cehdederek, Hakikat adına şahid/model olarak kazanabildiği gibi, imkânlar el veriyorsa bir yetkin imâmın/önderin etrafında halkanan toplulukla (ümmetle) birlikte de kazanabilir.

İslâm hukukunda siyasî manasıyla ‘imâm, ya da emirul’mü’minin-mü’minlerin başkanı; müslümanların serbest oyu veya biatı ile, ümmetin (müslüman toplumun) din ve dünya siyasetini idare etmek üzere seçilen, müslümanların velâyetini üslenen müslüman önderlere verilen isimdir. Yani siyasî manasıyla ‘imâm’, İslâmla yönetilen bir ülkenin müslüman, meşru, halkın serbest oyuyla/biatiyle seçilmiş başkanıdır.

Bu açıdan müslümanların bir ehil kimseye yetki vermeleri olayına ‘imâmet’ veya ‘velâyet’ denmesi arasında fark yoktur. Bu ‘veliyyu’l-emr’ ile ‘imâm/emiru’l-mü’minin’ arasında fark olmaması gibidir.

Müslüman toplumun hayatında ‘imâm’ın işlevini ve önemini, toplumun maslahatı ve İslâmî ilkelerin korunması açısından ehemmiyetini bir kere daha, bir imâma (meşru yöneticiye) biat etmemenin cahiliyye anlayışı olduğunu hatırlatan hadisten anlıyoruz.5

Biat Nedir?

‘Biat’in aslı, satmak, satın almak anlamına gelen bey’masdarıdır. ‘Biat’, yöneticiliği birine vermek, bir kimsenin yöneticiliğini benimsemek demektir.                                                                                                                                 Kavram olarak ‘biat’, müslümanların devlet başkanını (veliyyü’l-emr’i) seçme, belirleme ve İslâmî hükümlere uygun işlerde ona bağlılık göstermedir.

Biat genel anlamıyla müslümanların içerisinden çıkan ‘ehl-i hal ve’l-akd (onların işlerini görmek üzere seçilen yetkili şûra-danışma topluluğu/meclis)’ tarafından tesbit/teklif edilen bir imama (öndere/lidere) itaat ve bağlılık sözüdür.

‘Bey’’, yani alım-satım bir değer karşılığında bir değeri vermek demektir. Araplar önceden alış-verişlerde yaptıkları satış akdini (anlaşmayı) kuvvetlendirmek üzere el sıkışırlardı. Buradan hareketle, müslümanlar da bir başkan seçerken el sıkışma örneğini almışlar ve aralarındaki benzerlikten dolayı buna da ‘biat/bey’at’ demişlerdir.

Biat olayı tıpkı rıza ile bir mal alım-satımındaki anlaşma gibidir. Bir taraf kendi isteği ile yönetim emânetini hakka-hukuka uyma şartıyla biat ettiği kimseye verir ve ona bağlı kalacağını ilan eder. Kendisine biat edilen de biat edenleri Allah’ın hükümleri doğrultusunda, adalet ve merhametle yöneteceğine söz verir.

Biat’ın Bağlayıcığı (itaat):

Kur’an müslümanlara Allah’a, Rasûlüne ve kendilerinden olan ulu’l-emr’e (idarecilere) itaat etmelerini, anlaşmazlığa düşülen konuları Allah'a ve Resûl'e götürmelerini, yani Kur’an ve Sünnet’in ölçüleriyle o sorunu halletmelerini emrediyor.(Nisa 4/59)

Peygamber (s.a.s.) de müslümanların hoşlarına gitse de gitmese de, kendilerinden olan, yani Allah’ın hükmüyle hükmeden emir sahiplerine, yani yönetim işinin kendilerine biat ile verildiği yöneticilere itaat etmek zorunda olduklarını, ancak onlar günâh olan bir şeyi emrederlerse onlara itaat etmenin gerekmediğini söylüyor.6

        

Allah’a isyan olan bir konuda hiç kimseye itaat edilmez, itaat ancak ma’ruf’tadır, yani dinin ve aklın güzel gördüğü işlerdedir.7

Peygamber (s.a.s.) Hicret’ten önce Akabe’de Medinelilerden, Hudeybiye’de ve bazı önemli siyasî ve dinî olaylar öncesinde sahabelerden biat almıştır.8

Peygamber (s.a.s.) zamanında biat, daha çok O’na ve O’nun tebliğ ettiği dinî hükümlere itaat şeklinde gerçekleşiyordu. Şüphesiz Peygamber’e biat etmek, hem O’nun peygamberliğini kabul etmek, hem tebliğ ettiklerine uymak, hem de O’nun  o günkü şartlarda verdiği emirlere kesinlikle karşı gelmemek anlamını taşıyordu.  

Biat olayı, biat edenleri bağlar ve onlara bazı sorumluluklar yükler. Biat ettikten sonra haklı bir gerekçe olmadan onlara karşı gelmek, onların tutarlı ve adaletli yönetimlerine keyfi tutumlarla isyan etmek, toplumda kargaşa doğurur ve zulme sebep olur. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyuruyor:

“Kim  (meşru bir yöneticiye) itaatten elini çekerse, Kıyamet günü elinde hiç bir delil olmadan Allah’a kavuşur. Kim de boynunda biat (meşru bir emire bağlı) olmadan ölürse, cahiliyye ölümüyle ölmüş olur.”9

Biat’ın Kapsamı

Kendisine biat edilen kimse bu işe uygun olmalı. Yani onda İslâma göre yönetici  (veliyyü’l-emr) şartlarını taşımalıdır. Bu görev daha güçlünün, daha çok propaganda yapanın, daha zengin olanın, ya da belli bir kesimin, belli bir soyun veya hanedânın değil; gerekli şartları taşıyan ve ümmetin biatle tasvibini almış, onların yetki verdiği kimselerindir.

Yeterli şartları taşımayan kimselerin iş başına gelmesiyle insanlar zarar görür, haklar sahibine ulaşmaz ve insanların muhtaç olduğu hizmetler yapılamaz. Kendisine biat edilen kimse biatin gereğini yapmazsa, ya da veliyyü’l emr olmanın sıfatlarını kaybederse biat geçersiz olur. Biat edilenler Kur’an’a, Sünnet’e ve toplumun menfeatına uygun iş yaptıkları sürece de biat bozulmaz.

İslâm’ın hâkim olduğu yerlerde biatin işleyişi böyledir. Müslümanların çoğunlukta olmadığı veya yönetimin müslümanların elinde bulunmadığı yerlerde müslümanlar, siyasî bağımsızlıkları olmasa da, kendi aralarında bir imam/emir (başkan) seçerek ona biat edebilirler. Böylece hem cemaat olarak dinlerini yaşama imkânını bulurlar, hem de kimliklerini korumaları kolaylaşır.

Peygamber (s.a.s.) zamanında ve O’nun yanında olanlar el tutarak biat ediyorlardı. Ancak tarihi akış içerisinde çeşitli şekillerde biatler olmuştur. Esasen biat, bir kimseyi yönetici olarak onaylamak, ona itaat etmeye söz vermektir. Bunun şekli çok önemli değildir.

 

Biat, bir iş ve vazife için insanlar arasında en uygun, en yetkin olanını hür bir iradeyle seçmek ve ona halkın sorumluluğunu verme işidir. Pek tabididr ki insanlar serbest iradesiyle seçtikleri kimselere gönül rızasıyla daha rahat itaat ederler. Böyle bir seçimin, ya da ehil insanlara görev vermenin faydaları sayılamayacak kadar çok, bu seçimi terketmenin zararları ise sayılamaycak kadar fazladır.

Bir iş konusunda serbest iradeye dayalı seçim varsa; orada en iyiyi, en yetkin olanı bulmak mümkün olur. Tayin ve seçim işi bir kişiye (mesela bir sultana, bir krala, bir diktatöre) veya bir zümreye bırakılırsa, insanlar bir kişinin veya bir zümrenin becerisine, ya da beceriksizliğine mahkûm olurlar. Bunun da pek çok işin aksamasına, hizmetlerin yapılamamasına, bazı kimselerin kutsanmasına, hatta iktidar çekişmeleri sebebiyle pek çok yıkıma yol açtığı bilinen bir şeydir.

Bir toplumda, bir teşkilatta, bir cemaata veya herhangi bir yönetimde biatın (seçimin) olmaması; orada işlerin zorlaşması, çözümlerin azalması, fikirlerin donuklaşması anlamına gelir. İnsanlardan kendiişlerine ilişkin karar ve çeşitli konularda seçim ve tercih hakkını almak onlara zulüm yapmanın ötesinde, hem onlara güvenmemek, hem de birilerinin despotluğuna ve tepeden buyurmacılığına onay vermek demektir. Bu aynı zamanda hak gaspı ve kabiliyetlere sınır koymak demektir. Hâlbuki Allah (c.c.) bırakın insanların kendi dünya işleriyle ilgili seçim hakkını vermeyi; dinlerini vetanrılarınıbile (sonucuna katlanmak şartıyla) seçmede onları serbest bırakmıştır.

Biat (seçim) hem güven yenileme, hem iradelerin ve fikirlerin önünü açma, hem de emânatleri emin/ehil kişilere teslim etme çabasıdır. Biat insanların (özelde mü’minlerin) bir konu üzerinde düşünüp anlaşmalarını, bir araya gelmelerini sağlar. Onların işlerini istişare ile yapmalarına kapı açar.

Bu nedenle İslâm’ın biat metodu üzerinde, kapsamı genişletilerek yeniden düşünülmeli ve iyi değerlendirilmelidir. Müslümanlar ‘biat’ şuuruyla, kime ve nasıl destek olacaklarını, din ve dünya işlerini, kamu velâyeti anlamına gelen yönetme yetkisini kime emânet edeceklerini imanlarına uygun bir şekilde bilmek zorundadırlar.

Dipnotlar

1- R. El-Isfehani, el-Müfredât, s: 837

2- Cevherî, es-Sıhah Tâcu’l-Lüga, 6/2528-2530. Firûzâbâdî, Kâmusu’l-Muhît, 4/404. R. el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 837

3-M. Öccü, Kur’an’da Veli ve Velâyet, s: 26

4- İbni Manzur, Lisânü’l-Arab 1/156. Firuzâbâbadî, K. Muhîd s: 1076. Heyet, Mu’cemu’l-Vasít 1/27

5- Müslim, İmâre/13 (1851)

6-  Buharî. Ahkâm/4

7-  Müslim, İmâre/39 (1840). Ebu Davûd, Cihad (2625-2626). İbni Mâce, Cihad/40 (2864) 

8- Müslim, Zekât/108 (1043).  İbni Mâce, Cihad/41 (2867). Ebu Davûd, Zekât (1642)

9-Müslim, İmâre/58 (1851)

 

Hüseyin K. Ece