-      Giriş

Diyaloğ sözlükte; karşılıklı konuşma, mecazen; anlaşma, uyum sağlama veya bu yolda çalışma, (Türkçe Sözlük, TDK, s: 386) tarafların bir araya gelerek belirli konular üzerinde konuşması anlamlarına gelir. Siyasilerarası diyaloğ, dinlerarası diyaloğ gibi. Diyaloğ kurmak; sözlü ilişki kurmaktır. (Doğan, M. Büyük Türkçe Sözlük,  s: 397)

“Dini alanda ‘diyaloğ’; aynı dinden kaynaklanan gruplara veya farklı dinlere mensup insanların, inanç ve düşüncelerini zorla birbirlerine kabul ettirme yoluna gitmeden, birbirlerine sıcak ve hoşgörüyle bakabilmesi, ortak meseleler etrafında konuşması, tartışması ve işbirliği yapması anlamına gelmektedir.”  (A. Küçük, Hırıstiyan-Müslüman Münasebetleri, s: 45)

‘Dinlerarası diyaloğ’ kavramı, 1965 yılında tamamlanan 2. Vatikan Konsil’i kararları doğrultusunda Roma Katolik Kilisesi önderliğinde başlayan, farklı hırıstiyan teşkilatlarının gayretleriyle 80li ve 90 yıllarda hız kazanan toplantılar ve görüşmeler için kullanılıyor. (A. İ. Yitik, Dinin Dünya Barışına Katkısı,  s: 60)

Bu göre diyaloğ olayının iki boyutu var:

Birincisi,  sıradan normal diyaloğ, iki kişi, iki grup veya iki din mensubu arasındaki sözlü veya kurumsal münasebet.  

İkincisi 2. Vatikan Konsilin’den sonra gündeme getirilen resmȋ diyaloğ çalışmaları.   

Zaman zaman gündeme getirilen ‘dinlerarası diyaloğ’dan kasdedilen acaba hangisidir?

Kiminle ve ne adına, nasıl bir diyaloğ?

Bunun amacı nedir ve hangi temel ilkeler etrafında?

İşin başını kimler çekecek, yani gündemi kim belirliyecek?

Diğer açıdan ‘dinlerarası diyaloğ’ bizce isabetli bir tanım değil. Diyaloğ insanlar arasında olur. Kurumlar arası zamanla etkileşim olur ama diyaloğ olmaz. Din mensupları arasında da diyaloğ olabilir ve bu diyaloğ da kuruma zarar vermeyecek sınırda tutulmalı. (Y. Sezen, Dinin Dünya Barışına Katkısı, s: 68)

-      Resmi dinlerarası diyaloğ

İsterseniz önce işin resmi/misyonerlik boyutuna bakalım. 

1980 Mart ayında kısa adı COMECE olan “Avrupa Toplulukları Piskoposları Konferansı Komisyonu” kuruldu. Bu komisyon 2. Vatikan Konsilinde alınan kararlar çerçevesinde diyaloğ çalışmalarını hızlandırdı.

Bu Konsey’in bir de İslâm çalışma grubu var. Bu çalışma grubu nasıl bir İslâm anlayışı olacak, müslümanlarla nasıl diyaloğ kurulacak, onun çalışmalarını yapıyor.

Son asırlardaki ekonomik ve sosyal gelişmeler kiliseleri, özellke katolikleri olumsuz anlamda etkiledi. Bundan dolayı Katolik kilisesi, kiliselerarası var olan anlaşmazlıkları gidermek ve bazı alanlarda işbirliği yapabilmek için 1962-1965 yılları arasında 2. Vatikan Konsilini topladı. Bu Konsil’de konuşan o günün papası;  Kilisenin artık çemberini kırmasını, dışarıya açılmasını, dışarı ile ilgilenmesini istedi ve bütün insanlarla diyaloğa girmenin önemine işaret etti. Konsil hırıstiyanlıktan çıkanların nasıl yeniden kazanılacağı ve onlara yaklaşım yolları, müslümanlarla düşmanlığın kaldırılması ve onlara yaklaşım metodları üzerinde duruldu. Bu anlamda Konsile bağlı “Hırıstiyanlık Dışı Dinler Sekreteryası” kuruldu. Burada İslâmla ilgili bir bölüm bulunmaktadır. Bu bölüm kurulduğundan beri müslümanlarla diyaloğ yollarını aramaktadır.

2. Vatikan Konsil’inde, ozellikle yüzyılın başında ortaya çıkan materyalizme ve dinden uzaklaşmaya karşı inananların en azından tevhidin atası sayılan Hz. İbrahim’i otorite kabul eden ve ona saygı göstermede birleşen hırıstiyan, yahudi ve müslümanların ortak cephe kurma arzusu da dile getirildi. Başlatılacak bir diyaloğ ile asırlardır, yanyana oldukları halde birbirine yabancı ve ilgisiz kalan bu din mensuplarının birbirlerini tanımaları imkanı olabilir. Dini terimlerin yanlış anlaşılmasından kaynaklanan yabancılaşma azaltılabilir. Konsil’de özellikle hırıstiyanlaştırma emellerinden uzak durulmasının, peşin hükümlerden sakınılmasının altı çiziliyor. (S. Yıldırım, Hırıstiyan-Müslüman Münasebetleri, s: 22)

Böyle bir diyaloğ ve işbirliği ilk bakışta makul gelebilir ama uygulamalar ve satır aralarında saklı niyetler temenniler gibi olmuyor.

Seksenli yıllardan itibaren Ortodoksların da diyaloğ çalışmaları başlattığı görülüyor. Onlar da bu çalışmalarını Müslüman-Hırıstiyan Konsultasyonu adı ile yürütüyorlar.  (A. Küçük, Hırıstiyan-Müslüman Münasebetleri, s: 47-49)

Bir de Lambeth Konferansı diye bir şey var. Kiliseler misyonerlik faaliyetleri açısından pek boş durmazlar. Yani hırıstiyanlığı yaymak için tarihten beri pek çok metod kullanarak yoğun çalışmalar yaptılar ve yapıyorlar. Protesyan kilisesi 1867 yılından beri her on yılda bir toplanır ve on yıllık eylem plânı hazırlar. Lambeth Konferansının 14.sü 18 Temmuz 1998 yapıldı. Bu konferansa 800 dolayında piskopos katıldı. Burada denildi ki, yapılan çalışmalar Afrika’da sonuç verdi. Pek çok kişi hırıstiyanlığı seçiyor. Aynı plân niçin Türkiye’de başarılı olmasın?

Lambeth Konferansında müslümanlarla diyaloğ diye bir bölüm var. Bu bölüm 1978den beri faal. Bunun amacı başta Türkiye olmak üzer Türkî cumhuriyetlerde ve İslâm dünyasındaki kilise politikalarına zemin hazırlamak.

Son Lambeht konferansında bazı kararlar alındi. Öncelikli olarak dinlerarası diyaloğun geliştirilmesi. İkinci olarak diyaloğu sağlayacak kişilerin içeriden temin edilmesi, yani hırıstiyanlaştırılmış kimselerin kullanılması. Üçüncü karar, özellikle şehirlerde kozmopolit bir hayat yaşayan gençlerin hedef seçilmesi. Çünkü onlara göre bu gençler uygun avlardır. (A. Altındal, Vatikan ve Tapınak Şovelyeleri)

- Diyaloğ iddiaları ve ötesi

Vatikan ve Lambeth Konferansı tarafından yürürlüğe konulan diyaloğ kararlarını ve hedeflerini kısaca böyle. Bütün bu gelişmeler karşısında insan ister istemez diyaloğ yaygaralarına şüphe ile bakmak zorunda.  Zaman zaman karşımıza gelen diyaloğ davetlerini, diyaloğ toplantılarını sağlıklı bir iletişim kurma çabasından çok, av ortamı hazırlamak üzere yapılmadığından emin olmak güç.

Diyaloğ çağrısı yapan Vatikan’dır. Yani katolikliğin başı. Kimilerine göre bunun en önemli sebeplerinden biri de İslâm’ın genişlemesinin önüne geçmek, bir anlamda tehlike saydıkları İslâm’ın etkisini sınırlandırmak veya azaltmak, mümkünse insanların hırıstiyanlığı seçmelerine zemin hazırlamak.  

Avrupa Topluluğu ise özellikle Türkiye konusunda çok hassas. Türkiye’nin topluluğa alınması meselesinde İslâm hep soru işareti olarak durmaktadır. Türkiye’nin birliğe alınması halinde ekonomik ve kültürel olarak kontrol altına alınması mümkün. Fakat din olayı o kadar kolay değil. Türkiye’de İslâmın da kontrol altına alınması gerekiyor ki, hem Avrupa için ayak bağı olmasın, hem de diğer müslüman halklarla diyaloğa girilmesin. Bunun için Vatikan’ın diyaloğ planlarına uygun olarak dinlerarası diyaloğ çalışmaları başlatıldı. (A. Altındal, Vatikan ve Tapınak Şovelyeleri)

Hırıstiyan grupların birdenbire ortaya çıkıp diyaloğ çalışmaları veya çağrıları yapmaları müslümanlar tarafından şüphe ve ihtiyatla karşılanmaktadır. Misyonerlik faalyetlerinden diyaloğa çark eden Kilisenin bu çalışmaların şüphe decek pek çok neden var.

Bunlardan birisi, 2. Konsil’in Luman Gentium adlı bölümde “Kilise ve hırıstiyan olmayanlar başlığı altında şöyle deniliyor: “Nihayet İncil’i henüz kabul etmemiş olan olanların, çeşitli biçimlerde Tanrı’nın halkına katılmaları için yola   koyulmaları öngörülmüştür ve bu bizimle birlikte tek tanrıya tapan müslümanları da kapsayacaktır. Kilise Tanrı’nın şerefini yğkseltmek ve bütün umutsuz insanların kurtuluşunu gerçekleştirmek için Efendimizin “Her yaratığa İncil’i vazedin” şeklindeki buyruğunu daima hatırlayarak, özenle bütün dünyaya İncil’in yayılmasını amaçlayan misyonlarını kalkındırmakta ve desteklemektedir.”

Görüldüğü gibi Papalık bir taraftan diyaloğ çağrısı yaparken diğer taraftan Kilisenin görevinin yeryüzünde herkesin hırıstiyanlığı kabul edinceye devam edeceğini söylüyor. Kilise bir yandan diyaloğ derken diğer yandan misyonerleri görevlendirmeye ve desteklemeye devam ediyor.

Bundan dolayı “diyaloğ”un şartları metodları değişmiş, adeta bir misyonerlik girişimi gibi algılanmaya müsit hale gelmiştir.  Çünkü tarihten beri hırıstiyanların misyonerlik faaliyetleri müslümanlar tarafından hep antipati toplamış, yaklaşımları hep ihtiyatla karşılanmıştır. Bu yüzden onlar bu menfi tutumu “sıcak” yaklaşımlarla yumuşatmayı uygun gördüler. Bu diyaloğ şeklinde olgunlaştı. (A. Küçük, Hırıstiyan-Müslüman Münasebetleri, s: 49-53)

Onlardan bazıları derler ki; İncil’in bir cümlesinde kilise i.in “yeryüzünün tuzu” denilmektedir. Ancak son asırlarda kilise tuz olmaktan ziyade methedilen bir tuzluk durumuna düşmüştür. Hırıstiyanlar düşünmeli ki, çorba tuzluğa dökülmez ama tuzluktan  çorbaya tuz dökülür. Yani hırıstiyanlık diyaloğla kendini dünyanın her tarafına tanıtmalıdır. (S. Yildirim, Hiristiyan-Musluman Munasebetleri, s: 21)

İkinci bir sebep, diyaloğ çalışmalarına katılan hırıstiyan din adamlarının daha önce bizzat misyonerlik faaliyetlerine katılmaları. Ki bunların diyaloğ ve tolerans yolları denenerek hırıstiyanlaştırma çalışmaları yaptıkları tesbit edilmiştir. (A. Küçük, Hırıstiyan-Müslüman Münasebetleri, s: 54)

Üçüncüsü de, “diyaloğ “ çalışmalarının aslında misyonerliğin yeni bir şekli olduğu kanaatidir. Onlardan birisi, diyaloğ çalışmalarını misyonerliğin yeni şekli olarak görmenin erken olduğunu söyleyerek bazı ipuçları vermektedir. Şöyle diyor: “Diyaloğ kelimesi, son yıllarda hem Roma Katolik, hem Protestan Kilisesinde ön plana çıkmıştır. Büyük hareketler (misyonerlik) hala zihinlerdedir.. Bir başkası makalesinde “Müslümanlar arasındaki misyonerlik çalışmaları diyaloğun önemini ortaya koymuştur. Burada söz konusu “ diyaloğ” misyonerliğe bir altarmnatif değil, bizzat şartlara uygun misyonerliktir.”  (A. Küçük, Hırıstiyan-Müslüman Münasebetleri, s: 55)

2.Vatikan Konsili metni olsun, yetkili hırıstiyanlar olsun, açıkça söylemeseler de –hatta bazen inkâr etseler de- diyaloğ çalışmalarının gayelerinden biri hırıstiyanlığı yaymaktır.  Her dindar, kendi dinini hak gördüğüne göre, başkalarının kendi dinine gelmesini istemesi normal karşılanabilir. R. Arnaldez’in dediüi gibi: ”Her hırıstiyan normalde misyonerdir. Çünkü hırıstiyan başkalarından dolayı kendini sorumlu bilir.” Ancak misyonerlerin bunu dürüst olmayan yolldan yapmaya kalkışmaları, insanların sosyal, iktisadi, sağlık, cehalet gibi sorunlarını ve hissiyatlarını istismar etmeleri kabul edilemez.  (S. Yıldırım, Hırıstiyan-Müslüman Münasebetleri, s: 25)

Resmi hırıstiyanlığın tutumunu aksettirdiğini kabul etmesek bile, dini adına konuştuğunu söyleyen ve müslümanlara sempati ile bakılmasından hoşlanmayan J. Garrido kitabında şöyle diyor: “Müslümanlar, hırıstiyanların gözünde kafir bir toplum olup, hırıstiyanlık öğretileri doğrultusunda doğru yola getirilmeleri gerekir. Onlar hakkında nihai hüküm şöyledir: Müslümanları seviniz zira onların kurtarılması gereken ruhları vardır. Ama onların gerçek dini tutumlarına engel olan İslamı sevmeyiniz.” (S. Yıldırım, Hırıstiyan-Müslüman Münasebetleri, s: 25)

Kilise 1965’den sonra sonra da diyaloğa bazılarımızın idealize ettiği gibi hiç bakmadı. Kendi ifadesiyle, Kilise için ‘diğerleri’, hırıstiyan şefkat, sevgi ve merhamet kanatları altında ‘kilise evlatları’dır.” (Y. Sezen, Dinin Dünya Barışına Katkısı, s: 70)

Dördüncüsü de; diyaloğ çağrılarının arkasında siyasi amaçlar da yattığı söylenebilir. Özelikle avrupalı hırıstiyan devlet adamları sömürdükleri veya kontrol ettikleri ülkelerdeki bağımsızlık hareketlerini zayıflatmak veya kendilerine karşı olan tepkiyi azaltmak, kendi lehlerine olabilecek bir barışa çekebilmek için diyaloğ çalısmalarından fayda ummuş, bunu din adamlarına da telkin etmiş olmalılar. Nitekim özellikle bağımsızlık mücadelelerinin yoğun olarak verildiği yıllarda, bu İslâm ülkelerinde diyaloğ teşebbüsleri son derece fazlalaşmıştır. (S. Yıldırım, Hırıstiyan-Müslüman Münasebetleri, s: 32) İkibinli yıllardan sonra İslâm ülkelerinde artan dinlerarası diyaloğ çabalarının, 11 Eylûl saldırısından sonra İslâma karşı başlatılan mücadeleden bağımsız olduğu iddia edilemez.

-      Bir kaç not

Birinci Körfez savaşından sonra Hollanda’nın Zaandam kentinde bulunan mahallemizdeki  kilise müslümanlarla diyaloğ çalışması başlatmıştı. Bir kaç defa biraraya geldikten sonra Körfezdeki olaylar soğunca bu diyaloğ tesebbüsleri de kaybolup gitti. (Biz tabii ki ‘düğün değil bayram değil’ demiştik.) 11 Eylûl 2001 olayından sonra bu sefer aynı şehirdeki kiliseler birlikte İslâm-Yahudi-Hırıstiyan diyaloğu adıyla yeni bir çalışma grubu başalttılar. Bu diyaloğ grubunun çalışmaları halen devam ediyor.

Hatırlanacağı gibi Danimarka’da Hz. Muhammed’e ve müslümanlara ağır hakaret eden karikatürler yayınlanınca Avrupalı siyasilerin ve medyanın çoğu buna arka çıktılar ve bu gibi hakaretelere fikir özgürlüğü dediler. O günlerde yeni seçilen şimdiki Papa'nın sözleri dikkat çekiciydi. Papa, Hırıstiyanlara tek çatı altında toplanma çağrısı yaptı, Türkiye'yi AB içinde görmek istemediğini açıkça söyledi. Bizans İmparatoru Manuel II. Paleologos'tan, kendi görüşlerinin özeti olabilecek şu alıntıyı yaptı: "Hz. Muhammed gayri insanȋ ve şeytanca olanın dışında yeni bir şey getirmedi." Ama aynı Papa’nın başında olduğu Vatikan müslümanlarla diyaloğ çağrısı yapmaya devam ediyor.

2003 yılında Almanya’da bir Türk derneğinin temsilcisi şöyle diyor: “Almanya’da camii yapılmasını istemeyenler bir örgüt altına bir araya gelmişler, camii yapımlarını engellemek üzere faaliyet göstereceklermiş. Görüşme isteğimize aynen şöyle cevap verdiler: Siz içki içmediğiniz sürece bizim gözümüzde fundamantalistsiniz ve biz fundamantalistlerle diyaloğa girmeyiz.”

Yine 2003 yıllarının Almanya içişleri bakanı aynen şöyle demişti: “Benim için en iyi entegrasyon, asimilasyondur.” Bunu veya benzer ifadeleri son yıllarda avrupa ülkelerinde pek çok yetkili söylüyorlar, ya da yabancılara bunu değişik şekillerde işittiriyorlar. Eskaza herhangi bir avrupa ülkesinin müslüman ülkelerden biriyle siyasi bir problemi olsa, bakıyorsunuz ki yetkililer müslümanların geri bir kültüre mensup olduklarını, İslâmın geri bir din olduğunu –utanmadan- söylerler. Hatta kimileri şom ağızlarıyla tekrar ve hemen haçlı seferlerini başlatmaktan söz ederler.

Yıllar önce bir tanıdık, arkadaşı olan, efendi, höşgörülü, demokrat görünen bir hırıstiyana en sonunda Hz.Muhammed hakkında ne düşündüklerini samimiyetle söylemesi rica etti. Adam da gerçekten ne düşündüğümüzü açıkça söyleyeyim mi demiş. Arkadaş evet deyince aynen söyle cevap vermiş: “Bizim gözümüzde Muhammed saf hırıstiyanlığı bozmak üzere faaliyet gösteren ve bunu başaran bir bozguncudur.” Bunun üzerine o arkadaş onunla ilişkisi derhal kesti.

Misyonerlerin hırıstiyanlığı yaymada ve müslümanlara yaklaşmada takip edecekleri metodlar, “Methode of Mission Work among Moslems” adlı kitapta tavsiye edliyor. Bunlardan biri şöyle: “Birinci planda öyle yapalım ki, müslümanlar onları sevdiğimize kani olsunlar. Böylece onların kalbine görmeyi öğrenmiş oluruz. Misyonerlere gerekli olan, zahirde bütün Doğu müslüman milletlerin âdetlerine saygılı olmalıdır. Ta ki bununla kendilerini dinleyenler arasında, fikirlerini yayma fırsatına kavuşabilsinler. Mesela, “Hz. İsa mutlaka Allah’ın oğludur” demekten kaçınılmalı ki buna iananmayan kimseler nefret etmesinler. Onlara yaklaşmak mümkün olunca istenildiği gibi propaganda yapılabilir.” (A. Küçük, Hırıstiyan-Müslüman Münasebetleri, s: 53)

Vatikan’ın Kateşizm diye bir kitabı var. Yani bir çeşit hırıstiyanlık ilmihali. Bu kitabın 227 sayfasında ‘İki Âdem vardır. Biri ilk insan, ikincisi İsa Mesih’tir. İkinci âdem birinciyi de yaratandır. Bu ilkeyi kabul etmeyenlerle diyaloğa girilmez” diyor. (A. Altındal, Vatikan ve Tapınak Şovelyeleri)

Bazılarına göre diyaloğ ile misyon birbirine zıttır, buna göre misyonerlik bırakılacak. Aynı görüşte olmayanlara göre yeni misyonerlik anlayışı diyaloğa zıt değildir. Mesela 2. Vatikan Konsili’nin notlarında şöyle yazıyor: “Misyonerlik diyaloğu gerektirir; gerçek diyaloğ zaten aynı zamanda hırıstiyanlığı yaymaktır.”  (S. Yıldırım, Hırıstiyan-Müslüman Münasebetleri, s: 25)

 İşte dinlerarası diyaloğ iddialarından, çalışmaların, tarihinden bir kaç kesit. Göründüğü kadarıyla bu diyaloğdan başka bir şeye benziyor. Sizinle diyaloğa girmek isteyen, peşinen sizi geri, yanlış yolda, kurtarılmaya aday, düzeltilmesi gereken bir yapıda görüyorsa; bunun adı diyaloğ değil, misyoner kafasıdır.

-Tanış olma anlamında diyaloğ

Diyaloğdan maksat kişier arası veya kurumlar arası bir araya gelme, tanışma, fikir alışverişinde bulumak ise, bu farklı bir şeydir. Zaten aynı mekanı paylaşanlar arasında iletişim, karşılıklı hoşgörü, anlayış, karşıdakini var sayma şeklinde bir ilişki gerekir.

İslam kültüründe تعارف kelimesi vardır. Bu, hem karşılıklı tanışmayı, hem karşısındakinin varlığını kabullenmeyi ifade eder. Karşıdaki her ne kadar farklı olsa da, o bir gerçekliktir, kendine ait bir yeri, değeri ve varlığı vardır. Onu  bu haliyle var kabul edip, tanış olmak insanlığını ve barışın gereğidir.

Teâruf” diyaloğdan da öte müsbet bir tavırdır. Böyle bir diyaloğa herkesin ihtiyacı vardır ve herkes karşısındaki insanın tercihlerine ve değerlerine saygı göstererek, hatta ona tahammül ederek birlikte yaşayabilmelidir.

Bundan da barış doğar. Ama bu tek taraflı olmaz.

Dinlerarası diyaloğ iddialarından maksat, din mensupları arasında görüşme, tanış olma, iyi komşu olmanın yollarını birlikte arama ise, bu anlayış müslümanların inançlarından aldıkları bir ahlâktır. 

Kur’an şöyle diyor: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık...” (Hucurat, 49/13)

İslâm’a göre bütün insanlar Allah’ın kullarıdır ve hepsi de Âdem’in çocuklarıdır. Herkesin insan olarak değeri vardır. Ancak insanlar nefislerine veya şeytanın vesveselerine aldanarak hata yapabilirler. O hataları, ya da tercih ettikleri yanlışları, uydurdukları yanlış ve sapık inançları kabul etmek mümkün değildir. Ama tercih onlarındır. Hesabını da kendileri verecek.

Müslümanların düşmanlığı farklı dinlere inananlara veya o inançlara değil;  zalimlere ve zalimlere destek olanlaradır. (و لا عدوانة الا على الظالمين-Düşmanlık ancak zalimlere karşıdır.) Müslümanlar zulmü ve haksızlık yapanları, onların işledikleri cinayetleri ve bunun arkasında yatan zihniyeti hoş görmezler. Onlara karşı tedbirli davranırlar, onlara dostluk anlamında yanaşmazlar. 

Müslümanlar başka insanlara ya dinde ‘kardeş’, ya insanlıkta ‘karındaş’ gözüyle bakarlar.  İnsanların hakkına saygı göstermeyi, kimseye haksızlık yapmamayı, hatta herkese iyi davranmayı veya iyilik etmeyi, yeryüzünde barış ve adalet toplumu kurmayı imanȋ bir görev bilirler.  

Müslümanlar başkalarıyla her şart ve ortamda bir araya gelmekten, diyaloğ kurmaktan, konuşmaktan çekinmezler. Zira akideleri sağlam, dinȋ delilleri güçlü, çıkış noktaları mükemmel, dinleri Allah katındandır,  açık ve nettir. Utanılacak, saklanılacak, yüz kızartıcı bir cürümleri yoktur.

Müslümanların tarihinde haçlı seferleri, engizisyon, Endülüs katliamı,  kızılderili soykırımı, Şabra ve Şatilla, Bosna katliamı, 1. Dünya savaşı, 2. Dünya savaşı, nazilerin yahudilere uyguladığı soykırım,  Kana ce Cenin, Deir Yasin ve  Gazze cinayetleri, Ebu Gureyb, Mezar-ı Şerif hapishanesi rezaletleri yoktur. Müslümanların geçmişinde ne Afrika ne kölelelerinin dramı, ne koloni trajedileri, ne Utoeya (24 Temmuz 2011 Norveç) katliamı vardır. Müslümanlar kitle imha silahları yapmadılar ve kullanmadılar. Onların tarihinde Hiroşima ve Nagazaki olmaz. (Halepçe’de kimyasal silah kullanan S. Hüseyin müslümanlar adına değil, avrupalı efendileri adına savaşıyordu.)

Kur’an, Ehl-i Kitap dediği Hırıstiyanlar ve yahudilerle  ilişkilere özel önem veriyor. Yeri gelince de onları, müslümanlarla aralarında ortak olan bir söze; Allah’tan başka kimseyi Rab edinmekten, bilgileri olmayan konularda yanlış hüküm vermekten, Allah’ın âyetleri bile bile inkâr etmekten onları sakındırıyor.  (Âli İmran, 3/64-70)

Müslümanlara da ehl-i kitapla en güzel bir biçimde tartışmayı, yani bir anlamda onlarla diyaloğu kesmemeyi tavsiye ediyor. “Ehl-i kitap ile zulüm ve haksızlıktan uzak durdukları sürece en güzel şekilde tartışın ve deyin ki: “Bize indirilene inandığımız gibi size indirilmiş olana da inanıyoruz: çünkü bizim ilahımız ile sizin ilahınız tek ve aynıdır ve biz [hepimiz] O'na teslim olmuşuzdur”.” (Ankebut, 29/46)

(Zımnen, “Ve bu nedenle, dostça bir tartışmayı hak ettikleri sürece”: Bundan çıkarılacak sonuç, böyle durumlarda bütün peşin (a priori) çatışmalara meydan verilmemesi gerektiğidir. (M. Esed, Meal s: 814)

Peygamber (sav), peygamberlik hayatı boyunca, özellikle Medine’de onlarla bazı prensipler çerçevesinde diyaloğ kurmuş, anlaşmalar imzalamış, iş birliği yapmış, onlarla arkadaş ve komşu olmuştur. Bu ilişkilerde Peygamber’in vakur duruşunu, kendisinden emin olma tavrını, ilişkilerdeki haklara saygılı tutumunu, karşısındakileri ciddiye alma ve değer verme ahlâkını, birlikte barış içinde yaşamanın formüllerini aramadaki çabasını gıpta ile takip etmek mümkün. (Geniş bilgi için bakınız: O. Güner, Kur’an-ı Kerim’de Ehl-i Kitap, s: 203-231. N. Özkuyumcu, Asr-ı Saadette İslâm, 2/149-229)

Müslümanlar da elbette başka din mensuplarının İslâma girip hidayet bulmalarını isterler. Kimsenin cehenneme gitmesini istemezler. Ama onlar bunu yaparken kimseyi kandırmazlar, hileli yollara sapmazlar, olmayacak şeyleri vadetmezler, insanların zayıf konumlarını istismar etmezler. (Peygamber (sav), işkence altındaki Yasir ailesine hiç bir dünyalık değil, sadece Cennet vadediyordu.)

Müslümanlar imkân olursa dinleri hakkında bilgi verirler ve yine uygun bir ortam olursa insanları güzel bir dille ve metodla İslâma davet ederler. Gelmeyenleri zorlamadıkları gibi, müslüman olmadıkları için de düşman kesilmezler. Herkese “ لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِيَ دِينِ-Sizin dininiz size, benimki bana” derler. Çünkü doğru yolu bulan kendi lehine, hidayete gelmeyen de kendi aleyhine bunu yapmış olur. (Yunus, 10/108. İsra, 17/15. Zümer, 39/41) Sonuçta insanların seçim hakkı vardır. Herkes sonucuna katlanmak şartıyla istediği inancı seçebilir.

Bu gerçek çerçevesinde diğer din mensuplarıyla tanış olmak anlamında diyaloğ kurmak, bir araya gelmek, yabancılıkları azaltmaya çalışmak, iyi komşuluk yollarını aramak sanırım barış ortamına hizmet eder.

Bunun tersi bir niyetle olabilecek yaklaşımlar, faydasızdır.

Hüseyin K. Ece

28.7.2011

Zaandam

(Bakılabilecek diğer kaynaklar:

Yümni Sezen, Dinlerarası Diyaloğ İhaneti İstanbul 2006

Nurullah Abalı, Said Nursi’de Müslüman-Hırıstiyan Diyaloğunun Sosyolojik

         İncelemesi –Yüksek Lisans tezi. Marmara Üni. İstanbuıl 1995

Hayreddin Karaman, Dinlerarası Diyaloğ Nedir, İstanbul 2005

Mustafa Alıcı, Kitab-ı Mukaddes ve Kur’an-ı Kerim Işığında İslam Hırıstiyan

         Diyaloğu İstanbul 2001, İz. Yayıncılık)

A. Altındal, Vatikan ve Tapınak Şovelyeleri