“Elimde olsyadı bu dünyaya gelmezdim

Elimde olsaydı buralardan hiç gitmezdim,

En iyisi şu olurdu ki,

Ne buralara geleydim ne de buralardan gideydim”. Ö. Hayyam

 

“Horoz ölür gözü çöplükte kalır” derler.

Çöplüğün değeri ne? Adı üzerinde çöplük... Kirli, pis, iğrenç ve atık... Çöplükleri bir de horozlara, tavuklara sormak gerekir tabii. Onlra göre çöplükler kimbilie ne kadar değerlidir. Onun için ölen horozların gözü hâlâ terkettikleri veya bir daha asla dönemeyecekleri çöplükte asılı kalır. Keşke biraz daha kalsaydım, keşke biraz daha eşinseydim, keşke biraz daha tadsaydım diye.

Bir bir atasözüdir, bir tecrübedir. Elbette maddi anlamda ne ölen horozun gözü arkada kalır, ne içinde eşindiği mekanın çöplük olduğunun farkındadır. Bu gibi benzetmeler asırlık deneyimlerin sonunda, halkın irfanından damıtılmış özlü, ders verici ve ibret yüklü ifadelerdir.

Kişi ölür gider de gözü arkada kalır. Çöplük gibi bir yerde, ya da çöplük gibi bir hayat hayat yaşar da ondan ayrılmak istmez. Ölürken bile sanki der ki: “Niye ölüyorum ki, keşke biraz daha kalsam.”

Bu arzu insanın yapısında var. Burada daha uzun kalmak, biraz daha yaşamak, ya da hiç gitmemek. Hele bir de insan öldükten sonra dirileceğine inanmıyorsa, onun için hayatın hepsi buradadır. Öyleleri için buradan geç gitmek onun için kâr etmek gibidir. Ahiretin olacağına inandığı halde hiç bir hazırlığı olmayanlar da ecelin gecikmesini isterler.

Peygamber (sav) insan ihtiyarladıkça onda mala karşı ve daha çok yaşamaya karşı hırsın gençleştiğini söylüyor. (Buhari, Rikak/5 (6420-6421) . Tirmizi, Züht/28 (2338-2339). İbn Mace, Züht/27 (4233-4234))

Halbuki herkes biliyor ki dünya hayatı geçici, fani... Hiç kimse burada uzun zaman kalmıyor. Kim ne kadar yaşarsa yaşasın, eninde sonunda kader hükmünü icra ediyor, bu fani dünyayı terkediyor.

Bura göre insan bu dünyada bir misafirdir. Bir başkasının evinde geçici olarak misafir olarak kalmaktadır. Misafirlik bir gün sona erecek. Bir konuğun, misafir olduğu evi sahiplenmeye kalkışması ne derece doğrudur? Ya da o evde sürekli kalacağını sanması ne kadar akıllılıktır?

Kur’an dünya hayatını güzelim yeşilliklerin günün birinde sararıp çer çöpe dönmelerine benzetiyor ve diyor ki:

Mal mülk ve çocuklar dünya hayatının süsleridir; ama ürünü kalıcı olan dürüst ve erdemli davranışlar ise, karşılığı bakımından, Rabbinin katında daha değerli ve bir ümit kaynağı olarak daha verimlidir.” (Kehf, 18/45-47)

Bir başka deyişle bu dünya hayatı, sadece bir oyundan, geçici bir eğlence ve güzel bir gösteriden, insanlararası sonu gelmez yarışlardan ve daha çok servet ve çocuk sahibi olma hırsından başka bir şey değildir. (Hadid, 57/20) Halbuki dünya hayatı anlamsız, rastgele ve hedefsiz değildir. (Mü’minûn, 23/115) Dünyada her bir varlığın bir görevi, bir fonksiyonu olduğuna göre, insanın da vazifeleri vardır. İnsanın görevini yapabilmesi, ya da yaratılış amacını gerçekleştirmesi için bir mekana, bir zamana ve araçlara ihtiyaç vardır. Bunlar; yeryüzü, ömür ve hayatı devam ettirmeye yarayan araçlardır.

“Hayat, bizâtihî Allah'ın bir armağanı ve her türlü nimetin potansiyel kaynağı olduğu halde duyarsız ve kör bir şekilde ve manevî değerleri ve endişeleri gözardı ederek, yani öteki dünyayı hiçe sayarak yaşanması halinde bu olumlu niteliğini tamamen yitirir.” (M. Esed, Meâl s:) İnsanı aldatan, gözünü geçici olanla boyayan, asıl görevini yapmasından alıkoyan bir şekle dönüverir.

Kur’an insanı bu konuda şöyle uyarıyor:

“Ey insanlar! Şüphe yok ki, Allah’ın her konudaki verdiği söz gerçektir ve mutlaka gerçekleşecektir. O halde dünya hayatı nimet ve süsleriyle sizi ahiret hayatından alıkoyup aldatmasın. Çok aldatıcı olan şeytan da sakın sizi aldatıp Allah’ın lütuf ve bağışlamasına ümidlendirmesin.” (Fâtır: 35/5)

Mezar taşlarına “Hüve’l-Bâki” yazılır. Yani “Sadece O bakidir, ölümsüzdür.” Bunun mefhumi muhalifi; her şey fanidir, kalıcı olan, ölmeyecek olan sadece ve sadece Allah’tır. Mezarlığı ziyaret eden kimse bunu okusun, kendinin de fani olduğunu bir kez daha hatırlasın, ölümü unutup hatalar yapmasın. Bu, Kur’an’daki “Göklerde ve yerde var olan her şey yok olup gitmeye mahkûmdur: ama kudret ve ihtişam sahibi olan Rabbinizin Zâtı sonsuza dek kalıcıdır.” (Rahman, 55/26-27) âyetin kısa ifadesidir.

Her şey fenâ bulacak, her şey ölecek, her şeyin bir sonu olacak.

Bunun en büyük isbatı çevremizdeki ölümler, değişimler ve sahip olunan şeylerin elden çıkıp gitmesidir. Hiç bir şey sür git insanın elinde kalmıyor. Hiç bir durum olduğu gibi durmuyor, zamanla değişiyor, yerini başkasına bırakıyor. Ne eldeki servet, ne sağlık, ne şen şakrak günler, ne oturulan makam, ne sahip olunan maddi imkanlar... hepsi tek tek elden çıkıyor. Hatta insanın karşılaştığı zorluklar, musibetler, felaketler de öyle. Onlar bile zamanla yerini başka bir hâle bırakıyorlar.

Yani her şey fani. Her şey geçici. Kalıcı olan yalnızca Allah (cc).

Kur’an bu gerçeği şu ifadelerle kullarına bir kez daha hatırlatıyor:

“Çünkü (akıllarını kullansalardı bilirlerdi ki) bu dünya hayatı geçici bir zevk ve eğlenceden başka bir şey değildir; oysa sonraki hayat, tek [gerçek] hayattır: keşke bunu bilselerdi!” (Ankebût, 29/64)

Ama ne yazık ki bazıları fani olduklarını unutuyorlar. Dünya hayatının geçici olduğunu, günün birinde bir bilinmeze doğru yola çıkacaklarını akıldan çıkarıyorlar. Hiç ölmeyecekmiş gibi davranıyorlar. Bugün sahip oldukları  her şeyin yarın onları kolaylıkla terkedeceğini akla getirmiyorlar. Daha çok şeye sahip olmak, daha çok elde etmek, daha yükseğe tırmanmak için her şeyi yapıyorlar. Ellerindekileri aşırı seviyorlar, onları kimseyle paylaşmayı düşünmüyorlar, onlara sahip olmayı değer zannediyorlar. Ya da bütün değerleri maddi hesap üzerinden yapıyorlar.

Böyleleri Kur’an’daki Tekâsür Sûresini defalarca okumalılar. Çokluk yarışının insanı ne hale getirdiğini ve eldeki her şeyin günün birinde hesabının verileceğini bizzat görürler.   

Halbuki eldeki servete kutsallık vermek, onları Allah’tan daha fazla sevmek, hayatın merkezine maddiyatı almak aldatıcı, yalan, sanal ve tehlikelidir. Servet el kiri ise, kirin değeri ne kadar olur? Servet, yani dünyalıklar bir araç ise; amaç yerine konulması ne kadar mantıklıdır? Amaca gitmek varken, aracını sırtına alıp taşıyana kim ahmak demez ki?

Eskiler insan servet ilişkisini şuna benzetirlerdi: İnsan denizde yolculuk yapmak isteyen bir gemi gibidir. Gemi denizde yol alacak ve asıl hedefine, karşı kıyıya sağ salim varacak. Su o geminin dışında olursa onu yüzdürür. Ama aynı su geminin içinde olursa onu batırır. Dünyada sahip olunan eşyalar ve zenginlikler de tıpkı gemiyi yüzdüren su gibidir.

Mal, servet, dünyalık sevgisi insanın kalbini doldurursa, o kalbin sahibini batırır. Onu  cimri, hasis, aç gözlü, zalim, hak yeyici, kibirli, şımarık, nankör yapar. Böyle kişiler sahip olduklarıyla hem Allah’ın kullarına zulmederler, hem de kolaylıkla günah işlerler. Hele böyleleri bir de Ahirete, hesap ve kitaba inanmıyorlarsa; taşkınlıklarına, kibirlerine, haddi aşmalarına sınır yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu hudutları/hükümleri tanımazlar. Servet ve maddi güç ile şımarır, servet sahibi olmanın gereğini yapmak yerine zenginlikle büyüklük taslarlar.

Bu haddi aşmanın sebebi mal ve servet aşkının kalbi işgal etmesi, zenginliğin kutsallık derecesine yükseltilmesidir. Yani suyun geminin içine dolmasıdır.

Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Peygamber (sav) şöyle buyurdu:

“Altın, gümüş, kumaş ve abaya kul olanlar helâk oldular. Eğer onlara istedikleri verilirse hoşnut olur, verilmezse hoşnut olmazlar.” (Buhârî, Rikak/10 (6435), Cihâd/70 (2886). bir benzeri; İbni Mâce, Zühd/8 (4136))

Müslümanların da aynı belâya düşmeyeceğini kim garanti edebilir? Profan ve seküler bir hayat anlayışının bütün dünyayı etkilediği ortamlarda iman edenler bu belâdan nasıl kurtulacaklar? Suyun geminin içine dolmasına nasıl engel olacaklar? Mal ve servet sevgisinden, bunca lüks ve satın alma yarışından, daha yenisine, en yenisine sahip olma tutkusundan nasıl uzakta kalacaklar? Modern hayatın dayattığı tüketim çılgınlığına ne ile karşı koyacaklar? Ya da kim tüketim yarışına katılmamayı başarabilecek?

Allah’ın Raslü müslümanları bekleyen ‘dünyevileşme, dünya geçimliğine aşırı bağlanma, dünyaya kapılıp ahireti unutm’ tehlikesine karşı asırlar öncesinden uyarıyor:

Peygamber (sav) Ubeyde b. Cerrâh’ın Bahreynde getirdiği ganimetlerden almak isteyenlere:“Allah’a yemin ederim ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum” şeklinde cevap verdiler.(Buhârî, Rikak/7 (6425), Cizye/1 (3158), Meğâzî/12. (4015). Müslim, Zühd/1 (7425). Tirmizî, Kıyamet/28 (2462). İbni Mâce, Fiten/18 (3997))

Ebû Hüreyre (ra) Resûlullah’ın şöyle dediğini rivâyet ediyor:

“Uyanık olunuz! Şüphesiz dünya değersizdir. Dünyada olan mal mülk de kıymetsizdir. Ancak Allah Teâlâ’nın zikri ve O’na yaklaştıran şeylerle, öğretici ve öğrenici olmak müstesnadır.” (Tirmizî, Zühd/14 (2322). İbni Mâce, Zühd/3 (4112))

Abdullah b. Ömer (ra) diyor ki: Resûlullah (sav) benim iki omuzumu tuttu ve: “Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol” buyurdu. İbni Ömer (ra) şöyle derdi: “Akşama ulaştığında sabahı gözetme, sabaha kavuştuğunda da akşamı bekleme. Sağlıklı anlarında hastalık zamanın için, hayatın boyunca da ölümün için tedbir al.” (Buhârî, Rikak/3 (6416). Tirmizî, Zühd/25 (2333). Bir benzeri: İbni Mâce, Zühd/3 (4108))
            Kur’an, insana verilen dünyalık emanetlerin esas amacının ahirete yatırım olduğunu şöyle vurguluyor: “…Allah'ın sana verdiklerinden yararlanarak yalnızca ahiret yurdunda [iyi bir yer tutmanın] yolunu ara; bu arada, pek tabii, bu dünyadaki nasibini de unutma;...” (Kasas, 28/77)

Öyleyse ne dünyalıklara sahip olmak yanlış, ne de onları kullanmak. Yanlış olan onlara bağlanıp insanlık görevini ve ölümü, yani ahiret hayatını unutmaktır. Yanlış olan emanet olarak verilen malı kendi üzerine tapulu görmek, o malı onu kendisine Verenin işaret ettiği kullanmamaktır. Yanlış olan misafir olunan eve sahip olmaya kalkışmaktır.

Yanlış olan ölüp gitmek üzere olunduğu anda bile gözü arkada olmaktır. Sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi bütün endişeleri, planları, çalışmaları, hassasiyetleri, sevgi ve bağlılıkları; mal, servet, dünyalık çıkarlara ayarlamaktır. Allah’ı sever gibi dünya menfeatlerini sevmektir. Yanlış olan hakiki müslümanlar gibi iki dünyalı yaşamak yerine tek dünyalı yaşamaktır.

Gerçek Peygamberin haber verdiği gibidir.

 “Ölen kimseyi peşinden üç şey takip eder: Aile çevresi, malı ve yaptığı işler (ameli). Bunlardan ikisi geri döner, biri ise kendisiyle birlikte kalır. Aile çevresi ve malı geri döner; yaptığı işler (ameli) kendisiyle birlikte kalır.” (Buhârî, Rikak/42 (6514). Müslim, Zühd/5 (7424) . Tirmizî, Zühd/46 (2379))

Ö. Hayyam, öyle arzu etse de bizi buraya getiren Güç yine geri götürecek. ‘Niye geldim’ diye sızlanma yerine, burada oluşun gereğini yapmak daha akıllıca bir iştir. Zira herkes buradaki tavrına göre öldükten sonraki makamını belirlemektedir.

Hüseyin K. Ece

12.2.2011

Zaandam/Hollanda