a-Giriş

İslamî kültürde teheccüd, uzlet, halvet, inzivâ, rehbaniyet/ruhbanlık ve itikâf gibi kavramlar var. Bunların birbiriyle ilgisi olmakla birlikte, hepsinin ibadet olmadığı açıktır.

 

İslâmda inzivâ, ya da uzlet/halvet hayatı var mıdır?

İnzivâ hayatını tercih etmek ruhbanlığı seçmek midir?

Ramazan’daki ‘itikâf’ ibadeti uzlet/inzivâ sayılır mı?

Müslümanın inzivâ hayatına ihtiyacı var mıdır? Varsa bunun boyutları nelerdir?

Tasavvuf geleneğindeki uzlet/halvet prensibi dinen herkese tavsiye edilen bir şey midir?

İslâm, bir kenara çekilmeyi mi, yoksa insanlar arasında hem salih/muttaki/muhsin veya aktif olmayı mı tavsiye ediyor?

Temamen bir kenara çekilmek, aktif hayattan ve toplumdan uzak yaşamak, dindarlık garantisi midir?

Biz bu yazımızda kısmen bu sorulara cevap aramaya çalışacağız ve ‘inzivâ’ kavramına değineceğiz. Sonra da bunun itikâfla ilgisini kurmaya gayret edeceğiz.

N. Fazıl Kısakürek Kaldırımlar başlıklı şiirinde şöyle diyor:

“İkinizin de ne yol ne arkadaşınız var

Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz

İkinizin de sakınacak kuru bir başınız var

Onu da hangi diyar olsa götürürsünüz” (Çile, s: )

Sükût gibi münzevî... Susmak kadar anlamlı... Sükût gibi gizemli... Sükût gibi kimsesiz... Susmak kadar tenha olmak...

Ya da sükût kadar kendi kendisiyle, kendi dünyasında, kendi dairesinde, kendi uzletinde, kendi derdiyle başbaşa olmak...

Münzevî zenginlik olur mu? Hem ıssızlık, hem zenginlik... Hem bir başına kalmak hem de manevi yoğunlukta olmak...

Bakmaya ve incelemeye değer.

 

b-İnzivâ ne demektir?

Münzevî, inzivâ eden demektir. O zaman inzivâ nedir?

‘İnzivâ’ kelimesi Kur’an’da geçmemekle birlikte hadislerde ‘enzevâ’ formunda geçmektedir. (Buharî, Tevhid/7, Müslim Cennet/38.  Darimî,  Rikak/122 gibi)

İnziva kelimesinin aslı ‘zevâ’ fiilidir. Bu da bir şeyi yerinden uzaklaştırmak, tutmak (kabzetmek), menetmek anlamlarına gelir.

Bir hadiste geçtiğine göre Peygamber (sav) şöyle buyurudu:

“Allah (cc), yeri benim için tuttu da doğusunu ve batısını gördüm...” (Hadiste zevâ fiili kullanılıyor). (Müslim, Fiten/19. Ebu Davud, Fiten/1. Tirmizî, Fiten/14. İbni Mace, Fiten/9)

‘İnfial’ kalıbından ‘inzivâ’ ise; evin ve benzerlerinin köşesine çekilmek, bir şeyi yerinden bertaraf etmek demektir.

Aynı kökten gelen ‘zâviye’,  ev, evin vs. köşesi manalarına gelir. (İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 7/83-84)

Türkçede inzivâ; bir köşeye çekilme, dünya işlerinden vazgeçme manasındadır. (Osmanlıca Lügat, s: 444)

Türkçe’de ‘zâviye’; köşe, açı, küçük tekke, riyâziyet maksadıyla kişinin  çekildiği tenha yer demektir. (M. Doğan, Türkçe Sözlük, s: 1812)

Münzevî; inzivâ’nın fail ismidir ve inzivâya veya evinin köşesine çekilen, tenha olan nanasına gelir. (Osmanlıca Lügat, s: 731. M. Doğan, Türkçe Sözlük, s: 1200)

         

c-Halvet/uzlet ne demektir?

Halvet’in sözlük anlamı; yalnız, tenha kalma, tenhaya çekilmek, tenha yer demektir. (Osmanlıca Lügat, s: 320) İbadet, riyâzet, zikir ve murakabe maksadıyla bir yere kapanma. (Türkçe Sözlük, s: 646)

Tasavvufî gelenekte halvet; bir kenara çekilip kimseye karışmadan zikir ve vird ile meşgul olmaktır. Kâşânî bunu; “Kimsenin görmeyeceği yerde sırrın (gönülün) Allah ile konuşması, O’na yalvarmasıdır” şeklinde tanımlıyor. (S. Ateş, İslam Tasavvufu, s: 202)

          Halvete uzlet, erbain çıkarma, inzivâ da denilmektedir.

Uzlet sözlükte; bir yana çekilip kendi kendine tenhada yaşama, yanlızlık köşesine çekilme. (Osmanlıca Lügat, s: 1124)

Görüldüğü gibi halvet ve uzlet yaklaşık olarak aynı anlama gelmektedir.

 “İmam-ı Gazalî’ye göre uzlet, Allah yoluna sülûk eden bir kimse için düşmanlarını görebilmesi açısından gereklidir. Bu da iki çeşittir: Farz olan ve faziletli olan. Farz olan uzlet şerden ve şer ehlinden uzaklaşmadır. Faziletli olan ise, lüzümsuz işlerden ve bunları yapanlardan uzak durmadır.

Bazılarına göre halvet ve uzlet ayrı ayrı şeylerdir. Halvet ağyârdan uzaklaşma, uzlet ise kişiyi Allah’tan meşgul eden şeylerden uzaklaşmaya çalışmaktır.

Denildi ki selâmet on parçadır. Dokuzu susmakta, biri uzlettedir. Hikmet de on parçadır. Dokuzu mâlâya’ni (faydasız şeyleri) terketmekte, bir parçası insanlardan uzaklaşmadadır. Söylediği sözden dolayı pişman olanlar çok, susmaktan dolayı pişman olanlar ise azdır.

 Yine denildi ki, halvet asıl, insanların arasına karışmak (ihtilat) ise arızîdir. Arızî olan, aslın yerine ihtiyaç olduğu kadar geçmelidir.” (Mecmuâtü Resâil el-İmam el-Gazalî, s: 109)

 

d-Teheccüd nedir?

Teheccüd veya kıyamu’l-leyl; bilindiği gibi gece ibadetidir.

Allah (cc) Hz. Muhammed’e gece ibadetini (teheccüdü) farz kılmıştır. (17 İsra/79. 73 Müzemmil/2-3)

Peygamber (sav) gece ibadetini yaptı ve ümmetine de tavsiye tti.

Hz. Aişe (r. anha) şöyle diyor: “Rasûlüllah (sav) gece namazını hiç terketmezdi. Öyle ki hastalanacak veya ağırlık hissedecek olsa oturarak kılardı.” (Ebu Davud, Salat/307 (1307)

Gece vakti özellikle sonuna doğru uyanıp namaz kılmak, dua etmek, gündüz kılınan nafile namazlardan daha fazliletlidir. Kur’an buna şöyle işaret ediyor:

“Onlar (mü’ninler) yataklarından kalkarak tarifsiz bir korku ve büyük bir iştiyakla Rablerine yalvarırlar ve verdiğimiz rızıktan infak ederler.” (32 Secde/16)

Peygamber (sav) teheccüdü ümmetine tavsiye etmiştir. 

“Size geceleyin kalkmayı tavsiye ederim. Çünkü o (gece namazı) sizden önce yaşayan salih kulların âdetidir. Rabbinize yakınlık (vesilesi)dir; günahlardan koruyucu, kötülüklere keffâret, bedenden hastalığı kovucudur.” (Tirmizî, Da’avat/112 (3543)

“Manevi dayanıklılık testi olan gece namazı; ğayba imanın bilinç ve iradeye kattığı enerjiyle harekete geçen ruhun, bedenin kapısını tıklatmasıdır. Ruhun kapı çalışını duyan havf (korku) ve iştiyakla (gönülden) uykuya yatan beden, ilk tıklayışta fırlayıverecektir.” (M. İslamoğlu, Meal, s: 820)

Peygamber (sav) geceleri badet etmeyi tavsiye ederken şöyle buyuruyor:

“Gecede bir saat vardır ki, müslüman bir kimsenin Allah’tan, dünya veya ahirete ait bir hayr talebi varsa ve o saate rastlarsa, Allah (cc) dilediğini ona verir. Bu saat her gecede vardır.” (Müslim, Müsafirîn/166 (757)

Bu saati yakalamak, bu satte diri olmak, bu saatte uyanık olmak... Galiba herkese nasip olmaz.

‘Kıyamu’l leyl’, sadece geceleyin kalkışı değil, gecenin ayağa kalkışını da ifade eder. Herkes uyurken, mü’min uyanmakla kalmayıp geceyi dahi uyandırır.” (M. İslamoğlu, Meal, s: 1185) (Rasûlüllah’ın gece ibadeti ile ilgili bak: Zadü’l –Meâd, Pınar ter. 1/218-224)

 

e-İtikâf ne demektir?

Fıkıhta itikâf; müslümanın ibadet amacıyla ve belirli bir şekilde camide kalması demektir.  (DİA, 23/459)

İtikâf Kur’an ve Sünnet’in işaret ettiği bir ibadettir. Mesela Kur’an;

“Mescitlerde itikâfda bulunduğunuz zaman kadınlarınıza yaklaşmayın.” (2 Bekara/187) demektedir.

Peygamber’in (sav) her Ramazan’ın son on gününde itikâfa girdiği hadis kaynaklarında yer almaktadır. (Buharî, İtikâf/1. Müslim, İtikâf/5)

Müslüman, Ramazan’ın son on günlerinde Allah’a tam bir teslimiyet içerisinde ibadet amacıyla bir kaç gününü ayırır, mescide kapanır. İtikâf esnasında meşru olsa bile nefsanî arzularından uzak durur, zorunlu ibadetler dışında bol bol nafile ibadet eder, dua eder, bol bol Kur’an okur. Düşüncesini tümüyle Allah’a ibadete hasreder, Allah’a yönelmeye çalışır. Bu şekilde manevî olarak arınmayı, dinî duygu ve yoğunluğunu artırmayı dener.

İtikâf,  Peygamberin yaptığı ve yapılmasını ümmetine tavsiye ettiği  bir ibadet olarak bir anlamda bir inzivâ, farklı bir uzlettir.

 

f-İnzivâ’nın çeşitleri:

İnzivâ’nın İslâmi anlayışta bir yeri var mıdır? Ya da inzivâ’yı nasıl anlamalı?

Uzleti, halveti, gece ibadetini, itikâf’ı; bir müddet kendi başına kalmayı, Rabbiyle birlikte olmayı denemek, Rabbiyle ünsiyet aramayı, hayatın dağdağasından, yoruculuğundan birazcık uzak kalmayı, ölümü ve sonrasını düşünmeyi, kendi nefsiyle başbaşa kalıp kendini hesaba çekmeyi denemek şeklinde anlarsak, bunların hepsine bir çeşit inzivâ diyebiliriz.

 Bunu tasavvuf ehli nasıl anlarsa anlasın; İslâm bazen tenha kalmayı, ıssızlık aramayı, gecelerin sessizliklerinde Rabbe yakınlık aramayı tavsiye etmiştir.

Öyle ki kişi, kendini kendisine gösterecek, ölümü hatırlatacak, hayatın faniliğini hissettirecek, ötelerle bağını güçlendirecek, manevi olarak yoğunluk yaşayacak bir an bulmaya çalışır. İşte kişi o anı, o vakti kimseyle paylaşmak istemez. Yalnızca Rabbiyle başbaşa kalmak, O’nun sevgisiyle, O’nun azamatiyle, O’nun kudretinin tesiriyle hemhâl olmak ister. Manen donanır, yüreğine o anı içirir, gönlünden yabancı ve fani unsurları çıkarmayı dener. Yüreğe ve benliğe Rabbinin hakim olduğunu hissetmek ister.

İnsan gerçekten bazen bu şekilde münzevî olmaya ihtiyaç duyar.

(Den Haag’ta tanıdığım bir arkadaş şöyle anlattı: “Hollandalı müslüman bir arkadaşla, bazen Almanya’ya gideriz. Orada ormana yakın geceleme yerlerinde konaklarız. Sonra birlikte ormanın derinliklerine gider gece vaktine kadar Rabbimizi tesbih ederiz ve zikrederiz. Ormanın ıssızlığında, hafif bir esintiyle birlikte, gökyüzü, ağaçlar, bitkiler ve çiçeklerle birlikte; Sübhânelleh, el-hamdülillah, Allahü ekber, Lâilâhe illah v.b. deriz, yüksek sesle Kur’an okuruz. Bunun verdiği lezzeti almayı deneriz. O müstesna anları yaşamak ayrı bir heyecan verir. Anlatılamaz bir lezzet alırız ondan.”)

İşte bu da bir inzivâ, bu da bir uzlettir.

Bize göre inzivâ’nın üç çeşidi vardır.

 

f1-Gerekli olan inziva:

Buna siz vacip olan inziva diyebilirsiniz.

-      Bu bir hazırlık dönemidir.  İç donanımı sağlayan, kişiye kendini

hatırlatan halvet/uzlet. 

Bunun tipik örneği Hıra tecrübesidir. Allah’ın Rasülü (sav) bu tecrübe ile insanlığa inzivâ’nın sebebini,  hedefini, kazanımlarını göstermiştir.

Bu inzivâ’nın örneklerini diğer peygamberlerin hayatında, Mekke’de Daru’l-Erkam’da, Medine’de Suffe mektebinde, sahabelerin örnek hayatlarında da bulabiliriz.

Eğer yaşadığınız ortam cahiliyye Mekkesi ise, eğer Mekkeniz putperestliğin işgali altında ise, eğer kıbleniz müşrikler tarafından gasbedilmişse; size bir Hıra lazım.

Yaşadığınız ortam günahın, isyanın, haramların ve şirkin tasallutunda ise sizin sesinizin çıkması lazım. Üzülmeniz, yanlışlara itiraz etmeniz, haksızlıklara karşı çıkmanız lazım. İnsanların iyiliği için bir şey yapmanız gerek. İşte bunun için size bir Hıra süreci lazım. Hıra’da bir münzevi  an, bir münzevi zaman gerek.

Çevre şartları, hayatın akışı, yaşama anlayışları size hayatı zorlaştırıyor, kulluk görevlerinize engel  oluyor, vaktinizi sizden çalıyor, ibadetlerinizi alıp götürüyorsa size bir Hıra anı lazım.

Hak uğruna yola çıkmaya korkuyorsanız, yola çıktıktan sonra içinizde hâlâ ‘acaba’ soruları cirit atıyorsa, vermekten, çalışmaktan, hak uğruna ter dökmekten kaçınıyorsanız, size de bir Hıra zamanı lazım.

İnsan âlemin özü, ya da insan küçük âlem ise onun kalbi de bu küçük âlemin merkezidir. Âlemin yüreği Kâbedir müslümanlara göre. Öyleyse her bir yürek Kâbe’nin insan içindeki nümûnesidir. Her bir yürek insan içindeki beytullahtır.

Eğer bu beytullah kirlenmiş, işgale uğramış, çoraklaştırılmış, yalancı sevgililere tahsis edilmiş ise, size bir Hira süreci gerek. Hıra’daki inzivâ gibi bir inzivâ lazım.

Ya da böyle bir eğitim sürecine ihtiyacınız var demektir.

Peygamber (sav) Hıra’ya  bir müddet devam etti. Zira Mekkesi işgal altında idi. Zira Beytullah şirkin tasallutu altında idi. Beytullah olan yüreklere şirk dini hükmediyordu. Bundan dolayı insanlar yanlışta, isyanda, tuğyanda ve zulümde idi.

Allah (cc) O’nu seçti, O’na nübüvvet görevini verdi. Onun görevi son derece önemli, ebedi ve evrenseldi. Böyle bir göreve iyi bir hazırlık gerekiyordu. Allah (cc) O’nu risalete hazırlıyordu. Hira bu hazırlığın sadece bir aşaması, farklı bir metodu idi.

Peygamber’in Hıra zamanları hiç bitmedi. O ömrü boyunca Hıra nöbetini sürdürdü. Bu nöbet risalet hayatında Ramazan’lardaki itikâf ve gece ibadetleriyle devam etti.

Müslüman ister müslümanlığını devam ettirmek üzere, isterse bu uğurda çalışmak amacıyla olsun, bu örneğe bakmalı ve Hıra anına ihtiyacı olduğunu bilmeli.

Bu Hıra asla Mekkenin yakınlarındaki mekan değil. Bu, Peygamberin yanlızlığına benzer bir yanlızlık. Onun nefis eğitimine benzer iç yolculuk, Onun ibadet anlayışına benzer bir kulluk  anlayışıdır.

 

-      Elleri ve dilleri ile Allah’ın kullarını rahatsız edenler, başkalarına sürekli

zarar verenler için de inzivâ gereklidir.

Yani böyleleri başkalarını kendi şerlerinden korumak için bir yerlere gitmeleri, toplumun yakasından düşmeleri gerekir. Öyleleri vardır ki, insan der ki; “yahu bir sussa da rahat etsek”, “şuradan bir gitse de azıcık huzur bulsak”. Hatta kimileri için derler ki “geberse de kurtulsak”. Hele bu kimse halkın velâyetini, yani halkın işlerini üzerine almış, ama görevini yerine getirmemiş, emaneti korumamış, hatta aldığı görevi zulmün aracı yapmış bir kimse ise, onun derhal bu emaneti geri vermesi gerekir.

          Böyleleri için inzivâ hayatı bir ihtiyaçtır. Yani bir köşeye çekilmeleri, kendi çevresini, toplumu rahat bırakmaları gerekir. Bir dağ başı mı, bir ıssız ada mı, bir mağara mı, bir terkedilmiş vapur mu, bir orman mı, bir mezarlık mı... bulmalılar ve oraya göç etmeliler.

          Şu hadiste buna işaret ediliyor.

          Ebu Said (ra) anlatıyor: Rasûlüllah’a (sav): “İnsanların en efdali kimdir?” diye soruldu. Şu cevabı verdi: “Allah yolunda malıyla, canıyla cihad eden mü^min.” Sonra kim diye tekrar soruldu: Buyurdu ki: “Tenhalardan bir tenhaya Allah korkusuyla çekilip, insanları şerrinden uzaklaştıran kimsedir.” (Buharî, Cihad/2. Müslim, İmaret/122 (1888). Ebu Davud, Cihad/5 (2485). Tirmizî, F. Cihad/24 (1660). İbni Mace, Fiten/13 (3978)

Şair bunlar için şöyle demiş:

“Ne kendi rahat etti, ne âleme verdi huzur

Geberdi gitti, şimdi dayansın ehl-i kubur”

         

f2-Tavsiye edilen inzivâ:

Buna da sünnet veya müstehab olan inziva diyebilirsiniz.

          Burada tavsiye edilen elbette toplumu veya cemaati tümüyle terkedip, sırf daha dindar olacağım diye ıssız bir yere kapanmak değil; kişinin durumuna göre, eğer kişi toplum için zararlı şeylerle meşgulse, bunlar için tenhalar daha iyidir.

Böyle bir uzlet bazıları için caiz, bazıları için yanlış olabilir. Mesela, Allah yolunda bir seferberlik olduğu zaman, islâm uğruna pek çok çalışma yapmak gerekiyorken, sayısız hizmet sahası varken kişinin köşeye çekilmesi caiz olmaz.

          Adamın biri Peygamber’e gelerek suyu tatlı, insanların pek uğramadığı kuytu bir yer bularak oraya yerleşmek üzere izin ister. Peygamber (sav) ona şöyle der: “Sakın böyle yapma. Zira sizden birinin Allah yolunda kalması, evinde kılacağı yetmiş yıllık (nafile) namazdan daha hayırldır.” (İ. Canan, K. Sitte ter. 5/29)

          İslâm ümmeti arasında fitne zuhur ettiği zaman, haklının haksıza, zalimin mazluma karıştığı, din kardeşliğinin gidip yerine grup/cemaat/parti asabiyetinin yerleştiği zamanlarda fitneden, kardeş kavgasından, haksız tarafgirlikten uzaklaşmak daha evladır. Böyle zamanlarda Peygamber’in tavsiyesine uyarak uzlet etmek, inzivâya çekilmek gerekir.

Normal zamanlarda ihtilat’ı (insanlar arasına karışmayı) tercih eden alimler, fitne zamanlarında uzleti tavsiye ederler.

İslâm cemaat dinidir. İslâm cemaatte öğrenilir, cemaatle birlikte uygulanır. İslâmın meyveleri cemaat hayatında devşirilir. Ma’ruf olan şeyleri tavsiye, münkerde sakındırmak ancak insanlar arasında olur. Kötülüklerle savaş, kötülerle mücadele cemaatle olur. Müslüman cemaat arasında kendini daha iyi gözden geçirir, test eder. İyilere bakar onlar gibi olmaya, kötülere bakar onlar gibi olmamaya çaba gösterir. İnsanlardan uzak yaşayanlar onların derdiyle dertlenemez, yardım edemez, hastalarını ziyaret edemez, sıla-i rahim yapamaz.

İhtilat veya uzlet yine de kişiden kişiye değişebilir. Bazıları için ihtilat, bazıları için uzlet daha iyi olabilir. Özellikle fitne zamanlarında kişi, ne yapması gerektiğine iyi karar vermeli.

Öyle zamanlar veya öyle toplumlar olur ki, kişinin orda zaruri haller dışında bir köşeye çekilmesi, insanlardan uzak kalması daha iyidir. Bir toplumda günahlar örf ve kanun haline gelmişse, fitneler, kargaşalar insanı boğuyorsa, can, mal ve nesil emniyeti tehlikeye düşmüşse; kişi orada İslamî kimliğini, çoluk çocuğunu korumak için mecburen ya uzleti tercih edecek, ya da terk-i diyar edecek.

Tavsiye edilen inzivâ’nın Sünnet’te bir karşılığı da itikâf olabilir.

Günümüzde tavsiye edilen inzivâ;  Ramazanlarda, Ramazan’ın son on günü itikâflarla, umre ve hac ibadetiyle, zaman zaman tabiatle başbaşa kalarak, bazen evin bir köşesine çekilerek ve güç yettiği kadar gece ibadetiyle yapılabilir.

 

f3- Tavsiye edilmeyen inzivâ:

Buna da mekruh olan inziva denilebilir.

-      Hayata veya insanlara küsüp kenara çekilmek... Yahut dindarlık adına

nefsi en meşru ihtiyaçlarından mahrum etmeye kalkışmak... Ya da daha çok dindar olacağım diye ruhbanlığı seçmek... Böyle bir inzivâya İslam izin vermemektedir.

Bilindiği gibi ruhbanlığı ehli kitap uydurdu.   

Kur’an-ı Kerim, dinde ruhbanlığı, yani dini daha iyi yaşamak için bir tarafa çekilmeyi, manastırlara, zaviyelere kapanmayı, nefsi en doğal ihtiyaçlarından bile mahrum etmeyi icad edenleri ve bunu sürdürenleri tenkit etmektedir.

 “... (Bir bid’at olarak) türettikleri ruhbanlığı (rehbaniyeti) ise, biz onlara bunu (uyulması gerekli bir yaşama biçimi) yazmadık. Ancak Allah rızasını aramak için (türettiler) ama buna da gerektiği gibi uymadılar...” (57 Hadid/27)

Ruhbanlık, hırıstiyanların Allah rızasını aramak için kendi kendilerine uydurdukları bir şeydir. Ruhbanlık, daha fazla ibadet, daha fazla zühd (dünyadan yüz çevirme) hayatını seçmek demektir.   

Ruhbanlık, genel manasıyla dünyadan el etek çekip, ibadet ile meşgul olmaktır. Hatta onlar bu nedenle evlenmeyi bile hoş görmezler. Dünya işlerine önem vermezler. Ruhu yüceltmeyi ön planda tutarlar.

Ancak Allah (cc) hiç kulundan böyle bir şeyi istemedi. Nefse hakim olmak başka bir şey, nefsi öldürmeye kalkışmak başka bir şey. Nefse hakim olmak, nefis şehvetini dengede tutmakistenen şey; nefsi öldürmeye kalkışmak ise suları tersine akıtmaya kalkışmaktır.

İnzivâ’yı dünyadan el etek çekmek şeklinde anlayanlar, kendi kendilerine dindarlık uyduranlardır. Böyle bir inzivâ’nın ise gece ibadetlerinde yalnız kalmakla, Ramazanlarda mescitlerde itikâf yapmakla bir ilgisi yoktur. İtikâf ve gece ibadetlerinin,  Hz. Muhammed’in hayatında ve sünnetinde yeri var. Diğeri ise başka din mensuplarının uydurmalarıdır.

 

-      İstenmeyen bir inzivâ şekli de yabanclaşma diyebileceğimz yanlızlıktır.

Modern zamanların insanları yanyana ama birbirlerine uzaktır. Dostluklar, arkadaşlıklar- akrabalık bağları zayıflamıştır. İnsan insansız yaşamaya kalkışmaktadır. Aynı mekanı paylaşanlar, aynı sokağı paylaşanlar, hatta aynı evi paylaşanlar giderek birbirlerine yabancılaşıyorlar. Birbirlerinden bir şekilde uzaklaşıyorlar.

Bu yabancılık da onları yalnızlığa zorluyor. Bu bir tür mecburiyetten  inzivâdır. Herkes kendi köşesinde, herkes kendi dünyasında, herkes kendi derdinde. Kimse kimseyi ilgilendirmiyor. İlişkiler insani ilişkiler değil, çıkar ve mekanik ilişkiler.

Hayat şartları insanları bir araya getiriyor. Birlikte çalışıyorlar, bazen alış-veriş için karşılaşıyorlar, bazen merdivenlerde, bazen yolda/sokakta, bazen de parkta karşılaşıyorlar, birbirlerine zoraki ‘merhaba’ diyorlar.

Böyle bir inzivâ insanın iç dünyasını zenginleştiren, insanı eğiten, gönlünü coşturan  bir münzevîlik değil; tam tersine onu yanlızlığa, yabancılığa, kimsesizliğe sürükleyen modern bir felakettir. Modern hayat anlayışları insanları garip, ürkütücü, tehlikeli bir inzivâ’ya davet ediyor. Bu bir anlamda insan fakiri olma halidir.

İnsan fakiri olanlara acımak gerekir.

 

Sonuç:

İslâm ruhbanlığı, yani din adıan bir köşeye çekilmeyi hoş görmemekle birlikte; kişinin iç dünyasını gözden geçirmesini, yırtıklarını yamatmasını, eksikliklerini gidermesini istemektedir. Bunun için müslümanlara Peygamberin Hıra sürecini, itikâf ibadetini ve gece namazlarındaki uzletini örnek gösteriyor.

İnsanın bazen sessizliğe, yalnızlığa, lahûti bir iklime ihtiyacı olur. Böyle anlarda kişi, kendini gözden geçirebilir, nefis muhasebesi yapabilir, aynasına bakabilir. Rabbiyle başbaşa kalma, O’nunla ünsiyet imkanı bulabilir, Allah’a daha yakın olma yollarını arayabilir.

Böyle bir anı yaşamak, değerlendirmek bir iç donanım, bir manevi yolculuk, bir tazelenme sürecidir.

Siz buna münzevî zenginlik de diyebilirsiniz.

Ramazan’ı değerlendirmek, gece ibadetleri, itikâf ibadeti, bazen tenhalara gidip tesbihle, zikirle meşgul olmak fayda sağlayan münzevîliklerdir. Yeri ve zamanı gelince böyle inzivâ’ya çekilmek iyidir.

Ancak ne ruhbanlık, ne dünyadan el etek çekmeye kalkışmak, ne de hayata/insanlara küsüp tenhalara sığınmak tavsiye edilmiştir.

Dağ başında takva hayatını korumak, dindarlık taslamak kolaydır. Marifet kalabalıklar arasında, günah işlenebilecek ortamlarda, halk arasında kalıp nefsine hakim olmak, kötülük odaklarıyla mücadele ederek, direnip istikameti bozmamak, takvayı dipdiri ayakta tutmaktır. İnsanların iyiliği için çalışmak, davetçi olmak, İslam uğruna mücahede edebilmektir.

Uzlet/inzivâ zamanı şu dua okunabilir:

“Ey Hakimiyeti yerleri ve gökleri içine alan Allahım! Ey ilminin ve kudretinin sonu olmayan Allahım! Senin şanın yücedir. Sen noksan sıfatlardan münezzehsin. Ya Rabbi! Bana öyle bir iman ver ki kalbim onunla sükûnete erip mutluluğa ersin. Kalbimi rızık endişesinden ve Senden başkasının korkusundan korusun. Beni kendine öyle yakınlaştır ki, azametini duyayım.

Allahım! Bana öyle bir takva ver ki, onunla ademliğimi koruyayım, şeytana karşı savunmasız kalmayayım. Seni sevmenin, Sana ibadet etmenin, Sana yalvarmanın lezzetini duyayım.

Ya Rabbi! Kalbimi seni sevmekle, Sana dua etmekle, Sana yönelmekle doyur. Beni dünyaya muhtaç etme, dünyalıklara düşkün olma fakirliğinden koru.

Allahım! Beni yakınlığın ile zenginleştir. Sana o kadar yakın olayım ki, başka hiç bir şeyin yakınlığını duymayayım, uzaklığın ne olduğunu da bilmeyeyim.

Allahım! Senin her şeye gücün yeter.”

 

Hüseyin K. Ece

17.7.2010

Zaandam/Hollanda