Ay (Kamerî) takvimin birinci ayı Muharrem’dir.

Muharrem sözlük manasıyla ‘haram kılınan, yasaklanan, kutsal kılınan, kendisine saygı duyulan’ demektir.

 

Dört haram aylardan biri olduğu Kur’an’la sabittir. (Peygamber’in açıklamasına göre diğer haram aylar; Receb, Zülkâde ve Zülhicce’dir. Bkz. Buharî, Meğazi/77, Tevhid/24. Müslim, Kasâme/29)

İslâm öncesi Araplar Muharrem’e Saferü’l-evvel derlerdi. Çünkü onlar yılın ilk altı ayına aynı ismi verir, sonra onları birinci ve ikinci diye ayırırlardı. Yılın iki ayına Saferân (yani iki safer) da demişler; sonra iki Safer’i ayırdetmek için birincisine ‘Saferü’l-Muharrem’ adını vermişler. Zaman içerisinde Safer ikinci ayın adı olarak kalmış, Muharrem de birinci ayın özel adı olmuş.

Tıpkı Medine gibi. Bilindiği gibi Hicret’ten önce oranın adı Yesrib idi. Peygamber (sav) oraya göç edince Medinetü’n-Nebi, yani Peygamber şehri denildi. Zamanla nebi kelimesi söylenmez oldu, şehrin adı Medine olarak kaldı.

Allah Teâla dünya yaratıldğından beri ayların sayısının oniki olduğunu, bunlardan dördünün haram olduğunu açıklıyor:

“Bilin ki, Allah'a göre ayların sayısı, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gün koyduğu ölçü uyarınca onikidir; (ve) bunlardan dördü haram aylardır; işte (Allah'ın) her zaman geçerli sapasağlam yasa(sı) budur. O halde, bu (aylar) konusunda artık kendinize yazık etmeyin…” (Tevbe 9/36)

Kur’an haram aylara hürmet edilmesini istiyor.

“Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler (dokunulmazlıklar) karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah müttakilerle beraberdir.” (Bekara 2/194)

“Sana saldırmazlık örfünün geçerli olduğu ayda savaşmanın hükmünü soruyorlar. De ki: “O ayda savaşmak çirkin bir şeydir; ancak insanları Allah yolundan çevirmek, O'nu inkar etmek ve Mescid-i Harâm[a girmekten onları menetmek] ve halkını oradan sürmek, [bütün bunlar] Allah katında daha da kötüdür, çünkü zulüm ve baskı öldürmekten daha korkunçtur.” [Düşmanlarınız,] güçleri yetse, inancınızdan döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan vazgeçmeyeceklerdir...” (Bekara 2/217)

Tevbe Sûresi 36. âyetinde Ay’ın hareketlerine göre hesap edilen takvim söz konusudur. Zira Ayın hareketleri, insanlar hesaplarını bilsinler, oruç ve hac zamanlarını tesbit etsinler diye insanlara lutfedilmiştir. (Bekara 2/189)

Ama insan… Ah bu beşer...

Aklını bir türlü başına almayan bazı insanlar…

Çıkarı için her numarayı deneyen insan…

Aklını her hakikatin üzerinde gören insan… 

Keyfine göre hareket etmeyi akıllılık zanneden yaratık...

İşine geldiği gibi ölçü koymaya kalkışan mahluk...

Bu lütfu anlamadı. Nice nimetin kadrini anlamadığı gibi. Nice nimetin sahibini unuttuğu gibi. Bunu da unuttu.

Unutmak bir tarafa zamana müdahele etmeye kalkıştı. Onu güya -kendi çıkarına göre- şekillendirmeye kalkıştı.

İnsana düşen doğal olana uymaktı. Üzerine düşen şükür görevini yerine getirmekti.

Fakat o, kendisi ve hayat için konulan ölçülere uymak dururken, hevasına uygun ölçüler uydurmaya çalışır.

İnsan bu, bir azdı mı önü alınmaz. Üstelik yaptığının da doğru olduğunu sanır. Yaptığı yanlışları, düştüğü sapıklığı, yediği haltları savunmaya yeltenir.

İşte azan ve haddini aşan insan Cahiliye devrinde, birbiriyle çarpışmaya ve talana o kadar alışmıştı ki, aralıksız üç ay güvenlik ve sulh içinde yaşamak ona ağır geliyordu. Bu kadar süre zarfında saldırmaya, soymaya, yağma yapmaya susuyordu.

Onun için Hz. İbrahim ve İsmail’den beri devam edegelen ‘haram aylar’  tertibi canının istediği gibi bozmaya kalkıştı.   

Cahiliyye insanları haram aylardan üçünün (Zilkâde, Zilhicce, Muharrem) peşpeşe gelmesini önlemek için iki-üç yılda bir seneyi onüç aya çıkarıp, Muharremi Receb’in yerine kaydırırlardı. Sonra Recep ayı haram ay kabul edip, haram ayların arasına bir helâl ay koyduklarını sanırlardı. Böylece iki haram ay çıkınca, bari üçüncüsü gelinceye kadar savaş yapma imkanı elde ederlerdi.

Kendilerince işi kitabına uydururlardı.

Nesi’ denilen bu hile Kur’an’da açıkça yasaklanmış ve küfürde şirretlik olarak nitelendirilmiştir. (Tevbe 9/37)

Peygamber (sav) Veda haccında Mina’da verdiği hutbede, zamanın Allah’ın yerleri ve gökleri yarattığı günkü şekline döndüğünü açıklayıp, Muharrem ayının haram aylardan biri olduğunu belirtmiştir. (Buhari, Bed’yü’l-Halk/2. Ebu Davud, Menâsik/67)

Cahliyye insanlarının çoğu hak hukuk tanımazlardı. Güçlü olmak haklı olmak için yeterliydi. Boş şeylerle övündükleri gibi, başkasına yaptıkları sladırılar kahramanlık sayılırdı.

Bu bir anlamda ötekini değersiz kabul edilmesi demekti. Karşıdakinin hürmet edilmeye layık bir tarafı yoktu. Bir taraf güçlü ise, canı istiyorsa, ihtiyaç duyuyorsa ötekine saldırabilir. Varlıklarını yağmalayabilir, erkeklerini köle, kadınlarını cariye yapabilirdi.

Nitekim cahiliyye dönemindeki köleliğin en önemli kaynağı bu idi. Yani güçlü olanlar zayıf kabilelere saldırıyor, esir aldıklarını köle yapıyorlardı. Ya da bir kısım eşkıyanın zaten mesleği bu idi. Onlar güçsüz kabilelere baskı düzenler, ele geçirdikleri pazarlarda köle diye satarlardı.

Bu zihniyet için barış, hak-hukuk, karşıdakine saygı (hürmet) diye bir şey söz konusu değildi.

Haram aylar cahiliye azgınlarını birazcık frenliyordu. Bu aylar gelince savaşlar, yağmalar azalıyor, bazen hiç olmuyordu. Böylece zayıflar biraz nefes alıyor, karınlarını doyuracak iktisadi faaliyetler yapabiliyorlardı.

Aslında haram aylar insanlara hem hürmet’i, yani sınırı, başkasına ait olan değerlere dokunulmamasını, saygıyı öğretiyordu. 

İnsanlara ait dokunulmazlıklar vardır. İnsanın Rabbi kitaplarla beraber elçilerle bu dokunulmazlıkların neler olduğunu hem beyan etmiştir, hem de nasıl korunacağını öğretmiştir.

Ama ne yazık ki Rabbinin makamına hürmet etmeyen, dik kafalı cahil insan, onun yarattığı şeye ne kadar hürmet eder ki. Asıl saygının kaynağından uzak kalan bir kafa, yaratıkların hakkına ne kadar saygı besler ki?

Evet, haram esasen insanların anladığı manada bir yasak değil, bir sınır, bir ölçü ve bir korunmadır. Aynı zamanda hem haramı ilke olarak koyana, hem de dokunulmaz kılınana bir saygıdır.

Mesela Mescid-i Haram, kendisine saygısızlığın haram olduğu mescidtir. Ona saygı duymak, onun sahip olduğu manaya hürmet etmek, onun karşısında edepli olmak gerekir. Aynı zamanda onun sınırları içinde günah işlemek, hakka tecavüz, yaramazlık yapmak külliyen haramdır. (Bekara 2/197) Oranın sahibi orayı bir güven ve huzur yeri kılmıştır. (Âli İmran 3/97)

Muharrem öyle. Saygı duyulması gerekli olan ay. Edepsizliğin, şirretliğin, zulmün, saldırganlığın, haddi aşmanın haram olduğu ay. İnsanlara, onların haklarına, onların dokunulmazlıklarına en fazla saygı gösterilmesi gerken ay. Yani bu saygının öğrenilmesinin mümkün olduğu zaman.

Çünkü o Allah’ın ayıdır.

“Bir zat Peygamberimize geldi ve sordu:

"Ramazan'dan sonra ne zaman oruç tutmamı tavsiye edersiniz?" Peygamber (sav):

"Muharrem ayında oruç tut. Çünkü o, Allah'ın ayıdır. Onda öyle bir gün vardır ki, Allah o günde bir kavmin tevbesini kabul etmiş ve o günde başka bir kavmi de affedebilir" buyurdu. (Tîrmizî. Savm/40 (741). Ayrıca bkz. Müslim, Sıyam/200-203. Nesâî, Kıyamu’l-Leyl/6)

Peygamber nitelemesiyle ‘Allah’ın ayı’dır Muharrem.  Sorulabilir ki, diğer aylar/günler Allah’ın değil mi? Elbette bütün zamanlar ve bütün mekanlar Allah’a aittir. Fakat bazı an’lar ve bazı mekanlar daha önemlidir. Biraz daha öne çıkarlar. Bu da o mekanların ve zamanların taşıdığı anlam ve mesaj açısındandır.

Ramazan, Kadir gecesi, Zü'l-hicce’nin ilk on günü gibi vakitler, Kâbe, Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa gibi mekanlar böyledir. Her biri bir mesaj taşır, her biri bir şuur verir, her biri sizi alır başka âlemlere götürür.

Adı üzerinde her biri Allah’ın şiarlarıdır (sembolleridir). (Mâide 5/2. Hacc, 22/32) Ve iman edenler, Allah’ın sembollerine saygı (hürmet) duyarlar. Çünkü bilirler ki, Allah’ın şiarlarını yüceltmek kalplerin takvasındandır.

(Ama ne yazık ki hal böyleyken, Muharrem’e saygı duyması gereken ve iman ettiğini iddia eden bir grup Hz. Peygamberin evlatlarını bir Muharrem ayında Kerbelâ’da öldürmekten çekinmediler.)

Evet, Muharrem ayı, muhterem yapar. Kimleri mi? Allah’ın haramlarına dikkat edenleri. Bir de Allah’ın dokunulmasını haram kıldığı şeylere saygı duyanları.

Onlar, hürmete layık olanlara saygı duydukça, onların hakkını verdikçe, saygın olurlar, muhterem olurlar, saygı duyulmaya hak kazanırlar.

‘Muhterem’, Türkçemizde hürmet edilmeye layık olanlar için kullanılan bir saygı ifadesidir. (Heyhat bunun yerine uydurulan ‘sayın’ kelimesi ne kadar da yetersiz!!!)

Birisine ‘muhterem’ diye hitap ediyorsanız, demek ki o sizin için değerlidir. Ona karşı kabalık, çirkin hareket ve haksızlık yakışmaz, uygun değildir. Zira o kimse saygı göstermeye layıktır. O bu saygınlığı kazanmıştır.

Allah’ın haram kıldığı cürümleri işleyenlerde hangi saygınlık, hangi haramı alenen, çekinmeden, normal gibiymiş yapan kimse de azizlik kalır ki? Seviyeli insana yakışan, seviyeli hareket yapmaktır. Bundan mahrum kalanlar, yani seviyeyi kendisine yasaklayanlar hürmetten de yoksun kalırlar.

Hak katında derece kazanmanın yolu Hakka itibardır. O’nun emir ve yasaklarına (haramlarına) dikkat etmektir.

Bu kişiyi Hakk’ın katında keremli yapar.

İnsanların haklarına riayet edenler ile onlara saygılı davrananlar da insanlar katında saygınlık kazanırlar. İnsanlar katında hürmete layık olmak, onların hürmetine (can, mal, ırz-namus, şeref ve hak dokunulmazlıklarına) saygı duymaktan geçer.

Muharrem’e hakkını verenleri, Allah’ın bu ayı muhterem/saygın yapar.

Aziz Olan'ın katında "muhterem" olanlara ne mutlu.

 

Hüseyin K. Ece

20.01.2008

Zaandam