* Peygamber (sav) el-Emîn’di

622 yılında, Mekke’de kendisine ‘el-Emîn’ diye ünvan verilen Peygamber (sav) Mekke’yi yani evini terketmek zorunda kalıyordu.

 

Onlara göre o insan kendilerinin hasmı idi. Hasmı ne demek, onu düpedüz düşman ilan etmişlerdi. Çünkü o, geleneksel yapıyı sarsacak, kurulu düzenlerine aykırı, atalardan gelen anlayışa zıt, üzerinde yürüdükleri yoldan farklı bir şey söylüyordu.

Bilindiği gibi Hz. Muhammed (sav) Hicret ederken Hz. Ali’yi kendisinden sonra Mekke’de bıraktı. Yanında bulunan emanetleri sahiplerine geri versin diye. (İbni Hişam, Siyer 2/485)

Zira Hz. Peygamberin yanında pek çok Mekkelinin değerli eşyaları bulunuyordu. Onları koruması icin Hz. Muhammed’e bırakıyorlardı. Zira O Mekke’de en güvenilir insan idi.

Peygamberliğin ilk yılları. “Yakın akrabalarını uyar.” (26 Şaura/214) “Sen emrolunduğun gibi açıkça söyle ve ortak koşanlara aldırma.” (15 Hıcr/94)

Bu  gibi âyetler inince Peygamber (sav) kendi yakınlarından başlamak üzere insanları İslâm’a davet etmeye başladı. İslâmî daveti onlara ulaştırmaya başladı.

Bu bağlamda bir gün Safa tepesine çıkarak; “Ya Sabâhah/Ey kötü sabahım, vah kara sabahım” anlamlarına gelen, ama esasen bir felaketi  veya bir düşman saldırısına hazırlıklı olmayı anlatan sözlerle Mekkelileri topladı. Onlara:

“Benimle sizin durumunuz düşmanı görünce ailesini haberdar etmek üzere koşarak düşmandan önce ailesinin yanına gelmeye çalışan ve bu arada ‘Ey sabâhah’ diye bağıran adamın durumu gibidir. Şimdi ben size; “Şu dağın arkasındaki vadiden size  zarar vermek, mallarınızı yağmalamak üzere gelen bir takım düşman atlılarının bulunduğunu söylesem, bana inanır mısınız?”

Onlardan pek çokları; Evet, inanırız, sen yalan söylemezsin. Sen her zaman içimizde en emîn olanımızsın” dediler. (Buharî, Menakıb 13. Müslim, İman 89. Tirmizî, Tefsir 27)

O gün herhangi bir Mekkeliye O’nun hakkında sorulsaydı; muhakkak ki kimse onun yalancı, sahtekâr, dolandırıcı, kandırıcı, gayri ciddi, menfeatperest, sözünden dönen bir kimse olduğunu söylemezdi. Çünkü O çocukluğundan beri dürüst kaldı, dürüst davrandı, insanlara dürüst bir kişilik sundu. Bütün bir toplumun güvenini kazandı.

Bundan dolayı o güne kadar hiç kimseye verilmeyen bu müstesna ünvan sadece O’na verildi. Bu ünvan da ne törenle verildi, ne de bir kurum tarafından ittifakla karar altına alındı. Bu ünvan kendiliğinden, halk tarafından, benimsenerek verildi. İnsanlar erdemi ve dürüstlüğü, doğru olmayı ve ciddiyeti O’nda gördüler. Takdir ettiler ve O’na hiç kimsenin sahip olamadığı bu sıfatı verdiler: el-Emîn.

Belirlilik takısıyla. Yani sadece O, başkası değil. Başkaları da bazen, bazı hallerde, bazı konularda dürüst olabilir, emin sayılan davranışlarda bulunabilir. Ama her konuda, her zaman, her pozisyonda ve herkese karşı sadece O emîndi. Bütün erdemleri şahsında toplayan sadece O idi. Emîn sıfatının bütün unsurlarını, bütün yansımalarını sadece O bütün hayatı boyunca göstermişti.

el-Emîn olan Muhammed (sav) Peygamberlik görevini, yani ‘Risalet emanetini’ taşımaya ehil idi. Zira o olağanüstü emaneti taşıyacak sıfatlara sahipti.

Hicret esnasında yanındaki eşyaların sahipleri arasında hasımlarının oluşu oldukça dikkat çekici ve düşündürücüdür.

Hz. Muhammed’e el-Emîn diyorlardı; her açıdan O’na güveniyorlar. Hatta ‘şu dağın arkasından düşman geliyor, size saldıracak’ diyecek olsa O’na inanıyorlardı. Sıra atalar dinini, geleneği, yanlış inancı terketmeye  gelince O’na inanmadıkları gibi, O’na hasım oluyorlardı.

İşte bu el-Emîn olan Peygamberin tebliği Din’de emîn olmak önemli bir ahlâk ilkesi, önemli bir prensip ve önemli bir iman göstergesidir.

 

* ‘Emîn olmak’ ne demektir

‘el-Emîn’ kelimesinin aslı ‘emn’ köküdür.

‘Emn’ sözlükte, güvenmek, korku ve endişeden emin olmak, nefsin bir şeyle sükûnet (tatmin) bulması anlamına gelir. (Isfehânî, Müfredât, s: 30. İbnu Manzûr, Lisânu’l-Arab, 1/163)

Aynı kökten gelen ‘emn’, korkunun zıddı, ‘emânet’ hıyanetin zıddı, ‘iman’ da küfrün zıddıdır. ‘Emeneh’ de, emn yani güven manasındadır.

Aynı kökten gelen ‘iman’, inanma, tasdik etme demektir. Mü’min ise; Allah’ın gönderdiği inanç ilkelerinin doğru olduğundan emin olan, onlardan yana güvende olan ve bu imandan aldığı şuurla kendisi de ‘emîn’ olan, başkalarına güven veren kimse demektir.

"Muhakkak Allah size emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adâletle hükmetmenizi emreder." (4/Nisâ, 58).

Bu şekilde emâneti yerine getirene emîn kişi denir.

Allah'ın risâleti en önemli bir emânettir ve bu da bütünüyle emîn olan elçiler aracılığıyla, yine bütünüyle emîn olan nebilere tevdî edilir.

Kur’an’a göre vahiy meleği Cebrail emîn bir elçi idi.  (26 Şuarâ/193. 81 Tekvîr/19)

Hz. Nûh, Hz. Hûd, Hz. Salih kavimlerine; “(Allah 'tan) ittikâ etmez misiniz?’ demişti: 'Ben size gönderilmiş emîn bir rasûlüm.” demişlerdi.  (26 Şuarâ/105-109. 26 Şuarâ/123-127. 26 Şuarâ/141-145)

Yine Lût peygamber azgınlıkta sınır tanımayan kavmine emîn bir elçi olduğunu söylemişti. (26 Şuarâ/178)

Yûsuf’un zamanındaki hükümdar, Onu (Yûsuf (a.s.)ı) bana getirin, onu kendime özel (bir dost) edineyim dedi. Kendisiyle konuşunca da şöyle dedi: "Sen, artık bugün yanımızda mevkî sahibi, emîn (bir kimse)sin." (12/Yûsuf, 54)

Mûsâ (as) Fir'avun'a ve ileri gelenlerine “Şüphesiz ki ben sizin için (gönderilmiş) ‘emîn’ bir rasûlüm." (44 Duhân/17-18) demişti.

Hz. Muhammed’in de bu sıfatı yaşadığı toplumda daha peygamber olmadan yaşadığı toplumda kazandığını hatırlayalım.

‘Emîn’ olma sıfatı, bütün Resullerin ortak vasıflarından biridir. Allah'ın dinini bu vasıfları ile tebliğ ettiler. Bu sıfatlarıyla insanların güvenini ve sevgisdini kazandılar.

Bir kimsenin "emîn" sayılabilmesi için o kimsenin davasında samimi olduğunda, davayı yüklenmeye güç yetirmede ve her türlü zorluğa katlanacağı hususunda güvenilir olması gerekir. Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de ‘emîn’ kelimesi ‘bir işi yapabilme gücüne sahip’ mânâsında da kullanılmaktadır. (27 Neml/38-39)

 

* Emanet ne demektir?

Yine aynı kökten gelen ‘Emanet’; insanın güvenilir olması, kendisine bir şeyin korkusuzca teslim edilebilir olması demektir.

Bunun anlamı şudur: Emanet, -maddi olsun  manevi olsun-, bir şeyi veya bir değeri gönül huzuru ve güvenle başkasına teslim etmek ve aynı gönül huzuru ve eminlikle geri almaktır.

‘Emanet’ ayrıca, güvenilen bir kimseye koruması için geçici olarak bırakılan şeydir. Hukuk ilminde ve halk arasında bu son mana daha fazla yaygındır.           

Peygamberlerin sahip oldukları özelliklerden biri de ‘emanet’ sıfatıdır. Onlar her bakımdan güvenilir insanlardır. Onlar, Allaha ait emanetleri hakkıyla yerine getirdikleri gibi, insanlar arasında da güven ve emin olmanın temsilcisiydiler.

‘Emanet’ kişinin bulunduğu yere, imkanlara, yetkilere göre bir anlamda sorumluluktur. Üzerine aldığı görevdir, yapmakla yükümlü olduğu işdeki mesuliyetidir.

Yahutta bir başkasının kendisine koruması için bıraktığı bir şeydir. Başkasına verilmesi, ulaştırılması istenmeyen eşyadır, sözdür veya sırdır.

‘Emanet’ olayında iki taraf söz konusudur:

Birisi, kendisine güvenilen, itimat edilen, emin olan taraf;

diğeri de ona herhangi bir şeyi gönül huzuruyla, güvenerek veren taraf. Emaneti veren de, kendisine emanet edilen de bu işin şuurundadır.

Böylece şuurla, birbirine güvenen iki taraftan birinin diğerine ‘korunması için bıraktığı şey’ bir ‘emanet’ olarak karşımıza çıkmaktadır.

Buradan hareketle diyebiliriz ki, ‘emanet’i ancak şuurlu ve akıllı insan taşıyabilir. Akılsız, şuursuz, iradesiz varlıkların bu emaneti yüklenmeleri mümkün değildir.

Bilginlerin bir çoğunun görüşüne göre ‘emanet’ (33 Ahzab/72), insana yüklenen kulluk görevi ve O’nun hükümleriyle amel etmektir. Allah (cc), gerek kendi hakları, gerekse kullarıyla ilgili haklar konusundaki hükümlerini ve bunların yerine getirilmesini, emin olma-güvenilir olma sıfatını kazanan, yeryüzünde halife olan insanlara, baskı ve zoraki değil, gönül rızasıyla veriyor.

Zaten ‘emanet’ verme konusunda zorakilik değil, gönül rızası vardır.  

İnsana verilen ömür, ni’metler, ilim, beden ve imkanlar birer emanettir. Bütün bunların gereği gibi korunması lazımdır. Zaten insan bu emanetlerin hesabını vermeden Ahirette kurtuluşa eremez. (Tirmizí, S. Kıyame/1, Hadis no: 2416)

Kisinin bu emanetleri tasiyabilmesi, yani hakkiyla emin olmasi icin, hakkiya iman etmesi, gercek mu’min olmasi gerekir. Zira kisi ancak imanla ve imanin geregini yapmakla emin olabilir.

Zira imanın sözlük anlamı hem güven (emniyet) vermek, hem de emin olmak yani inandığı şeyin verdiği güçle güvende/guvenilir olmak demektir. 

 

*Ahlâk Açısından Emanet:

Ahlâk açısındanda emanet’in geniş bir çerçevesi vardır.

İslâma iman ederek mü’min olanlar, öncelikli olarak Allah’tan gelen ‘emanet’i korurlar.

Bu bir iman borcudur, kulluğun gereğidir. Onlar, imanlarından aldıkları şuurla, hayatlarının her safhasında emanete riayet ederler. Yani her işde, her pozisyonda, her halde emîn olma ahlâkıyla davranırlar. Zaten ‘emanet’i korumak mü’minlerin özelliklerindendir. (23 Mü’minûn/8. 70 Meâric/32)

Onlar bilirler ki, Allah’a ve Rasûlüne ihanet etmek, bile bile ‘emanet’e hainlik etmektir. (8 Enfal/27)

Mü’min, hem Allah’tan gelen ‘emanet’i korur, hem de insanların haklarıyla ilgili konularda ‘emanet’i yerine getirir.

Peygamberimiz buyuruyor ki:

"Emânet sahibi olmayan kişinin gerçek imânı yoktur" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/135).

"Emânet kaybedildiği zaman yani -işler ehli olmayanlara verildiği zaman- kıyâmeti bekle" (Buhârı, İmân 1). 

Emanete hıyanet etmek münfıkların özelliğidir.  (Buharí, İman/24. Müslim, İman/107-108, no: 59. Ebu Davud, no: 4688)  

‘Emanet’ sahibi olmak, yani güvenilir olmak toplumsal barışın ve huzurun en önemli garantisidir. Emanet duygusunun yok olması bir toplumsal felakettir.

 

*Emin olmak, emanete ehil olmak demektir

İman'ın filolojik açıdan iki anlamı olduğunu tekrar hatırlayalım: Başkalarına güven vermek, güven içinde olmak.

İman sahibi kişi, yani mü'min, hem inandığı gücün sağladığı güvenin içinde emin olan; hem de kendisi başkalarına güven veren demektir.

Musluman kimse iman ederek dağların, göklerin ve yerin taşımaktan kaçındığı emanet’i, yani yeryüzünde halife olma, kulluk yapma, yaratılış amacını gerçekleştirme görevine talip olur. İman ona emîn olma sıfatını kazandırır. İmanı güçlendince emînlik sıfatı da güçlenir. Emînlik sıfatı kuvvetlendikçe, emaneti korumada daha titiz olur.

Bir kimse imandan mahrumsa, emîn olma sıfatını kolay kolay kazanamaz. Emîn olmayan da emaneti taşımaya ehil değildir. Zira öylesi, emanetin kıymetini bilmez. Emaneti taşımakla neler kazanacağından, onu taşımamakla neleri kaybedeceşinden gafildir.

Dahasi emanet böylelerinden kaçar. Onun omuzuna yüklenmek istemez. Yere düşeceğinden, değerini kaybedeceğinden, kendisiyle amaç edinilen hedefin kaybolacağından, işlevsiz kalacağından korkar.

Belki Allah (cc) böylelerinin emaneti yüklenmesine izin vermez. Belki de denir ki: “Git once ‘emînlik’ sıfatını kazan, sonra da gel bu göreve, ya da bu ulvi makama talip ol. Hak edersen, alırsın.”

İslâm büyük ve ilahî bir emanettir. İslâmî hayat da öyle. Ki insan bununla hem dünya hayatını düzene koyar, hem dareyn saadeti kazanır. İnsanlar arasında da örnek olur. Hayırlı ümmet arasına karışır. (3 Âli İmran/110)

Kişi olarak bu emaneti yüklenmenin şartı iman ve buna bağlı olarak emîn olma sıfatı ise, toplu (cemaat) olarak da yüklenmenin şartı aynıdır. Bir toplumun İslâm toplumu adını alabilmesi için, iman etmenin sonucu olan emînlik ahlâkının o toplumun belirgin özelliği olmalıdır. İslâmî hayat, İslâmî yönetim, İslâm hakimiyeti gibi taleplerin şartı da bunun gibidir.

Şöyle bir düşünelim; siz elinizdeki değerli bir eşyayı emin olmadığınız, ya da henüz sizin için şüpheli bir kimseye veya adrese teslim eder misiniz?

Güvenmediğiniz bir yere gider misiniz? Sahtekârların elinde olduğu iddia edilen bir şirkete veya finans kurumuna paranızı yatırır mısınız?

Eminim pek çoğumuz, “ben deli miyim ki, kendi elimle kazancımı, malımı, servetimi çöpe atayım, kendi elimle hırsızlara teslim edeyim.”

İnsan olarak geri gelmeyeceğinden şüphelendigimiz dünyalık serveti güvenmediğimiz yerlere emanet etmekten sakınıyoruz da; acaba devasa bir emanet ve değer olan İslâmî davet, İslâmî örneklik, İslâmî hakimiyet emîn olmayan insanlara bırakılır mı?

İslâmî hakimiyet/hayat ancak emin insanlarin eliyle ve emin insanlar için kurulur. Bu onların hakkıdır ve onlara ait bir şereftir.

Biz âdi taş, maden veya kağıt parçalarını emin olmayan kimselere vermezken, nasıl olur da henüz emanet ehliyeti taşımayan kimselerin İslâmî hakimiyeti omuzlamalarını bekleriz? Nasıl olur da henüz emîn olmadan bu koca emaneti taşımaya kalkışırız. Ya da henüz hakkıyla mü’min olmayan kitlelerin İslâmî hakimiyeti sağlamalarını, ortaya İslâmî modeller koymalarını bekleyebiliriz?

Meşhur bir yazarımız yıllar önce Almanya’ya gelir.  Bir de bakar ki Türkiyeli müslümanların ayakları yere basmıyor. Yapamıyacakları şeyleri söylüyorlar. Atıp tutuyorlar, fetihden, İslâmî hakimiyetten, dinin topyekün uygulanmasından bahsediyorlar.

Konferansında şöyle demiş: “İçinizden on kişi çıksın ve bir şirket kursunlar. Bir yıl boyunca iş veya ticaret yapsınlar. Bir sene sonra geldiğim de bu on kişi kavga etmeden, anlaşmazlığa düşmeden, birbrilerine güvenerek, birbirlerinin zerre kadar hakkına göz koymadan, biri diğeri hakkında yanlış düşnmeden aynen ortaklığa devam ediyorlarse, o zaman siz de iş var demektir. Sizinle bir yerlere varılr demektir. »

 Cemaate sormuş ; “garanti verebilir misiniz? » Kimse evet diyememiş. O zaman eksiğiniz bilin ve onu gidermeye bakın Gerisi nasıl olsa gelir.

Siz içinde yaşadığınız toplumda kaç kişiye değerli bir varlığınızı emanet edebilirsiniz? Kaç kişiye güvenebilirsiniz ? Kaç tanemiz memurdan, görevliden, sanatkârdan, esnaftan, kiracıdan, ev sahibinden, yöneticilerden vs. yana emînsiniz ?  Liste uzatılabilir.

Eğer pek az diyorsak, yapacak çok iş, alınacak çok yol var demektir. Zira iman mü’mine emaneti taşıma ehliyeti kazandırır. Onu emîn insan yapar.

Basit şeylerin bile emanet edilemeyeceği kitlelere İslâm gibi ulvî, büyük ve bir o kadar da temiz bir emanet tevdi edilemez.

 

* Emîn olmak görevi

Allah’tan gelen ‘emanet’i yüklenerek mü’min sıfatı kazanan müslümanlar, iman ettikleri İslâm’dan aldıkları şuur ve ahlakla  bu ‘emanet’i taşıma görevini hakkıyla yrine getirmek, her yerde bu aziz ve hassas ‘emanet’i korumak, insanlar arasında ‘emanet’ sahibi, yani emin (güvenilir) kimseler olarak herkese güzel örnek olmak zorundadırlar.

Aynı zamanda onlar bu en büyük ‘emanet’i ona hiç bir zarar vermeden, olduğu gibi koruyarak başkalarına ve gelecek nesillere devretmelidirler. Bunu sağlayacak olan metod ta, Peygamberimizin bizlere ‘emanet’ olarak bıraktığı Kitab’a ve O’nun Sünnetine sarılmak ve onları hayata uygulamaktır.  

Mü’minler, bu en ağır emanetin değerini bilmek, onu korumak ve onu en ehil sahiplere gereği gibi teslim etmek borcundadırlar.

Emin olmak güvenilir olmak demektir. İnsanların kendisine her açıdan itimat ettikleri kimsedir. Mü’min, diğer insanların onun elinden ve dilinden emin olduğu, kimseye zarar vermeyen, herkesin ve her şeyin hakkını veren, kendisine her konuda güven duyulan kimsedir. (Müslim, İman/64-66, no: 40-42)

Gerçek mü’min kendisi için isteyip arzu ettiği şeyi diğer müslüman kardeşleri için de isteyip arzu eder. (Müslim, İman/71-72, no:45) 

Mü’min, maddi ve manevi olarak temiz olan insandır. O Allah’ın sevgili kuludur. Yeryüzünün huzur ve adaleti için bir direktir.

İnsanlar onun hakkında emniyettedir. Ondan gelebilecek zarar konusunda korkuları gitmiş, yerine güven gelmiştir.

Emîn insana mal da teslim edilir, sır da. Mülk de teslim edilir, devlet de. Ama emanete hıyanet edene bir iğne, bir tavuk bile teslim edilmez.

Emîn insana bir iş emanet edilirse, o işin gereğini yapar. Ona gece ve gündüz, gizlide ve açıkta itimat edilir. Ona hazineler teslim edilir de endişe duyulmaz. Zira emîn insan dürüstlüğü madde ile değiştirmez. O başkasının kutsallarına karşı son derece titizdir. Herkesin degerine saygı duyar.

Onunla yola gidilebilir. Onunla ticaret yapılabilir, onunla borç alınıp verilebilir. Onunla arkadaş olunabilir, onunla en zor hedefe birlikte yürünebilir.

Emin insanların bulunduğu toplum açık bir toplumdur. Onlar arasında gizli planlar, gizli gündemler, perde arkası hesaplar yoktur. Onlar insanları arkadan vurmazlar, gizli tuzaklar kurmazlar. Onlar yerine getiremedikleri sözleri vermezler. Söz verdikleri zaman da sözlerinde dururlar. Randevulerine sadıktırlar. Onlar bilirler ki, söz de emanettir, vaad de emanettir. Onlar her şeyin esasen emanet olduğunun bilincindedirler.

Emîn insanlar da her türlü emaneti titizlikle korurlar.

İnsan önce Rabbine karşı, sonra kendine karşı, sonra da diğer insanlara karşı ‘emin-güvenilir’ olmak görevindedir. Yani her türlü emaneti taşıyabilecek bir özellikte olması gerekir. 

Peygamber (sav) Vedâ Hutbesinde ümmetine önemli bir ‘emanet’  bırakmıştır. O şöyle buyuruyor:

“Size bir şey bırakıyorum ki, ona sarıldığınız müddetçe sapıklığa düşmezsiniz. O, Allah’ın Kitabı’dır.”  (Müslim, Hacc/147, no: 1218. İbni Mace, Menasik/84, no: 3074. Buharí, (Tecrid, 1654).  S. İbni Hişam, 4/251)

Emîn olmak bu kaynağa sımsıkı yapışmaktan, onu hayat ve ahlâk haline getirmekten, el-Emîn olan Muhammed’i (sav) örnek almaktan geçer. Başka yerlerde emîn olma reçetesi yoktur.

Sözün özü; emîn ol ki, emaneti taşımaya ehil olasın.

Hüseyin K. Ece

17 Kasım 2009

Zaandam Hollanda