- Kurban kavramlardan biri: Zikir

Üzülerek söylemek gerekirse İslâmın temel kavramlarından bazıları tarihten beri yanlış anlaşıldı. Yanlış anlaşılmaya devam ediyor.

Bunlara kurban kelimeler diyebiliriz.

 

Elbette bir kavramın anlamı, medlûlü ve maksadı Kur’an ve Sünnet çerçevesinden uzak anlaşılmak istenirse, yanlış anlaşılacaktır. Elbette kendi bağlamından koparılan bir kavram yanlış bilinecektir.

Dahası, geçmişte yanlış anlaşılan bir şey, yanlış anlaşılmaya devam edebiliyor. Tarihte temeli atılan yanlışları düzeltmek hem kolay olmuyor, hem de düzeltmeye kalkmak tepki topluyor. Çünkü bilinenin, alışılanın aksini söylemek her zaman taraftar bulmayabilir.

İslâmın pek çok mefhumu, pek çok ilkesi, pek çok hükmü kimi çevrelerce yanlış yorumlandı. Bu yanlış anlamada çeşitli faktörler etkin rol oynadı. Kimi yanlışlara asabiyye etki etti, kimilerine mezhep, fırka veya tarikat tarafgirliği. Kimilerine şöhret aşkı yanlış yön verdi, kimilerine halk üzerinde etkili olma hastalığı. Kimi kavramlar cehalet yüzünden yanlış anlaşıldı, kimileri yukarılara yağ  yakanların kasdi saptırmaları sebebiyle asıl kaynağından koparıldı.

Bir yerde Muhammed İkbâl şöyle  dediğini okumuştum:

“Tasavvufçulara selâm olsun, bize dini getirdiler

Fâkihlere selâm olsun, bize dini getirdiler

Kelâmcılara selâm olsun, bize dini getirdiler

Fakat öyle bir din getirdiler ki;

Allah da şaşırdı, Peygamber de şaşırdı, melekler de şaşırdı.”  

İslâmın şehâdet/şehid, şûra, evliya, veli, kerâmet, seyyid, ulu’l-emr, sünnet, itaat, biat, kader, mezhep, tarikat, şefaat, cihad gibi nice kavramları bu hengâmede kurban gittiler. Yanlış anlaşıldılar, yanlış yerlerde kullanıldılar, yanlış kimselere yafta olarak yapıştırıldılar.

Tıpkı M. İkbâl’in dediği gibi, İslâmın kavramları öylesine asıl anlamların uzak anlaşıldılar ki, Kur’an  da, Sünnet de buna şaştı kaldı.

Kur’an ve hadisler bunları olduğu gibi anlattılar, asıl manada ve doğru kullandılar. Ama ne yazık ki birileri bunları işlerine geldiği gibi yorumladılar. Ya da kendi meşreplerine, mezheplerine, tarikatlarına, sistemlerine, kafa yapılarına göre anladılar.

Allah (cc) bir şeye ‘bu böyledir’ diyor, onun kulları;  ‘hayır tanrım o öyle senin dediğin gibi değil, böyledir’ diyorlar. Kur’an ve sünnet bir şeyin tarifini açıkça veriyor. Ama Kur’an ve Sünnete bağlı olduklarını söyleyen birileri, onlara rağmen o şeyi farklı anlayabiliyor.

İnanılmaz bir durum, anlaşılmaz bir saplantı, esef edilecek bir tutum.

İslâmı Allah (cc) gönderdi, O’nun elçisi (sav) de insanlara hem tebliğ etti hem de öğretti. Dolaysıyla İslâma ait bütün hükümler, bütün ölçüler, bütün anlamlar onun kaynağıo olan Kur’an ve Sünnete göre anlaşılmalıdır.

Ama pratikte öyle olmadı. İnsanlardan bazıları kendilerini İslâmın kabına koyacakları yerde, İslâmı kendi kalıplarına uydurmaya çalıştılar. Onun pek çok kavramın altüst ettiler, onlara işlerine geldiği gibi anlam verdiler. Verdikleri anlamı da hayatlarına yansıttılar. Kendileri saptığı gibi peşlerine gidenleri de doğru yoldan saptırdılar.

Zikir, kurban kavramlardan biridir.

Yanlışlara kurban giden, Kur’an ve sünnete göre anlaşılmayan bir önemli kavram. Ya da Kur’an ve sünnete göre anlaşılmaması için önüne engeller yığılan  mümtaz bir kelime, önemli bir ibadet: Zikir. Ya da yanlış anlayan, yanlış yerde kullananların yüzünde, dinde samimi olanlar tarafından ihmal edilen bir kulluk belgesi, bir iman isbatı: Zikir

İslâma ait her şey Kur’an ve Sünnet doğrultusunda anlaşılmalı. 

        

-      Zikir nedir?

‘Zikir’ sözlükte; anma, hatırlama, bir şeyi zihinde hazır etme, bir şeyi dile getirme, hatırlatma demektir .

         Kişinin marifet (bilgi) olarak elde ettiği şeyi korumasını sağlayan bir faaliyettir ki, bu kalbe ve zihne aittir.

İslâmî bir kavram olarak zikir;  Allah’ı anmak üzere yapılması ve söylenmesi tavsiye edilen veya emredilen, hamd (övgü), dua, tesbih, kıraat/tilâvet ve ibadet gibi sözler ve fiillerdir.

Başka bir tanıma göre ‘zikir’, insana sevap kazandıran, yani Allah’ı hatırlatan her türlü amelin genel adıdır.

‘Zikir’ aslında kalbin, anılan kimseye dikkat kesilmesi ve ona karşı uyanık olmasıdır. Bunu dil ile ifade etmeye zikir denilmesinin sebebi, kalpteki zikre (hatırlamaya) işaret etmesindendir.

Hatırlama iki şekilde olabilir: 

Birincisi, unuttuktan sonra olan bir hatırlamadır ki, bu her insanda her zaman olan bir þeydir.

İkincisi, akılda tutulan, öğrenilen ve zaten kalbe yerleşen şeyin hatırlanmasıdır ki, kişi hiç unutmadığı bu gibi şeyleri dil ile söylediği zaman onu zikretmiş, dile getirmiş olur.

İşte İslâmda ibadet olan zikir böyle bir hatırlamadır. Müslüman aklında veya kalbinin derinliklerinde olan Allah’ın adını tekrar zihne ve dile getirir/zikreder. Bu  bilgisayar hafızasında saklı olan bir veriyi ilgili başlığı tıklatarak monitöre getirmek gibidir.

 

            - İbadet olarak ´zikir´

Zikir de Allah’a itaattir. Öyleyse O’nun emrettiklerine uymak, yasaklarından kaçmak, O’nun rızasına uygun yapılan her amel, dinin ma’ruf dediği bütün eylemler salih amel olduğu gibi, aynı zamanda bir zikirdir. Çünkü hepsi de insana Allah’i hatırlatırlar.

Mü’minler, her zaman kendilerini murakabe ettiğine inandıkları, her zaman yardımını gördükleri, sık sık tesbih ettikleri ve önünde samimiyetle kulluk yaptıkları  Rablerini hiç bir zaman unutmazlar. Âlemlerin Rabbine karşı duydukları sevgi, hürmet ve takva duygusu sürekli onların içindedir.

Mü’minler, her türlü meşru araçlarla, ibadet ve zikir cinsinden amellerle  devamlı bir şekilde Allah’ı zikrederler. Ancak onların bu zikri (anmaları) hiç bir zaman unutulan şeyin tekrar akla getirilmesi değil; bilakis sürekli kalpte ve benlikte olan Allah’ın (cc) varlığını tekrar hatırlamak, O’nun ni’met verici olduğunu itiraf etmek, O’nun büyüklüğünü ve yüceliğini dile getirmek, O’na muhtaç olduğunu kendine hatırlatmak ve nimet verenin O olduğunu tekrar bilmektir. 

Tıpkı Nûr Sûresi 36 ve 39 âyetlerde vurgulan kulluık bilinci gibi.

İslâmda zikir, kalbleri doyuran, iştahların aç gözlülüğünü gideren, susuzları suya kandıran, akılları hedefine ulaştıran bir ibadettir.

Allah’ı anmak ve hatırdan çıkarmamak, her mü'minin en ulvî vazifesidir  Zikir, muslumanin dilimizin virdi, gönlünun miracıdır

Zikir kul için uyanıklılıktır, farkında olmaktır, görmek ve anlamaktır, bilinçli olmaktır.

Zikir takvaya ulaştırır, takvayı öğretir, takvaya arkadaş eder. Muttakilerden, muhsinlerden, salihlerden olmayı sağlar.

Zikir şuurları diri tutar, gönülleri gafletten korur, unutkanlıkları giderir.

Zikir ilaçtır, zikir iksirdir, zikir canlara can katan ab-ı hayattır, manevi yaralara merhemdir, hastaları ziyarete gelen en değerli ziyaretçidir.

Zikir yoksullukları kanaat zenginliğine, yalnızlıkları ebedi ve bitmez dostluğa, mahrumiyetleri ilâhí ilgiye, ıssızlıkları şenliğe, kimsesizlikleri sahipli olmaya, zenginleri merhametli olmaya, katı kalpleri mulayimliğe dönüştürür.

Zikir dünyalık korkuları giderir, endişeleri umuta çevirir, hayalleri götürür; onun yerine ebedî gerçekleri yerleştirir, umutsuzluğu kalpten siler ilâhî gerçeklerle yüzleştirir.

Zikir boş kuruntular (ümniyye) yerine  Allah’ı bilme, takdir etme, önünde kul olup eğilme ve O’ndan isteme cesareti aşılar,  ümitvâr eder.

Zikir, unutmayanların ahlâkı, şükredenlerin şükrü, iyilerin virdi, muhsin olanların dillerinin ve yüreklerinin pelesengi, günahkârların sığınağı, tevbe edenlerin ümit kapısı, zayıflarin en büyük kuvvet kaynağıdır.

Zikir, sözdür, eylemdir, ahlâktır, edeptir, salih ameldir, yararlı faaliyettir, Hak rızasını taleptir, kötülük ve günahlardan güvenli bir kucağa sığınmadır.

Zikir, fikrin yol gostericisi ve ruhun gıdasıdır Kalbler, Allah'ı anarak sükûna kavuşur

Zikir, müslüman için hem kendi nefsine, hem şeytana, hem de dıştaki kötülük odaklarına karşı iman ilanıdır. Bu iman zikredeni korur, besler, güçlendirir, yalnızlığını ve çaresizliğini giderir.

Zikredenler en vefalı, en sâdık, en iyiliksever, en yardımsever, en cömert  en sevimli, her açıdan en zengin, en yüce arkadaşı, geçmişteki ve gelecekteki en güzel dostu bulurlar.

Zikredenler doyar, tatmin olur, gözü tok, kanaati geniş, vefası sınırsız, cömertliği engin, iyi duyguları zengin kimselerden olurlar.

Zikretmeyenler, ya da ‘zikir’den yüz çevirenler ebedí açlığa, doyumsuzluğa, mutsuzluğa, sıkıntılı bir hayata, aç gözlülüğe ve perişan edici bir yalnızlığa mahkûmdurlar.

         Allah’ı zikretmeyenler kimsesiz kalırlar. Allah (cc) gibi bir dostu (el-Veli’yi) kaybedip kimsesiz kalanlara acımak gerekir.

İnsan, şeytanın şerrinden ancak Allâh'ı zikretmekle korunur. 

İnsan, üzerinden geçip de içinde Allâh'ı zikretmediği her an onun icin büyük bir kayıptır.

Kur’an; bedenin, kalbin ve toplumun doyumunu ve mutluluğunu şu muhteşem ifadelerle ortaya koyuyor:

“onlar ki, inanmışlar ve Allah'ı anmakla kalpleri huzur ve doyum bulmuştur; çünkü bilin ki, kalpler gerçekten de ancak Allah'ı anarak huzura erişir.” (Ra’d 13/28)

 

        -Allah’ın emri olarak zikir

            Rabbimiz Kur’an çeşitli ifadelerle ve çeşitli ibadetlere bağlı olarak mü’minlerin kendisini zikretmesini, tesbih etmesini emrediyor.

Mesela, Hac ibadetiyle birlikte zikir de emrediliyor.

“(Hacc zamanı) O sayılı günlerde Allah’ı zikredin (hatırlayın) …” (Bekara 2/203)

“... Arafat'ta vakfeden ayrılıp sel gibi Müzdelife’ye doğru akın ettiğinizde, Meş’ar-ı Haram’da Allah’ı zikredin. O size nasıl güzelce doğru yolu gösterdiyse, siz de öyle güzel bir şekilde O’nu zikredin!...” (Bekara 2/198)

Kurban keserken Allah’ı zikir gereklidir.

“... Öyleyse artık, [kurban edilmek üzere] sıraya dizildiklerinde onların üzerinde Allah'ın ismini anın;...”  (Hac 22/36)

Allah yolunda cihad, ama zikir ihmal edilmeden.

         “Ey iman edenler! Bir toplulukla (savaş) için karşı karşıya geldiğiniz zaman, dayanıklılık gösterin ve Allah’ı çok zikredin. Umulur ki kurtuluş (felah) bulursunuz.” (Enfal 8/45)

Cuma namazının bir amacı da Allah’ı çok çok zikretmektir.

 “EY iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıldığınızda her türlü dünyevî alış verişi bırakıp Allah'ı anmaya (zikretmeye) koşun: eğer bilseniz, bu sizin yararınızadır.

(Cuma) Namazı tamamlanınca yeryüzüne yayılın, işinize gücünüze gidin, Allah'ın lütfundan nasibinizi arayın. Felaha ermenizi ümid ederek Allah’ı çok zikrediniz.” (Cumua 62/10)

Namazın hem kendisi bir zikirdir, hem de zikre vesiledir.

Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût 29/45)

 “Namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) Allah'ı anın. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır.“ (Nisa 4/103)

Zikir Allah’ın emri olan farz bir ibadettir.

“Siz beni zikredin (anın) ben de sizi zikredeyim...” (Bekara 2/152)

Mü’minlerin bir özelliği de Allah’ı zikretmeleridir. (Âli İmran 3/133-135)  Halbuki münafıklar her konuda oldugu gibi bu konuda da Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Namaza üşene üşene kalkarlar, Allah’ı da az zikrederler. (Nisa 4/142)

         Bazıları kendi hevasına uyar, kendi arzusundan başka kural tanımaz, Allah’ın ne emrettiği onu ilgilendirmez. Böyleleri Allah’ı zikretmeyi unutan kimselerdir. (Kehf 18/28)

Bazılarına da şeytan Allah’ı anmayı unutturur.

 “Şeytan, onlar üzerinde üstünlük kurmuş ve onları Allah'ı anmaktan uzaklaştırmıştır. Böyleleri Şeytan'ın yandaşlarıdır: Gerçekten hüsranda olanlar onlardır, Şeytan'ın yandaşları!” (Mücadile 58/19)

         Allah (cc) mü’minleri şöyle uyarıyor:

         “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı zikretmekten alı- koymasın.” (Münafikûn 63/9) 

         Allah (cc), zikreden erkeklere ve zikreden kadınlara büyük mükâfatlar hazırlamıştır. Onların dereceleri pek yüksektir. (Ahzab 33/35)

            Gercek mu’minler her fırsatta Allah’ı anarlar ve O’na dua ederler.   

Onlar, ayakta iken, oturuken, yan yatarken, Allah’ı zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı konusunu düşünürler (ve derler ki :) ‘Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateş azabından koru.’”   (Âli  İmran 3/191)

 

-       Hadislerde zikir

Allah’ın Rasûlü İslâm ümmetine, kadınına erkeğine, küçüğüne büyüyüğe, önden gidenlere ve arkadan gelecek olanlara Allah’ı çok çok zikretmelerini tavsiye ediyor. İşte onun zikirle ilgili hadislerinden bir kaçı:

Ebü'd-Derdâ'nın (ra) rivayetine göre Resûlullah (sav) ashâbına:

- "Size en hayırlı, Allah katında en değerli, derecenizi en fazla yükseltecek, sizin için sadaka olarak altın ve gümüş dağıtmaktan daha kazançlı, düşmanla karşılaşıp da sizin onların boynunu vurmanızdan, onların da sizi öldürmesinden daha çok sevap getirecek amelin ne olduğunu haber vereyim mi? diye sordu. Onlar da:

- Evet, söyle dediler. Resûl-i Ekrem de:

- "Allah Teâlâ'yı zikretmektir" buyurdu. (Tirmizî, Daavât/6 (3377). İbni Mâce, Edeb/53 (3790))

 Ebu Hureyre (r.a.) Allah Resulü (a.s.) şöyle buyurdu, demiştir: "Dile hafif, mizanda ağır, Allah'a sevgili olan iki kelime (iki cümlecik) vardır. Bunlar: Sübhanallahi ve bi-hamdihi, sübhanallahi'l-azim (Allah'ı, ona hamd ederek tesbih ederim, büyük Allah'ı tesbih, ederim)'dir." (Buharî, Deavât 65 (6405). Müslim, Zikr/31 (6846))

“İçerisinde Allah zikredilen evlerin misali ile içerisinde Allah zikredilmeyen evlerin misali,  diri ile ölünün misali gibidir.” (Müslim, S. Müsâfirîn/211 (1823))

"Allah'ı unutarak lüzumsuz konuşmalara dalmayın. Çünkü Allah hatırlanıp zikredilmeden yapılan uzunca konuşmalar kalbi katılaştırır. Allah'tan en uzak olan kimse kalbi katı olandır." (Tirmizî, Zühd/62 (2411))

“Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere otururlarsa melekler onları kuşatır rahmet onları kaplar üzerlerine sekîne (huzur feyiz) iner ve Allah onları yanındakilere (meleklere) zikreder.” (Tirmizî, Deavât/7 (3375) Bir benzeri; Müslim, Zikir/25 (6839))

“Kim akşamdan temizlik üzere (abdestli olarak) zikredip uyursa (uyku bastırıncaya kadar Allah’ı zikrederse) ve geceleyin de uyanıp Allah’tan dünya veya âhiret hayırlarından bir şey isterse Allah Teâlâ istediğini mutlaka ona verir.” (Ebû Dâvud, Edeb/96 (5042). Tirmizî, Deavât 101 (3526))

Ebu Hureyre'nin (ra) rivayetine göre Hz. Peygamber (as) şöyle buyurdu:

"Allah Teala'nın yeryüzünde seyahat eden bir takım melekleri vardır. Bunlar zikir meclislerini araştırırlar. İçinde Allah'ın zikredildiği bir meclis bulduklarında onlarla beraber otururlar ve birbirlerini kanatları ile kuşatırlar…” (Buharî, Deavât 66 (6407))

"Yedi sınıf insan vardır ki Allah onları kendi (arş'ının) gölgesinden başka hiçbir gölge bulunmayan (kıyâmet) gün(ün)de (arş'ının) gölgesinde gölgelendirecektir Bunlardan biri de tenha bir yerde Allah'ı zikrederek gözleri yaşaran kimsedir" (Müslim, Zekât/91 (2380)

"Size amellerinizin en iyisini, Rabbinizin huzurunda en temizini ve derecelerinizde en yükseğini, altın ve gümüş infak etmekten daha hayırlısını, düşmanla karşı karşıya gelip siz onların, onlar sizin boyunlarınızı vurmaktan daha iyisini söyleyeyim mi?" buyurdu 'Evet' dediler "Allah'ı zikir" dedi (Tirmizî, Deavât/6 (3377). İbni Mace, Edeb/53 (3790))

"Cennet bahçelerini gördüğünüz zaman orada otlayınız" 'Cennet bahçeleri nedir?' diye soruldu "Zikir halkalarıdır" buyurdu (Tirmizî, Deavât/83 (3510))

Muaz bin Cebel, Allah'ın Rasûlünden duyduğu son sözün şu olduğunu anlatıyor: “Allah'a hangi amel daha hoş gelir?' dedim "Dilin, Allah'ı zikirle ıslanmış olarak ölmen" buyurdu (et-Terğîb 2/395, Taberânî'den)

Ebu Said el-Hudrî (ra) diyor ki Rasûlüllah’a “Kıyamette Allah’ın yanında en efdal kul kimdir?” diye soruldu. O da Kur’an’dan şu ayeti okudu:”... Allah'ı çok zikreden erkekler ve çok zikreden kadınlar...” (Ahzab 33/35)” (Tirmizî, Daavât 5 (2376))

            Abdullah ibnu Busr diyor ki, bir bedevi Peygamber’e (sav) şöyle dedi: “İslâmın yapmam gereken pek çok hükümleri var. Bana onlardan bir tanesini söyle ki devamlı yapayım. Peygamber (sav) ona; Dilin Allah’ı zikretmekten ayrı kalmasın.” (İbni Mace, Edeb/53 (3793))

            “Namaz, oruç ve zikir; Allah yolunda infak (harcama) üzerine yedi yüz misli katlanır (Ebû Dâvud, Cihad/14 (2498))

Bu hadisin a.ıklayan İbn Kayyim, zikir ile cihad ilişkisi konusunda üç mertebe olduğunu ifade ederek, hem zikir ve hem cihadın birlikte yapılmasının en üst mertebe olduğunu belirtir Âyetten delil getirir: “Ey iman edenler, düşman bir grupla karşılaştınızmı sebat edin ve Allah’ı çok zikredin ki başarıya erişesiniz (Enfâl, 8/45) “İkinci mertebe, cihad etmeksizin zikretmek Bu, önceki mertebeden düşüktür Üçüncü mertebe ise, zikretmeden cihad etmek; Bu her ikisinden de düşüktür Çünkü cihad, zikir sebebiyle konulmuştur Cihaddan maksat, Allah’ın zikri ve ibâdetin sadece O’na yapılması, O’nun bir bilinmesi, O’nun zikri, sadece O’nun ma’bud kılınmasıdır Zikir, mahlûkatın yaratıldığı gâyeyi teşkil etmektedir.” (K Sitte, 13/251)

 

- Zikri gerektiren sebepler

Kur’an’ın emrettiği, Peygamberin yaptığı gibi zikretmek ibadettir, müslümanların kulluk görevidir. Zikir, Allah’ın varlığının ve varlık üzerindeki hakimiyetinin farkında olmak olduğuna göre; öyleyse mü’min bu şuurdan, bu dikkatten, bu anlayıştan asla uzak kalamaz.

O her an, her fırsatta, her ibadet ve taatinde Allah’ı anar. Zaten onun ibadeti zikrin ta kendisidir.

Bu şuurda olmayan mü’minlere Allah (cc) adetâ sitem edercesine şöyle diyor:

“İman edenlerin Allah'ı anma (zikretme) ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (Hadid 57/16)

Zikir, iman etmenin gereğidir elbette. Ancak yine de bir kaç gerekçe saymak mümkün: Şöyleki:

 

- Hatırlayan hatırlanır

Bütün ni’metlerin sahibi Allah (cc) insanlara;

         “Siz beni zikredin (anın) ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, fakat asla nankörlük etmeyin.” (Bekara 2/152) diye emretmektedir.

            İşte Allah’ın insanlara va’di (Siz buna Allah’ın yasası da diyebilirsiniz): Hatırlayın ki hatırlanasınız.

Siz Allah’ı ibadet ve itaatle hatırlayın ki, Alla da sizi mükâfat ve lütufla hatırlasın.

Siz Allah’ı dua ve zikirle hatırlayın ki Allah da sizi mukarrebler (kendine yakın kullar) arasına katsın.

Siz Allah’ı zikir ve tesbihle hatırlayın ki, Allah da size izzet versin.

Siz Allah’ı tevbe ve istiğfar ile hatırlayın ki O da sizi af ve mağfiretle hatırlasın.

Siz Allah’ı O’nun size verdiklerinden infak etmekle hatırlayın ki, Allah da sizi kat kat vermekle hatırlasın. (Bekara 2/245, 261. Hadid 57/18. Teğâbûn 64/17)

Siz O’nu bu dünyada unutmayın ki, mahşer gününde sahipsiz, yardımsız, dostsuz, desteksiz,  şefaatsiz kalmayasınız.

 Siz Allah’ı saygı (ta’zim) ile hatırlayın ki, Allah da sizi insanlar arasında değerli kılsın.

Siz Allah’tan korkarak, azabından çekinerek, makamına hürmet duyarak O’nu hatırlayın ki, Allah da sizi ummadığınız yerden rızıklandırarak, işinizde kolaylık vererek, size çıkış yolları göstererek hatırlasın.

Siz mülkün size ait olmadığını unutmayın ki, Allah da size yürek genişliği, kanaat zenginliği, göz tokluğu, nefis doygunluğu versin.

Siz Allah’in şifa verici olduğunu, O’nun şifa vermediği bir hastalığın bütün bir dünya bir araya gelse iyi edilemediğini bilin, şifayı O’ndan isteyin, O (cc) sizi şifa vererek hatırlasın.

Siz O’nu şükrederek, nimet vericinin O olduğunu bilerek, sizin elinizde kullandığınız her şeyin aslında O’na ait olduğunu hatırlayın ki O da size nimetini artırsın. (İbrahim 15/7)

Rahat zamanında kendisini anan kimseyi Rabbimiz, musibet zamanında anıp, korur, ihtiyacını giderir.

Kur’an müslümanları Allah’ı unutanlar gibi olmaktan sakındırıyor:

Şu, Allah’ı unuttuklarından dolayı (Allah’ın da) onlara kendi nefislerinin unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar, yoldan çıkmış kimselerdir.”  (Haşr 58/18-19)        

“Bizi zikretmekten yüz çevirenlere ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlere aldırma.” (Necm 53/29)

Siz Allah’ı unutursanız Allah (cc) da sizi unutur derken, Allah sizi bir kenara atar, sizden haberi olmaz anlamına gelmez. Allah (cc) elbette hiç bir şeyi unutmaz. O’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır. O’nun kullarını zikretmemesi, zikreden kulların aldığı mükâfattan zikretmeynlerin kendi kendilerini mahrum etmesidir. Yoksa O (cc), her salih amelin karşılığını en az on misliyle kuluna geri öder. (En’am 6/160)

Allah kuluna asla borçlu kalmaz. Kim en küçük bir hayır işlerse, kim en ufak bir salih amelle Allah’ın huzuruna varırsa, onun ödülünü en az on misliyle alacaktır.

Ebu Hureyre'nin (r.a.) haber verdiğine göre: Allah’ın Resulü (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah (cc) şöyle buyurur: Ben kulumun beni zannettiği gibiyim. Kulum beni anarken ben muhakkak onunla beraber bulunurum. Eğer o beni gönlünde gizlice zikrederse, ben de onu gönlümde zikrederim. Eğer o beni bir cemaat içinde zikrederse, ben de onu o cemaatten daha hayırlı bir cemaat içinde zikrederim. Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Kulum bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. o bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak varırım." (Müslim, Zikr/1, (6805, 6829, 6832))

Allah (cc) tarafından zikredilmek… Allah (cc) tarafından zikredilmeye değer bulunmak… Eksik, gedik, noksan, yarım yamalak amel işlenilmesine rağmen Allah (st) tarafından dönülüp bakılmaya değer görülmek…

İşte bu büyük bir kazanç, arzu edilen bir hedef, yüksenilmesi istenen bir makamdır.

Allah’uı zikredenler bu ödüllerle, bu makamlarla, bu şereflerle hatırlanacak.

Hatırlayan (Allah’ı zikreden) hatırlanır (kulluğunun samimiyetinin karşılığını alır). 

 

- Değer kazanmak için:

Mescidler, -hatta kiliseler ve havralar bile- içlerinde Allah’ın adı anıldığı için değerlidirler. (bak. Hacc 22/40)

Mescidler hem beytullah/Allah evidir, hem de  İslâmın şiarıdır. Allah’ın evine Allah’ın nâmı, hakimiyeti ve hükmü yakışır. Mescidlerin içinde Allah’ın adı anıldığı sürece azizdirler, hürmete layıktırlar, çok değerlidirler. Dokunulmazlıkları vardır.

Bununla birlikte bir de içinde Allah’ın adının/zikrinin geçtiği insanı düşünün! İçinde Allah’ın adının diri kaldığı kimseyi düşünün... Allah adıyla yürüyen, hareket eden, salih amel işleyen bedeni düşünün...

Allah´ı anan taştan bedenler, duvarlar, kubbeler, minareler değerli olur da, şuur şahibi yürekler şerefli olmaz mı? Allah adıyla ıslanan diller ve dudaklar değerli olmaz mı? Allah adıyla aksiyonda olan bedenler aziz olmaz mı? Allah adını soluyan soluklar kıymetli olmaz mı?

İçinde Allah´ın adının anıldığı mescidler dinin şiari olduğu gibi, Allah’ı çokca zikredenler de İslâmın şiarı (sembolü) olmaya hak kazanırlar.

Diğer taraftan nasıl ki, mescidlerde Allah’ın adının anılmasını (zikredilmesini ) engellemek zulmün ta kendisi, bunu yapanlar da zalimler (Bekara 2/114) iseler, insanları Allah´ın zikrinden alıkoymak da zulümdür.

Allah’ı hakkıyla zikredenler değer kazanırlar, izzet sahibi olurlar. Zira Allah (st) zâkir olanları (zikredenleri) iki dünyada da aziz eder.

 

- Kalbi paslandırmamak için

İlginçtir; Kur’an kalplerin paslanmasından söz ediyor.

Hayır, onların kalpleri, yaptıkları [kötülükler] ile pas tutmuştur!” (Mutaffifîn 83/14) (Lafzen, “kazandıkları, kalplerini pasla örtmüştür”: kötülükte ısrar etmelerinin, onları tedrîcen ahlakî sorumluluk bilincinden ve dolayısıyla, Allah'ın nihaî hükmünün vukuunu tahayyül etme yeteneğinden yoksun bıraktığına işaret. M. Esed, Meâl s: 1247)

Paslanan bir nesne fonsiyonun yerine getiremez. Onun pasının giderilmesi, parlatılması veya cilâlanması gerekir. Pas tutan kalplerin cilâsı: Zikirdir.

Peygamber (sav) şöyle buyuruyor:

"Her şeyin bir cilâsı vardır; kalplerin cilâsı da Allah'ı zikretmektir İnsanı Allah'ın azâbından en çok koruyacak şey, ancak zikrullahtır"  (Beyhaki, Şuabü’l-iman, I/396, 522)

“Kul bir günah işlediği zaman, kalbine siyah bir nokta yani kara bir leke vurulur. Şayet pişman olur, tevbe ve istiğfar ederse kalbi cilalanır, parlar. Böyle yapmaz da günah işlemeye devam ederse, o leke de artar ve neticede bütün kalbi kaplar. İşte Hak Teala’nın: “...kalplerinin üzerine pas (reyn) olmuştur.” (Mutaffifîn 83/14) âyetinin anlamı budur.” (Tirmizi, Tefsir/83 (3334).  İbn Mace, Zühd/29 (4244))

İnsan unutabilir, gaflete düşebilir, işi, dünyalıkları, takıntıları onu meşgul edebilir, gaflete düşürebilir.

 Böyle bir durumda yapılacak şey, kalbin paslanmasına meydan vermeden Allah’ı anmak, O’na yönelmektir. Tıpkı Peygamber (sav) gibi.

 “Kalbimin üzerini unutkanlık (sıkıntı-gaflet) kaplar da bunun için günde yetmiş defa istiğfar ederim” (Müslim, Zikir/41 (6858). Ebu Davud, Salat/362 (1515))

Peygamberimiz (sav) günahsız olmasına rağmen her gün yetmiş defa tevbe ve istiğfar ettiğini söylüyor (Buharî, Deavât/3 (6308). Tirmizí, Tefsir/47 (3259))

 

- Diri kalmak için:

Şair “Siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek” diyor.

”Hayat süren leş olmak’ nasıl bir şey? Ya da ayaktaki ölüler?

Gerçek ölü kim, gerçek diri kim?

Nice pahalı, albenili, şahâne elbiseler vardır ki içinde kimse yoktur. Yani içinde bir canlı ceset vardır da, âdem değildir. O elbisenin içinde dolaşanın adamlıkla alakası yoktur.

Toprağa gömülenlerin hepsine ölü diyebilir miyiz? Nitekim Kur’an Allah yolunda canlarını verenlere ölü dememizi yasaklıyor. (Bekara 2/154)

Bir hocaefendi ziyaret etttiği mezarlıklar hakkında diyor ki: “Ben hayatımda hiç ölü ziyaret etmedim.” Yani benim mezarını ziyaret ettiğim kabir ehli sizin ölü sandıklarınız aslında manen diridir. Ama siz bilmiyorsunuz. Onlar adlarıyla, eserleriyle,  misyonlarıyla canlı gibidiler.

Her ayakta olan canlı, her mezarda yatan ölü müdür? Dünya gözüyle böyle elbette. Adam ayakta ise, nefes alıp veriyorsa resmi ölü raporu verilmemişse halk nazarında hayattadır. Toprağa gömülmüşse o ölüdür.

Ama manen de böyle mi? Her can taşıyan gerçekte diri midir? Kanı pompalayan her kalp canlı mıdır acaba? Kalbin diri olmasi neye bağlıdır?

İşte ölçüyü Peygamber (sav) veriyor. Buyurun: “Rabbini zikreden ile zikretmeyenin örneği; diri ve ölü gibidir.” (Buhârî, Deavât/66 (6407))

Yani Allah’ı sürekli zikredenler diri gibidir, Allah’ı zikretmeyenler manen ölü gibidir. Ayaktadır, faaliyet halindedir, siz onları aksiyon başında görürsünüz; ama onlar gerçekte ölüler gibidirler. Ne hakkın sesini işitirler, ne gereğini yaparlar. (Fatır 35/22) Vahyin diriltici soluğundan haberleri olmadığı gibi, kalbi öldürecek her türlü zehir ve hastalığa karşı tedbirsizdirler.

Öyleyse diri kalmak, hayat süren leş olmamak için sürekli Allah’ı hatırlamak (zikretmek) gerekiyor.

 

- Nimetleri hatırlamak için

         Rabbimiz (cc), mü’minlere kendisini sürekli olarak zikretmelerini emrediyor. Zikretme emri bazen şükürle, bazen verilen nimetleri hatırlatma ile, bazen namazla, bazen diğer ibadetlerle, bazen verilen zaferle birlikte gelmektedir.

Kur’an, mü’minlere de sürekli bir şekilde Allah’ın nimetlerini hatırlamalarını söylüyor. (Bekara 2/231. Âli İmran 3/103. Maide 5/7, 11)

Kur’an, ayrıca bütün insanlara Allah’ın kendilerine verdiği nimetleri hatırlamalarını haber veriyor. (Fatır 35/3)

         Bazı hayvanların, insanın emrine verilmesinin sebebi; insanların Allah’ı nimet veren olarak hatırlamalarıdır (zikretmeleridir). (Zuhruf 43/13) 

 

- Şeytanın tasallutundan korunmak için:

Allah’ı zikretmekten yüz çevirenlere şeytan musallat olur. Şeytan ise insanın düşmanıdır. (Zuhruf 43/36)

"Şeytan insanoğlunun kalbi üzerine oturur. İnsanoğlu Allâh'ı andığı takdirde sıvışıp kaçar. Allâh'dan gafil olduğu takdirde ise ona vesvese verir."

Öyleyse şeytananı aldatmalarına, vesveselerine, kandırmacalarına, cilvelerine, tuzaklarına karşı en iyi ilaç sürekli Allah’ı anmaktır.

Kur’an, şeytanın hilelerine karşı Allah’a sığınmayı tavsiye ediyor. Allah’a sığınmak (istiâze)  da bir zikirdir.

“Ve eğer Şeytan'dan (güç alan] bir kışkırtı seni [gözü kara bir öfkeye] sürükleyecek olursa (hemen) Allah'a sığın ve bil ki O her şeyi işiten, her şeyi künhüyle bilendir.”  (A’raf, 7/200. Fussilet 41/3. Mu'minûm 23/97-98)

Şeytanın dürtülerinden korunmanın en etkili yolu Allah’ı zikretmektir. Şeytanın giriş yolu kalp olduğuna göre, kalbin güçlenerek heva ve hevesi üzerinden atması şeytanın yolunu kapatacaktır

Allah’ın adı anıldığı zaman şeytan susar. O nedenle kul, Rabbini her fırsatta anmalı, şeytan belâsını savması için O’na sığınmalıdır. 

Bazı alimlere göre şeytanın vesvesesinin ilacı üç tanedir:

- Allah’ı çok zikretmek.

- Felak ve Nâs surelerini çokça okuyarak Allah’a sığınmak.

- Kararlılıkla şeytana karşı koymak ve onun dediklerinin tersini yapmaktır.

 

- Nifaka karşı korunmak için:

Ne zaman içerisinde ‘savaştan söz eden (zikreden) bir âyet’ nazil olsa, veya cihad’tan bahseden bir âyet okunsa, kalplerinde maraz olanlar, yani münafıklar, ölüm baygınlığı gibi bakmaya başlarlar. (Muhammad 47/20)

Allah’ı zikredenler O’na karşı samimi (ihlaslı) olurlar. İhlas insanı iki dinli, iki yüzlü olmaktan korur. Zira ihlas sahibi Allah’ı hatırladıkça O’nun her kendisini gözetlediği, O’ndan hiç bir şeyin gizli kalmadığını, O’nun her şeyden haberdar olduğunu bilir.

Zikir,  nifaka karşı en iyi tedbirdir.

 

- Allah’ın zikrini unutanların hakkı dar bir hayattır:      

         “Kim de benim ‘zikr’imden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu Kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz (mahşere getireceğiz)” (Tâhâ 20/124)

Bu âyetten bir önceki âyette, ilk insanın Cennetten çıkarılışı hatırlatılıp, Allah’ın gönderdiği hidayete uyanların dünya hayatında şaşırmayacakları haber veriliyor. Bu âyette geçen ‘Zikr’, insanı hidayete götüren vahy, vahyle gelen ilâhí kitaplar ve peygamberlere bildirilen şeyler veya son vahy olan Kur’an, ya da bizzat Allah’ı anmak anlamlarına gelebilir. (Muh. İbni Kesir, 2/497. Ebu’s Suud, Tefsir, 3/496)

Âlemlerin Rabbi Allah’ı, tani sahibini; iman, ibadet, taat, dua, tesbih, sığınma, tevekkül, tefekkür, tevbe, niyaz ve benzeri zikirler ile hatırlamayanın dünyadaki hakkı dar, sıkıntılı, doyumsuız bir hayattır.

Böyleleri asla doymazlar, asla ellerindeki ile yetinmezler, asla kanaat sahibi olmazlar, asla yeter demezler. Bunlar sürekli geçinme sıkıntısı yaşarlar, sürekli açlık korkusu çekerler. Bundan dolayı da tükeneceğinden endişe ettikleri varlıklarını kimse ile paylaşmazlar. Başkalarının elindekilere göz dikerler.

Onların hastalıkların en önemli sebebi Allah’ı unutmalarıdır.

Kur’an bundan dolayı alış-verişler ve ticaretlerin Allah’ı zikretmeyi unutturmaması uyarısında bulunuyor. (Nûr 24/36-37. Münafikûn 63/9)

(Devamı var) 

Hüseyin K. Ece

16.12.2010

Zaandam/Hollanda