1-Tağut kelimesi ve türevleri

‘Tağut’u iyi anlayabilmek için, bu kelimenin türemiş olduğu ‘tegâ’ fiilini ve bu fiilin masdarı olan ‘tuğyan’ı biraz açıklamak gerekir.

 

‘Tağâ’; azgınlıkta ve isyanda sınırı aşmak, ileri gitmek demektir. (R. Isfahâní, Müfredât, s. 454)

Bir başka ifadeyle ‘tağâ’; Kabul edilebilir (makbul) sınırı aşmak, hududa tecavüz etmek manasındadır. (Heyet, Mu’cemu’l Vasít, 2/558)

‘Tağa‘l-mâu’, sel sularının etrafına zarar verecek şekilde taşması demektir. (Kur’an Nuh tufanı hakkında şöyle diyor: “Gerçek şu ki sular taştığı zaman (tağa’l mâu), o gemide biz sizi taşıdık.” 69 Hâkka/11)

Kur’an’da ölçüde ve tartıda taşkınlık yapmak, adaletsizliğe meyletmek te bu kelime ile de anlatılıyor. (55 Rahman/8-9)

Semud kavminin azgınlığı da aynı kökten gelen ‘tağvâ’ ile haber veriliyor. (91 Şems/11)  

‘Tağiye’ (çoğulu: tevâği), ‘teğâ’ kökünden gelen bir başka kelimedir ve sözlükte azıp kuduran bir tabiat kuvvetini (azgın bir kasırgayı, ya da şiddetli bir sarsıntıyı) ifade etmektedir.

 

2-Tuğyan Ne Demektir?

Tağâ fiilinin masdarı olan ‘tuğyan’, sadece insanlara mahsus olmayan her tür sınırı aşmayı ifade eder. (R. Isfehâní, Müfredât, s: 454)

İsyan, günah ve zulümde, sınır tanımayacak ölçüde ileri gitmek, azmaktır. Aynı zamanda istiğna duygusudur (kendini yeterli görmektir).

Tuğyanın sebebi istiğnâ (kimseye ihtiyaç duymama) duygusu ise ve bunun da insanların dünyalık, zenginlik ve güce meyletmeleriyle olan ilgisini düşünürsek; tağut olayında güç ve kuvveti, zenginliği ve iktidar sahibi olmayı da hesaba katmamız gerekiyor. 

‘Tuğyan’ istikamet’ten (dosdoğru bir yürüyüşten) ve adil bir anlayıştan sapmadır. Bu yanlışlığın içine düşenler, hak ölçüyü tanımadıkları için fikirde, davranışlarda, insan ilişkilerinde en iyiye ve en adaletli olana ulaşamazlar.

Kur’an, tuğyan ahlâkının istikametten sapma olduğunu hatırlatarak, Hz. Muhammed’in şahsında bütün insanları tuğyandan sakındırıyor. (11 Hud/112)

Tuğyan edenler ilâhî sınırları çiğnerler, maddi ve manevi hayatın dengesini bozarlar, ölçüyü kaçırırlar. Sonra da kendilerine ve etraflarına zarar vermeye başlarlar. Tıpkı yatağından taşan, bundan dolayı da etrafına zararlı olmaya başlayan su (tağiye) gibi.

Fiziksel güçlerin normal sınırları aşacak şekilde faal hale gelmeleri  tuğyanla ifade edilir. Nitekim daha zalim ve daha azgın (atğâ-tuğyanda daha da ileri gitmiş) (53 Necm/52. 69 Hâkka/11) kimselere/topluluklara ondan daha azgın bir ceza verilir. Burada insanın tuğyanına, tabiata ait bir tuğyan ile ceza verilmesindeki varlık prensibi dikkat çekicidir. (Y. N. Öztürk, K. Temel Kavramları, s: 559)

 

3-Tuğyanın iç yüzü

‘Tuğyan’ mantığı, aslında kişinin heva ve hevesini (aşırı istek ve tutkularını) aşırı önemsemesi, âdeta ilâhlaştırmasıdır.

Kimileri bazı dünyalıklara kavuştuğu, ya da istediğini yapabilecek bir güce sahip olduğunu sandığı zaman kendini müstağni/zengin-yeterli görür.  Allah’ı unutur, O’na ihtiyacı olmadığı fikrine kapılır.   

İşte bu aldanış insanda tuğyan’a sebep olur. Bu noktadan sonra o dilediğini yapmaya koşar. Hak ve hukuku/uyulması gereken sınırları tanımaz. İlâhi ölçüler yerine kendi keyfinin getirdiği şeylere uyar, arzularının peşinden gider. (A. Ünal, K. Temel Kavramlar, s: 355-356)

Esasen insanın yaratılışında ‘tuğyan’ ahlâkı vardır. Bunun sebebi insanın kendini ‘müstağni’/zengin-yeterli-güçlü görmesidir. (96 Alak/6-7. 92 Leyl/7-13)

Tuğyanın başlangıç noktası insanın kendi benliğini ilâhlaştırması, her şeyin ve herkesin üstünde görmesidir. Bu noktada tuğyan’ın tipik temsilcisi firavun’dur.  

Allah /cc) Hz. Musa’ya şöyle diyor: “Firavun’a git, çünkü o tuğyan etmiş (azmış) bulunmaktadır.” (20 Tâhâ/24, 43. 79 Naziât/17)

‘Tuğyan’ aynı zamanda bütün toplumsal çöküşlerin ve uygarlıkların yıkılış sebebidir. Evet şımaran, azan ve sınırları aşan topluluklar, tarihin değişmez prensibi ve ‘sünnetullah’ın bir gereği olarak çökerler veya cezaya uğratılırlar.

Bunun sebebi ise istikbar (büyüklenme) duygusu, maddeye aşırı bağlılık ve bununla aldanma, maddeden üretilen değerlerin kutsallaştırılmasıdır. Nitekim dünya hayatını ahiret hayatına tercih etme ile, ‘tuğyan’ etme, azıp-şımarma arasında ilginç bir bağlantı vardır.

“Artık kim taşkınlık edip-azarsa (tağâ), Ve dünya hayatını seçerse, Hiç şüphesiz cehennem, (onun için) barınma yeridir.” (79 Naziat/37-38)

Tuğyan’a düşenler gerçek ölçüyü kaybederler. Kendi zulümlerini adalet,  güzeli çirkin, çirkini güzel, karanlığı ışık, ışığı karanlık zannederler. Kuruntu ve hayal içerisindedirler. Onlar kendi azgınlıkları içerisinde oyalanan gafillerdir.

 

4-Tağut kimdir/nedir?

‘Tağut’ kelime anlamıyla ‘tuğyan eden, ya da tuğyanda aşırı olan demektir. Her türlü azgını ve Allah’tan başka mabud (tapınılan) haline getirilen her şeyi anlatan bir kelimedir. (R. Isfehâní, Müfredât, s: 454. Heyet, M. Vasít, 2/558)

Tağut; Allah’a karşı isyankâr olup zorla, baskı ile veya gönül rızasıyla kandisine tapınılıp mabud tutulan; insan, şeytan, put, dikili taş veya bunlara benzer herhangi bir şey demektir. (Elmalılı, Tefsir, 2/171. A. el-Kettan-M. Ez-Zeyn, Tağut, s: 15)

Bir tefsire göre tağut; şeytanlar ve putlardır. Ya da Allah’ın dışında ibadet edilen, insanı Allah’a ibadetten engelleyen her şeydir. (Beydaví, Tefsir, 1/135)

Tağut, hakka, gerçeğe ve islâmí imana karşı çıkan, Allah’ın kulları için uygun gördüğü nizamı ve çizdiği sınırı tecavüz eden her şeyi kapsar. Put ile anlatılan tağut, bir kişi olabileceği gibi, Allah’ın ölçülerinden alınmamış her türlü sistem de olabilir. (S. Kutub. Fi-Zılâli’l Kur’an, 1/292)   

Taberíden nakledilen bir tanım tağut kavramını daha iyi anlamımıza yardımcı olacak bir niteliktedir. “Allah’ın indirdiği hükümlere karşılık olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık tağuttur.” Bunun insan olması, put, şeytan veya bunların dışında başka bir şey olması mahiyetini değiştirmez. (Y. Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, s: 316)    

“Tağut, öncelikle, Allah’tan başka ibadet edilen her şeyi ve böylece insanı O’ndan uzaklaştıran ve şeytana yönelten şeyleri ifade eder. Bu terim, hem tekil hem de çoğul bir anlama sahiptir. Bundan dolayı, en doğrusu ‘şeytaní güçler’ şeklinde çevrilmelidir.” (M. Esed, Kur’an Mesajı, 1/77)

‘Tağut’, sözlük anlamıyla sınırları aşan herkes ve her şey hakkında kullanılabilir. Kur’an bu kötü sıfatı Allah’a isyan eden, O’nun kullarının hakimi ve sahibi olduğunu iddia eden, onların kendi kulu olmaya zorlayan kimseler ve güçler için kullanmaktadır.

Tağut, insanları Allah’a iman ve O’na ibadetten alıkoyan bütün güç sahiplerini kapsar. Bunu yalnızca put veya şeytan olarak anlamak tağut’un ifade ettiği olumsuz anlamı karşılamaya yetmez diye düşünüyoruz.

Tağutlar, yalnızca azan (tuğyan eden), insanlara tahakkim eden zorbalar değildir. Onların asıl en önemli olumsuz karakterleri, ilâhí din yerine  batıl dinler uydurmalarıdır.

Din bilindiği gibi; insanların kendilerinden üstün ve güçlü saydıkları herhangi bir otoriteye itaat etmesi ve o otoriteden gelen ölçüleri, hükümleri ve yaşama biçimini benimsemesi demektir.

 

4a- Tağutluğun işleyişi;

‘Tağutluk’ iki şekilde karşımıza çıkmaktadır. Yukarıda geçtiği gibi,  bazı insanlar veya topluluklar, istikbar veya istiğna (kendini zengin ve yeterli görme) duygusuyla ‘rabb’liğe kalkışır. Allah’ın davetine kulak asmaz, ama kendi heva ve hevesinden (kafalarından) hükümler koyarlar. Sonra da kanun ve din haline getirdikleri bu ilkeleri insanlara dayatırlar.

İşte bu gibi kişi, kurum ve güç toplulukları ‘tuğyan’ içinde olanlar, ya da kendilerini ‘tağut’ haline getirenlerdir.

İkinci olarak, kimi insanlar da bu ‘tuğyan’ eden kişi veya güçleri ilâh veya rab gibi bilip onlara tabi olurlar. Onların hükümlerini ve dinlerini kabul ederler. Allah’ın ne dediğine kulak asmazlar. Böyleleri şüphesiz Allah’ı bırakıp ‘tağutları’ ilâh edinen müşriklerdir.

Tanrılık iddiasında bulunup insanları zorla kendine itaat ettiren bütün zorbalar, bütün diktatörler; Allah’ın âyetlerine dayanmayan bütün sistemler tağuttur. İslâmí hükümleri hiçe sayıp, onlara ‘çağdışı’ deyip, kendi kafalarından helâl ve haram, yasak ve ceza ölçüleri, dünya görüşleri ve ilkeler koyan bütün güçler tağutun tanımına uymaktadır ve onun işlevini görmektedirler.   

Allah’ın hükümlerine zıd kararlar alan meclisler, kuruluşlar, ölüler adına uydurulan bütün düzenler, kendi heva ve hevesiyle hükmeden zorba kişi ve güçler birer tağut, onları destekleyenler de Kur’an’ın deyişi ile onların dostlarıdır. Böyleleri isteyerek veya zorla tağutların hükümleri kabul ederler.

Bazıları bir putu, şeytanı, bir kişiyi, bir gücü veya bir kurumu âdeta tanrı haline getirebilirler ve onlara her konuda itaat edebilir. O boyun eğdiği şeyden kaynaklanan hükümleri Allah’ın  indirdiklerine aykırı olmasına rağmen kabul ettiği zaman onu tağut haline getirmiş olur.

‘Tağut’, her devirde olabilecek firavun tipli kimselerle, onların şeytaní düzenlerinin (güçlerinin) genel adıdır. Bir Allah’a kulluktan kaçınan bazı kimseler, ilâh haline getirdikleri bir sürü efendi bulurlar, ilâhlık özelliği verdikleri bu efendileri memnun etmek için oyalanır dururlar. Bu özellikleri taşıyan her yalancı ilâh onlar için bir tağuttur.

İnsan ya âlemlerin Rabbi Allah’a ibadet ederler, ya da onun dışındaki ilâhlara. Ya Allah’ın insan üzerindeki otoritesini kabul eder, ya da tağutların. Kim, kimi kendi üzerinde mutlak otorite sayarsa onu ilâh haline getirir.         

Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“Andolsun Biz her ümmete; ‘Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının’ (diye tebliğ yapması için) bir peygamber gönderdik…” (16 Nahl/36)

Görünen o ki, tağut kelimesi tekil veya çoğul olarak kullanıldığına göre, o her devirde tek bir varlık olabildiği gibi, birden fazla güçler de olabilir. Bir kişi olabildiği gibi birden çok şahıs, zümre, topluluk, aile ve hatta uluslararası bile olabilir. Bunlar birbirlerinden habersiz faaliyet yaptıkları gibi, işbirliği yapmış, teşkilatlanmış ta olabilirler.

Hepsinin ortak özelliği Allah’ın dinini tanımamak, O’nun hükümlerini beğenmemek ve onların yerine, insanların hayatına yön veren hükümler koymak. Sonra da insanları o hükümlere uymaya davet etmek, ya da ellerindeki gücü kullanarak insanları zorla o kurallara itaat ettirmektir.

Böyle yapanların Kur’an’daki adı tağuttur. Kim de onların davetine uyarak onların hükümlerini, ölçülerini, haram ve helâllerini kabul edip benimserse, kim onların düzenlerine gönülden itaat ederse; şüphesiz ki böyleleri onları tanrı edinmiş ve onlara tapmaya başlamış demektir.

İsterse önlerinde secde etmesinler, isterse onların mabedlerinde belli kural ve şekillerde ibadet yapmasınlar. Sonuç aynıdır. Değil mi ki bunlar, tağutların görüşlerini, kurallarını, kanunlarını, Allah’ın gönderdiği ölçülere tercih ediyorlar... Değil mi ki bazıları tağutların çizdiği yolun, önerdiği yaşama biçiminin, koyduğu hükümlerin, İslâmın hükümlerinden daha iyi ve daha çağdaş olduğunu iddia ediyor veya benimsiyorlar...

Firavun ve benzerleri tağutların meydana getirdikleri uygarlık ve düzen gerçekte bir tuğyan düzenidir. Onlar, hükmettikleri beldeleri ‘tuğyan’a boğdular, kendileri sapıttığı gibi peşlerinden gidenleri de sapıttılar. Islah halinde yaratılan yeryüzünde fesat çıkardılar. Allah da onları azabıyla yakalayıverdi. (89 Fecr/11-13)

 

5- Tağutlara Dost Olunmaz

Allah’ın velileri/dostları yanında, şeytanın veya tağutun dostları, ya da müttefikleri olduğu gibi; şeytanî işlerin destekçileri, tağutun hükmünün yürümesine yardımcı olanlar da vardır.

İnsanlardan bir kısmı Allah’ın dostluğunun kıymetini bilmezler. Bunun yerine şeytanın ve tağutun dostluğunu tercih ederler. Allah’ın bunca iyiliğine şükretmeleri gerekirken, kulluğu canlı veya cansız, ama güçsüz varlıklar önünde aptalcasına yerine getirirler. Allah (cc) onlara şah damarından daha yakın olmasına rağmen yakınlığı tağutlarda ararlar.

Kur’an, şeytanî güçlerin hakim olması için çalışan, destekleyen, hatta savaşa kimselere ‘tağutun dostları’ diyor. (4 Nisa/76) Bunlar Allah’ın indirdiği ölçülere uymaya çağrıldıkları zaman, bu davetten yüz çevirirler ve işlerini tağutların ölçülerine göre görürler, değer yargılarını onların hükümlerinden alırlar. (4 Nisa/51

Tağutlar kendi dostların/yandaşlarını Kur’an’ın sapıklık (dalâlet) dediği karanlıklara davet ederler. Yaptıkları çalışmalar, yürüttükleri faaliyetler ve kurdukları düzenlerle onları ilâhí nur’un uzağında tutmaya çalışırlar.

Tağutlar kendi dostlarını, tıpkı iblis gibi isyana, fesada, fasıklığa (korkusuzca günâh işlemeye), inkâra ve nefsin keyfine uymaya çağırırlar. Dünyalıklarla ve ellerindeki gücün meydana getirdiği korkularla onları kendilerine bağlamaya çalışırlar.

Böyleleri nur yerine nar’ı, yani cehennem ateşini tercih ederler. Onlar aydıklıktan rahatsız olurlar, karanlığı seçerler. İnsanlara saadet yerine, şekâveti (bedbahtsızlığı ve azgınlığı) sunarlar.

Tağutlar, insanlar üzerinde tanrılığa kalkışırlar. Onların dünya hayatlarına yön vermek isterler, uymaları için hükümler koyarlar.  Dost ve yakın olarak tağut’u ve şeytanı seçenler, örümcek ağının ince iplikleri kadar gücü olan bir desteğe sahip olurlar. (29 Ankebût/41)

5a-Tağutlar dostlarını Nur’dan uzaklaştırır:

Tağutlar kendi velilerini (dostlarını/yakınlarını) iman nurundan mahrum ederek, onları şüphenin ve sapıklığın karanlıklarına sürüklerler. (2 Bakara/257) Onlara karanlık, kaos, buhran, kafa karışıklığı verirler. Ancak bunun sonucu hüsran, pişmanlık ve yakıcı bir ateştir.

5b-Onlar sadece kendilerinin dost tutulmasını isterler

Peşlerine gidenlerin kendilerine kayıtsız şartsız teslim olmalarını, kendi ilkelerini benimsemeleri isterler. Bağlılarının âlemlerin Rabbi Allah’a yönelmelerinden nefret ederler.

5c-Kendi uğruna mücadele edilmesini isterler:

Onlar, ilkeleri uğruna mücadele edilmesini, böylece düzenlerinin devamını isterler. Bağlılarını bu hedef uğruna motive ederler. (4 Nisa/76)

“Allah katında iki tür savaşcı vardır: Birincisi Allah yolunda, yeryüzünde O’nun dinini ayakta tutmak için mücadele mü’minlerdir. İkinci grup ise tağutí bir nizam için savaşan kafirlerdir ve hiç bir mü’min bu kötü işde onlarla beraber olamaz.” (Mevdudî, Tefsir, 1/381)

Tağutlar onları nur’dan karanlıklara çıkardığı, önlerini arkalarını kararttığı, onları kaosa, buhrana, çıkmazlara sürükledikleri gibi, onları peşlerine takıp kendi emelleri uğruna yönlendirirler, çıkarlarına alet edip sömürürler, onları sapıklıklara çekerler ve sonunda cehenneme sürüklerler.   

5d-Tağutlar kendi hükümlerine uyulmasını isterler:

Onlar dostlarından, kendi koydukları hükümlerin, ilkelerin, ölçülerin kabul edilmesini isterler. Onlara her açıdan hükmetmek, onları yönlendirmek, hatta onların yüreklerine bile sahip olmak isterler. (4 Nisa/60-61)

5e-Onların dostlarının kendilerine kul/köle olmalarını isterler.

Şeytanî güçler, peşlerinden gelen bağlılarının, kendi önlerinde adeta bir kul gibi olmalarını isterler. Ki onlara hükmedebilsinler, saltanatlarını sürdürebilsinler. (5 Maide/60)

Bütün bu olumsuzluklar karşısında mü’mine düşen görev tağut zihniyetini ve tağutları Kur’an ışığında iyi tanıyıp, onlara kulluğu reddetmek, onlara dost olmaktan şiddetle kaçınmak ve asıl dost olunması gereken âlemlerin Rabbine yakın olmaktır.

Zira; “Allah, mü’minlerin velisidir (yakını ve yardımcısıdır). Onları karanlıklardan nûr’a çıkarır;...”  (2 Bekara/257)

Kur’an’ın ifadesine göre; rüşd (doğruluk) sapıklıktan (ğayy’dan) ayrılmıştır. Tağut’u, onların düzenlerini ve dinlerini inkâr edip Allah’a iman edenler; kopması mümkün olmayan bir kulp’a yapışmış olurlar  (2 Bekara/256)

Allah kendini dost tutanları şöyle müjdeliyor:

“...Ey kullarım ! Öyleyse, Bana karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun (ittika edin).

Tağut’a (şeytaní güçlere) kulluk yapma (eğilimin) den kaçınanlara ve Allah’a içten yönelenlere (mutluluk) müjdeleri vardır. Öyleyse bu müjdeyi kullarıma ver.

Şu söylenen her sözü (dikkatle) dinleyen ve onaların en güzeline uyan (kullarıma); (çünkü) Allah’ın hidâyetine mazhar olanlar onlardır ve onlar gerçek akıl/iz’an sahipleridir.” (39 Zümer/16-18)

(Daha geniş bilgi için bakınız: Kur’an’da Üç Evliya, sayfa: 203-247)

Hüseyin K. Ece

27.9.2008

Zaandam/Hollanda