İnsaflı olmak adil olmayı gerektirir. İnsaflı olmak hakka hukuka riayettir, haklara saygıdır, şefkat ve merhametin özüdür.

İnsaf ve merhameti olmayan kimsede ne hak anlayışı, ne merhamet, ne de başkasına saygı vardır. Başkasına saygısı olmayan da adaletle anlayışından uzaktır.


İnsaflı ve merhametli olmak ile adil olmak ve ahlak arasında sağlam bağlar vardır. Her biri diğerini besler, destekler ve yönlendirir
Adalet; eğrilikten doğruya yönelmek, herşeyin ve herkesin hakkını vermek, dengede tutmak, haksızlıklardan uzaklaşarak orta yolu tutmak ise ahlak da; insaflı olmak, düzenli ve dengeli davranmaktır. 
Adalet, bir diğer anlamıyla eşyayı yerli yerine koymak demektir. Yani her şeyi ait olduğu yere koymak. Her şeye hak ettiğini vermektir. Bunun tersi zulümdür. Yani eşyayı ait olduğu yere koymamaktır, hakkını vermemektir. 

Buradaki eşyadan maksat, ister maddi eşya, ister söz, ister amel (fiil), isterse hüküm vermektir. Her şeyi ait olduğu yere koymak, hakkı ne ise onu vermek, neye layık ise ona ulaştırmak adaletin ta kendisidir. 
Bu bir başka açıdan dengeli ve düzenli olmayı gerektiren bir şeydir. Mesela saksıdaki güzel bir çiçeğin yeri evin uygun bir köşesi, bir masa üzeri veya benzeri münasip bir yerdir. Onu güzel bir yere, göze hoş gelecek bir tarzda yerleştirmek adalettir. Onu rastgele bir yere, ne bileyim ayak altına, çöplüğe atmak, mezbeleye bırakmak veya terketmek ona zulümdür. Bir şeye hak etmediği muameleyi reva görmektir.

Kirli, paslı, kokan bir nesneyi kimse götürp evinin baş köşesine koymaz. Paslı bir tenekenin yeri, bir çöp torbasının yeri çöplüktür. Oturma odasındaki bir masanın üzeri, yatak odasındaki gardrobun çekmeceleri değildir. Pis olan bir şeyi çöpe, yani ait olduğu yere bırakmak adalet, ona hak etmediğini vermek, pis bir ayakkabıyı veya buna benzer bir şeyi yastık altına koymak gibi zulümdür. 

Adaletin anlam sahasında doğruluktan da söz edilir. Yani işinde, sözünde, özünde doğru olmak. Hak üzere olmak, haktan sapmamak, hakkaniyet ölçüleri içerisinde hareket etmek. Böyle bir tavır insanı insaflı, dikkatli ve adil olmaya sevkeder.

İnsanı ''muadil'' bir şekilde, yani bütün uzuvlarını dengeli, biçimli ve maksada uygun yaratan Rabbimiz (İnfitar, 82/6-7), bütün insanları adil olmaya davet ediyor. Bu anlamda insanın fıtratı hayat için bir ölçüdür. İnsan bünyesine yerleştirilen adalet sistemi, ahlakın üzerine kurulacağı ölçüyü ortaya koymaktadır. 

İslam''da adalet, hukuk önünde herkese adilce, eşit bir şekilde davranmayı da kapsar. Bu da bir açıdan güzel ahlaktır. İnsaf ve merhamettir. Kendisinde merhametten eser olmayan bir kişi, başkasının hakkı konusunda hassas olmaz. Hakları verirken yeterince duyarlı davranmaz. Haksızlık yaparken vicdanı sızlamaz.

Ahlak özellikle diğer insanlarla olan ilişkilerde karşımıza çıkmaktadır. Dağ başında tek başına yaşayan bir kimse için sosyal ahlakın fazla bir önemi yoktur. Zira tek başınadır ve başkasıyla güzel ilişkisi manasına gelen ahlakı icra edeceği bir ortamda değildir. 

Adalet ve insaflı olmak insani ilişkilerde hakkaniyeti, merhameti ve haklara riayetin ahlakıdır.

Kur''an şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler, adaleti ayakta tutarak Allah için şahitlik edenlerden olun. Kendinizin ana ve babanızın aleyhinde bile olsa (şahidlik ettiğiniz kimseler) zengin veya fakirde olsalar adaletten ayrılmayın. Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Adaleti yerine getirebilmek için hevâ ve hevesinize uymayın. Eğer eğri davranır veya yüz çevirirseniz Allah yaptıklarınızdan haberdardır." (Nisa; 4/135) 

Ayette işaret edilen heva ve hevese uyma anlayışı sapmanın kaynağı olduğu gibi adaletsizliğin de kaynağıdır. Zira kendisine uyulan heva, insanı adaletsizliğe, çıkarcılığa, sapmaya ve haddi aşmaya götürür. Kötü ahlak şüphesiz ki heva ve hevesin eseridir. Kendisine uyulan heva, iblisin razı olacağı davranışların kaynağıdır.

Kur''an adalet olgusuna tevhid, ibadet, takva ve salih amel (güzel davranış) çerçevesinde ele alır. Bütün bunların birbiri ile ilişkisi olduğu gibi, ahlakı güzelleştiren ana faktörlerdir. Eğer hayatın süsü ve mutluluğun kaynağı güzel ahlak olacaksa; bu da ancak insaf ve adalet anlayışı ile olabilir. 

"Kur''an''a göre bütün ilâhî öğretiler sonuçta insanlararası ilişkilerde adaleti gerçekleştirmeye yöneliktir. Adil olmayan bir ilişki ve tutum, tanım gereği Allah''ın rızasına ve İslam''a uygun değildir. 

Yine İslam''a göre kişiyi ve grupları adaletten saptıran ana faktör kişi veya grubun kendi istek ve tutkusunu ön plana geçirmesi (Nisa/135), Allah''ın gösterdiği şekilde karar vermeyi, ihmal etmesidir. İlahî hukukun öngördüğü ilke, kural ve hükümlere riayet, adaletin tecellisinin mümkün olan tek yolu ve teminatıdır." (M. Deri, İ. Litaratürde Adalet Kavramı)
Dikkat edilirse, Kur''an''ın tavsiye ettiği adalet anlayışı ahlaklı olmanın çevresinde dolaşıp durmaktadır.

Mesela, sözde/konuşmada adalet (En''am; 61-152), hükümde/yargılamada adalet (Nisa; 4/58. Hucurat; 49/9), doğru şahidlik (Nisa; 4/135), birden fazla hanım arasında adalet (Nisa; 412/3-129), ticari ilişkilerde adalet (Bakara; 2/282. Mutaffifin; 83/1-5) ahlaklı olmanın ta kendisidir. 

Güzel ahlakı tamamlamak için gönderilen son elçinin, aynı zamanda adaletin temsilcisi olduğunu hatırlamak gerekir. Öyle bir kerim elçi ki, hayatı boyunca doğru olmuş, doğru davranmış, doğru hüküm vermiş ve ''el-Emin'' sıfatını kazanmıştır. O, en yüce ahlakın öğreticisi olduğu gibi nasıl adil oluncağının da öğretmenidir. Onun bu özelliği alemlere ''rahmet'' olarak gönderilmesiyle, yani insaflı oluşuyla da bağlantılıdır. O ki, merhametlidir, çünkü insaflıdır. O ki, hükmederken adaletle hükmederdi, çünkü merhamet sahibidir idi. Çünkü en güzel ahlakın ta kendisi idi.
Güzel ahlak fert ve toplum için mutluluktur. Zaten bundan başka mutluluk az bulunur. Yani ahlaklı iseniz, yani insafla davranıyorsanız, yani merhametle, iş görüyorsanız; mutluluğu tadarsınız. Güzel ahlakınız sizi alır mutluluğa götürür. Yaşamadan da mana bu en ideal mutluluğu yakalamak değil mi? Şu üç beş günlük dünya hayatında insanın başka hengi bitmez-tükenmez kazancı olabilir ki?

Başkasına haksızlık edenlere ‚el-insaf'' deriz. Bu kadarı da olmaz. Biraz insaf ve merhamet'' deriz. Zira yapılan iş merhemte sığmaz. Adalete uygun değildir. 

İşte bu anlayış ahlaktır. İnsandan istenen ve beklenen de budur. 
Bu anlamda ahlakı olmayanda hiç bir hayır yoktur. Bu ahlakı kazanamayan hem dünyadan hiç bir şey kazanamamıştır, hem de ondan adalet beklenmez. 

Dünya çıkarını baştacı eden, maddi bir şey elde etmeyi hayatın hedefi haline getiren, insaf ve merhameti unutan niye adil olsun ki? Onu hangi duygu ve sebep adaletli olmaya sevkedebilir ki? Belki mesleği gereği, belki konumu gereği adaletle iş görebilir. Ama böyleleri nihai anlamda adil sayılabilir mi? Ya da böylelerine ahlaklı denilebilir mi?
Adaletli olmak ahlaklı olmanın gereğidir. Öyleyse zalimler en büyük ahlaksızlardır.

İslam bu anlamda ahlaklı ve adaleti yerine getiren insanlar istiyor. (Nahl, 16/90. Maide, 5/8) Bu da hayat ve mutluluktur.
Konuyu bitirmeden şunu da eklemek gerekir.

Hadis ilminde bir ravinin (hadisi rivayet eden alimin) güvenilir olabilmesi için onda ‚adalet'' şartı aranmıştır. Buradaki ‚adalet'', hadis aliminin inanmış, doğru ve ahlaklı olması demektir. Bir kimse Peygamberin sözlerini rivayet ediyorsa, onda ilim ahlakı olmalıdır. Ki ona itibar edilsin, rivayet ettiği hadise veya hadisle ilgili görüşlerine güvenilsin.
Bu da adaletin ahlakla ilgisini göstermektedir.

Adaletin ‚eşyayı yerli yerine koyma'' anlamına tekrar dönecek olursak, ahlak yerli yerinde davranış, dengeli ve doğru olmaktır. 

Ahlaklı ve insaflı adalet erlerine selam olsun.

Hüseyin K. Ece