-        Giriş

Günümüzde ilim, teknik ve bunlara bağlı pek çok imkan, araç, kurum ve kuruluş gelişti. Korkunç bir üretim ve tüketim yarışı aldı başını gidiyor. Bilim gelişti, çoğaldı, yaygınlaştı. Bilimsel bulgular, bilimsel araştırmlar, bilimsel yapılanmalar devasa boytutlarda çoğaldı.

 

Bilimin gelişmesine paralel olarak teknoloji baş döndürücü bir hızla gelişiyor, büyüyor, ve çoğalıyor. Hayatın her alanına teknoloji hakim. Teknoloji hayatı kolaylaştırmak için her ne lazımsa yapıyor. İcat ediyor, yapıyor ve piyasaya sürüyor. Bunlara bağlı olarak kurumlar kuruluyor, kurumlar yeni keşiflere imza atıyor, yeni ürünler buluyor.

Ülkeler ve bölgeler arası mesafeler azaldı. Bir yerden bir yere gitmeler kolaylaştı. Dünyanın bir yerinde olan bir olay anında diğer tarafında duyuluyor. Dünyanın bir tarafında yapılan bir ürün kısa zamanda diğer tarafta piyasada olabiliyor. İnsanlar bilgiye çok kısa sürede ve geniş bir şekilde ulaşabiliyorlar. İnsanlara geçmişe göre daha çok biliyorlar, daha çok okuyorlar, daha çok bilgiye muhatap oluyorlar. Bildiklerini sanayiye, teknolojiye, kurumlaşmaya, hayatı kolaylaştırıcı metodlar aramaya uyguluyorlar.

Eskiye nisbetle pek çok ilim dalı, bilgi kurumları, bilgi disiplinleri gelişti. Bu bilgileri ticarete ve kara dönüştürme çabaları inanılmaz boyutlara ulaştı. Bilgi son derece önemli bir güç haline geldi. Bilgi ve iletişim/medya korkunç bir silaha ve güce dönüştü. Kim bu ikisini paranın/sermayenin yardımıyla iyi kullanıyorsa, daha çok üretebiliyorsa; o güçlü oluyor. O kurum ve devlet daha çok kazanıyor, siyaset dünyasında daha güçlü oluyor.

Modernizm aldı başını gidiyor. Mega kentler, devasa yapılar, gökdelenler, korkunç büyüklükteki iş yerleri, hızlı erişim araçları, modern ve lüks yaşama alanları, ucu bucağı görünmez bir tüketim.

Hemen hemen bütün ülkelerde ilköğretim tahsili mecburi. Okuma yazma oranı çok yükseldi. Yüksek okul bitirenlerin oranı oldukça yüksek. Hayatın her alanında, her meslekte yüksek tahsilli insan görebilirsiniz.

Bütün bunlara rağmen ve modernizmin bu başdöndürücü gelişmesine, bunca eğitim kurumuna rağmen câhillik ortadan kalktı mı?

Eğitim kurumları okumuş cahiller mi, yoksa Gerçeği bilenler mi yetiştiriyor?

Câhiliye mantığında bir değişiklik oldu mu, bu devam ediyor mu?

Ebu Cehiller tarihe gömüldü mü?

Sorular artırılabilir. Burada öncelikle câhil kime denir, cahiliyye nedir onun cevabını arayalım. Sonra da İslamın cahiliyye dediği dönem ile günümüzün kafa yapısını örnekler vererek kıyas edelim.

 

-        Câhil/cahiliye

Türkçe sözlükte câhil; Öğrenim görmemiş, okumamış, bilgisiz, belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan, deneyimsiz, toy anlamına gelir. (Türkçe Sözlük, s: 241)

Arapça’da ‘cehele’ fiili sözlükte, ilmin zıddıdır ve bilmemek, tanımamak demektir.

Kur’an, bu fiili ve bunun türevleri olan ‘câhil’, ‘câhiliye’, ‘cehâlet’, ‘cehûl’ kelimelerini kullanmaktadır.

Buna göre ‘câhil’ aslında bilgiden yok­sun olan anlamına gelir. Bununla birlikte câhil,  bir konuda doğru olanın tersine inanan ve bir konuda yapılması gerekenin tersini yapandır. (Isfehani, el-Müfredat, s: 143).

Aynı kökten gelen ‘câhiliye’, İslam’dan önceki dönemin inanç, tutum ve davranışlarını niteleyen ayırdedici bir kavramdır. (İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 3/228-229)

‘Cehâlet’ cahil olma halini, ‘cehl’ içinde olma durumunu ifade eder.

Câhiliye kelimesi Kur’an’da Medi­ne döneminde inen dört âyette geçmektedir. Nüzul sırasına gö­re bu kelime ilk defa Âl-i İmrân 154de yer alıyor. Bazı münafıkların Allah hakkındaki yanlış dü­şüncelerinin ‘câhiliye zannı’na benzedi­ği söyleniyor. Ahzab 33te Peygamber hanımlarına; “ilk câhiliye dev­rindeki kadınlar gibi açılıp saçılmayın” deniliyor. Fetih 26. ayette ise ‘câhiliye taasunu’na işaret ediliyor. Maide 50 ayette bir uyarı görüyoruz. “Yoksa onlar ‘câhiliye hükmü’nü mü arıyorlar? İyi anla­yan bir toplum için hükmü Allah'­tan daha güzel kim vardır?” Bu aynı zamanda İslam öncesi uygulamaların haksız ve adaletsiz, barbar ve kaba, zalim ve tarafgir tarafına dikkat çekmektir.

Cahiliye kelimesi hadislerde de Tevhid dışı inanç ve tutumları nitelemek üzere kullanılıyor. (Bak: İbni Hişam 2/555-556. Buharî. İman/22. Müslim, İmare/53, no: 1848. Buharî, Cenaiz/39. Müslim, Cenaiz/29, no: 934)

Kimilerine göre câhiliye’ ‘hilm’in karşıtıdır. ‘Hilm’, sözlükte, düşünerek hareket etme (teenni), sakinlik, yumuşak huyluluk, ahlâk ve karakter sağlamlığı, çok duygusal olmama, tedbirli davranma ve ılımlı olma gibi anlamlara gelir.

‘Cahillik’ ise bütün bu ahlakî davranışların zıddıdır. Câhiliye ‘hilm’ sahibi olmama durumudur.  ‘Hilm’ sahibi olma bir anlamda ‘medeni’ insan olma sıfatıdır. Bunun tam karşıtı olan câhillik ise, azgın, arzularının esiri, taşkın içgüdülerine uyan, aceleci bir karakteri olan, olgun davranışlardan yoksun, vahşi ve kaba kimsedir.

 

-Cahiliye nedir?

İnsanın düşünüş ve davranışlarına inancı ya da dünya hayatını algılayışı yön verir. Onun kabul ettiği değer yargıları, ahlâk ilkeleri, dünya görüşü inancından kaynaklanır. İnsan hayatına yön ve anlam veren iki sistem vardır: Biri Allah’ın dini İslâm, diğeri de hangi ad altında olursa olsun ‘cahiliye’. Şirk bu sistemin daha çok inanç yönüne, cahiliye  bu gibi sistemlerin tutum, davranış ve değer yargılarına ad olmaktadır.

İslâm’dan önce câhiliye insanları hem hak dinden ve gerçek bilgiden yoksundular. Onun için güzel davranışlardan uzaktılar, davranışlarında kaba ve serttiler. Câhiliye insanı erken kızardı, akıllı hareket etmeyi bilmezdi, hüküm verirken taassuba ve haksızlığa düşerdi.

İslâm’dan uzak olan kişi ve toplumlar genellikle ‘heva’larına uyarlar. Onlar canlarının, yani keyiflerinin istediğini yapmaktan başka bir şey bilmezler. Dolaysıyla, hak-hukuk, erdem ve iyilik, başkasına saygılı davranma ve olgunluk gösterme onların yapacağı iş değildir. Bunlar hevalarına uydukları için yanlış inançlara düşerler, uydurma ilâhlar bulurlar ve Allah’tan başkasına ibadet etmekten çekinmezler.

Câhiliye, iyiyi kötüden ayırmasını bilmeyen bir anlayışın adıdır. Bu anlayışa sahip olanlar kör bir inat üzerindedirler. Onlar gerçeğe karşı kör ve sağır gibi davranırlar. İslâm öncesi müşrikler öylesine yanlış saplantı içerisinde idiler ki, bu yüzden sonu gelmez kavgaların, kan davalarının, şiddet ve baskınların arkasından koşup duruyorlardı.

Kur’an; câhil, câhiliyye, câhillik etme kelimelerini farklı yerlerde benzer anlamlarda kullanmaktadır. Bu kullanımlardaki ortak nokta, cehâletin yalnızca bilgisizlik olmadığı, düşüncesizce haraket etme, işin doğrusu dururken yanlış yapma, ilme değil de zanna (sanılara) ve hayallere (ümniyye’ye) dayanma ön plana çıkmaktadır. Zaten böyle yapmak, câhillerin davranış özelliğidir.

Câhiliye, kısaca Allah’ı idrak edememe ideolojisidir. Kur’an’a göre câhil, sıradan ve tahsille elde edilen bilgileri bilmeyen değil, Allah’ı, O’ndan gelenleri, hayatın var oluşu amacını bilmeyen ve onun gereğini yapmayandır.

Câhiliye, cehâlet mantığı üzerine kurulu dünya görüşünün, tutum ve davranışların genel adıdır. Bu görüşe sahip olanların davranışlarına câhilî düşünceler ve inançlar yön verir. Onlar sağlam bir bilgiye, insanı hakka ve en doğru yola götürecek bir ilme sahip olmadıkları için kendi hevalarının ölçüsünü doğru sanırlar. O yüzden uydurma tanrılara tapmayı, ya da hiç bir şeye tapmamayı, İslâma/Kur’an’a karşı gelmeyi doğru zannederler.

Zenginliğin, kalkınmanın ve servetin üstünlük olduğunu düşünür ve yoksullarla/geri kalmışlarla bir arada bulunmak istemezler. (Hûd 11/20) Mü’minler, sabırlı, ağırbaşlı, teenni ile, düşünerek hareket ederler. Buna karşın câhiller, ‘câhiliye hamiyyeti/cahillik tassubu’yla (Fetih 48/26) hareket ettikleri için, sert ve kaba, düşüncesiz ve hafif meşrep, adaletsiz ve tarafgir davranırlar.

 Mü’minler, inançta, düşüncede, ahlâk ve davranışlarda, karar vermede ve insanlarla ilişkilerde Allah’ın indirdiği hükümlere uyarlar. Câhiliye düşüncesine sahip olanlar ise Allah’ın hükümlerini tanımazlar, onları beğenmezler ve kendi hevalarına uyarlar.

İslâm ile şereflenen sahabeler ‘câhiliye dönemi’ne ait her şeyi terkettiklerini söylerken, câhiliyenin kibir ve taassubunu, sürekli sürtüşmeye yol açan kabilecilik anlayışını, kaba ve hayırsız davranışlarını, vahşi karakterini ve putçuluğa ait her şeyi kasdediyorladı.

İnsanların hevalarına uyduğu, nefislerinin, isteklerinin kulu oldukları, Allah’ın hükümlerinin kabul edilmediği, çeşitli ilâhlara ibadet edildiği, sömürü ve zulmün bulunduğu, kavmiyetçilik ve asabiyyenin (tarafgirliğin) yaygın olduğu, hüküm vermede hakkın ve adaletin uygulanmadığı her yer ve zamanda câhiliye var demektir.

 

-Günümüzde câhiliye

Câhiliye’yi, yalnızca İslâm’dan önceki dönem diye çevirme yanlış olacaktır. O dönemin adı ‘câhiliyye’dir. Ancak bu kavram, câhilî davranış ve inançların genel adıdır. Firavun nasıl, haddi aşan, azan, kibirlenip kendini Allah’a muhtaç görmeyen, zulmün ve tuğyanın (azıp-sapıtmanın) sembolü ise; câhiliye de bilgisizliğin, bilgisizce hareket etmenin, yaptığı şeyin sonucunu düşünmemenin, Allah’ı ve O’nun âyetlerini anlamamanın, Allah’a isyan etmenin ne kadar kötü olduğunu idrak edememenin sembol kavramıdır.

Câhil kimselerin özelliklerine bakarsak, câhiliyenin her zaman ve her yerde olabileceğini daha rahat anlarız.

M. Kutub’un bir kitabı Türkçe’ye ‘Yirminci Asrın Câhiliyyeti’ şeklinde çevrildi. H. Aktaş Hocaefendi de bu günümüzün anlayışını ‘Medeni Vahşet’ olarak niteliyor. Siz buna ‘kravatlı eşkıyalar devri’ de diyebilirsiniz. Ya da ‘diplomalı cahillerin sebil olduğu zaman’. Eskiler, “bu kadar cehalet ancak tahsille olur” demişler. Doğrudur. Günümüzdeki bu kadar yanlışı, dalavereyi, zulmü haksızlığı, kitle imha  silahlarını, acımasız adam öldürme yöntemlerini, usta hırsızlıkları, çeşit çeşit sihirbazlıkları, başkalarına hükmetmek için bu kadar rafine yöntemleri, üç kağıtçılıkları yapsa yapsa ancak tahsilli kimseler yapabilir.

İşte bir kaç benzetme.

Câhiliye insanının en önemli özelliği alemlerin rabbi Allah’ı hayata karıştırmaması idi. Tanrı veya tanrılar olsun ama onların kontrolünde haddini bilen tanrılar olsun. O yüzden câhiliye insanı hükmedebileceği tanrılar icat etti onların yetkisini de kendisi tayin etmeye kalktı. Günümüzde de insanlar Allah’a hayatlarına sokmak istemiyorlar. Ya yok diyorlar, ya da yetki alanını kendileri belirliyorlar. 

Câhiliye döneminde Allah’ın kötü, zararlı, günah diye nitelediği şeyleri insanlar isteyerek yapıyorlardı. Günümüzde de Vahy’in iyi dediği neredeyese her şeye kötü, kötü dediği her şeye neredeyse iyi diyorlar. Bunları yapanları çağdaş, yapmayanları çağdışılıkla suçluyorlar.

 Câhiliye döneminde hak güçlünündü ve güçlü her zaman haklı idi. Günümüzde değişen bir şey yok. Bazı ülkelerde göreceli insan hakları gayretleri, adaletle iş görme çabaları olsa bile,  dünyanın büyük bir bölümünde, özellikle devletler siyasetinde güçlü hep haklı konumunda, zayıflar en tabii insan haklarından bile mahrumlar.

Câhiliye döneminde kabilecilik taassubu (İslâm buna asabiyye diyor) yaygındı. İnsanlar kabileleri, yani soyları ile övünür, davalarda ve insanlararası ilişkilerde mutlaka kendisinden olandan yana tavır kordu. İnsanları birbirine sevgi ve saygı değil, kan bağı ve çıkar bağı bağlıyordu. Günümüzdeki ırkçılık ve grup asabiyyeti, tarafgirlik, kafatascılık bundan farklı değil. Ulus devletler halklarını bu anlayışla eğitiyorlar, bazı gruplar kavmiyetçiliği bayraktarlaştırıyor, ‘biz ve ötekiler’ diye başka insanları, başka kültürleri aşağı görüyorlar. İnsanlar arası ilişklerde sevgi, değer verme, vefa ve kadirşinaslık değil, çıkar ve kâr etme anlayışı esastır.  

Câhiliye döneminde kumar, zina/fuhuş, hırsızlık en geniş şekilde yapılmakta, içki su yerine içilmekte, riba (faiz) ekonominin can damarı kabul edilmekte idi. Günümüzde bu anlayış katlanarak devam ediyor. Kumar devletler eliyle yumuşak yöntemler oynatılıyor. İçki üretiminde ve tüketiminde sınır yok. Hırsızlık en modern, en rafine, en kurnaz yöntemlerle yapılıyor. Üstelik hırsızlar/hilebazlar bir şekilde ödüllendiriliyor, dürüstlük enayilik sayılıyor.

Câhiliye döneminde kadın değersizdi. Kız çocuklarından utanılırdı. Daha çok köle ve hizmetçi konumunda idiler. Günümüzde kadınların genel duurmunda düzelmeler olsa bile, yine alınıp satılıyorlar. Yine çeteler kadınları kaçırıp köleleştiriyorlar. Küçük yaştakiler bile bu vahşetten kurtulamıyorlar. Çocuk istismalarının haddi hesabı yok. Bütün bunlar üstelik kadınların ve çocukların haklarını aldığı, kanunlarla çok iyi korunduğu söylenen zengin ülkelerde oluyor.

Câhiliye kadını da açık ve saçıktı. Çünkü o günün hakimlerine göre kadının kullanılması için bu gerekli idi. Kadın da onları gözünde bir yer edinebilmek için kişilikten çok dişliliği ön plana çıkarmak zorunda kalıyordu. Günümüzde bu anlayış katlanarak devam ediyor. Üstelik ibadet anlayışı ile örtünmek gericilik ve kadına baskı olarak algılanılıyor.

Câhiliye insanı, bu dünyalık yaşıyordu. Öteyi, ölümden sonrasını hesaba katmıyordu. Bütün hesapları ve planları bu dünya hayatına endeksli idi. Günümüz insanına verilmek istenen anlayış da bu.

Câhiliye dönemi insanı, Allah inancından uzak olduğu için gerçek bilgiden, barış ve saadetten, ideal adaletli bir sistemden mahrumdu. O yüzden o dönemin insanı vahşi ve kabaydı, tarafgir ve zalimdi. Günümüzde Allah’ı ve O’nun hükümlerini devre dışı bırakanların durumu farklı değil.

Câhiliye anlayışı, hak davet karşısında olumsuz, inatçı, bağnaz, kindar ve taassup sahibi idiler. Batılı, yanlışı, günah olan tutumlarını, adaletsiz olan tavırlarını gayretle savunurlardı. Günümüzde de batıl ve şeytan taraftarının tavrı aynıdır.

 

-Allah (cc) Peygamber’e şöyle emrediyor:

“Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslâma) uygun olan örfü emret ve cahillerden yüz çevir.” (A’raf 7/199)

Ümmü Seleme (r.anha)’dan rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v) evinden çıkarken şöyle dua ederdi: “Bismillah Rabbim! Ayağımın kaymasından, sapıklıktan, zulmetmekten ve zulme uğramaktan, cahillikten ve cahillikle itham olunmaktan Sana sığınırım.” (Tirmizî, Dua/33. İbn Mâce, Dua/18)

 Hüseyin K. Ece