• Kur’an’da yardım

İnsan sosyal bir varlıktır. Başkası olmadan, tek başına yaşaması neredeyse imkansız gibidir.  İster istemez başkalarına muhtaçtır. Üstelik insan zayıf bir varlıktır. Varlığının devamı için kendi dışındaki imkanlara ihtiyacı vardır.

 

Bilinen bir gerçektir ki her toplumda herkes zengin değildir. Ya da tüm insanlar bütün ihtiyaçlarını mükemmel bir şekilde karşılayamazlar. Mutlaka bir açıdan muhtaçtırlar. Fakir maddi desteğe, özürlü sağlam kimselerin yardımına, hasta bakıma, cahil bilenlerin bilgisine, aklı başında olmayan akıllıların nasihatına, çocuklar anne-babaların veliliğine, hizmet bekleyenler sanatkârların mesleğine, toplum becerikli insanların yararlı faaaliyetlerine muhtaçtır.

Sosyal varlık olmanın gereği birlikte yaşamak, birbirine destek olmak, yardımlaşmak ve paylaşmaktır. Elinde imkanı olanlar başkalarını da hesaba katmak zorundadırlar. Eldeki imkanı başkalarıyla bölüşmenin iki önemli boyutu vardır. Birincisi: malın/servetin/zenginliğin belli ellerde baskı, sömürü, hükmetme ve köleleştirme aracınma dönüşmesini önlemek, ikincisi de: yardım almayı hak etmektir.

Yardımlaşma bir açıdan kendi ihtiyacını karşılamak gibidir. Zira kendisi başkasına yardım ederse, kendisi de yardım görür. Kim Allah için bir kimsenin ihtiyacını giderirse, Allah (cc) onun ihtiyacını giderecek kullar yaratır.[1]

Kur’an, elde edilen ganimetlerin (dünyalıkların) hak edenler, özellikle muhtaçlar arasında adil bir şekilde dağıtılmasını emretmektedir.[2] Varlıklı olanlar ellerindekinden başkalarını faydalandırırlarsa, servet onların elinde tahakküm aracına dönüşmez. Yarın kendileri de muhtaç duruma düşerlerse, yardım alamaya hak kazanılar. “Düşmez kalkmaz bir Allah’tır.” İnsan ne kadar zengin, varlıklı, güçlü veya iktidar sahibi olursa olsun, günün birinde zayıflar, fakir düşebilir, muhtaç hale gelebilir.  

İslâm bu anlamda yardımlaşmayı, paylaşmayı, destek olmayı, Allah’ın insana emanet olarak verdiği maddi ve manevi imkanlardan Allah’ın kullarını faydalandırmayı emrediyor. Böyle yapmayı iman etmenin bir gereği, imanın pratiği olarak kabul ediyor.  İslâmda yardımlaşmayı, paylaşmayı, dayanışmayı anlatan aynı veya yakın anlamda teâvün (yardımlaşma), tezâhür (sırt sırta vermek), tenâsur (yardımlaşma)  tedâmun (birine destek vermek), teâlüf (kaynaşma), teâhi (kardeşlik bağı oluşturma), sadaka, ihsan, in’am (nimetlendirme), it’am (doyurma), infak, îsar (başkasını kendine tercih etme), ikram, bezl (vermek) gibi pek çok kavram vardır.

Bunun yanında ana babaya saygı, sıl-ı rahim, yetim, yoksul ve kimsesizleri himaye, komşu hakları, birlik ve kardeşlik, ziyaret, hediyeleşme, dostlara yemek ikramı, misafirperverlik de yardımlaşma ve dayanışmayı anlatırlar.[3]

Peygamber (sav) zekâtı İslâmın üzerine bina edildiği esaslardan biri olarak sayıyor.[4] Kur’an’da da  çoğu namazla birlikte olmak üzere 31 âyette geçmekte, bazı âyetlerde işaret edilmektedir.

Kur’an, bazı hataların cezası olarak keffareti ön görmektedir. Zekât ve keffaretle ilgili âyetlerin amacı müslümanların arasındaki yardımlaşmayı sürekli kılmak ve yardımı kurum haline getirmektir.

Fecr sûresinde Mekke müşriklerinin bencillik ve maddeperstlikleri, yetimlerin ve muhtaçların  sıkıntıları karşısındaki duyarsızlıkları ağır biçimde eleştirilmekte bu yüzden büyük cezaya çarptırılacakları bildirilmektedir.[5]

Muhtaçlara yardıma çağrılan müşrikler “Allah’ın doyurmadıklarını biz mi doyulım” demeleri apaçık bir sapıklık olarak niteleniyor.[6]

Pek çok âyette yoksulu doyurmaktan, yetime ilgi gösterilmekten, yetimi itip kakmanın yanlışlığından söz edilir. Yetime ve muhtaca ilgi göstermenin akabe (sarp yokuş) olduğu söylenip, bu zorluğa rağmen onlara yardım edilmesi gerektiği emredilir.[7]

Kur’an’a Peygamber’e hitaben: “O, seni yetim bulup barındırmadı mı?... Öyleyse yetime haksızlık yapma!”[8] deniliyor.

Şu ayette ise yetime, bir anlamda muhtaç olduğu şeyden mahrum olana yardım etmemek, onun itip kakmak, onunla ilgilenmemek “Gördün mü, o hesap ve ceza gününü yalanlayanı! İşte o, yetimi itip kakar.”[9]

Bir ayette (Mümtehıne 60/8-9) müslümanların kendinlerine zarar vermeyen gayr-i müslimlere  iyilik etmelerine izin verilmesi, din farkının yardımlaşmaya engel olmadığının işaretidir.[10]

Kur’an’ın yardım etme, yardımlaşma, iyilik etme, yükünü paylaşma, ihtiyacını karşılama, destek olma, yükünü hafifletme manasında bir kaç kavram ve tabir (kalıp kavram) kullandığını görüyoruz. Şimdi onları kısaca açıklayalım.

 

  • Kur’an’da yardımlaşmayı anlatan kavramlar:

1-Teâvün:

‘Teâvün’ kavramının aslı ‘avn’ fiilidir. Bu da sözlükte yardım etmek demektir.

Aynı kökten gelen ‘teâvün ve muâvene’ karşılıklı yardımlaşma demektir. ‘İâne ve maûnet’ de yardım etmek manasında kullanılır. Yardım eden kimseye ‘muîn’, birinden yardım istemeye ‘istiâne’, kendisinden yardım istenene de ‘müsteân’  denir.[11] 

Yine aynı kökten gelen ‘maûn’, insanlara faydalı olan şeyleri anlatır.[12]

‘İâne’ fiili Kur’an’da iki âyette geçiyor.[13]

‘İstiâne’ ise dört âyette temamen Allah’tan yardım isteme anlamında geçmektedir.[14]

‘el-Müsteân’, Allah’ın güzel isimlerinden biridir ve iki âyette geçmektedir.[15]

‘Teâvün’ karşılıklı yardımlaşma demektir ve Kur’an’da bir âyette geçmektedir.[16] Konumuz açısından bu âyet üzerinde biraz duracağız. Zira âyet yardımlaşma konusunda ilâhî bir emri ve yardımlaşmanın boyutlarını gösterme açısından son derece önemli bir gerçeğe işaret ediyor.

Buhârî’de “Teâvün fil-mescid” (Salat/63) ve “Teâvünü’l-mü,’minin ba’duhum ba’den” (Edeb/36) başlıkları var.

 

2-Müzâhera/tezâhür:

‘Zahr/sırt’ kökünden türeyen ‘tezâhür/müzâhera’ birbirine destek olmak, yardımlaşmak demektir. ‘Zâhir ve zahîr’ de yardım eden, birinin yükünü sırtlayan demektir.[17]

‘Müzâhera’ üç ayette fiil halinde geçiyor ve  özellikle müslümanların aleyhine birbirlerine yardım edenleri anlatıyor.[18]

‘Tezâhür’ üç âyette geçiyor.[19] Bekara 85te Maide ikinci âyette geçen ‘teâvün’e yerine ona benzeyen ‘tezâhür’ fiili kullanılıyor ve kötülük için birbirlerine yardım eden İsrailoğulları kınanıyor.

Tahrim 4. âyette diğer hanımlarına karşı birbirlerine yardım eden, arka çıkan, bunun neticesinde Peygamber’i inciten mü’minlerin anneleri  hz. Aişe ve hz. Hafsa’nın uyarıldığını ve tevbeye davet edildiklerini görüyoruz.[20] 

Görüldüğü gibi müzâhera ve tazâhür geçen âyetlerde haksız ve gayr-i meşru yardımlaşmalara işaret ediliyor ve iman edenlere karşı bu gibi yardımlaşmayı yapanlar kınanıyor.

Bunun tersi şüphesiz ki haklı ve meşru yardımlaşmadır. Bu zımnen, “ey müslümanlar siz böyle yapmayın. İyilik, takva ve hayır için bir araya gelin, bu amaçları gerçekleştirmek üzere birbirinize yardımcı olun, sırt sırta verin, imkanlarını ve güçlerinizi birleştirin, birbirinizi hak meselelerde ve adalete uygun konularda destekleyin” demektir.

 

3-İnfak

İslâmda yardım etmeyi, vermeyi, adamayı, bölüşmeyi ve yardımlaşmayı en iyi ifade edenler kavramlardan biri de infaktır. Uygulama sahası çok geniş olan infak mü’minlerin en belirgin özelliğidir.[21] İnfak Kur’an’da pek çok âyette ya emrediliyor, ya da infak edenler övülüyor.[22]

İnfak kelimesinin aslı ne-fe-ka fiilidir. Bu da tükenmek, azalmak, elden çıkmak anlamlarına gelir. İnfak,  malı veya benzeri ihtiyaç maddelerini hayır yolunda harcamak, tüketmek  demektir.[23]

İnfak şöyle de tanımlanabilir; yarar veren bir şeyi ona muhtaç olanlarla paylaşmaktır.

Dinî ve ahlâkî bir terim olarak ‘infak’ genellikle; Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, ihtiyaç sahiplerine her türlü yardımda bulunması şeklinde anlaşılmıştır.

Bu demektir ki infak her ne kadar ferdi bir ibadet, kişisel bir sorumluluk olsa da, onun hedefi ve sonucu açısından ailevî ve sosyal bir yönü vardır.  İmkânı olan bir Müslüman, ümmet bilinci gereği ve kulluk görevi olarak Allah’ın kendisine nasip ettiği imkânları başkalarıyla bölüşmeye çalışır. Böylelikle hem çevresine karşı görevini yapmış olur hem de bir ibadeti yerine getirirken insanlara da faydalı olur. Onların bir ihtiyacını giderir. Onların yaralarını sarar.

Zaten toplumlarda herkes bir şekilde ihtiyaç sahibidir. Bazıları ise bazı imkânlara sahiptir. Bu imkânlar maddi olabilir, manevi olabilir. İnfak bilinci olan bir müslüman işte elindeki hangi imkânı varsa onu diğerleriyle bölüşür.

Aslında infak; Allah’ın insana verdiği imkânları yine Allah’ın kullarına reva görmektir, bölüşebilmektir.[24] İnfak yalnızca bakmakla mükellef olunanlara, akrabalara, dostlara ve misafirlere yapılan harcama değildir. Bu ibadet sayesinde toplumlardaki muhtaçların, aç susuzların, çıplakların sayısı azlatılmaya çalışılır. Kimsesizlere, yalnızlara, özürlülere ve sahipsiz ihtiyarlara sahip çıkılır.

 

4-Zekât/sadaka

‘Sadaka’, kişinin malından sırf Allah’ın hakkı olarak ayırdığı vergidir. Bir açıdan Allah’a sadâkatla bağlı olmayı ifade eder. Sadaka vermek anlamına gelen ‘tasadduk etmek’ kelimesi de aynı kökten gelir ve ‘sadâkatle bağlılığı aramak’ demektir.

Sadaka, en geniş anlamıyla; Allah rızası için yapılan her iyilik, verilen ve harcanan her şeydir. Sadaka’nın çoğulu ‘sadakât’tır. Bir çok vacip ve nafile ibadeti, yardımı ve iyiliği içerisine almaktadır. Nitekim, mü’minin zekât vermesi sadaka olduğu gibi, müslüman kardeşinin yüzüne gülümsemesi bile bir sadakadır.

Allah’ın verdiği nimetler karşılığında, yani her bir ni’met için sadaka vermek, şükrün bir ifadesidir. İnsanoğlu her bir eklemi için, her bir günü için sadaka vermelidir.

Bu bakımdan sadakanın illa mal veya para cinsinden bir şey olması gerekmez.

Hadise göre iki kişinin arasında adaletle hükmetmek, bineğine binmesi için bir kimseye yardım etmek, güzel söz söylemek, yolları temiz tutmak, insanlara eziyet veren şeyleri gidermek, insanlara iyilik etmek, bir kimseye yol göstermek, gönül almak, yumuşak söz söylemek, güler yüzlü olmak, ağaç dikmek ve benzeri bütün güzel davranışlar birer sadakadır.[25]

Dikkat edilirse bütün bunlar bir açıdan yardımlaşma ve toplumun faydasına işlerdir.

Sadaka, önce vacip (farz) ve nafile olmak üzere ikiye ayrılır. Vacip (farz) olan kısmına ‘zekât’ denilir. Kur’an, zekât’ ibadetini aynı kelimeyle anlattığı gibi, bazı yerlerde ‘sadaka’ olarak[26], bazen de mü’minlerin yakınlarına, yetimlere ve fakirlere yapılan yardım şeklinde kullanmaktadır.[27]

Farz veya vacip diye nitelenen sadakalar (zekâtlar) belli ölçülerde ihtiyaç sahiplerine, yani Tevbe Suresi 60. âyette belirtilen kimselere verilir.

Mü’minler bunun dışında ihtiyaç sahibi olan kimselere ihtiyaçları ölçüsünde ‘sadaka’ vermeliler. Bu sadakanın ölçüsünü ihtiyaçlar ve müslümanların cömertlikleri belirler.

İnsanların faydalandığı kurumlar kurmak, hayırlı eserler ve ortaya faydalı bir ilim koymak (sadaka-i cariye/devam eden sadaka)[28], hayır ve hasenât yapmak, toplum arasında iyi bir çığır açmak, güzel bir adet başlatmak birer sosyal yardımlaşmadır.[29]

Allah yolunda vakfedilen mallar da sadaka-i cariye’dir. Vakfedilen malların da toplum yararına kullanılması gerektiği açıktır.

Günümüzde anlamı daraltılan ve basitleştirlen sadaka aslında, her türlü meşru yardımlaşmayı kapsayan bir ibadettir. Hadisler sadaka kavramını en geniş anlamıyla açıklıyor.  Sadaka sadece maddi yardım değildir. Bunun yanında hayır amaçla çalışma, bedenle ayrdım etme, iyiliğin yayılması için çalışma, kötülüğün azalması için çaba gösterme, kötülükten uzak durma da sadakadır.[30]

 

5-Ensar olmak

Yardım etmek manasındaki diğer bir kelime de nasr’dır. ‘Nasr’ sözlükte yardım etmek, yardımda bulunmak manasına gelir. ‘Nasr’ masdarı Kur’an’da hem Allah’a ve hem de insanlara nisbet ediliyor.[31]

‘Nasr’ mazluma yardım etmek, ‘nusret’ ise yardım etmenin güzelliği demektir. Aynı kökten ‘nâsır, nasîr’; yardım eden, ‘tenâsur’; yardımlaşma, ‘müstensır’; yardım isteyen demektir.

‘Nasîr’in çoğulu olan ‘ensar’ sözlükte yardım edenler demektir.[32]

Kavram olarak ‘ensar’; Muhammed’in (sav) davetini kabul edip, cahiliyye hayatından ‘saadet asrına’ geçen, Mekke’den hicret eden muhacirlere yardım eden, Kur’an’da sık sık övülen, bütün insanlık için örnek olan sahabe topluluğunun bir kısmının özel adıdır.[33]

Kur’an mü’minlere şöyle diyor: “Ey iman edenler! Allah’ın (dininin) yardımcıları olun, tıpkı Meryem oğlu İsa’nın havarilere demesi gibi…”[34]

“Sözün (lafzın) özel olması hükmün genel olmasına engel değildir” kuralından hareketle diyebiliriz ki: Bütün mü’minler, her devirde ve her yerde öncelikle İslâm’ı canlı hayat haline getirerek, diğer insanlara ‘hidayet’ örneği olarak yardım ederler, ‘ensar’ olurlar.

Bunun yanında mü’minler, dünyanın neresinde olursa olsun, ezilen, hor görülen, müztez’af hale getirilen, yerinden yurdundan sürülen mü’minlere ellerinden geldiği kadar ‘ensar’ olmak, gerekli yardımı ulaştırmakla görevlidirler.

Bu da insanlara yardım etmenin, yardımlaşmanın bir başka şeklidir.

 

6-Veli olmak

‘Veli’ kelimesinin kökü ‘velâ’dır. Bunun masdarı da ‘velâyet’tir. Velâ ve velâyet, sözlükte, arada bir şey bulunmadan bitişiklik, yanyana olma ve yaklaşma manasına gelir. Bu anlamdan hareketle ‘velâyet’ kavramına; arkadaşlık, niyet, yer, zaman, din ve nisbette, yardımda, inançta tam bir yakınlık anlamları verilmektedir.

‘Velâyet’, aynı zamanda yardım işini üzerine alma, destek olma anlamlarına da gelir. ‘Velâyet’ her şeyden önce bir iman, duygu ve birbirine destek olma beraberliğidir. Bundan dolayı bütün müslümanlar Kur’an’a göre karşılıklı olarak birbirlerinin velisidirler.[35]

Bunun ilk örneğini sahabe toplumu Ensar ve Muhacirde görüyoruz.[36]

Kur’an şöyle buyuruyor: “Mümin erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin velisidirler. İyiliği (ma’ruf’u) emrederler, kötülükten (münker’den) alıkorlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler...”[37]

İmanın müslümanlara yüklediği bu görev sebebiyle mü’minler birbirlerine yakındır, müttefiktir, dosttur. Birbirlerini severler, dayanışma içinde olurlar, yardım ederler,  birbirlerine destek olurlar, eksikliklerini tamamlarlar, hayır işlerinde yardımlaşırlar. Onlar birbirlerine karşı çocuğun velisi baba rolündedirler. Bir baba çocuğuna nasıl yürekten velilik yaparsa müslümanlarda diğer din kardeşlerine tıpkı öyle davranırlar.

 

7-Kardeş olmak (teâhi)

Kur’an mü’minlerin dinde kerdeş olduklarını söylüyor. (Hucurât 49/9) Kardeş olmak da veli olmak gibi bir şeydir. Kardeşliğin tabiatında sevgi, ilgi, muhabbet olduğu gibi, rahmet etmek, yani ona iyi duygular beslemek, gerektiği zaman yardm etmek, haklı olduğu konularda onu desteklemek, davetine icabet etmek, hastalığında ziyaret etmek, fıtrasını, sadakasını, zekâtını ve ihsanını ona yapmak ve her zaman cemaat halinde dayanışma manası da vardır.[38] 

Müslümanlar, diğer kardeşlerini düşünürler, bazen kendileri ihtiyaç içerisinde olsalar bile kardeşlerine yardım ederler, onların ihtiyaçlarını giderirler, onları sıkıntıdan kurtarmaya çalışırlar. Kur’an böyle yapanları övmektedir. (Haşr 59/9. İnsan 76/8-11)

Bazı onurlu mü’minler utandıkları için ihtiyaç içinde olduklarını bildirmezler. Gücü yerinde olan kimseler onları arayıp bulmalı ve onlara yardım etmeli. (Bakara 2/273)

 

8-İhsan

İhsan kelimesi, ‘ha-se-ne’ kökünden türemiştir. Bütün güzellikleri ve rağbet edilen şeyleri ifade eder. İhsan ahlâkının iki yönü vardır: Birincisi; başkasına iyilik etmek, ni’met kazandırmak, yardımcı olmak ve bütün bunları güzellikle yapmak, İkincisi; amelde ihsan, yani bir şeyi güzel bir bilgi ile bilmek ve güzellikle yapmak.

İhsan ahlâkı, adaletten daha kapsamlı bir güzel huydur. Çünkü adalet anlayışında, karşıdakinin hakkını vermek varken, ihsanda ise daha fazlasını vermek, daha güzeli ile karşılık vermek anlayışı vardır.

Allah (cc) mü’minlere adaletle beraber ‘ihsan’ı da emrediyor.[39]

Halk arasında, yapılan maddi ve manevi yardımlara da ‘ihsan’ denildiğini hatırlayalım. ‘İhsanda bulundu, ihsan etti’ şeklindeki ifadeler bu türlü yardımları anlatır.[40]

İnsanlara güzellikle davranmak bir açıdan onlara yardım sayılır. Her ne şekilde olursa olsun yardım etmek, ikramda bulumak, iyilik etmek ihsan ahlâkı ise, bu da yardımlaşmanın bir başka yönüdür.

(Devamı var)

 

 

 

[1] Buhârî, Mezâlim/3 Hadis No: 2442). Müslim, Birr/58 Hadis No: 6578), Zikir/38 (Hadis No: 6853). Ebû Dâvûd, Edeb/38 (Hadis No: 4893). Tirmizî, Hudûd/3 Hadis No: 1425-1426, Birr 19 (Hadis No: 1930)

[2] Haşr 59/7

[3] O. Demir, TDV İslâm Ansiklopedisi, 40/526

[4] Buhârî, Îmân/2 (Hadis No: 8), Tefsîru (2)/30 (Hadis No: 4513). Müslim, Îmân/19-22 Hadis No: 111-114). Ayrıca Bk. Tirmizî, Îmân/3 (Hadis No: 2609). Nesâî, Îmân/13 (Hadis No: 5004)

[5] Fecr 89/17-26

[6] Yasin 36/47. M. Çağrıcı, TDV İslâm Ansiklopedisi, 43/33

[7] Beled 90/11-15)

[8] Duhâ 93/6, 9

[9] Maûn 107/1-2

[10] M. Çağrıcı, TDV İslâm Ansiklopedisi, 40/333

[11] İbni Manzur, Lisânu’l Arab, 14/269-270

[12] İbni C. Et-Taberî, Tefsir 12/709

[13] Kehf 18/95. Furkan 25/4

[14] Fatiha 1/5. Bekara 2/45, 153. A’raf 7/125

[15] Yusûf 12/18. Enbiya 21/112

[16] Maide 5/2

[17] R. İsfehânî, El-Müfredât, S: 475. İbni Manzur, Lisânu’l Arab, 9/201

[18] Tevbe 9/4. Ahzab 33/26. Mümhanie 60/9

[19] Bekara 2/85. Kasas 28/48. Tahrim 66/4

[20] İbni C. Et-Taberî, Tefsir 12/153

[21] Bekara 2/3, 274. Âli İmran 3/134. Enfal 8/3. Hac 22/35. Kasas 28/54. Secde 32/16. Şûra 42/38

[22] Mesela; Bakara 2/245, 254, 261, 267. Âli İmran 3/92, 180. Sebe’ 34/39

[23] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab 14/326, Firuzabadi, El-Kamûsu’l-Muhît S.926, R. El-İsfehani, El-Müfredât S.765

[24] H. K. Ece, İslamın Temel Kavramları, S. 294-295)

[25] Müslim, Zekât/56 (Hadis No: 1009)

[26] Tevbe 9/58, 60, 79, 103, 104. Mücadile 58/12-13

[27] Bekara 2/177, 263

[28] Darimî, Mukaddime/44 (Hadis No: 523)

[29] Müslim, İlim/15 (Hadis No:1017). İbni Mâce, Mukaddime/l4 (Hadis No: 203). Darimî, Mukaddime/43 (Hadis No: 518-523). Nesâî, Zekât/64 Hadis No: 2555)

[30] Buhârî, Zekât/30, Edeb/33. Nesâî Zekât/56.

[31] Âl-i İmran 3/123, 160. Tevbe 9/25. Fetih 48/3

[32] R. el-İsfehânî, El-Müfredât, s: 753

[33] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 9/201

[34] Saff 61/14

[35] H. K. Ece, İslâmın Temel Kavramları, S: 763

[36] Enfal 8/72

[37] Tevbe 9/71

[38] En’am 6/151. İsra 17/23-38. Hucurât 49/9-13

[39]Nahl 16/90

[40] H. K. Ece, İslâmın Temel Kavramları, S: 284