Özgürlük sınırsız, ilkesiz, ölçüsüz olmak mıdır?

Hürriyet kişinin istediği şeye istediği kadar sahip olması mı, sahip oldukları üzerinde dilediği gibi tasarruf yapabilmesi midir?

Özgürlük, dilediği yerde dilediği gibi at koşturmak, dilediği yere girip çıkmak, dilediği gibi koşuşturmak mıdır?

Hürriyet her şeyden azade olmak, hiç bir şeye, hiç bir kimseye bağlı olmamak,  kimseye karşı hesap verici konumda olmamak mıdır?

Özgürlük kişinin dilediği gibi düşünmesi, dilediği kelimeleri istediği yerde kullanması, aklına gelen her şeyi uluurta söylemesi midir?

Özgürlük ilke, kural, hudut, değer tanımamak mıdır? Böyle bir özgürlük ile anarşızm arasında fark var mıdır?

Özgürlük insanın dilediği gibi günah işlemekte serbest olması mıdır? Tanrıya kafa tutma, O’nun hakkında istediği gibi konuşabilme, O’nun çizdiği sınırları zevkle çiğnemek midir?

Özgürlük insanın dilediği, aklına estiği, kendi kafasından ürettiği gibi tapınması mıdır? İnanma-tapınma konusunda tanrı veya din uydurma serbestliği midir? 

Özgürlük, zevklerin, şehvetlerin, dünyalıkların, hırsın dar dünyasına girmek, oralarda takılıp kalmak mıdır? Gerçeğin sadece bu dünyadaki yaşantı olduğunu düşünerek alabildiğine zevklenmek midir?

Hürriyet, günleri, ayları, bütün bir ömrü dünyalıklar, servet, kazanma ve harcama peşinde harcamak mıdır? Bütün çabayı, bütün emekleri, bütün dikkatleri bunları kazanmak, bunları yığıp biriktirmek, çok şeye, daha çok şeye sahip olmak gayesi ile yaşamak mıdır?

Elde olana ‘benim’ demek, kimseyle bölüşmemek, kendi zevki için, kendi lüksü için, kendi çıkarı için dilediği gibi harcamak mıdır?

Yoksa özgürlük başka bir şey mi?

 

-          Gerçek özgürlük

Bir kişi bir şeyi/bir kimseyi ölesiye severse ona meyleder, hatta ona kul köle gibi olur. Emrini ve isteklerini yerine getirmeye hazir olur. Malından, servetinden, kazanmaktan başka gerçek tanımayan nasıl özgür olabilir ki?

Canının her istediğini yapmaya kalkışan nefsinin, egosunun esiri  olmuş demek değil midir?

Şehvetinin, yani aşırı isteklerinin peşinde ömür tüketen zaten nefsinin kulu, aşırı tutkularının kölesi olmuş demektir.

İnsan yapısı gereği kulluk (ibadet) yapmak, kendince yüce, iyiliği veya kötülüğü olabilecek bir gücün önünde eğilmek zorundadır.  Ondan geldiğini düşündüğü ilkeleri kabul etmek, ona bir şekilde perestij göstermek zorundadır. Bunu Hak olan Yaratıcı karşı yapamayanlar, önünde eğilecekleri o gücü, yani tanrıyı kendileri uydururlar. Bazı şeyleri tanrı gibi, bazı güç odaklarını tanrısal zannederler. Ya da onlara karşı gelmeksizin itaat etmek, onlardan gelen ölçüleri/ilkeleri kabul etmek zorunda olduklarını düşünürler. Bu da onları kutsal saymanın başka bir şeklidir.

Nitekim Kur’an bazı kimselerin hevalarını (keyf ve bencil yargılarını) tanrı edindiklerini haber veriyor.

“Sen hiç kendi heva ve heveslerini tanrılaştıran (birin)i düşündün mü? Şimdi, böyle birinden de sen mi sorumlu olacaksın?”[1]

“Vahyin rehberliğine tabi olmayanlar, kendi hevalarına tabi oluyorlar demektir. Allah’a teslim olmayanın teslim olacağı tek kapı keyfi yargılarının ve içgüdülerinin oluşturdupğu hevasıdır. Hevasına teslim olansa er-geç onu ilah edinir.”[2]

Kendi keyfinden daha önemli, daha büyük, daha kutsal, daha otoriter, daha yüce bir şey tanımayan kişi, hevasının kölesi olmuş demektir. Böylelerinin özgürlükten bahsetmeleri boştur.

Bir başka ayette şöyle buyuruluyor:

“Kendi hevasın (arzu ve özlemlerini) tanrı edinen ve (bunun üzerine) Allah'ın, (zihninin hidayete kapalı olduğunu) bilerek saptırdığı, kulaklarını ve kalbini mühürlediği ve gözlerinin üzerine bir perde çektiği (insan)ı, hiç düşündün mü? Allah(ın onu terk etmesin)den sonra kim ona doğru yolu gösterebilir? O halde, hiç düşünüp ders çıkarmaz mısınız?”[3]

Hevasını tanrı haline getirdiği için kendi tercihiyle sapan, kulakları Hak sese kapalı, yüreği hakka karşı kilitli olan, bu sebeple pek çok takıntının peşinde esir olan bir kimsenin özünün gür, içinin rahat, hayatının anlamlı olduğunu kim iddia edebilir?

Peygamber (sav) bir hdiste şöyle buyuıruyor:

“Yüce Allah’ın yanında gök kubbe altında Allah’tan başka tapınılan tanrılar içinde, kendisine uyulan heva (aşırı istek ve tutkulardan) daha büyüğü yoktur.[4]

Bir kimse için mal/servet, kazanmak/tüketmek,  lüks ve eğlence, daha çok dünyalığa sahip olmak en büyük gaye ise; bundan başka kutsal, bundan başka yüce amaç, bundan başka ideal tanımıyorsa, bu kişi peşine gittiklerinin esiri, kulu/kölesidir. Bu gibilerin özgür olduğu iddia edilemez.

Peygamber (sav) şu sözü servet/dünyalık ile özgürlük arasındanki bağlantığı ortaya koyuyor:

“Altına, gümüşe, kadifeye, ipekli kumaşlara kul olanlara yazıklar olsun.! Onları elde edince hoşlanıp, elde edemeyince razı olmayanlara da!”[5]

Demek ki kölelik sadece bir kimsenin malı olmak değilmiş, malın malı olmak da kölelikmiş. Malı/serveti/çıkarı/zevkleri her şeyden çok sevmek, onları her şeyden çok önemsemek de kölelikmiş. Canının her istediğini yapma arzusu bağımlılığı beraberinde getirir. Kendi arzusuyla bağımlı olan kendi eliyle hürriyetini daraltır.

Gerçek hürriyet de dilediğini yapabilme, dilediğine sahip olma, istediği gibi hükmetme değil; kendi serbest iradesiyle hak ve isabetli olanı,  iyi ve doğru olanı seçebilme, insanlık görevini yapabilme ve bundan mutluluk duyabilme imiş. Kişiyi bağlayan, onu değersizleştiren, onu meta’ (fiyatı olan şey)  seviyesine indiren  bağlardan kurtulmakmış.

“Kim Rahman'ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz.”[6]

Kim Allah’ı hesaba katmadan yaşarsa/davranırsa, kim Allah yokmuş gibi hareket ederse, sonunda şeytana arkadaş olur, şeytansı bir yol edinir. 

“... Şeytan bir kimseye arkadaş olursa, ne kötü bir arkadaştır o!”[7]

Şeytanın arkadaş olduğu kimse iyi olabilir mi? İyilik üretebilir mi? Doğru yolu bulabilir mi? Gerçek mutluluğu, gerçek kurtuluşu kazanabilir mi?

Şeytan, böylelerinin kendi emrinde olmalarını ister. Onları kendine asker edinmek ister.[8]

Şeytanın emrine girmek, onun yörüngesinde hareket etmek özgürlük değil, tam tersine berbat bir esaret, yanlış bir kulluk, aşağılık bir köleliktir 

Şeytan kendi dostlarının yaptıklarını kendilerine süslü gösterir. Onlar da bu yalana kanarak yaptıkları her şeyin doğru, ileri sürdükleri her iddianın gerçek, peşine gittikleri değerlerin isabetli, yaşadıkları hayatın mutluluk, sahip olduklarının üstünlük, üzerinde oldukları yolun dosdoğru olduğuna inanırlar. Hakikatte iblise, hevalarına, sonu gelmez tutkulara, fani lezzetlere, ucuz meta’alara kul-köle olduklarını unuturlar.

“Şimdi Rabbinden apaçık bir belge üzerinde bulunan kimse, kötü ameli kendisine ‘süslü ve çekici’ gösterilmiş ve kendi hevasına uyan kimse gibi midir?”[9]

Bir insan kumar tutkunu ise, ondan bir türlü kutulamıyor ise, varını yoğunu bu yola harcıyorsa, sonra  da göz göre göre perişan oluyorsa, bu noktada iradesine hakim olamıyorsa, kumar tutkusunu sınırlandıramıyorsa; bu kimse kumarın esiri veya kölesi demektir.

Böyle birinin serbestçe kumar oynaması özgürlük müdür?

Bir kimse alkole müptela ise, alkolist denilecek kadar onun peşinde ise, bundan dolayı ayık gezmiyor, işini gücünü, -varsa- ailesini ihmal ediyorsa, böyle bir kişiye kendi isteği ile alkol aldığı için özgür mü diyeceğiz? Tam tersine böyleleri özgürlüklerini bu gibi tutkularına teslim edenlerdir.

Bir kimse uyuşturucu bağımlısı ise, onsuz yapamıyor ise, iradesine hakim olamıyorsa, en akıl almaz yollara baş vurup uyuşturucu temin etmeye çalışıyorsa; şimdi böyle biri özgür olma hakkını kulanıyor mu diyeceğiz?

Uyuşturucu karşısında teslim olan onun kulu ve kölesi olmuş demektir. Böyle biri için özgürlükten bahsetmek abestir. Zira uyuşturucu bağımlıları genelde bu yanlış alışkanlıkta güç ve irade sahibi olamayacak kadar zayıf düşerler.

Helal-haram sınırı tanımadan her zaman cinsel güdülerinin peşinde giden kimse şehvetinin kölesi değil midir? Böylelerine sorulsa belki hür olduklarını, canlarının istediğini yapmakta serbest olduklarını, kişinin cinsel ihtiyacını dilediği gibi karşılayabileceğini söylerler.

Bir makama, bir rütbeye, bir payeye ulaşmak için her şeyi yapabilen kimse tutkularının bağımlısı değil midir? Bu kimse müslüman olduğu halde bir makam elde etmek için kulluk görevlerini ihmal ediyorsa, kişiliğini satıyorsa, güç sahiplerinin önünde renkten renge giriyorsa; böyle bir kimsenin özgür oluşunun ne anlamı olabilir? Bunlar aşırı tutkularının, hırslarının, tamahlarının esiridirler. Tamahına ölümüne esir olan, hırsın gözünü kör ettiği, tutkuların kendisi mecnun ettiği adama nasıl özgür diyelim?

Bir ömür boyu tutkularinin peşinde koşan, zevklenmekten, yeme-içmeden başka hedef tanımayan, geçinmeyi veya esyaya sahip olmayı en kutsal şey sayan zihniyet özgürlüğü yanlış tanıyor demektir. Bir ömür boyu midesine, keyfine, malına/servetine hizmet etmiş kişi, ben özgürüm mü demeli, ben bağımlıyım mı demeli?

Bir yerde okumuştum. Avrupalı hikmet ehli bir kimse karşısında servetiyle övünen bir kimseye “Senin bütün servetin benim şapkamın altındadır” demiş.

Kim daha özgür? Malını hayır yolunda gözünü kırpmadan veren bir cömert mi, yoksa tükenir korkusuyla kimseyle beş kuruşu paylaşmayan aç gözlü biri mi? Malının hamalı olan mı daha özgür, yoksa malını hamal gibi kullanan irade sahibi kimse mi?

Mısır’a köle olarak satılan ve uzun yıllar oradaki sarayda kendisine hukuken köle denilen Hz. Yusuf mu köle idi, yoksa ona haram yolla sahip olmak isteyen Mısır azizinin karısı mı? Görünüşte birisi köle, biri kraliçe idi. Birisinin elinde devlet, servet, lüks hayat, zenginlik ve kölelere sahip olma imkanı vardı, diğeri ise insanların nazarında köle idi.

Ame gerçekte azizin karısı şehvetinin, hırsının, tutkularının esiri/kölesi, Hz. Yusuf ise hevasına uyan değil, Allah’ın tayin ettiği ölçülerle hareket eden, tutkularına mağlup olmayan, asla şehvetine yenilmeyen, nefsin yanlış taleplerine aldanmayan, başı dik, dürüstlük ve doğruluk timsali, edep ve iffet sembolü özgür bir kimse idi. 

Bilâl mi köle idi yoksa Âs b. Vâil mi? Görünüşte Âs b. Vail o zamanki hukuka göre Bilalin sahibi idi. Yani Bilâl onun para vererek aldığı kölesi idi. Ama esasen âlemlerin Rabbine teslim olan Bilâl gerçek özgürlüğü kazanmıştı, tutkularının ve batıl inançların pençesindeki Âs b. Vâil ise gerçek köle idi. Bilal iman ile özgürlüğü, ona sahip olduğunu zanneden ise şirk ile esareti seçmişti. Eli, kolu ve hukuki statü açısından bedeni bağlı Bilâl iç dünyasında, yüreğinde, ruhunda özgür; eli, kolu, hukuki açıdan bedeni serbest( bağlı olmayan) Âs b. Vâil ve ona benzeyenler, iç dünyalarında tutsaktırlar. İç dünyalarındaki hapishanelerde mahbusturlar

“Gerçek hürriyeti Hakka kölelikte buldum” diyen  şair haklıdır.

Gerçek özgürlük yalnızca Allah’a ‘kul olmak için’ yaratılan insanın, başka bir şeye kulluk yapmaması, başka bir şeyin kulu/kölesi olmamasıdır. Gerçek hürriyet Hakk’a teslim olma ve Hakk’a gitme yolunda, Hakk’ın rızasını kazanma çabasındaki engelleri tanımak ve onlara karşı durabilmektir.

 İmam-ı Gazalî  ve İmam Kuşeyrî’nin tariflerinden çıkan ortak sonuca göre hürriyet: “Mâsivanın (Allah’tan gayrısının ) esaretinden kurtularak Allah’a kul olmaktır.” O’na hakiki manada kul olanlar, nefs kafesinden, maddi alemin kayıt ve şartlarından kurtularak hürriyete kavuşurlar. Bu kulluğu nefsine kabul ettiremeyenler ise kendi fani varlığına tutsaklık başta olmak üzere bu alemin binbir kayd ü şartı altında esaret zincirlerine mahkum kalırlar.”[10]

İnsanı meta’, yani sıradan bir eşya, fiyatı olabilen, pazara sürülebilen bir eşya olmaktan kurtarıp eşref-i mahlukat  (yaratılmışların en şereflisi), kerametli (değerli) olma makamına işte bu özgürlük anlayışı yükseltir.

 

-          Oruç ve özgürlük şuuru

Oruç bu çabayı ve bu şuuru güçlendiren, bu niyeti sağlamlaştıran, bu dikkati çoğaltan bir ibadettir. Oruç, özgürlüğü de öğretir.

Eşyaya, yiyeceğe, zevk veren şeylere, hatta en zaruri olan gıdalara geçici bir müddet, bir gündüz zamanı hükmedilme, yön verebilme, karşı durabilme iradesidir.

Oruçlu Ramazan’da  gündüzleri  yemeyerek yeme ve içmeye, zekat ve fıtra vererek, başkalarına ikramda bulunarak mala hükmeder. Uykusunu, zamanını, bazı işlarini feda ederek onlara bağımlılığını azaltır ve “ işte sizin bana sahip olmanıza fırsat vermiyorum” demiş olur.

Mü’min orucu alıp kabul eder.  Oruç tuma mevsiminin yaza veya kışa denk gelmesine, günlerin kısa veya uzun olmasına, havanın sıcak vaya soğuk olmasına bakmaz. Hevasının bundan şikayet edip, kendisini hata, günah ve batıl olan şeylere sürüklemesine izin vermez. Zira oruçlu hevasını Hz. Muhammed’in getirip tebliğ ettiği  Şey’e teslim etmiştir.

Abdullah b. Amr b. el-Âs’ın (ra) rivayetine göre "Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: "Arzuları (hevâsı) benim getirdiğim (İslâm gerçeğin)e uymadıkça hiç biriniz (ol­gun) mü'min olamaz."[11]

Oruçlu Kelime-i  Şehâdeti söylediği zaman bu iman ikrarında üç tane önemli şeyi dile getiriyor ve kabul ediyor demektir:

Birincisi: Allah’tan başkasına kulluk edilmez.

İkincisi: Hz. Muhammed kuldur (beşerdir) ama Allah’ın elçisidir.

Üçüncüsü:  Ben de kulum, Allah’tan başkasına kul olmamak üzere yaratıldım.

Bu ikrarı gönülden yapan özgürlüğün manasını anlamaya ve onun tadını tadmaya başlar.

Oruç, açgözlülüğe, doymazlığa, mide düşkünlüğüne karşı ilaçtır. Oruç zorluğa karşı sabır eğitimi olduğu gibi, insanı köle etmek isteyen duygulara, tutkulara, iştahlara, yani hevaya karşı direnişi öğretir.

Açlık korkusunu takıntı haline getirip hayatını buna endeksleyenler gerçek özgürlüğü kendi elleriyle gereksiz endişelere teslim etmiş olurlar. “Biraz aç kalırsam halim nice olur”, “elimdeki tükenirse, azalırsa, eşkıyalar gasbederse” diye titreyen birine dua etmek gerekir. “Seni Yaratan seni fobilerinin eline bırakmasın” diye.

Oruç yiyeceğe-içeceğe, şehvani ihtiyaçlara sahip olma izzetini öğretir. 

Rızkın ve nimetlerin sahibine işaret eder. Helal olsa dahi, bazı nimetlerden belli bir süre uzak kalmanın kararlılığını öğretir.

Nimetlerden belli bir müddet mahrum kalma “bu nimet sana ait değil, bilesin” demektir.

Nimetin sahibi bilen, ona teşekkür borçlu olduğunu da bilir.

Mü’min, özgür iradesiye oruç tutar. Onun oruç tutup tutmadığını Allah’tan başka kimse kontrol edemez.  Hatta o bütün insanların canlarının istediğin yapmakta kendilerini hür saydıkları bir ortamda,  şehvete (aşırı isteklere) kayısız itaat etmenin insan için esaret olduğunu bilir, gerçek özgürlüğü bu gibi istekleri sınırlama gücünde görür.

Evet, galiba özgürlüğün bir görüntüsü de istekler arasında faydalı ve zararlıyı seçebilme gücüdür.

Oruç tutan bir Ramazan boyunca Allah’a, O’nun hükmüne, O’ndan gelenlere rızaya teslim olarak, izzet kazanmaya, kendisine bu yolda ayakbağı olabilecek her şeyden özgürleşmeye çalışır. Eger o iman ederek ve sevabını Allah’tan bekleyerek Ramazan’ı yaşarsa bu mevsim ona gerçek özgürlük bilinci kazandırır.

 

-          Son söz

“Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükunete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.”[12]

Kalpleri Allah’ın zikriyle tatmin olmayanlar (huzur bulmayanlar) gerçek özgürlüğü de bulamayacaklar.

 

Hüseyin K. Ece

01.07.2013

Zaandam-Hollanda



[1] Furkan 25/43

[2] M. İslamoğlu, Meal s: 706

[3] Casiye 45/43

[4] Tabaranî, nak. Elmalılı, Sad. Tefsir, 6/70

[5] Buhârî, Cihad/11 no: 419-420

[6] Zuhruf 43/36

[7] Nisa 4/38

[8] Nahl 16/63

[9] Muhammed 47/14

[10] http://semerkanddergisi.com/kulluktan-hurriyete

[11] Nevevî, Kırk Hadis, no:41

[12] Ra’d 13/28