“Mü’minin ferasetinden çekinin; zira o baktığı zaman Allah’ın nuruyla bakar” diyen hz. Muhammed muazzam bir gerçeğe işaret etmektedir. Basiret, maddi görüş değil, gördüğünü anlayabilmektir. Basiret, kafa gözüyle olmaz. Bunun için gönül gözüne, akla ve sağlam bir muhakeme duygusuna sahip olmak gerekir.

Basiret olağanüstü bir olay da değildir. Herkeste az çok olabilir. Herkes kendi çapında, aklı erdiği kadar, düşünebildiği, anlayabildiği kadar basiret sahibi olabilir.

Allah’ın nuruyla bakabilmek... Bakınca görebilmek... Görünce anlayabilmek...

Neyi mi anlamak? Her şeyi... ama her şeyi...

İnsanı, hayatı, kâinatı, varlığı, olayları, oluşumları ve kendini...

Bir nurla bakabilmek... Görmeyi sağlayan bir ışık sayesinde bakabilmek...

Işık olmazsa  görme olayı olmaz. Karanlıkta insan neyi görebilir ki?

Işık ortalığı aydınlatır. Göz o aydınlık yardımıyla etrafını görür, çevresinde ne olduğunu anlar. Işıkla beraber gördüklerini tarif eder. Zararlı mı faydalı mı, güvenli mi, tehlikeli mi? Eşya mı, canlı mı? Doğru yol mu, yanlış yol mu?

Karanlık ürkütücüdür; ürkütücü olduğu kadar emniyetsizdir. Karanlık bilinmezliktir. Öyle ya görmediğin şeyin sonunu nasıl tahmin edeceksin ki? Ne olduğunu nasıl bileceksin ki?

İnsanın fizik (maddi) âlemde olanları iyi görebilmesi için, gözü ve ışığı, ya da görmeyi sağlayan bütün unsurları var eden Yüce Zât, manen görebilmeyi sağlamak üzere de akıl ve nûr indirmiştir.

Kur’an’ın bir adı da onun için en-Nûr’dur. Yani ışığını Hak’tan alan nûr (aydınlatıcı). hz. Muhammed’in Kur’an’daki bir adı da ‘Sirâcü’l-Münîr’dir, yani ışık saçan bir lâmba. 

Işık saçan bir lâmba olan bir elçinin tebliğ edip öğrettiği, ışık olan ilâhî kelâmı benimseyenler, ışık kaynağını da kazanmış olurlar.

O ışık sayesinde de her şeyi net görürler. Basiret veya feraset sahibi olurlar. Hakla bakarlar ve hakkı görürler. Hakla bakarlar ve hak yoldan ayrılmazlar. Nûrla bakarlar ve hakkı ayakta tutarlar. Nûrla bakarlar ve haktan yana, haklılardan yana, insan haklarından yana olurlar.

O ezelî nûr, onların yollarını, akıllarını, idraklerini ve bakış açılarını aydınaltır.

Sonra eşyanın arkasındaki sırları, hikmetleri ve Kudret Elini idrak ederler. Anlarlar ve gereğini yapmaya azmederler.

Basiret sahipleri bakar kör değillerdir. Feraset sahipleri, eşyanın görünen yüzüne takılıp kalmazlar. Daha da öteye geçerler. Basireti artanlar, veya her şeye hakkın nuruyla bakma yeteneği kazananlar bir ‘furkan’ elde ederler. Onunla hak ile batılın, doğru ile yanlışın, hata ile doğru yapmanın, günah ile sevabın arasını iyi ayırdederler.

Kardelen bir çiçektir... Çiçeklerden bir çiçek... Tabiatta o kadar çiçek var ki... O da onlardan bir tanesi nihayet.

Ama basiret sahipleri kardelen çiçeğine ve ötekilere sıradan bir eşye gibi bakmazlar. Onlar bu binbir çeşit çiçeğin güzelliğini, yaratılış hikmetini ve onları yapan yüce Kudreti düşünürler.

Çiçekleri onun için severler. Çiçekler gibi olmayı, çiçekler gibi kokmayı, kardelen gibi olmayı isterler.

Kardeleniniz güzel, sevimli ve bereketli olsun.

28.4.2009

Zaandam

Hüseyin K. Ece