Ağlamak... hakikatli ağlamak, yürekten ağlamak... Yani pahası ağır bir hüzün, değeri yüksek bir keder, işe yarar bir üzüntü, bayram gibi bir sevincin sonundaki ağlamak...

Sözlerin anlatmakta yetersiz kaldığı bir iç burukluğu. Belki de bazı şiirlerin dile getirmeye çalıştığı, bazen ağıtlara konu olan acıları, hüzünleri,  kederleri anlatan bir ağlayış...

Ağırbaşlı bir ağlayış...

Ağlamak Türkçe’de, ‘ağmak’ kökünden türemiştir. Bunun iki anlamı vardır: Birincisi; sarkmak, aşağıya inmek, eğilmek ve meyletmek. İkincisi; yükselmek, yukarı çıkmak demektir. (TDK Sözlük, s: 28)

Ağlamak ise sözlükte; üzüntü, acı, sevinç, aldanma v.b.’nin etkisiyle göz yaşı dökmektir. (TDK Sözlük, s: 27)

Bu ağlamanın sözlük anlamı, yani teknik tarifi. Ama ağlamak sadece bu değil ki. Ağlamak sadece gözden yaş akıtmak olamaz ki.

Ağlamak daha başka bir şey olsa gerek. Hani hiç kimseye anlatılamayan, içine atılan acının yüzdeki işareti, gözdeki görüntüsü. İşte bu görüntü sadece bir gözyaşı sayılmamalı.

Bu, iç dünyadaki burkuntunun, devinimin, acının, kederin su üstünde görünen kısmı. O aşağıda kimbilir neler var ki, bir kısmı yaş olarak gözde görülür.

Bu da ‘ağmak’ fiiilinin anlamında gizli. Yürekte yerleşen hüznün, acının veya sevincin yukarı doğru, göze yaş olarak gelmesidir. Bir başka deyişle insanın içindeki üzüntünün, aldanmanın göze inmesi, göze ağmasıdır.

Ama sadece göz yaşı olarak değil. Gözün renginin değişmesi değil. Yüzdeki ifadenin değişmesi değil.

Gerçekten yürek burkuntusunun, çekilen acının, hissedilen sevincin yaşanması demektir.

İşte böyle bir ağlamak kolay değildir, bu ağlayış sıradan bir ağlayış değildir diyoruz. 

Bu ağlayış, yavrusunun başına bir şey geldiğini gören bir anne yüreğinin feryadıdır.

Bu ağlayış, çocuğunun felaketine şahit olan bir babanın merhametidir.

Bu ağlayış, ‘firakın/ayrılışın’ keskin ucunu gönlünde hissedenlerin inleyişidir.

Bu ağlayış, kaybedişin pişmanlığı, elden kaçırmanın hayıflanışı, kaybedişin keşke’sidir.

Bu ağlayış, yüreği yakan, yüreği kor haline getiren, iç dünyada fırtınalar meydana getiren bir heyecanın dıştan görüntüsüdür.

Bu ağlayış, bitimsiz bir sevince, yüreği doyumsuz bir lezzete, insanın iç dünyasını ısıtan bir müjdeye kavuşmanın sıcak yaşlarıdır.

Bu ağlayış hem hüznün, hem sevincin dilidir, terennümüdür.

Bu ağlayışa ulaşabilmek için anlamak gerek.  

Ağlamayı, hüznü, gerçek acıyı, gerçek sevinci, gerçek vuslatı anlamayı kasdediyoruz. 

Onun için iddia ediyoruz; anlamayanlar ağlayamazlar. Evet, hissetmeyenler ağlayamazlar.

Bazıları çok gülmekle bir şey kazandıklarını, mutlu olduklarını zannederler. Ama işin rengi böyle değildir. Çok gülmek bizim anlatmaya çalıştığımız ağlayışın zıddıdır. Çok gülmek, bir başka deyişle insana sağlık açısından bile faydalı olan asıl ağlamayı unutanların kalbini yavaş yavaş öldürür.

Kalbin ölmesi... Kalbin kalp olmaktan çıkıp sadece kan pompalayan bir et parçası haline gelmesi... İşte bu bir felakettir.

Kalbi ölmüşlerin çok olduğu toplumlarda merhamet, iyilik duygusu, başkasını düşünme, haklara saygı azalır. Ağlayanları azalan toplumların anlayanları da azalır demektir.

Bazıları da ağlayanlarla alay ederler. İşte böyleleri gözyaşının değerini bilmeyenlerdir.

M. Âkif böyleleri için şöyle der:

“Şarkı görmez, garbı bilmez, edepten yok pâyesi

Bir utanmaz yüz, yaşarmaz göz, bütün sermayesi”.

Ağlanacak çok şey var olduğu halde. “Ve gülüyorsunuz da, ağlamıyorsunuz.” (53 Necm/60)

Pişmanlık duyulacak, ah ve vah edecek, feryat edilecek o kadar şey olduğu halde ağlamak akla gelmiyor. Bir daha elde edilmesi mümkün olmayan imkanlar kalmadığı halde esef edenler az. “Eyvah! mevsim geçti, fırsat gitti, geri gelmesi mümkün olmayan vakitler savrulup kayboldu” diyenler ne kadar da az.

Kavuşmak için ağlamak veya kavuşmuş olmaktan ötürü ağlamak.  Bu ağlamak ne keyfi bir ağlayıştır, ne de ümitsizin ağlayışıdır.

Gözyaşları ruh inceliğinin tanıklarıdır. İnce insan, duygulu kimse, yüreğinde merhamet olan şahıs; gözünü bir kaç damla ile ıslatır. Ancak bu damlalar aslında yüzü değil yürekleri ıslatır.

Kirpikleri içten gelen gözyaşları ile ıslanmayanlar katı yürekli kimselerdir. Ne hissederler, ne hissettirirler.

Ağlayan insan, hapsedilmiş duygularını dışa vurur. Ağlamak öyle bir duygusallıktır ki, onunla insan kendini daha sakin hisseder. Hatta insan bazen ağlamakla içindeki korkuları ve endişeleri bile azaltabilir.

Ağlamak insandaki gerginliği azaltır. Bazen öfkeden çatlayacak gibi olan kişiler, ağlayınca sıcak su dolu bir küvete girmiş gibi yumuşarlar.

Gözyaşı bazen mesaj yüklüdür. Mesela, kendisine yapılan haksızlıktan dolayı ağlayan bir kimse karşıdakine, “davranışlarınızda ileri gittiniz” mesajını verir. Acıdan ve kederinden dolayı ağlayan bir kimse, karşısındakilere: “Bakınız beni ağlatan bir sorunum var, derdim var, hüznüm var, görmüyor musunuz?” der.

Bu ağlayışı görebilenlere aşkolsun.

İnsan göze bakar, gözden gelen yaşı görür. Göze yaşı getiren yürek yarası görünmez ki.

Yürek yarasını görenlere ne mutlu !

İşte onlar ağlamanın değerini ve ağlayanın halini anlarlar.

İşte onlar ağlayanlarla birlikte ağlarlar.

Ama onlar insanlar arasında o kadar azdır ki.

 

15.12.2008

Zaandam/Hollanda