İtalya güçleri de aynısı yaptılar. Pek çok yerleşim yerinde yaptıkları gibi.

Olay yerine gelen Ömer Muhtar ve mücahidleri yanmış evler, tarumar edilmiş değerler, etrafa serpilmiş şehitlerle karşılaştılar.

Yürekleri burkuldu, canları acıdı, bu kadar barbarlığa şaşırıp kaldılar. Üstelik uygar olduğunu iddia eden bir devlet tarafından.

Annesi ve babası gözünün önünde öldürülen, kız kardeşi kaçırılan ve evleri ateşe verilen bir genç Ömer Muhtar’a katılmak istedi.

Ömer Muhtar ona:

-Ama sen bu iş için henüz küçüksün deyince; Genç:

-“Bugün yeterince büyüdüm” dedi.

Evet, gerçekten o Libyalı genç belki de filmde değil, 1920li yıllarda, Libyanın bir köyünde, İtalyan güçlerinin köylerinde yaptıklarını gördükten  sonra bir günde yeterince büyümüştü.

Onun ve aynı şeyi yaşayanların harekete geçmesi için yeterince sebep vardı.

Yeterince zulüm, haksızlık ve gaddarlık görmüştü. Yeterince acı tatmıştı.

Yeterince yüreği burkulmuş, beyni zonklamış, teessürü artmış, duyguları galayena gelmişti.

Artık durma zamanı değildi.

Artık yaşı, imkanları, karşı tarafın gücünü hesaba katma zamanı değildi.

Artık gençlik çağını, hayata dair hayalleri, gelecek için planlar yapmanın vakti değildi.

O gencin o gün yaşadığı travma, ona bu travmayı yaşatanlara karşı bir şey yapmak üzere yeterince büyütmüştü. Olanlar onun direnişe katılması için yeterliydi.

O, neler olduğunu, yakıp yıkılan köyüne, öldürülen anne ve babasına, komşularına bakarak iyice bir görmüştü.

Yaşı onyedinin altında olsa bile, olayların ona ne gibi sorumluluklar yüklediğini gayet iyi anlamıştı.

Eğer bir vicdan varsa, eğer bir yürek varsa, eğer haksızlık karşısında adaletle karar verecek bir akıl varsa; durmamalı. Harekete geçmeli. Bir şeyler yapmalaı. Ne yapılacaksa...

O genç de harekete katıldı. Ömer Muhtar’la gitti. Üzerine düşeni yaptı. Ülkesinin işgaline razı olmadı. Direndi ve bu uğurda canını verdi.

Tıpkı Libyalı diğer civanmertler gibi. Tıpkı işgalgacilere karşı direnen diğer yiğitler gibi. Tıpkı göğsünde yürek taşıyan adamlar gibi.  

 Şimdi bir başka yerde, yine müslüman bir beldede başka bir işgalci güç uzun süreden beri işlediği cinayetlere yenilerini ekliyor. Sınır tanımadan, hiç bir değere riayet etmeden, hiç bir sözleşmeye aldırmadan.

Üstelik cinayetlerini ‘katliam’ boyuyuna taşıyarak.

Çünkü onlar direniyorlar.

Çünkü onlar işgale razı değiller.

Çünkü onlar yaşadıkları adaletsizliği dünyaya duyurmak istiyorlar.

Çünkü onlara süregiden zulümlerin sona ermesini istiyorlar. Kendi topraklarında, kendi evlerinde insanca yaşamak istiyorlar. Kendilerinden öncekiler gibi evlerini işgalcilere kaptırıp dünyanın her hangi bir bölgesine hazin bir şekilde sürgüne gitmek istemiyorlar.

Onlar muhtemel ki “Ümmetim zalimi görüp de ona ‘Sen zalimsin’ deme cesaretini gösteremezse kıyameti beklesinler” hadisini biliyorlar.

Zalime, ‘sen zalimsin’ deme cesareti. Ne kadar ilginç değil mi? Zalime; ‘sen zalimsin’ diyebilme cesareti.

Onu da diyemeyenler var. Onu da demek istemeynler var. Zalime ‘dur’ demek bir tarafa, zalimden yana olanlar var.

Tabi ki zalime ‘sen zalimsin’ demek çatal yürek ister. Neden? Çünkü bu cesaretin ardından sorumluluk gelir. Hatta tehlike de gelir. Onu göze almak da her babayiğitin harcı değildir.

O sorumluluk zalime karşı tavır almak, ona karşı mücadele etmek, onun kötülüklerine el ile, ya da dil ile, ya da yürek ile engel olmaya çalışmaktır.

Şimdi tıpkı Libyalı genç gibi; ‘Bugün yeterince büyüdüm’ demek mümkün mü?

Yani neler olduğunu anlayabilmek.

Anladıktan sonra harekete geçmek. Güç nisbetinde. Ne kadar olabiliyorsa.

Yaş önemli değil. İster onbeş olsun, ister altmışbeş. Neler olduğunu anlamaktır esas olan.

Ve sonra tavır almak. Zalime, adaletsizliğe, cinayetlere, katliamlara tavır alabilmek...

Zinciri kırmak mümkün değilse de hiç olmazsa kemirmek.

Yani tutsaklığa razı olmamak. Yani direnmek.

Bir taş almak. Küçücük de olsa bir taş alıp, uzaklardan da olsa onlara atabilmek (ayakkabı mı demeliydim?).

İşte bakınız; benim topum yok, tüfeğim yok, tankım yok, uçağım yok, füzem yok.

Ama hıncım var... Ama direniş bilincim var... Ama haksızlığa karşı duran haysiyetim var. Ama mazlumdan ve mağdurdan yana olan merhametim var diyebilmek...

Tıpkı Edward Said gibi.

Tıpkı Iraklı gazeteci gibi.

‘Yeterince büyümenin’ sebepleri çok.

Gün yeterince büyümenin günüdür.

 

Hüseyin K. Ece

10.1.2009

Zaandam/Hollanda