Hay diline sağlık ey şair, sana rahmet olsun... Sen arif bir kişi idin ki bu gerçeği anladın ve anlayış sahibi olanlara ulaştırdın. Bir beyit söyledin, yüzlerce kelimeyle anlatılacak bir gerçeği özetleyiverdin. Bir kaç kelime sarfettin, önümüze bir ufuk, bakış alanımıza bir manzara, yüzümüzün tam karşısına berrak bir ayna, düşünen kalbimize müthiş bir örnek verdin.

Belli ki bu gerçeği öncelikle sen kendi kulağına fısıldadın. Sonra da şiirine ulaşan, ama irfan sahibi, yani ilim ve anlayış sahibi kimselere ulaştırdın.

Evet bu bir gerçek; bugün sahip olunan güzellikler, imkanlar, saltanatlar günün birinde elden çıkıp gidecek.

Bahara benzeyen güzellikler, sevinçler, emeller, hayaller,  eğlenceler bitecek.

Hiç bitmez sanılan bahar yerini güz mevsimine bırakacak.

O yeniden açılan yemyeşil dünya, o insanın içine sevinç ve sürur veren, içteki kasvetleri bir bir gideren ve kişiyi umutlara taşıyan bahar gidecek.

Arkasından yaz, onun arkasından da sonbahar gelecek. Yeşillikler sarıya, umutlar umutsuzluğa dönecek.

İnsanın içini ferahlatan manzaralar, içleri karartan manzaralara dönecek. Gündüz bitecek, akşam (gurub) vakti olacak.

Birileri çıkıp der ki, canım bunu bilmeyecek ne var? Cümle âlem biliyor ki senede dört mevsim var: Bahar, yaz, sonbahar ve kış. İlköğretim birinci sınıftaki bir çocuk bile bunu bilebilir.

Kendi açısından haklıdır. Ama parmak hesabıyla böyle. Ya işin mecazi yönü... Ya işin görünmeyen boyutu... Böyle diyecek olanlar işin o tarafına da bakıyorlar mı?

“Hesapçılar bir gecenin kaç saat ettiğini nereden bilsinler.

Asıl bir aşıka sorun bakalım bir ayrılık gecesi kaç saatmiş?”

Astronomi uzmanlarına göre bir gece mevsimine göre şu kadar saat, şu kadar dakikadır. Ama ya sevdiğinden ayrılan için, ya eli kolu bağlı bir köşede kalanlar için, ya dört duvar arasına sıkıştırılanlar için, ya yetim kalıp da ıssız bir mekanda sabahları bekleyenler için... Bir gece kaç saattir?

Bir de onlara soralım. Soralım da matematik hesaplarının, astronomi bilgilerinin bu meyanda bir şey anlatmadığını görelim.

Hani Leyla’ya Mecnun’unu gözüyle bakmak var, mahallede bir komşunun kızı olarak bakmak var? İkisinin farkını ancak Mecnunu arif sıfatıyla tanıyanlar anlar.

Kendisinde biraz mecnunluk bulunmayan, Leyla’nın ne ifade ettiğini nereden bilebilir ki? Böyleleri Mecnun’a deli deyip geçerler. Bilenler bilir ki delilik akılılık da izafidir. Kimin kime akıllı dediği çok mu önemli? Ya da kimilerinin deli dediği ne kadar deli?

“... bir gün lâlezâr elden gider” diyen de elbette bize herhangi bir bahçeden, bir bağdan söz etmiyor. Anlayabilene aşk olsun. Şair de zaten sıradan insanlara demiyor. Yularını dünyanın gidişatına teslim edenlere demiyor.

Onun sözü ârif olana. Yani biraz bilene, biraz anlayana, biraz düşünene. Biraz da ibret gözüyle bakana.

Ya, şimdi sanıyorsun ki elinde gül bahçesi hep böyle kalacak. Hiç solmayacak, hiç azalmayacak. Halbuki yanılıyorsun, güller solacak, ekinler sararacak, ağaçlar yaprağını dökecek. Ve bir gün güz gelecek. Yani bahar bitecek, bahar elden çıkıp gidecek, bahar gözden kaybolacak. Güz mevsiminde baharın esamesi okunmayacak.

“Erişir fasl-ı hâzân bağ u bahar elden gider.” Demek ki bu baharın arkasında bir ‘fasl-ı hâzân’ var. Yani yaprak dökümü. Yani hüzünleri artıran zaman dilimi. Yani ayrılıkları haykıran, umutları bitiren, boyunları bükük koyan sarı mevsim.

Zaten güz mevsiminin bir diğer adı da ‘hüzün’ değil mi?

Hüzün, üzüntü değil tek başına. Hüzün başka bir şey. Üzüntüyü de içine alan bir burukluk, bir boynu büküklük, bir gariplik vesselam.

Uzaklara bakıp dalıp dalıp giden, bir şey söylemek isteyip de söyleyemeyen, bir şey söyleyemediği için de göz çukurları yaşla dolan, ‘ne sorup duruyorsun, hal-i melâlim her şeyi anlatmıyor mu?’ diyen kimselerin hali...

Öyle bir üzüntü ki, anlatamıyorsunuz. Kelimelere dökemiyorsunuz. Zira bu üzüntü şikayet edilecek bir üzüntü, bu gam kişiyi perişan eden bir dert değil, işte öylesine bir dalıp gitmişlik. Öylesine bir firak/ayrılık acısı. Ama yüreği kasvete boğan değil, tatlı bir acı, tatlı bir üzüntü.

Ne bileyim kişiye, ‘işte geldik gidiyoruz’ dedirten bir sitem, ya da ardarda ‘keşke, keşke, âh keşke’ dedirten bir hayıflanma. İşte, öyle bir şey...

Hayat baharları kaybetmeye yazgılı. Zaman akıp gidiyor ve herkes için bir güz/hâzân mevsimi mukadder. Ama bunun ötesinde bir şey isteyenler için hiç bitmeyen baharlar da var.

‘Ebedî bahar’ için yürekleri yananlara selâm olsun diyelim.

 

Hüseyin K. Ece

8.6.2008 Zaandam