Bayramların, ya da bayram adının verildiği günlerin bu kadar çok olması gerçekten bayrama ihtiyaç olduğu için mi?

Yoksa, evet yoksa; asıl bayramları dikkatten uzaklaştırmak, bayram kavramını asıl anlamından koparmak için mi?

Üzerinde durulmaya değer.

Bir de bayram denildiği zaman aklımıza şunlar gelir mi?

Bayram... Hani annenin evladını özlediği gün.

Hani hasretlilerin kucaklaştığı gün.

Hani geri dönenleri, yollarını gözleyenlerin merhaba dediği gün.

Hani gözlerin yollarda kaldığı, bir gelenim var mı diye senelerce beklediği ve o beklediğinin ansızın kapıda görünüverdiği gün.

Hani Yakub’un ‘eğer bana bunak demezseniz, Yusuf’umun kokusunu alıyorum’ dediği gün.

Hani önce minik kızların, sonra büyük küçük herkesin coşkuyla ‘Veda Tepesinden üzerimize ay doğdu’ dedikleri gün. Yesrib’de bir grup güzel insanın aziz bir Yolcu’ya kavuştukları, Yesrib’in artık Medine olduğu zaman.

Hani adakların en güzeli olan Hanne’nin biricik kızı müstesna Meryem’in (as) adak olarak kabul edildiği gün.

Hani ulu peygamber İbrahim’in ilerlemiş yaşına rağmen oğulların en güzellerinden birine müjdelendiği gün.

Hani aldığı emirde, denenmek için İsmail’i yan üstü yatırıp kurban edeceği sırada göklerin kapılarının açıldığı, bu aziz kurbanın kabul edildiği, yerine ‘değerli bir kurbanın’ verildiği gün.

Hani bir Hâcer vardı. Mısırlı bir cariye. Sonra ulu bir peygamberin hanımı, başka bir peygamberin annesi olan üstün bir kadın, şerefli bir müslüman. İsmailine su bulmak için Safa ve Merve tepeleri arasında yedi defa telaşla, ümitle, dilinde dualarla koşmuştu. Sonra çocuğunun ayakları dibinde ‘Zemzem’ine kavuşmuştu.

İşte o gün, işte o saat, âdeta Kâbe’nin ve Mekke’nin müjdesi veriliyordu. Hâcer’in ismi Zemzemle, Safa-Merve arasındaki sa’y ile ebedileşiyordu.

Bu nasıl bir ihlas (samiyet) idi ki, Âlemlerin Rabbi Allah o ihlası bütün mü’minlere örnek gösteriyor ve onun çabasını haccın bir parçası sayıyordu.

Bu da Hâcer’in bayramıydı. Bu bayram İsmail’e kavuşmak kadar, İbrahim’in evine gelin olmak kadar sevindiriciydi.

Burada âdeta şöyle deniyor: Kadın ol veya erkek ol, ey insan! Öyle güzel işler yap ki, Rabbine karşı öyle semimi (ihlaslı) ol ki ismin ebedileşsin, kavuştuğun ödül bayramın olsun.

Hani Kâbe’nin üçyüzaltmış putun işgalinden Peygamber eliyle kurtulduğu, muhacirlerin, yani ülkelerinden sırf inanadıkları için sürgün edilenlerin sevinç göz yaşına kavuştukları an.

Gün olur bir kimse, bir toplum yüreğini, evini, beldesini her çeşit işgalden –maddi ve manevi işgalden- kurtarır, ellerini ve yüreğini bağlayan zincirleri kırıp parçalar. İşte o güne ‘bayram der, kurtuluş günü der’, sevinir.

Gün gelir bir kimse büyük çabalar sarfeder, çalışır, didinir, ter döker, yüreğinden emeğine kan damlatır, bunun sonucunda bir başarıya ulaşır. Çalışmaların karşılığını görür. Bu, onun için bayram ödülüdür.

Gün gelir Mevlana’lar ölüm gecesine ‘şeb’i arus-düğün gecesi’ derler. Ölümünü vuslat sayar, bayram ilan eder.

Hani bir Selman vardı. Farisli Selman. Selman-i Farisî. Aramak için yola çıkmıştı. Önemli bir şey arıyordu. Ama o da tam bilmiyordu ne aradığını. Bir şey, ama ne, nasıl bir şey? Fakat arıyordu, içinden bir ses aramaya devam etmesini söylüyordu. Bunun için baba evini terketti. Uzun yıllar dolaştı, aradı durdu. Köle oldu. Pazarlarda satıldı. Sonunda henüz Medine olmayan Yesrib’e ulaştı. Hicretten sonra, son elçi Muhammed’i (sav) görür görmez, bir ömür aradığı şeyi bulmuştu.

İşte bu onun bayramıydı.

         Mekke’nin en zengin ailelerinden birinin oğlu. Yakışıklı, süslü elbiseli, cezbedici bir genç. Müslüman olduğu için ailesi tarafından dışlanmış, evden kovulmuştu. İşte bu genç Uhud Savaşında yırtık elbiseler içirisinde, İslâmın sancağı elinde iken şehit düşmüştü. Onu bu yırtık elbiselerle toprağa veren Peygamber bir taraftan ağlıyor bir taraftan da ‘Vallahi Mus’ab kazandı. Vallahi Mus’ab kazandı.’

İşte bu da Mus’ab ibnu Umeyr’in bayramı idi.

Bayram biraz da sizin neye bayram dediğinizle alakalı. Neye seviniyorsunuz, neye üzülüyorsunuz? Herkesin bayram dediği şey sizin için ne ifade ediyor?

Unutmamak gerekir ki ‘deliye her gün bayram’. Bakınız yüreği ayrılık (firak) ateşiyle dağlı aşıklar, bayramı hiç de deliler gibi kabul etmiyor. Zira onların derdi başka.

‘Bayram gelmiş neyime

Kan damlar yüreğime’ 

Bu âşık aradığını bulsa, hasretlisine kavuşma, vuslat ile müjdelense, ‘iyi ki bayram geldi’ derdi herhalde.

Bayramı bayram yapacak şey, sizin ona nasıl baktığınız, sizin ona ne verdiğinizdir.

Sahi bayrama ne veriyoruz ki, ondan ne bekleyelim ? 

Ramazan ve Kurban bayramına bir de bu açıdan bakmakta fayda var.

İnsana düşen ebediyyen sevinç yaşatacak bayramları aramak, kazanmak, o bayramları yaşamayı hak etmektir.

Hüseyin K. Ece

20.9.2008 Zaandam-Hollanda