Feryadın kimin için? Ya da neyin peşindesin ki, yanıp tutuşmaktasın, kıvranıp durmaktasın?

Neyi seviyorsun ki, vuslat için can atıyorsun? Ne için yola çıktın ki, bulmak için yollardasın? Neye sahip olmak istiyorsun ki, elde etmek için gayrettesin?

Eğer amacın nehirler gibi denizi bulmak ise bir şey demem. Yolun açık olsun. Ama amacın sonu gelmez ihtiraslarına kavumak ise; harcadığın emeklere yazık. Eğer bugün karnını doyuran şeyler için, binlerce âh çekiyorsan, yani sayısız sıkıntı duyuyorsan, ben diyeyim? Zaman da boşa gitti, ömür de...

Cebine girecek küçücük değerler için, büyük endişeler taşıyanları bilmem, nasıl tarif etmeli. Acaba bü küçücük değerler, bunca âh etmeye değer mi?

Yenişehirli Avnî bir kıtasında şöyle diyor:

“Sanmam taleb-i devlet ü câh etmeye geldik

Biz âleme bir yâr için âh etmeye geldik” diyor.

Yani, biz bu dünyaya sanmam ki güç/saltanat ve makam elde etmeye geldik. Biz bu dünyaya olsa olsa tek bir Yâr için âh etmeye, bir tek sevgiliyi sevmeye  geldik.

Devlet, yani dünyalık ve iktidar açısından güçlü ve kuvvetli olmak, eli dönüyor, sözü ve hükmü geçerli olmak.

Bu mu asıl hedef? Bu mu asıl peşine düşülmesi gereken sevda? Bütün endişeler, sıkıntılar, düşünceler ve planlar buna mı bağlı?

Halbuki yaşamanın amacının makam, şöhret, güç ve kuvvet sahibi olmak, ya da çok dünyalık biriktirmek olduğunu sanmak aldanmaktır. Görülen serabı gerçek sanmak, gölgeyi asılla karıştırmaktır.

Her gördüğün güzeli leylâ mı sanıyorsun?

Asıl dururken gölgeyle oyalanıyorsun”

Şair, sanmam ki biz bu dünyaya bunun için gelmiş olalım diyor. Neticede her şeyi terkettiğimize göre... sonuçta bütün saltanatlar/bütün makamlar günün birinde elden çıktığına göre... yıkıldığına göre...

Bugün kuvvetlice tutmaya çalıştığımız şeyler, gün gelir köpük gibi olur. Köpüğe dönüşecek nesnelerin ardına düşmek akıl kârı değil. Bunlar için feryat ve figan etmeye değmez.

Bazen sular kıvrılır, bir yerde döner durur. Bakarsınız ki orada süngere benzer köpükler birikmiş. Orada bir cismin, bir kütlenin olduğunu sanırsınız. Elinize aldığınız zaman uçar gider. Koca köpükten arkaya bir şey kalmaz.

Çok sevdiğimiz kişiler ve şeyler olabilir. Ama onlara hasrettiğimiz sevgi de sonuçta geçici. Herhangi bir sebepten dolayı bu sevgiler bitiveriyor. Ya ayrılıktan, ya kızgınlıktan, ya durumun değişmesinden dolayı. Nice birbirini sevdiğini iddia edenlerin, çıkar çatışmasından sonra hasım oldukları görülmüştür. Nice, ‘senin için canımı veririm’ diyenlerin, şartlar değiştiği zaman ‘canını alsam içim rahat etmez’ dedikleri duyulmuştur.

Öyleyse ölümle sınırlı olan saltanatlar da, makamlar da, sevgiler de geçici, sınırlı ve yetersiz. Bunlar için ne âh etmeye değer, ne de derin endişelere kapılmaya... Hatta bilinen bir gerçektir ki, nice zenginler iflas ediyorlar, nice makam sahipleri şartlar değiştiği zaman tepetaklak gidiveriyorlar. Nice sultanlar mutlaka ya mezara ya zindana gidiyorlar.

Yani kavuşmak için âh vah edilen; kavuşunca kendisiyle şımarılan nice şeyler, insanı bir gün terkediyorlar.

Bir kuds-i hadiste buyurulduğuna göre Cebrail (as) Hz. Muhammed’e (sav) şöyle demiştir:

“Ey Muhammed! neye sahip olursan ol, günün birinde terkedeceksin. Kimi ne kadar seversen sev, günün birinde ayrılacaksın.”

Kişiyi günün birinde terkedecek olan sevgili, ölümsüz olabilir mi, insanın susuzluğunu giderebilir mi? Ama heyhat ki insanının peşine düştüğü sevgililer bir tane değil ki. Uğrunda feryat ettiği, eziyete katlandığı, hesaplar yaptığı öyle çok yârlar var ki, sayısız. Ama ne yazık ki hepsi vefasız, hepis fâni, ve hepsi ayak bağı...

Öyle bir sevgili olmalı, öyle bir Yâr olmalı ki sevgisi ve vefası ebedi olsun. Kişiyi hiç yalnız bırakmasın, sevenini hiç terketmesin. İşte onun uğruna âh etmeye dğer. İşte onun yolunda yorulmaya değer. İşte onun için vermeye ölmeye de değer.

O sevgililer sevgilisi olmalı. O, insanın ebediyyen elini bırakmayacak bir Yâr olmalı.

Ve insan bu sevgili uğruna ‘âh etmek’ üzere yaratıldı.

İşte hayat bunun için yaşamaya değer.

İşte emellerimizin, hayallerimizin, iştahlarımızın hazin sonucu:

 

DOYUM ELE GEÇMEZ UFUKTUR

 

Umut şehlâ gözlü, bir ceylandır ormanlarda

Koşturur peşi sıra müstesna zamanlarda

 

Yalancı fecre doğru çizgidir uzun emel

Aynalarda dolaşan binbir hayâle bedel

 

Islanırken gururla derin göz bebekleri

Bir kabuğu doldurmaz binlerin emekleri

 

Ne oldu bilmiyorum, isterken sonsuzluğu?

Damla su yok, gidermek üzere susuzluğu,

 

Uzay fethetmek için ederken binbir yemin

Gökler sarsılır, titrer ayak altında zemin,

 

Gelen gidiyor, giden geri dönüp bakmıyor,

Öyle bir pençe ki bak, tutunca bırakmıyor,

 

Gördün; doyum dediğin ele geçmez ufuktur,

Ve her insan, biraz da, büyümeyen çocuktur.

 

28.1.2008 Zaandam

Hüseyin K. Ece