Bizim kültürümüzde ´toprak ana ´ motifi vardir. ´Benim sadık yârim kara topraktır´ diyen şair aslında binlerce seneden beri toprağa bakan bir anlayışı bir satırda formüle etmektedir.

Toprağın ana oluşunu unutanlar, analık hakkını da ihmal ediyorlar.

İnsan sadık yârine nasıl davranır ki?

Zalimce mi, düşmanca mı, delice mi?

Sadık yârin hatırı, değeri, onuru, sevgisi korunmalı değil mi?

Toprağı kirletenlerle, onu karumayıp rüzgâra, suya ve kadir bilmezlere terkedenler aynı vefasızlığı göstermis olurlar.

Babam derdi ki: ´Ulan oğlum, olsun da bir kürek toprağınız olsun. Üzerine üç beş fasulye dikersiniz de karnınızı doyurursunuz.´

O köyde doğmuş, köyde yaşamış, toprakla haşır neşir olmuş biri olarak böyle gördü, böyle bildi. Kendinden sonra gelenlere de aslımız olan toprağa önem vermeyi tavsiye ediyordu. Ya da hayatın unsurlarından birini hareretle korumamızı istiyordu.

Elbette ki toprak her şey demek değildir.

Devasa şehirlerde doğup büyüyenler, çoğunlukla tabiatın uzağında kalıyorlar. Yani toprakla ilişkileri az oluyor. Bazıları için bazen bir yeşil alanın, bir bahçenin, bir tarlanın; üzerinde muazzam bir iş yeri, devasa bir apartman, ya da bunlara benzer bir yapı yapılacak arsa olmasından öte bir değeri olmayabilir. Böyleleri toprağa meta, yani çıkar sağlayacak nesne olarak bakabilirler. (Hoş böyleleri başka şeylere de çıkar açısından bakarlar ya, konumuz bu değil.)

Hele günümüzde, arsanın para ettiği bir zamanda, böyleleri yeşil alan, orman, bahçe, ata yadigârı, tabii manzara dinlemezler. Ülkenin nefes boruları olan yeşil sahaları boğarlar, yani onları tahrip ederler, betona çevirirler.

Bunlar yere, tabiata, toprağa zülmederler. Ne demek?

Zulüm, aslında eşyayı ait olduğu yere koymamaktır. Ya da eşyayı asıl maksadı dışında kullanmaktır. Eğer toprak hayatın kaynağı olarak kullanılmıyorsa, eğer kirletiliyorsa, eğer yağmalanıyorsa; ona zulmediliyor demektir. Ona haksızlık ediliyor demektir. Bu haksızlık eninde sonunda zarar olarak, tıpkı bir bumerang gibi ona zulmedenlere geri dönecektir.

Yıllar önce bir karikatür görmüştüm:

Sağda ve solda büyük ve yüksek apartmanlar var. Yerler kaldırım döşeli. Hiç bir ağaç görünmüyor. Günümüzün şehirlerinden biri. Bir anne yavrusunun elinden tutmuş gezdiriyor. Anne bir ara her nasılsa kaldırım taşları arasından çıkmış cılız bir otu göstererek;

´Bak yavrum, bahar geldi´ diyor. 

Yeni nesillerin bahar adına görüp görecekleri bir kaç ot mu olmalı?

Ya da apartmanlarin arasına sıkışmış bir kaç agaç, zoraki yaşatılmaya çalışılan bir kaç metrekarelik çimen mi olmalı?

Baharı, hiç görmeyenler de var denilebilir. Baharı taşların arasından çıkmış cılız bir filizle tanıyan nesile bahar mevsimi ne anlatabilir ki?

Baharı balkondan ta uzaklarda gören bir kuşak, ufuklarını, hayallerini, umutlarını nasıl genişletebilir ki?

Böylelerine yeniden doğusu, ayağa kalkışı, dirilişi, ümitvar olmayı nasıl izah edebilirsiniz ki?

Baharla beraber uyanmaktan mahrum olanlar, kimi uyandırabilirler ki?

Çiçeği, yeşili, ağacı (ağacımcı şeyleri mi demeliydim ?) yalnızca saksılarda görenlere İrem Bağları bir şey hatırlatmaz. Cennet bağlarının boyutlarını hayal edemezler. Gülistan onlara yabancıdır ki, ne gülü bilirler, ne ıtr´ı tadabilirler.

Bu toprakla, tabiatla, çevre ile olan uyuma bağlıdır. Çevresiyle sorunu olanın aslında, kendisiyle sorunu var denilebilir.

Bizim ülkemize toprak da, toprağın bağrından fışkıran yeşillikler de, ormanlar da yeşil alanlar da hoyratca tahrip ediliyor. Yerleşime açılıyor, fabrika yapılıyor, üzerinden yol ve sokak geçiriliyor. Şehirlerin kenarlarındaki toprak alanlar, yeşil sahalar giderek küçülüyor, yok oluyor. Belki son altmış yıldan beri hemen hemen bütün şehirlerde bu amansızca yağma sürüp gidiyor. Ne dur diyen var, ne yüreği yanan var, ne bu işden geri dönen var. Ne resmî tedbir alınıyor, ne insanımız yanlışının farkına varıyor. Bu gidiş nereye varacak bilen yok.

Gelecekte çocuklarımıza, her nasılsa kaldırımlar arasından çıkmış bir kaç otu bahar diye gösterirsek, şaşmamak gerek.

Ya da ´bak evladım, bir zamanlar şu dağlar yemyeşildi, ormanlıktı.

Şuralarda bahçeler, yeşil alanlar, agaçlar vardı´ diye içli içli hayaller anlatırsak çok mu garip olur?

Şimdi elimizde cılız bir umut dileğinden başka bir şey yok:  Ne diyelim, bu dünyada toprağınız, öbür tarafta rahmetiniz bol olsun.

(Not: Çocukluğumda Gümüşhane´deki bahçeleri hatırlayıp, şimdiki manzarayla karşılaştırdığımda, ah çekmekten kendimi alamıyorum.)

 

Hüseyin K. Ece

11.9.2006

Rotterdam