Üstelik bu tahrip bir kaç sene değil, senelerce devam etti. Bir bölük moğol Ortaasya’dan şimdiki Afganistan, Pakistan, İran üzerinden Anadolu’ya ve Irak’a, Suriye’ye doğru ilerledi, onların arkasından bir başka bölük daha geldi, bir bölük Moğol da Hindistan’a yöneldi.
Nihayet miladî 1258 yılında Moğollar bağdat’a girdi. Yani orayı ele geçirdiler. Tabii Bağdat ahalisi onların teslim çağrısına uymadıkları için toptan suçlu ilan edildiler. Dolaysıyla Moğollar kendilerine göre Bağdatlılara istediklerini yapabilirlerdi. Nitekim öyle oldu. İstediklerini yaptılar: Öldürdüler, yağmaladılar, ateşe verdiler... Daha doğrusu Bağdat’ın sembolize ettiği medeniyeti yerle bir ettiler.
Bunun sonucu olarak da Bağdat’ın bağrında sakladığı kültür ve medeniyet hazinesi kütüphaneleri darmadağın ettiler. O güzelim kitaplar, o yüzyılların emsalsiz bilgi kaynakları, o bir daha geri getirilmesi imkansız olan nadide eserler acımadan ya yakıldı, ya da Dicle nehrine boşaltıldı.
Bazı kaynaklar bu yüzden nehrin günlerce mürekkep renginde aktığını söylerler. Belki bu bir abartıdır. Ama bir gerçek var ki, o zaman Bağdat İslâm dünyasının, daha doğrusu İslâm medeniyetinin kalbi idi. O kalbin en büyük zenginliği de eğitim kurumları ve kütüphaneleri idi. Moğollar kalbi ele geçirmekle kalmadılar, o kalpten İslâm alemine adeta kan gibi pompalanan ilim ve kültürün damarını kestiler. Öldürülen ve işkence edilen insanların yanında, her şeyi yağmalanan (eskilerin deyişi ile tarümâr edilen) koca bir ülkeye mi yanmalı insan, o kaybolan medeniyete mi?
Bu öyle bir felaket idi ki, o günü anlatan tarihçi İbni Esir; “Keşke annem beni doğurmasaydı da bu günleri görmeseydim” diyecekti.
İslâm âlemi bu felaketin bir benzerini de 1492 yılından sonra Endülüs’te yaşamıştı. Müslümanlardan ele geçirilen bütün şehirlerdeki kütüphaneler boşaltılmış ve oradaki kitaplar sokak ortasında cayır cayır yakılmıştı.
Yine İslâm âleminin Anadolu coğrafyasında günün birinde bir uygarlık tercihinden, kimlik değişiminden sonra, arap harfleri ile yazılan kitaplara hasımlık ve düşmanlık başlamış, yıllar boyu bu kitaplar takip edilmiş, bulunanların bir kısmı yok edilmişti. Elinde kitapla yakalanma korkusu olanlar ise bu kitapları ya yakmışlar, ya gömmüşlerdi. Tabii gömülen kitaplar ya bir daha bulunamadı, ya da çürüyüp gitti.
(ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra Bağdat’taki müzelerin ve kütüphanelerin yağmalanmasını, oralarda bulunan nadide eserlerin yok pahasına avrupalı antikacılara satılmasını bir de bu açıdan değerlendiriniz.)
Devir değişse de moğol kafası kolay kolay değişmiyor.
Bu nasıl oluyor, anlamak hiç mümkün değil. Bir taraf diğer tarafa kızınca, doğrudan onların kitabına/kitaplarına saldırıyor. Kimileri yakıyor, kimileri yasaklıyor?
Neden acaba?
Neden birileri bu canavarlığa soyunuyor? Neden birileri kitaba bu kadar düşman olabiliyor? Neden bazıları anlamadığı Kitab(lar)ı karalamak için elinden geleni yapıyor?
Kitap uygarlığın alâmetidir. Uygarlık anlayışından yoksun olanlar, kitapların önemini/kıymetini bilmezler.
Moğollar için kitaplar ve onların içinde saklanan ilim ve kültürün, belki bir kâse şaraptan, belki bir kaç lira paradan fazla değeri yoktu. Çünkü onlardan anlamazlardı ki. Çünkü o kitapların bahsettikleri seviyeden haberleri yoktu ki.
O kitaplar, yüce bir medeniyetin sembolleri idi. O medeniyete kasdeden moğol zihniyeti, onun sembollerini de yok ederdi. Eğer ele geçirdikleri ülkelerdeki kitapları ve ilim yuvalarını yok etmezlerse, insanlar oralardan yine beslenir, şuurlanır, tekrar dirilebilir, tekrar ayağa kalkabilirlerdi. Onun için onları mağlup etmenin, teslim almanın yolu, kökleri/kaynakları olan Kitap(lar)la bağlarını koparmaktan geçerdi.
Kitapları toptan yok etme anlayışı barbar bir anlayıştır. Onlar ne bilsinler o kitapların kıymetini. Horoz için bir darı tanesi, sandık dolusu mücevherden daha değerlidir. Olaylara kafa ve yürekle bakmayanlar, midelerine yarayacak şeyleri çok değerli zannederler.
Bu ise bir aldanmadır, yanılsamadır, bir kiymet bilmemedir.
Biz Kitab(lara)a bunca hasım olan, küçük kafalı ama fesadı ve zararı çok kimseleri insafa davet edip, kitapla olan dostluğu artırmaya bakalım. Sonuç güzel olur diye düşünüyoruz.
Hani bazıları der ki “Kitap en iyi arkadaştır”. En iyi arkadaşlarımızın sayısını artımak dileğiyle...
.....
Hüdhüd, haber getiriyor baksana
Güneşe tapanların diyarından
.....
Hüdhüd, dehşette, şaşkın
Dili dolaşıyor, anlatamıyor
Batı tarafını işaret ediyor
Ben çıkıp yollara bakıyorum
Her sabah bir niyaza durur gibi
Her sabah bir özlemle…
Hüdhüd batı tarafını işaret ediyor
Put kuyularının olduğu tarafı
Bağdat yolundan bir haber geliyor
Bağdat´a moğollar girmiş diyor
Moğollar Bağdat´ı almış diyor
Ey dost,
Bir beldeye moğollar girince
Ya da firavun saltanatı
Ya da hitler kafası
Yahut siyonist nefesi
Neler olacağını sen anla
Gerisini ben anlatmayayım…
Su diniyor, yer donuyor, gök susuyor
Ehvah diyorum, eyvah
Nûr söndü, kitap öldü, gül soldu
Bilge adamlar ağladı
Anneler ilk defa bu kadar
Canhıraş feryat ettiler
Bağdat´ı moğollar aldı
Demek ki benim rüyam bir masaldı
Bağdat’ı moğollar aldı
Ey tarih sus, fakat ağıt yak
Ey tarih anlatma, ama ağla
Bana arabesk mersiye söyle
Satırlarında haber değil
Sadece hüzün güfteleri kalsın
....
Hüseyin K. Ece