Herkes bunu böyle bilir de, buna rağmen niçin tarihten beri insanlığın büyük bir kısmı bu maddeleri icad etmiş ve kullanmış. Niçin hâlâ insanlığın büyük bir bölümü sarhoş edici maddeleri kullanmaya devam ediyor?

Bu soruya acaba kim mantıklı bir cevap verebilir?

Alkol ve diğer uyuşturucular, zararlı mı?

Zararlı...

Uyuşturucu bağımlıların ne hallere düştüğü göz önünde mi?

Evet öyle...

Alkol alanlar ve uyuşturucu kullananlar bunun farkında mı?

Belki farkındalar, belki değiller; bilmiyoruz...

Ama sonuçları ortada değil mi?

“Alkollü içkiler ve uyuşturucular elbette kişi ve toplum sağlığı açısından zararlıdır.”

Bu sözü belki herkes söyler. Müslümanı da, gayr-i müslimi de bunu diyebilir.

Sonuç?

Sonuç değişmiyor. Hele hele müslüman olmayan toplumların büyük bir bölümü bu zararlıyı almaya devam ediyor.

Acaba niçin? İnsan neden bu kadar kendi aleyhine çalışır?

İnsan kendi kendinin düşmanı mıdır?

Yoksa kişinin dışındaki sebepler çok daha mı etkili?

Mesela, bir genç... Henüz hayatının baharında içkiye veya uyuşturucuya alışıyor.

Ama neden? Hangi ihtiyaçtan dolayı? O buna mecbur mu?

Belki de mecbur (!). Belki birileri ona çağdaş olmak için bunları kullanmalısın (!) diyordur. Ya da yetiştiği ortamadan böyle bir anlayış kazanmış olabilir.

(Biz müslüman toplumların bazılarında içki içmeyenlere ‘gerici’ dendiğini, ‘birilerine iktidar fırsatı verirsek, içkimize engel olurlar diye askeri darbe yapanları bile gördük.)

 

b-İşlevini Yerine Getiremeyen Akıl:

Burada galiba akıl asıl görevini yapmıyor. Ya da akla görevini yapmasında engeller çıkarılıyor. Zaten bir insan akl-ı selim’e uymazsa şüphesiz yanlış yapar, zararlıyı faydalı, kötüyü iyi, günâhı helâl gibi görür.

Bakınız bir algılama aracı olarak akıl; ‘bir nurdur ki kişi onunla, duyularla kavrayamadığı şeyleri kavrar’.

‘Sahibini tehlikelere düşmekten koruduğu’ için düşünme kabiliyetine akıl denmiştir. 

Felfsefi açıdan akıl şöyle tarif edilmektedir: ‘Varlığın hakikatını idrak eden, maddi olmayan, fakat maddeye tesir eden basit bir cevher, maddeten şekilleri soyutlayarak kavram haline getiren ve kavramlar arasında ilişki kurarak önermelerde bulunan güç.’ (TDV İslâm Ansiklopedisi, 2/238)

Aklı şu şekillerde tarif etmek de mümkündür:

*İdrak, muhakeme kabiliyeti, kavrayış, zekâ.

*İnsanları tehlikeye düşmesine engel olan şey.

*Akıl ;  insanın  düşünme,  bilme,  davranışını belirleme, denetleme ve yargılaması, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırdetmesi ile ilgili kabiliyetidir.

*Akıl ; eşyanın güzellik, çirkinlik, kemâl ve noksanıyla ilgili sıfatını idrak eden özelliktir. İki hayırdan daha hayırlı, iki şerden daha az şerli olanını idrak etmekten ibarettir.

İşte akıl bu. Akıl böyle bir nur (ışık kaynağı), böyle bir yetenek.

Kur’an, akıl üzerinde çok duruyor. Akıllı insanlara hitap ediyor. İnsanların akıllarını kullanmalarını istiyor. Ve aklı perdeleyecek, aklın görevine engel olacak içecek ve yiyeceklerden, hatta aklı zedeleyecek düşünme faaliyetlerinden bile insanı sakındırıyor.

« Biz bu misalleri insanlara anlatıyoruz ama onları bilenlerden başkası akledip anlamaz.” (Ankebût 29/43)

İlginçtir, Kur’an sarhoş edici maddeleri ifade etmek üzere, ‘sekr ve hamr’ kelimelerini kullanıyor. Her ikisi de aklı perdeleyen, örten, devre dışı bırakan şey demektir.

Eh akıl devre dışı kalırsa, akıl perdelenirse, aklın üzeri kapatılırsa ; insan nasıl düzgün hareket edebilir ki, nasıl doğru düşünebilir ki, nasıl dengeli olabilir ki?

Yazık değil mi o insana ki, Yüce Yaratıcı ona bir ışık veriyor, yolunu aydınlatsın, önünü görsün, yanlışa gitmesin diye; insan ise inadına o ışığı söndürüyor, devre dışı bırakıyor. Sonra da eğlendiğini, bir müddet zevklendiğini, ya da gayet normal bir şey yaptığını zannediyor.

Heyhat, bunu anlamak cidden zor.

Ama zahir, içip sarhoş olanların herhalde bir bildiği vardır. Ya da kendilerince akıllı olduklarını iddia ediyorlardır.

 

c-Aklını Kullanmayanlar:

Bazıları aklı olduğu halde onu kullanmaz, ya da kullanmayı beceremez. Meselâ,

*Âkil-bâliğ olmayan çocuklar. Bunlar henüz çocuk oldukları için olgun bir aklın yapacağını yapamazlar. 

*Akıl bakımından reşid olmayan zekâ özürlüler. Reşid, olma aklı başında olma, ne yaptığını bilebilme demektir. Kimilerinin aklı bir türlü reşid olmaz.   

*Aklını yitirmiş olan deliler. Delilerin aklı yoktur ki kullansınlar. 

*Aklını kullanmak istemeyip körü körüne başkalarını taklit edenler.

Böyleleri bir türlü kendi olmayı beceremezler. 

*Aklını başkasına kiraya verenler, ya da teslim edenler.

Bunlar, liderlerinin, büyüklerinin (atalarından kalanların), üstadlarının, model haline getirdiklerinin izinden giderler. Onlara uyarlar, onlarda ne bulurlarsa kabul ederler. Böyleleri akıllarını adeta kiraya verenler gibi, ona sahip olmazlar. Akıllarına başkaları hükmeder, yön verir, kullanır.

*İnatçı inkârcılar.

Bunlar da tefekkür, tezekkür, tefekkuh edilmesi için yaratılan aklı hak olan yolda kullanmazlar. Dünyalıklara kafaları çalışsa da kullakla ve ilâhî ölçülerle ilgili konularda akılları durur. Bunlardan bazılarının aklı yanlışta, günâh üretiminde, zulümde, başkalarının haklarını ellerinden almada, batıl yolları çoğaltmada çok iyi çalışır.

İşte sarhoşluğu artırıp süslü gösterenler de bunlardır.

Böyleleri şeytana yardım ettiklerinin, şeytanî işlere alet olduklarının, şeytanın saltanatına kulluk yaptıklarının farkın da mıdırlar, bilinmez.

Kur’an, içkiye, kumara ve putlara tapmaya şeytanın piş işleri diyor. Şeytanın bunlarla insanlar arasına kötülük koymaya çalıştığını söylüyor.

“Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.

Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?

Allah'a itaat edin, Resûle de itaat edin ve (kötülüklerden) sakının. Eğer (itaatten) yüz çevirirseniz bilin ki Resûlümüzün vazifesi apaçık duyurmak ve bildirmektir.”  (Mâide 5/90-92)

Aklı başında bir insan için bilmem başka uyarıya ihtiyaç var mıdır?

Ama galiba aklı yerinde kullanmak için bazen uyarıcılara, sebeplere, belki de musibetlere ihtiyaç bulunmaktadır.

Tıpkı aşağıdaki fıkra gibi:

 

d-Hikâye Bu Ya

Anlatıldığına göre birisi (buna adamanın birisi diyelim) trende yolculuk yapıyormuş. Tam karşısında bir başka yolcu. Hani kuşetli dedikleri tren. Üstüste iki katlı ya.. Karşılıklı oturmuşlar, birbirlerine bakıyorlamış ama henüz konuşmuyorlarmış.

Kompartımanda kendilerinden başka yolcu yokmuş.

Biraz gittikten sonra Adamın birisi çantasını açmış, azığını çıkarmış ve yanına, koltuğa bir basit yaygı yaymış ve üzerine özenerek yerletirmiş, sonra da afiyetle yemeğe başlamış. Öbürü merakla onu seyrediyormuş. Hani acıktığından değil, ya da ‘köftehor beni niye buyur etmiyor?’ cinsinden de değil. Adamın birisi’nin davranışları dikkatini çektiği, çok özenle yediği için.

Adamın birisi, çantasından çıkardığı pişmiş hamsilere daha bir özen göstermiş. Onları koyduğu paketi dikkatlice açmış. Uygun bir yere yerleştirmiş. Sonra parmağının ucuyla bir tanesini almış, yine özenerek eti kılçığından ayırmış. Eti ağzına atmış, iştahla, ağzını şapırdatarak, âdeta karşısındakine göstere göstere yemeğe başlamış.

Sonra da kılçığa hiç zarar vermeden, yine özene bezene, düzgün bir şekilde yaygının bir ucuna dizmeye başlamış. Böylece epey devam etmiş.

Yaygının kenarında bir hayli kılçık birikmiş.

Karşıdaki artık dayanamamış:

-Arkadaş, onlar nedir ki kenarını yiyorsun, içini çıkının kenarına düzgün bir şekilde yerleştiriyorsun? diye sormuş. Adamın birisi fazla umursamadan isteksizce cevap vermiş.

-Bu yediğim hamsidir. Bunlar da onun kılçıkları. Adam tekrar sormuş:

-Peki niye onları düzenli bir şekilde kenara yığıyorsun?

-Değerlidirler de ondan.

-Nasıl değerli?

-Basbayağı değerli?

-Ne işe yarar bunlar?

-Kafayı çalıştırır?

-Nasıl kafayı çalıştırır.

-Eğer bunları ayrıca yersen, kafan daha iyi çalışmaya başlar.

-Ciddi misin?

-Tabii ciddiyim. Bu hamsi kılçığıdır, bunun özelliği bu. O yüzden çok değerlidir.

-Yani, ben şimdi bunlardan yesem benim de kafam çalışır mı?

-Elbette.

-Peki onlardan bana da verir misin, bir deneyeyim.

-Kusura bakma, vermek isterim ama senin gücün onları almaya yetmez.

-Neden?

-Çünkü onlar değerlidir. Rastgele herkese verilmez. 

-Ne, olacak şunun şurasında yolculuk arkadaşıyız. Bir miktar versen de hem yesek, hem de muhabbet ederek gitsek olmaz mı?

-İyi ama onlar sandığından da pahalı. Herkes bu gibi şeyleri satın alamaz ki?

-Yahu sen hele bir fiyatını söyle, belki alabilirim.

-Yok yok, senin alabileceğinin sanmıyorum.

Adamın birisi böylece olayı elinden geldiği kadar abartıp yol arkadaşının iştâhını canlandırmış. Hamsi kılçıklarını gerçekten değerli ama kafa çalıştırıcı iksir gibi ilaç olduğuna ikna etmiş. Sonunda belli bir paraya anlaşmışlar. Diyelim ki tanesini bir euro’ya.

Adamın birisi kılçıklardan on tanesini on euro karşılığınnda adama satmış. Adam da kafam çalışacak diye onun öğle yemeğinden arta kalan hamsi kılçıklarını yemeğe başlamış. Başlamış ama kılçıklarda ne tad var, ne de yenecek bir taraf. Bir kaç tane kılçığı yemeğe çalışırken adamın dönmüş ve:

-Arkadaş sen beni kandırdın.

-Nasıl seni kandırmışım?

-Yahu ben biliyorum, pazarlarda bu gibi küçük balıkların kilosu bir-iki euro karşılığı, hadi bilemedin üç euro olsun. Sen ise bana kılçığın bir tanesini bir euroya sattın ve beni kazıkladın?

Adamın birisi tebessüm etmiş ve demiş ki:

-Gördün mü hamsi kılçıklarını yeyince kafan nasıl çalışmaya başladı…

Şimdi insanların kafası çalışsın diye herkese hamsi kılçığı mı yedirmek gerekiyor?

 

Hüseyin K. Ece

24.03.2005

Zaandam