Osmanlı’nın usta şairi Bâkî Efendi böyle demiş. Demiş de bir gerçeği dile getirmiş. Ya da herkesin bildiği ve hemen herkesin unuttuğu değişmez hakikatı şiir diliyle böyle anlatmış.
 
Ya, kendini çok zengin (yani müstağni) gören, küçücük bir makama tayin olunca Kaf Dağına çıktığını zanneden, nefsinin birazcık tatmin olacağı zevki elde edince deli divane olan efendi! Anladın mı? Gerçek işte böyle...
Hakikat böyledir de kim okur, kim dinler? Kim ibret alır, kimler hükmünce amel eder? Bilinmez.
Günümüz toplumlarının (nam-ı diğer modern toplumların) belki en önemli hastalığı ihtiras, tamah ve açgözlülüktür. Doymamışlık, kanaatsızlık ve eskilerin tul-u emel dedikleri sonu gelmez beklentiler... 
Ki pek az insan bu hastalıktan yakasını kurtarmış. Pek az insan bu dertlerin ilacını bulmuş.
Bunları diyoruz da, biraz da korkuyoruz. Acaba birileri bundan rahatsız olur mu? Çünkü biliyoruz ki bazı ülke yöneticileri ve medya mensupları bu tür sapmalara hastalık diyenleri hedef tahtasına koyabiliyorlar. Bu bakış açısını ‘çağın değerleri’ne saldırı olarak algılayabiliyor.
Öyle ya açgözlülüğe, tamahkârlığa, daha çok kazanma hırsına; bakınız hastalık diyoruz. Bunu da bir ayrımcılık sayarlar mı, bunu da çağdaş değerlere karşı olmak kabul ederler mi?  
Modern toplumlar, yani kalkınmış, ilerlemiş, yükselmiş diye nitelenen ülkeler/bu ülke vatandaşları; bu hastalığı elim bir şekilde çekiyorlar. Kendileri çektikleri gibi başkla toplumlara da çektiriyorlar.
Görmüyor musunuz bu tamahkâr herifler yüzünden tabiat tahrip oluyor,  yeraltı ve yerüstü zenginlikleri yağma ediliyor. Atmosfer kirletiliyor, bazı hayvanların nesli tükeniyor. Kalktı denilen kölelik ustalıklı bir biçimde, başka kılıflarla yaşatılıyor. Çocuklar istismar ediliyor, zayıflar çıkar amaçlı kullanılıyor, kadınlar da bu istismardan paylarını alıyor.
Bu muhteris (ihtiraslı) adamlar yüzünden dünya dengesini kaybetti, zulümler arttı, haksızlıklar çoğaldı. Hak ihlallarinin haddi hesabı yok. Hem kişiler, hek kuruluşlar, hem de ülkeler başkalarının hakkına farklı biçimlerde  tecavüz ediyorlar.
Kimsenin karnı doymuyor, gözü doymuyor, nefsi kanmıyor. Boğazlar değirmen gibi. Mideler dolsa da mideye yön veren duygular tatmin olmuyor. Açgözlülük karakter haline geldi. Herkes muhteris gibi, hiç bir şey yetmiyor bu doymazlığa.
Bir şeye sahip olan beş şey istiyor. Beş şeye sahip olan beşyüz istiyor. Hırsın, aç gözlülüğün sınırı yok. Bu muhterislerin gözünü ne kalkınma doyuruyor, ne fabrikalar doyuruyor, ne de lüks, ne refah, ne eğlence doyuruyor.
Muhterisler midelerinin keyfi için her türlü kötülüğü, zulmü, soygunu yapabilirler. Bunlar aşağılık zevkleri için zayıf bulduklarını istismar etmekten geri durmazlar. Bunlar keyfleri için, -Neron gibi- dünyayı yakmaya hazırdırlar. Kendi çıkarları için başkalarına haksızlık ederler, emeklerini sömürürler, çalarlar, hırsızlıklarına kılıf bulurlar.
Bu muhterisler devlet gücüne sahip olunca, silahlarını hakimiyetlerine itiraz edenlerin üzerine boşaltırlar. Bunlar kitle imha silahları yaparlar, çıkarları için savaş çıkarırlar, ortalığı ateşe verirler; sonra da velvele koparırlar; dünya barışı tehlikede diye.
Muhterisler doymazlar, az ile yetinmezler, kanaat etmezler. Başkalarının elindekine göz dikerler. ‘Başkasından bana ne, ben beni bilirim’ derler. Geleceğe hesaba katmazlar, başkalarını düşünmezler, paylaşmayı bilmeyi bırakın; fırsatını bulsalar bir yetimin elindeki kuru ekmeği kapıp kaçarlar.  
Kahrolasıcalar, ne de açgözlüler!
Boynu devrilesiler, ne de çok muhterisler!
Burnu sürtülesiler, ne de tamahkârlar, ne de doymaz gözleri var!
Böylelerine şöyle demek lazım:
Efendiler! Görmüyor musunuz sonbahar yelinin bahar çiçeklerine yaptığını?
Bu baharın geçici olduğu aklınıza gelmiyor mu? Bu devranın muvakkıt olduğunu düşünmüyor musunuz?
Sonbahar sizin mahalleye uğramayacak mı?
Kış mevsimi size misafir olmayacak mı?
Şairin dediği gibi:
“Sizin kapınızın önünden geçmeyecek mi
Komşudaki cenaze?”
İbret almıyor musunuz sizden önce gidenlerden?
Ders çıkarmıyor musunuz yaptıklarının hesabını daha bu dünyada verenlerin halinden?
Nice zenginler, nice saltanat sahipleri, nice ihtiras düşkünleri, nice açgözlüler; geldi geçti, toprak olup gittiler.
Hâzân onları da vurdu, sonbahar yeli onları da kapıp götürdü, zaman onlar hakkında da hükmünü icra etti.
Aynanın/dünyanın karşısına geçip şöyle inlemenin yeridir:
“Ey aç gözlü adam! Aç gözünü...
Bugünün yarını da var. Bu yer yüzünün bir de altı var. Bu baharın bir güzü, bu varlığın bir de yokluğu var. Hesap var kitap var. Gafil olma.”
((Soru: Bu hastalıkların ilacı var mı?
Cevap: Alimler var demişler. Sonra da ihtiras, tamah ve açgözlülük hastalığının ilacının; “şükür, kanaat, haramdan kaçmak ve ölümü düşünmek” olduğunu söylemişler.  
Bunlar modern toplumlarda, bu zamanda, çağımız insanlar için bir değer ifade eder mi, bilmiyoruz?
Biz hatırlayalım, belki bir işe yarar.
Söz zaten dinleyene söylenir.))
 
Hüseyin K. Ece
5.12.2009
Zaandam/Hollanda