Onun için iftar ile sevinmeyi anlayışla karşılamak gerekir. Bu oruçtan kurtulmanın değil; belki bir görevi hakkıyla yerine getirmenin sevincidir.

Kavuşanlar, özlemesini bilenlerdir dersek, yanlış olmaz. Vuslat; hasret çekenlerin hakkıdır. Vuslatın değerini, tadını, bayramını hasret ateşiyle kavrulanlar ancak anlar.

Bu, yitiğini bulduktan sonra sevinmek gibi bir şey mi? Yoksa, bir şeyden mahrum kaldıktan sonra, ona kavuşmanın verdiği heyecan mı? Ya da ne bileyim gurbetten dönen bir kimsenin beraberinde getirdiği, ışık, sevinç ve yürek çırpıntısı mı? Ne denililirse denilsin, sonunda bir sevinç, bir heyecan, bir ferahlık vardır.

Uzun zamandan evinden ayrı kalan bir babanın evine dönerken yaşadığı heyacanı nasıl anlatalım?

Onu her gün biraz daha özlemle, bira za daha büyüyen bir hasretle, ufuklarda, yollarda, ta uzaklarda görünen tozların arasında, her gelen taşıtın sesinde, her akşamın alacasında arayan annenin yürek çırpıntısını hangi cümle anlatabilir?

Babayı uzun zamandır göremeyen bir çocuğun, babasının bugün yarın geleceğini haber alması üzerine neler hissettiğini nasıl ölçelim, nasıl anlatalım?

Yitiğinden umut kesen bir annenin, bir babanın, bir âşıkın, yitiğinden bir haber, bir koku, bir ışık aldığını düşünelim, buna hangi yürek atışı yetişebilir?

Orada akıl durur, yürek ne yaptığını unutur, hisler dona kalır. Bu an anlatılmaz, dile/kaleme dökülemez. Çığlıklar bile bu anı anlatamaz.

İşte ben de böyle bir vuslatın anlamlı olduğunu söylüyorum.

Elbette bu heyecanı yaşamak için bir yitiğimiz olmalı, sevdiklerimiz uzağa gitmeli, değerli bir şeyimizi kaybetmeliyiz demiyorum.

Demek istediğim; hasret sevgiyi büyütür. Vuslat bu sevginin ete kemiğe bürünmüş halidir.  

“Sevgiler vuslat ile bütünleşse de hasret ile kıvam bulurlar. Aşıkın düşünmesi aslında vuslattan bir izdir. Çok seven çok isteyendir; am bu istek haddi aşmamalı.”

Demek ki sevgiyi/aşkı kıvama erdiren özlemdir.

Kolaylıkla elde edilen, elden kolay çıkabilir. Emek verilmeden elde edilen ekmek çok değerli olmayabilir. Bedeli zor ödenen her şey değerlidir. Tıpkı hasreti çekilen şeyin, hasret çekenin gözünde büyümesi gibi. Bu da ona duyulan sevginin bir sonucudur.

“Kavuşmak istiyorsan özlemesini bileceksin.” Vuslat diye bir arzun varsa, hasret çekeceksin, özlem duyacaksın, çok isteyeceksin, yanıp kavrulacaksın. Yürekten talep edeceksin, peşine düşeceksin ve bedel ödeyeceksin.

 Hikâye bu ya, genç Peygamber’i rüyasında görmek istemiş. Bunun için ne yapması gerektiğini bir alime danışmış. O da ona çok tuzlu yemek yemesini ve hiç su içmeden yatmasını söylemiş. Sonra sabah olunca rüyasında ne gördüğünü sormuş. Genç de rüyasında dereler, ırmaklar, nehirler, gözeler ve göller; yani su gördüğünü söyleyince demiş ki; Gördün ya akşamdan tuzlu yedin ve su içmeden yattın. Arzun su içmek idi. Özlemin ve iştahın suya doğru idi. Sadece bedenin değil, ruhunun bile talebi su idi. Sen bütün benliğinlşe suya şartlanmıştın. Onun için rüyanda su gördün. Eğer Peygamberi de bu kadar özlersen, yani bütün benliğinle istersen; günün birinde Onu da rüyanda görürsün.

Hikaye öyle ama doğruluk payı yok mu? İnsan neyi çok arzularsa onun peşine düşer. Kavuşmaya can attığı, illa da elede edeceğim deyip onun için çok çalışan, çoğu zaman istediğine kavuşabiliyor.

Bu açıdan diyoruz ki “özlemek güzeldir”. Zira bu insan hem şevk verir, hemen hedef için daha çok çalışma aşkı/gayret/iştah aşılar. Ancak bu özlem yürek doyuran, yaratılışa uygun, sonsuz mutluluğa kapı açacak şeylere olmalı. Günaha, zarara, şirretliğe yönelik olmamalı.

Kısaca vuslat, hasretin çocuğudur. Hiç annesiz çocuk olur mu?

 

Hüseyin K. Ece

26.9.2009

Zaandam/Hollanda