Kişinin kimliği ona ait değer yargıları, dünya görüşü, inancı, olumlu geleneği, tavrı ve insanı insan yapan ahlâkî değerleri ise; bu kimliğin mayası anadildedir. Ya da kişi kimliğini diliyle ifade eder, diliyle zenginleştirir, diliyle yaşanılır kılar. Diliyle kazandığı kimliğini diliyle ve tavırlarıyla ortaya koyar.

Zannedildiği gibi kişinin anadili onun için sadece bir anlaşma aracı değildir. Ya da sadece aynı dili konuşanlar arasında bir iletişim aleti de sayılmamalı. O, bazı harfler, bazı sesler, bazı ifadeler ve yazılı belgeler de değildir.

Anadil, bir kimlik, bir medeniyet ve bir tarih gibidir. Anadil, özbenliktir, artı değerdir, toplumsal harçtır, kültürel zenginliktir. Anadil, kişi için sıcak bir yuva, en yakın bir dost, duyguların ifadeye döküldüğü terennüm ve başkalarına karşı bir anlamda savunma aracıdır.

Kimliği, medeniyeti ve tarihi olmayan köksüz, temelsiz, dayanıksız, savunmasız kalır. Kendinin bir değeri olmadığı gibi, başkaları da ona değer vermez. Değer üretmez, ürettiği değeri kimseyle paylaşma imkanı olmaz.
Dil sadece bir anlaşma aracı olsaydı, bugün hangi ortamda hangi dil geçerli ise onu bilir, onu konuşur, onunla anlaşırdık. İçinde yaşanılan toplumun dilini ileri düzeyde öğrenir ve insanlarla iletişim kurardık.

Ama hakikat hiç te öyle değil.

Şu gerçeğin üzerinde cidden düşünmek zorundayız: Özellikle güçlü ülkeler veya başka toplumlar üzerinde hakimiyet kuranlar kendi dillerini onlara öğretmeyi isterler. Sömürgeciler tarihte ve günümüzde, ele geçirdikleri ülkeleri temamen kontrol altına almak için onlara kendi dillerini ve kültürlerini benimsetmeyi denerler. İşgallerine karşı olabilecek direniş fikrini yok etmek ve sömürgeciği normalleştirmek için o ülke insanlarına kendi dillerini, dillerinde saklı olan dünya görüşünü öğretmeyi denerler.

Bu yaparken de dillerini sömürge halkına dayatırlar, hatta zorla öğretmeye kalkışırlar. Kend lisanlarını o ülkenin resmi dili haline getirirler.
Dil sedece bir anlaşma aracı olsaydı, akla gelen en yakın ihtimalle sömürgeciler gittikleri ve işgal ettikleri ülkenin diliyle anlaşır, yerli halkla iletişim sorunları olmazdı.

Ama onlar, dilin neleri taşıdığını, neleri taşıyabileceğini, neleri kapsadığını çok iyi biliyorlar. Yerli halk kendi dilini bırakır da sömüregecinin dilini benimserse, sömürgeciyi kabul etmiş, onun kültürünü, varlığını, değer yargılarını, örf ve adetlerini, edebiyat ve sanatını, şeref duyduğu şeyleri de benimseyecektir. Daha doğrusu sömürgecinin dilini benimsemekle, sömürgecinin kimliğini de kabul etmiş olacaktır. O zaman da kendi kimliğini terkeder. Kendi kimliğini terkedenler de sömürgeciye ve işgalciye karşı direnmeyi unuturlar.

Nitekim, işgele uğramış ülkelerde işgalciler her zaman yerli işbirlikçiler bulmuşlardır. Bu yerli işbirlikçilerin üç tipte olduğunu söylemek mümkündür:

Birinci tip, eyyamcı ve korkaklardır. Bunlar korkak oldukları için hemen teslim olurlar ve kuvvetlinin arabasına binerler, düdüğünü çalarlar, borusunu öttürürler. Bunlar, o kadar kişiliksizdirler ki korkularından, bırakın direnmeyi, bana zarar gelmesin diye hemen işgalcinin kılığına girerler, onun diliyle konuşmaya başlarlar.

İkinci tip para ve dünyalık düşkünü sefihlerdir. Bunlara biraz dünyalık verildimi, paranın ucu gösterildimi, değil vatanı ve tarihi; ruhlarını ve şereflerini bile satarlar. Bunlar için yeryüzünde dünyalık ve menfeat kadar değerli bir şey yoktur.

Üçüncü tip ise, işgalcilerin kültürünü benimsemiş, onların değer yargılarını, yaşama biçimini ve uygarlığını kendi halkının medeniyetinden üstün gören hainlerdir. Bu hainler de genellike maalesef okumuşlar arasından çıkar. Bunlar, içinden çıkıp geldikleri halka tepeden bakarlar. Onların geçmişlerini ve sahip oldukları şeyleri küçümserler. Gözleri hep dışarıdadır. Böyleleri sömürgecilerin her şeyini savundukları gibi dillerini de benimserler.

Dil ve kimlik olayına bir de bu ve benzeri tarihi gerçekler açısından bakmak gerekir. Avrupdaki ırkçıların ve Avrupa kültürü fundamantalistlerinin, entegrasyon, bulunulan ülkenin şartlarına uyum gibi feryatlarını iyi değerlendirmek lazım.

Bu herifçioğulları niçin ikidebir yabancılara bunları hatırlatıyorlar acaba?
İşin daha da garibi Türkiye’ye azınlık diller konusunda baskı yapan, azınlıklar da kendi anadilleriyle yayın yapsınlar (ki bu her insan için tabii bir hak olduğu için biz de savunuyoruz), onların dilleri de resmen tanınsın diyen AB, kendi içindeki azınlıkların dillerini korumaları için hiç bir tedbir almamaktadır. Ancak aynı AB ve bu birliğin çok saygın üyeleri, insan haklarını ve çok kültürlülüğü dillerinden düşürmeyenler, azınlıkların kendi dillerini temamen unutup, içinde yaşadıkları toplumda asimile olmalarını zımnen tavsiye ve teşvik ediyorlar.

Bu birliğe bağlı ülkelerden biri olan Hollanda’nın okullardaki anadili eğitimini önce Yaşayan Dil Eğimi (OALT) adı altında iğdiş etmesi, sonra da 2004 Ağustos’undan itibaren de tümüyle kaldırma kararı oldukça düşündürücüdür. Ama aynı Hollanda AB içinde Türkiye’ye birliğe üye olma şartı olarak azınlıkların dillerini korumaları konusunda fırsat verilmesini ileri sürmektedir.

Bu ikiyüzlülüğü, bu çifte standardı, söylemler ve iddialar ile eylemler arasındaki bu çelişkiyi anlamak kolay değildir.

Aslında biz bu çelişkiyi anlıyoruz. Kimilerine göre bazı yabancılar azınlıktır. ‘Geldikleri toplum geri bir toplum, içinden çıktıkları kültür geri bir kültürdür. Bu geri kültürün ise Avrupada yeri yoktur’ demek istiyorlar. ‘Burada yaşayan yabancılar buraya, bu kültüre adapte olmak, bize benzemek, kısaca asimile olmak zorundadırlar’ demeye getiriyorlar.

Onlar biliyorlar ki dil ile kimlik arasında sımsıkı bir bağ vardır. Bu bağı koparırlarsa arkası gelecektir.

Bu gerçek karşısında sızlanmanın, bu kötü niyetli kişilerle uğraşmanın fazla bir faydası yoktur. Onlar ne derlerse desinler, ne yaparlarsa yapsınlar; bize düşen onların zararlarına imkan dahilinde engel olmaya çalışmakla beraber anadilimizi korumanın, onu burada, kendi aramızda canlı tutabilmenin tedbirlerini almaktır.
Şimdi iş kendi anadilinin değerini bilen herkese düşüyor. Türkçe için konuşursak; Türkçe çok zengin bir medeniyetin, kültürün ve edebiyatın dilidir. Bu dilde sayılamayacak kadar zengin bir kültür, şiirden atasözüne, türküden deyimlere, kitaplardan tarihî zenginliğe varıncaya kadar nice söz güzelliği vardır.

Anadilimizdeki bütün bu güzellikler bize kimliğimizi korumamızda ve hatta Hollanda toplumunda kendi değerlerimizle varoluşumuzda yardımcı olacak unsurlardır. Üstelik anavatanla ve oradaki her şeyle, herkesle irtibatımızı sağlayacak bu dil, bu dilin sağladığı imkanlardır.

Öyleyse, içinde yaşadığımız ülkenin lisanını mutlaka ileri derecede öğrenmek önemli olduğu gibi, kendi dilimizi unutmamak, onu yeni nesillere öğretmek, onu kendi aramızda korumak önemli bir görevimizdir.

Nesillerimizin kimliğini korumaları biraz da bu dille olacaktır.

Hüseyin K. Ece
8/8/2003
Zaandam