Başkasında niye kusur arıyoruz ki?

Kendi hatamızı başkasına yüklemek bize ne kazandırır?

Çok çalışmak yerine çok konuşarak vakit geçirenler, neyi bekliyorlar?

Onlar hedeflerine ulaşamamışlarsa kabahat kimin?

Şikayet ettiğimiz konularda acaba asıl hata kimdedir?

Herkes görevini yapsa ortada aksaklık olur mu?

Hedeflediği şeye ulaşmak için gereken çalışmayı yapan niçin umutsuz olsun ki?

Şairin dediği gibi felekte, yani gökyüzünde, dışımızdaki dünyada hiç bir kusur yok; eksiklik bizim bakışımızda. Kusur bizim az bilgi sahibi oluşumuzda. Bakışımız eğri ise, eğri görürüz. Yamuk duruş, bize yamuk sonuç kazandırır.

Yanlış vasıtaya binen gitmek istediği menzile varamaz. Amsterdam’dan Köln’e gitmek isteyen, oraya giden trene, uçağa veya otobüse binmelidir. Kendi arabasıyla gidiyorsa Köln’e varan yola girmelidir. Hamburg uçağına binen Köln’e varacağım diyemez.

Hayat da böyledir, hedeflerimiz ve ideallerimiz de böyledir. Hangi menzile varmak istiyorsak, bizi o hedefe götürecek yola girmeliyiz. Bizi oraya ulaştıracak çalışmayı yapmalıyız. Sonra yoldan veya araçtan şikayet etmek hakkımız olmaz. 

Kişi üzerine düşeni yapmadan başarı beklememeli. Mükâfat, bir çalışmadan sonra hak edilir. Nimete kavuşmak isteyenler belli bir külfeti yüklenmeliler.

Başkalarını suçlamak veya sonucun kötü oluşunun faturasını başkalarına çıkarmak ucuzculuktur. Çalışmadan kaçmaktır. Başarısız olmaktır. Karanlıktan şikayet etmektir. Halbuki karanlıktan binlerce defa şikayet etmek, bir damla ışık yakmak kadar değer ifade etmez.

Şartların iyileşmesi bizim gerekli çalışmayı yapmamıza bağlıdır.

Öyleyse nerede olursak olalım, hangi işi yaparsak yapalım, hangi hedefe ulaşmayı arzularsak arzulayalım; üzerimize düşeni yapmalıyız.

Bu dediklerimizin genel şeyler olduğunu biliyoruz. Ama olsun, yine de değerli okuyucularımız için bir hatırlatma olursa seviniriz.

Takdir edersiniz ki çalışan her zaman kazanır.