Tıpkı bir boyanın organlara, sürüldüğü satıhın, içine katıldığı maddenin bütün dokularına sinmesi gibi. Boya nasıl ki kumaşın bütün dokularına ulaşıyor, ona nüfuz ediyor ve rengini veriyorsa, hatta kendi özelliğini kumaşa katıyorsa, inanç ve kanaatler de öyle.

Kur’an şöyle diyor:

“Allah'ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah'tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk ederiz (deyin).” (Bakara, 2/138)

Âyette harika bir benzetme ile bu durumu anlatılıyor. Allah, kendi boyasının en güzel boya olduğunu anlatıyor.

Burada ilk insanın yaratılışına ve insan fıtratına da gönderme var. İnsanı yaratan Yaratıcı, ona kendi boyasını vermiştir. İnsanın bütün dokularında, benliğinde, içinde ve dışında, manevi yapısında, ruhunda, nefsinin yapısında ve bedeninde bu boyanın izleri görülür.

Ama ne yazık ki insan çeşitli sebeplerden dolayı bu ilahî ve fıtrî boyayı beğenmez, insan eliyle yapılmış yapay boyalarla boyanmak, bezenmek, süslenmek ister. Yani Rabbinden gelen inancı, ölçüleri, değerleri beğenmez, yine kendisi gibi insan olan başka bir varlığın uydurduğu inançları ölçüleri, değerleri tercih eder. Bir anlamda onların boyasıyla boyanmak ister. Yaratıcı böylelerine ki diyor ki; “Boya ise o Allah’ın boyasıdır. Renk ise, desen ise, boya ile elde edilecek güzellik ise; hepsi de Allah' ın boyasında vardır. Hem O' ndan başka boyası güzel, kalıcı, tabii, bünyeye uygun, sonucu, yani görüntüsü son derece güzel boyası kimin var?”

 İnanç ve kanaatlerin boya gibi insana nüfuz ettiklerini, insan karakterini etkilediklerini, herkesin bir kanaate sahip olarak aslında bir anlamda bir renge boyandığını, bu rengin zaman zaman çeşitli şekillerde, karakter ve davranış olarak dışarı yansıdığını görebiliriz.

Utanan insanın yüzünün kızarması belki fizikî bir görüntüdür. Ama sonuçta bu, insanın içinde bulunduğu durumun dışarı yansımasıdır.

“Sirke küpünde ne varsa dışarı o sızar” atasözünde olduğu gibi kişi yüreğinde hangi rengi kabullenmişse, davranış ve ahlâk olarak o dışarı sızar. Buna insanın boyası, mayası, özü, karakteri diyebiliriz.

Herhangi bir tercih hakkında ‘rengini belli etmek’ deyimi kullanılır. Bunun da mecazi bir ifade olduğunu, renk belli etmenin aslında bir görüşü, bir fikri, başka bir altarnatifi seçmek olduğunu biliriz.

Suçlu bir kimse için “renk vermedi”, ya da “rengi kendini ele verdi” gibi deyimler de, içteki suçluluk halinin dışarıdaki izleri, alametleridir.

Hukukta ‘yüz kızartıcı suç’ tanımı vardır. Suç, utanılacak bir şeydir. Utanan kimsenin de yüzü kızarır. Kimilerinin de ya yaptığı hatadan dolayı, ya çekingenliğinden dolayı “yüzü kıpkırmızı” olur.

Burada kırmızı rengin kişinin içinde bulunduğu durumu ele verdiğini söylemek mümkün.

Örnekler çoğaltılabilir.

Renklerin insan üzerinde olumlu ve olumsuz etki bıraktığı bilinen bir gerçektir. Ancak bu etkinin insandan insana, kültürden kültüre, toplumdan topluma değiştiğini ve çok sübjektif olduğunu söylemek zorundayız. Ne renk tercihinin, ne de renklerin karakter üzerindeki etkisinin mutlak bir tarafı yoktur. Ama tecrübe ile sabittir ki renkler ve onların dünyasında insanlarda farklı tesir gösteriyorlar. Bu etki bazen kültüre damgasını vurur. Günlük alışkanlıklarda görülür, zevklerimize ve kullandığımız eşyaya yansır.

Bir arkadaş anlatmıştı: Beş yaşındaki kızı ile parktaki ördeklere ekmek atmaya gitmişler. Ördeklerin arasında çeşitli renkte olanlar var. Bir kısmı sarı-kırmızılı gibi. Kızı demiş ki: Baba onlara ekmek atmayalım. Baba sormuş: Niye kızım? Kızı; onlar Galatasaraylı demiş.

Buna ister futbal hastalığının ulaştığı hazin sonuç deyin, isterseniz renklerin çocuk zihninde şekillenen yansımaları deyin. O da çocuk aklıyla renklere böyle bir anlam veriyor.

Yine pek çoklarına göre renklerin özel bir anlamı vardır. Mesela, yeşilin İslamî inancı yansıttığı, kızılın daha çok sosyalist düşünceyi temsil ettiği, mavinin barış ve umudu simgelediği iddia edilir.

Trafikte kırmızı ışıkta dura dura, sanki kırmızı renk artık yasağı temsil etmektedir. Kırmızı ışığını döndüre döndüre ve siren sesiyle acele giden bir polis arabası, bir ambulansı göre göre kırmızı ışık bize olumsuzlukları, kazaları, ya da hastalıkları hatırlatabilir.

Pek çok inanç sahiplerine göre kırmızı, nârı, yani cehennemi temsil eder. Onunla birlikte akla ceza, azap ve olumsuz şeyler gelir. Şüphesiz ki ahiret ve cehennem gibi şeylere inanmayan için kırmızı, böyle şeyleri hatırlatan bir renk değil, sıradan bir renktir.

Özellikle cahiliyye döneminde siyah renkli insanlar küçümseniyordu.  Yakın tarihlere kadar başta Amerika olmak üzere pek çok ülkede kölelerin veya bazı insanların siyah renkli olması siyah renge olumsuz bir anlam verilmesine yol açmış. Ya da siyah insanlar hakkında çok derece yanlış ve temelsiz şeyler düşünülmüş. Hatta bu anlayış sözlüklere ve kitaplara bile girmiş.

Beyazın temizlik, genişlik, aydınlık ve biraz da sonsuzluk ifade ettiğini, ya da insanların beyazı öyle anladıklarını söyleyebiliriz. Ama kutuplarda yaşayan birisi için beyaz herhalde çok da anlamlı ve tercih edilen bir renk olmasa gerek. Orada yaşayanlar acaba bütün dünyayı beyaz mı görüyorlar?

Çölde kum rengine alışan bir insanın serâpa yeşil olan bir diyara gittiği zaman hissettiklerini tesbit etmek ilginç olsa gerek.

Ömrü hâkî bir dünyada geçen resmi bir görevlinin, çevreyi hep öyle sandığı, ya da hâki renkler içindeki dünyanın ve hayatın diğer alanlarda da geçerli olduğunu zannetmesi, renklerin insan üzerindeki veya karakter üzerindeki etkisine tipik bir örnektir. Böyleleri çoğu zaman fizik anlamda tek renge alışkın oldukları gibi, hayatında tek renk olduğu kanısına varabilirler. Tek tipci olabilir, farklı fikirlere, farklı anlayışlara ve farklı düşüncelere tahammül edemeyebilirler.

Hayatın farklı tonları olduğunu düşünenler ve her şeyin siyah-beyaz olmadığını farkına varanlar belki de renklerle iyi arkadaş olmuşlardır. Ya da sayısız renge aşina olup onları hoş karşılaşmışlardır.

Siyahın umutsuzluk ve korku, karanlık, biraz da hüzün taşıdığını düşünürüz. Nitekim batı kültüründe hüzün siyah renkle ifade edilir, cenaze törenlerinde mutlaka siyah giyilir.

Yeşil hemen herkes için biraz umut, biraz sevinç, biraz açılım (inşirah) taşıdığını düşünürüz. Yeşil, çoklarında güzel hayallere kapı açar. Gözü, ruhu, duyguları dinlendirir. Ama tabiatta yeşilden başka renk görmeyen için yeşil renk bile bıktırıcı olur.

Yeşil bahardır. Yeniden dirilişi, yeniden hayat buluşu, uyanışı temsil eder. Renklerin içinde insan ruhuna belki de en fazla etki eden renk yeşildir. Bu, olumlu şeyleri, güzelliği, hayat kaynağını, yaşama sevincini, izini ve olabilirliği anlatır.

Müslümanlar kendileri için herhangi bir şeyin hayırlı olup olmadığını anlamak için, ya da hayırlı bir şeyi istemek için ‘istihâre duası’ yaparlar. Zaten istihâre; hayırlısını istemek demektir. İstihâre yapmak isteyen yatsı namazından sonra, özel istihâre duasını okur, abdestli olarak sağ yanının üzerine yatar. Rüyasında yeşil ve beyaz renk, ya da bunları çağrıştıran, sevindirici, gönle ferah verici şeyler görürse; o şey kendisi için hayırlıdır diye yorumlar.

Tersi olursa, yani rüyasında karanlık, siyah şeyler, korkunç sahneler, korkutucu şeyler görürse, o işin, o yapmak istediği şeyin kendisi için hayırlı olmadığına karar verir. Yapmakta olduğu şeyden vazgeçer, yapmaya niyet ettiği şeyi de artık yapmaz.

İstihârenin sonucunu renklerin tayin ettiğini görüyoruz. Beyaz ve yeşil olumluluğa, hayra ve iyiye işaret ediyor, siyah ve karanlık ise şerre, olumsuzluğa delâlet ediyor.

Sarı eylûlü, yani güz mevsimini, onunla birlikte hüznü, kederi ve yaşlılığı hatırlatır. Eylûl aynı zamanda ömrün artık dağın öbür yamacında inişe geçtiğini, yıpranmanın, eskimenin, zevâle doğru gidişin haberini verir. Sarı renkli yapraklar, hiç bir saltanatın sonsuza dek gitmediğini duyururlar. Her bir sarı yaprak üzerinde ‘ölüm var’ diye bir yazı saklar.

Sarı renk aynı zamanda uyarıdır. Trafikteki sarı renk, dikkat et ey sürücü senin için yasak başlıyor. Hazır ol diye uyarı yapar. Zira kırmızı ışıkta durmamak ya zarar verir, ya ceza alınmasına sebep olur. Kırmızı ışık öncesi sarı renk, özellikle şoförler için uyarı ve yasağın başlayacağına dair bir haberdir.

Pembenin kadınlarda daha cok sevgi, bağlılık manasına geldiğini, masumiyeti ve vefayı sembolize ettiği araştırmalarda ortaya konulmuştur.

Ancak hayatı toz pembe görenler, ya çok umursamaz insanlardır, ya da gelecekten aşırı umut içinde olanlardır.

Tek rengin, mat ve donuk renklerin giderek bıkkınlık, usançlık ve karamsarlığa yol açtığını söyleyebiliriz. İnsan tek renge baka baka, sönük ve mat renklerle muhatap ola ola renk zevkini kaybedebilir, düşüncesinde daralma olabilir, umutsuzluğa düşebilir.

Renk cümbüşüne şahit olanlar bunu bir şans sayarlar, bunun insanın içini açan, sevinç ve neşe veren, manevi tatmin sağlayan bir fırsat olduğunu düşünürler.

Kişilere ve kültürlere göre renklere aynı ayrı anlamlar veriliyor. Onlara göre her bir renk bir şeyi temsil eder. Bu gibiler, renkleri farklı okurlar, hayatlarında renklerin farklı bir yeri vardır.

 

Hüseyin K. Ece

25.8.2007

Zaandam/Hollanda