Yol için öncelikli olarak hazırlık yapmak gerekir. Hazırlıksız yolculuk insanı ya perişan eder, ya da yarıyolda kor. Hazırlık kadar çıkılacak yolun da sağlam, düzgün, emniyetli ve hedefe yönelik olması lazım. Öyle yollar vardır ki, kişiyi arzu ettiği menziline ulaştır(a)maz. Öyle yollar vardır ki, insanı bir uçuruma götürür. Öyle yollar vardır ki, kişiyi bir bilinmezliğe, açmaza ve çıkmaza sürükleyebilir.

Yolcu için yolda azık ta lazımdır. Bu azık yolun durumuna göre maddi olabildiği gibi manevi de olabilir. Dünya yolculuklarında yiyecek ve eşya cinsinden bir şey, sonsuza doğru olan yolculukta; iman, takva ve salih amel olmalıdır. Yazı yolculuğunun azığı ise gözlem, dikkat, tefekkür, iyi bir uslûp, iyi bir okuyucu olmak, kabiliyet ve niyettir.

Yolculukta azık kadar, iyi bir arkadaş ta lazımdır. Arkadaşın iyisi ve vefalısı genellikle yolculuklarda belli olur. Yazmak yolculuğunda arkadaş; iyi kitaplar, kaliteli yayınlar, sağlam fikirler, eleştirmeci  bir bakış açısı, mütefekkir bir anlayış ve vefalı okuyucular gibi şeylerdir.

Yol azığı varsa, yol arkadaşı iyi, yol emniyetli ve düzgün, menzil; yani yarılacak hedef belli ise, o yolculuğun tadına elbette doyum olmaz. Bu yolculukta insan yorulmaz, pişmanlık duymaz, karamsarlığa düşmez. Varılan hedefle kişi, emeklerinin boşa gitmediğini görerek sevinir. Elde ettiği sonuçla gurur duyar, ulaştığı güzelliklerle tatmin olur.

Böyle bir yolculuğa çıkmaya değmez mi? Böyle bir yolun yorgunluğu hesaba katılır mı? Böyle bir yolculuktan hiç korkulur mu? Ya da böyle bir seyahat fırsatı kaçırılır mı?

Yazmak eylemi, ya da fikir üretmek, bir anlamda yolculuk kadar hazırlık gerektirse de; yol uzun, yorucu, çetin olsa da;  hoş ve zevklidir. Yolu arkadaşla paylaşmak, yolda azığı yol arkadaşıyla bölüşmek, yolun yorgunluğunu can dost ile yüklenmek ve belli bir menzile beraber varmak çok tatlı bir uğraşı, hoş bir çaba, güzel bir faaliyettir.

Yazmak; yürek dünyasının kapılarını açmak, duyguları keşfetmek, fikirleri süzgeçten geçirmek, onları yazı çeşitlerinin herhangi biriyle ifade etmek;  sonra da bütün bunları yol arkadaşlarıyla paylaşmaktır. Fikirleri, düşünceleri, tesbitleri ve keşifleri başkalarıyla bölüşmek, başkarıyla beraber onları çoğaltmaktır.

Yazı, haber vermektir. Yazı, haber almaktır. Yazı, fikir üretmektir. Yazı, sorgulamak, yazı kendi kendini hesaba çekmek, yazı olumsuzluklara itiraz etmektir. Yazı, yanlışlara razı olmamak ve bütün bunlara okuyucuları şahit tutmaktır. Tabii ki bütün bunlar fikir haysiyetine sahip yazılar için geçerlidir.

Yazı, bize ait olanın, bizim ürettiklerimizin zamanlar sonrasına kalacak olan belgesidir. Yazı zamana, insana, olaylara, fikirlere ve gerçeklere tanık olmaktadır. Yazı yazanlar ise bu şahitliğin gerçek failleridir.

Fikir sahibi olalım, fikir üretmeye çalışalım. Çünkü fikrin olmadığı yerlerde genellikle hisler veya yumruklar konuşur. Bu gibi ortamlarda anlaşmadan çok çekişme, barıştan çok kavga olur. Fikre itibar edilmeyen yerlerde kişilerin değeri pek yoktur. 

Kişinin değeri fikrinin işe yarar, kaliteli ve insanlar için bir çözüm olmasıyla artar. İnsanın kıymeti, fikirsizliği, ikrinin basitliği, ya da fikre hiç itibar etmeyişi ile azalır.

Şahsiyet kaliteli fikirlerle şekillenir. Kişilik fikirle beslenir, fikirle olgunlaşır, fikirle beraber toplumda bir yer kazanır.

Fikre saygı, insana saygıdır. İnsana eşref-i mahlukât diye değer verenler, onlara ait kaliteli fikirlere de değer verirler. Onlar bilirler ki kendi insaní değerinin farkında olanlar, olgun fikir sahibi olurlar. Bu seviyeye ulaşanlara saygısızlık ise, fikrin değerini bilmemektir.

Kişi, fikre saygı duymayı, öncelikle sağlam fikirler edinerek ve diğer fikirleri de dinleyerek öürenir. Sonra başka düşüncelerden haberdar olur, ya da kendi düşüncesini gözden geçirerek yeni fikirlere ulaşır. Kendi yanlışını görmeyen, olgunluğa ulaşamaz. Kendi fikrinin yanlış olabileceğine ihtimal vermeyen, başkalarının düşüncelerine itibar etmediği gibi, saygı da duymaz. Bu ise bencilliktir, kendini beğenmişliktir ve kabalıktır. Üstelik böyleleri bu saplantıları sebebiyle nice doğru fikirden, nice farklı çözümden mahrum kalırlar.

Şu bir gerçektir ki, kişiler akılları, tecrübeleri, tahsilleri veya yetiştikleri ortama göre fikir sahibi olurlar. Doğru veya yanlış, herkes bu kaynaklardan beslenerek bir takım düşüncelere ulaşır. Herkes, hayat, eşya, olaylar, başkalarına ait düşünceler, iddialar veya sorunlar hakkında kendine göre bir görüş beyan edebilir. Kendi anladığını, ya da bir konu hakkındaki tesbitlerini sözlü veya yazılı olarak ortaya koyabilir. Başkaları da onların fikirlerine ulaştıkları zaman, kendilerine göre doğruysa ona katılabilirler, kendilerine göre doğru değilse katılmayabilirler.

Yazılı ve sözlü olarak beyan edilen fikirler kişilik haklarına, başkalarının din ve vicdan hürriyetine hakaret ve sövme, ya da temelsız iddialar ve yalan olmadığı müddetçe değerlidirler. Ortaya konan görüşler yeter ki diğer insanların kutsallarına saldırı anlamı taşımasın.

Herkesin kendi çapında bir değeri, herkesin kendi çapında bir fikri ve kendine göre o fikrinin bir kıymeti vardır. Bu zamanda hiç kimsenin görüşü mutlak doğru olmadığına göre, bazı fikirler kabul edilebilir, bazı görüşler reddedilebilir, bazılarına ise dönüp bakılmaz bile.

Fikirlerin, ya da yazılanların isabetli ve doğru  olup olmayışlarının ölçüsü insan aklı, ya insanlar tarafından konulan kriterler olmamalı. Zira insan aklı tek başına her zaman mutlak doğruyu bulamaz. Fikirlerin doğruluğu ancak hak bir ölçüye göre tesbit edilebilir. Bu da Hakk’ın insanlar için gönderdiği ilâhí ilkelerdir.

Fikirleri ve insanları önem verdikleri şeyler açısından Avrupalı bir düşünür  insanlar arasında üç türlü kafa yapısı, ya da üç çeşit tutum olduğunu ileri sürmektedir. Fikrin değerini ifade etmesi açısından bu ayrımı anmakta fayda görüyorum:

1-Küçük kafalar; bunlar kişilerle, kişilerin günlük tavırlarıyla uğraşırlar.

2-Orta kafalar; bunlar da olaylara takılırlar, olaylarla uğraşırlar.

3-Cins kafalar; bunlar kişilere ve olaylara takılıp kalmazlar., bunun aksine fikirlerle uğraşırlar; doğru fikirleri alırlar, yanlış fikirleri usûlüne uygun olarak eleştirirler. Zira kişiler ölür gider, olaylar unutulur, ama fikirler, -yazıya aktarılmış fikirler- kalıcıdır.

İnsanların kişiliklerin, ya da katıldıkları veya sebep oldukları olaylardan daha önemlidir fikir ve düşünceleri. Zira kişilikleri şekillendiren ve olayları yönlendiren fikirlerdir.

Kitap ve dergi okumak, bir kursta veya okulda tahsil yapmak, sürekli bilgi ve kültür kaynaklaryla meşgul olmak, fikir ve düşüncelerden haberdar olmak, ya da kültür seviyesini yükseltmek için uğraşmak bu açıdan son derece önemlidir.

Yazmak da bir anlamda bu güzel faaliyete katılmak; bilgiyi, tecrübeyi artırmak, fikirleri başkalarıyla paylaşmak, ya da başkalarına ait güzel, doğru ve faydalı fikirleri almaya hazır olduğunu açıklamaktır.

Öyleyse gençler, yazarlar, yazmaya özenenler! Yazmaya devam edelim. Ama güzel yazalım. Güzel şeylerden bahseden yazılar yazmaya çalışalım. Zamanımıza, olaylara, kendi kalbimizin dünyasına, fikirlere, gerçeklere şahitlik yapalım.

Duygularımızı çoğaltalım: Diyeceklerimizi, düşüncelerimizi, sevinçlerimizi, kederlerimizi, yorumlarımızı, bildiklerimizi; bazen de öfkemizi, isyanımızı, hüznümüzü ve sevdamızı satırlara aktaralım. Aşırı bir üretim ve tüketimle, maddeye aşırı tutku ile, eşyaya kul-köle olma mantığı ile kirletilen dünyamıza yazı ile aydınlık taşımaya çalışalım. Yazılarımızla, fikir ve gayretlerimizle bu yanlış gidişe itiraz edelim. Unutulan insan onuru ve ona ait temiz fıtrat uğruna, şiirimizle, denememizle, makalemizle, hikâyemizle, yani yazılarımızla feryat edelim. 

Bu ağır havada belki feryadımızı bir duyan olur ve bize katılır. Ve belki de çığlığımız bir kat daha gür çıkar.

Hüseyin K. Ece9/1/2001 Zaandam

(Not: Wird’ in üçüncü sayısında yayınlandı)