Önceki geldiğimizde sağ olan, ama şimdi Rahmet-i Rahman’a kavuşanlara üzüldük ve rehmet diledik.

Ama gün çevrildi, saat doldu, Halep’ten ayrılmak zamanı geldi. Burası gurbet idi, şimdi aslî vatana dönme vaktidir. Buraya geçici bir süre için gelmiştik, şimdi daha uzun kalacağımız öz yurda dönme anıdır.

Biz döndükten sonra varsın Halep şehri şen olsun.

Bizden bu kadar. Bizim nasibimiz bitti, başka bir mekana, başka bir mevziye gitmek üzere yola çıkıyoruz.-

Evet sanki böyle denmiş oluyor bu kelam-ı kibar’da.

Kimbilir hangi hikmet ehli bir kimsenin yüreğimden damıtıldı ve söze dönüştü.

Kimbilir hangi garibanın hüzünlerinden hayata yansıdı.

Kimbilir hangi güngörmüş bir faninin bütün gurbetleri içinde toplayan çığlığından kristal haline döndü.

Kimbilir kaç gurbetçinin görüp geçirdiklerini bir çırpıda özetlemesi oldu.

İşte hayat bu kadar. Halep’teki geçirilecek bir kaç gün kadar. İşte geldik gidiyoruz... Bir göz açmıştık; şimdi kapatıyoruz... Baharı yaşamıştık ya, işte Eylûl’e ulaştık... İki kapılı bir kentin bir kapısından girmiştik, şimdi diğer kapısından çıkmak üzereyiz... Artık gitme zamanıdır.

Bizden sonra Halep şen mi olur, yaslı mı olur bilemeyiz. Viran olur, tarumar mı, bilemeyiz. Gülistana mı döner, harabeye mi benzer; haberimizi olmaz.

Ama varsın şen olsun. Varsın bizim gittiğimizden haberi olmasın. Varsın sessiz sedasız ayrılışımız kulağına ulaşmasın.  Varsın ‘ o da kimdir’ diye tanımamızlıktan gelsin. Varsın  ‘o kadar gelip giden var ki, hangisine yanayım, hangisine yanayım, hangisini aklımda tutayım deyip tanımamazlıktan gelsin...

Ama yine de şen olsun, taşı toprağı gülistana dönsün, suyu abı hayat, havası hayat iksiri olsun. Yüzü gülsün bahtı açık olsun

Haleb’e beddua etmiyoruz. Bilakis iyi haller diliyoruz. Biz geldik, konakladık, misafir olduk, yedik içtik, toprağını çiğnedik, ağacının altında gölgelendik, güneşinde ısındık, komşuluk yaptık, ahbaplar edindik. Eh biraz da yarenlik ettik...

Gün gelgi, saat tamamlandı, işte gidiyoruz. Üzerimizde hakkı vardır. Hakkını helâl etsin ve hoş olsun Halep.

Yani dünya, yani hayat.

Öyle değil mi, hayatımız da Halep’te bir kaç günlüğüne alış-veriş için giden adamın haline benzemiyor mu?

Halimiz Han Duvarları’na hüznünü yazan Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın haline benzemiyor mu?

"On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yâr kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben"

 

Gönlümü çekse de yârin hayâli
Aşmaya kudretim yetmez cibâli
Yolcuyum bir kuru yaprak misâli
Rüzgârın önüne katılmışım ben"

 

Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış harem diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben" (F. Nafiz Çamlıbel)

          Rüzgârın önüne katılmış kuru yaprak misali. Zamanın işleyişine şahit olarak. Kaderin hüküme teslim olarak. Ellerin kolların bağlı, dudakların suskun, göz bebeklerin hüzünlü, kirpiklerin nemli olarak.

Bakışların ufuklara dikili, dilinde ölümsüz bestenin terennümleri, içinde bir telaş ve endişe, yüreğinde umut ve heves...

Öyle bir an olur ki, itiraz edilemez, geri çevrilemez, görmemezlikten gelinemez. Öyle bir saat ki, gelmesi engellenemez, tehir edilemez, randevüsü iptal edilemez.

Yola çıkanlar suskun, sessiz ve yalnız. O kadar hüzünlü ki, ne satırlar anlatabiliyor halini, ne de şiirler. Her ne kadar Yunus Emre şöyle dese de, o hal bir türlü tam anlatılamıyor.

“Bir garip ölmüş diyeler

Üç günden sonra duyalar

Soğuk su ile yuyalar

Şöyle garip bencileyin”

Bir garip ölmüş diyeler... Kim o garip acaba? Kimsesiz biri mi, yoksa o yolculuğa yalnız başına çıkan biri mi? Kimi kimsesi olmayan bir yetim mi, bütün varlığına ve gücüne rağmen bu yolculukta yanına hiç bir şey alamayan bir zavallı mı?
Buna garip demiyelim de kime diyelim.? Garip sadece buraların yabancısı, akrabası, tanıdığı olmayan mı?

Ya, onca gürültüye, çabaya, dağdağaya rağmen, ötelere çırılçıplak, sessiz ve yapayalnız giden bir kimseye mi? Yoksa kendimize mi?

Ne dersiniz; aynaya bakıp, ‘bu garip sen olmayasın’ diyelim mi?

Sen gideceksin ve arkandan ‘yüreği yetim koyan bir feryat’ yükselecek... Sen gideceksin ve arkandan hüzün olacak.  

‘Yüreği yetim koyan bir feryat’. Hayat zaten sessiz bir çığlıktı. Sen onu arkadan gelenler için sessiz bir feyada çevirirsin. Ömür dediğin ne idi ki, biraz telaş, biraz hırs, biraz hasret ve biraz da pişmanlık; yani biraz ‘keşke’ değil mi?

Yola çıkarsın; arkandan bir sürü ‘keşke’ bırakarak. Yola sen çıkarsın ama  o sessiz çığlık senin imzanı attığın yerlerde yankılanır durur. Gezdiğin yerlerde, dokunduğun eşyada, el sürdüğün maddelerde o feryadın izleri gezinip durur.

Senin yola çıktığını, gittiğini anlayanlar, o sessiz çığlığa da anlarlar. İşte o gidişin feryadı bazı yürekleri yetim koyar. Hüzne garkeder, kendi haline yanmaya hazırlar.

Şair bunu şöyle anlatıyor:

“Gidenler meğer böyle gidermiş ötelere

Arkasında; yüreği yetim koyan bir feryat

İnsan geri dönermiş ilkin geldiği yere

Böylece noktalanır bir hayal gibi hayat”

Hüseyin K. Ece

20-06-2009

Zaandam/Hollanda