Acaba şöyle derler miydi?  “Beyaz renk gülümsemeyi ve mutluluğu hatırlatır. Ha bir de saflığı, yani temizliği.”  Beyaz, adı üzerinde, temiz, berrak, parlak, lekesiz ve günahsız.

Doğru, temiz olan eşyalar için “kar gibi beyaz” derler.

Beyaz; umudun da rengi. Hastaları şifa dağıtan ve onlara umut aşılayan tabiplerin, hastalara el uzatan, hizmetlerini gören hastabakıcılarının iş elbisleri de beyazdır. Onların beyaz rengi seçmelerinin elbette bir sebebi vardır. Doktorunu veya bakıcısını beyazlar içinde gören bir hastanın iyi olma umudu artar, gözünde ışık belirir, yüreğinde sevinç kırıntıları birikir.

Evlerde kullandığımız pek çok eşya beyazdır. Pek çokları bu konuda beyaz rengi tercih eder. Zira evlerdeki beyaz renkli eşyalar mutluluğu hatırlatır, bakanların yüreğine ferahlık verir, baharı ve tebessümü akla getirir. O yüzden bu gibi eşyaların resmi adı “beyaz eşya”dır.

Sıcak memleketlerde evlerin ve elbiselerin beyaz olması da anlamlıdır. Zira bu hem güneş ışığından bir korunmadır, hem de temizlik ve güzellik tercihidir.

Gelinlikler genelde beyazdır. Bu da sebepsiz değildir. Gelin olmak, yeni bir adım, yeni bir başlangıç, yeni bir hayattır. Beyaz gelinlik, hem geline hem damada mesaj verir. “Evlilik hayatımız kar kadar beyaz olan gelinlik gibi tertemiz olsun, lekesiz olsun. Geçimsizlikle, kavga ile, çirkin sözlerle, hainliklerle bu beyaz sayfayı, bu beyaz dünyayı lekelemeyelim. Beyaz günleri siyaha çevirmeyelim” denmiş olur.

Gelinliklerde beyaz rengin tercih edilmesinin bir sebebi de, nikâhın pazara kadar değil mezara kadar devam etmesi gerektiğini hatırlatmadır. Bilindiği gibi İslâm kültüründe kefenlerin rengi de beyazdır. Kefenin beyaz rengi, temiz fıtrata, günahsız ve lekesiz yaratılışa, öbür dünya için pek çok umuda davetiyedir. “Ey insanı dünyaya gönderirken tertemiz, bembeyaz bir sicille gönderen Allahım, sana dönen bu kulunu da ikinci hayata tertemiz , bembeyaz elbise ile, kar gibi kefen ile kabul buyur. Sen onun aslını (fıtratını) kar gibi beyaz kıldın, biz de bu temizliği sembolize etmek üzere beyaz kefene sardık Sana gönderiyoruz. Rahmetine kabul buyur” demektir.

Beyaz; prenslerin ve prenseslerin rengi. Bilindiği gibi masallarda prensler beyaz at üzerinde gelirler. Onları beyaz elbiseleri içinde prensesler beklerler. Beyaz atlı prens hem umudu, hem vuslatı simgeler de onun için. Hiç bir aşk hikayesinde kara atlar üzerinde, kara elbiseler içinde, yüzünü karalara bulamış âşıklar yer almaz.

Bilâl’in derisini rengi kara idi. Öyle yaratılmıştı. Ama yüzünün etrafa yaydığı ışınlar, yüreğinin dünyası bembeyazdı. Bilâl, beyazlığın asıl nerelerde aranması gerektiğinin sembol ismidir. Onun renginden dolayı aşağılayanlara, Hakikati öğreten Kerim Elçi kızmıştı.

Beyaz renk kolaylığı, mübahlığı, sevinci akla getirir.

Beyaz renk gözdeki karanın, yürekteki siyah noktanın, niyetteki hasedin, dildeki kirin tersidir, zıddıdır. 

Beyaz renk cici bebeklerin, ehil hocaların (alimlerin), ak sakallı dedelerin, filinta delikanlıların gömlek,  kınalı gelinlerin gelinlik rengidir.

Beyaz renk kar beyazı örtülerin, temiz yürek gibi temiz gömleklerin/elbiselerin,  berrak gökyüzünün,  göz alıcı bulutların rengidir.

Beyaz renk temiz kişiliği de simgeler. Küçücük bir leke, beyaz bir elbise veya zeminde büyük görünür. Beyaz üzerindeki siyah lekeler göze batar, kendilerini kolay ele verirler.  Kaliteli insanlar, erdemli ve yiğit kimseler beyaz elbiseye benzer. Onların küçük hataları göze daha çok batar. Bu nedenle onlara hata yakışmaz. Bu beyaz elbiseye kara lekelerin, kirlerin ve pasların yakışmadığı gibi. Onlar da elbiselerine bulaşan siyah lekeleri, kirleri görünce rahatsız olurlar, hemen temizlemeye koşarlar.

Simsiyah bir elbiseye veya zemine siyah bir leke düşse fazla bir değişklik olmaz. Göze batmaz. Böyle lekeler kendilerini kolay ele vermezler. Sürekli kirli işlerle uğraşanlar,  bed karakterliler, yüreği siyahlar; kara lekeler gibi hata yapsalar da fazla göze batmaz. Böyleleri yaptıklarından âr etmezler, pişman olmazlar, geri adım atmazlar. Üstelik kirli olmayı sürdürürler.

Söylemeye gerek yok, kar da beyazdır.

Kış ve beyaz renk... Kar beyazlığı... Kış ve beyaz dünya. Ne kadar da uygun birbirine...

Kışa gelmeden bir öncesini düşünmek gerek. Güz mevsimini, Eylûl’ü. Sarı rengi, sararan dünyayı.

Güz mevsimi kışın habercisidir. Güzün yaprakların dökülmesi, tabiatın yavaş yavaş hüzün elbisesini giymesi bir mesaj taşır. Günlerin kısalması, soğukların giderek artması insanı kışın geleceğinden haberdar eder.

Bütün bu gelişmeler âdemoğluna sanki şöyle der: 

“Ey insan, ey gözümün nûru, ey can! Kış geliyor; haberin olsun. Sakin ha gâfil olma. Kışa hazırlıksız yakalanma. Unutma hiç bir gün yerinde durmuyor. Zaman yürüyüp gidiyor. Dünün bugünü vardı, bugünün yarını. Böyle sürüp gidecek. Taki dünyanın ömrü bir gün bitinceye kadar.”

Kar, yani beyaz renk temizliği hatırlattığı gibi günahsızlığı da hatırlatır.

“Geçmişi kar gibi beyaz olmak... ” Bu bir deyim.

Herkesin hakkında böyle diyebilmek ne güzel bir iltifat olurdu. “O mu? Onun geçmişi kar gibi beyazdır.” Hele hele bizden önce ölüp gidenlerin arkasından... Arkada kendisinden  memnun (razı) kimseler bırakmak ne büyük kazanç...

Kar soğutur, dondurucudur. Kimi zaman da ürkütücüdür. Ama bu kişinin bulunduğu yere, içindeki bulunduğu şartlara göre değisebilir. Birisine tehlikeli gibi görünen bir kar yığını, diğerine göre sevinç sebebi olabilir. Birisine göre karlı kaplı yüce dağlar hüzün sebebidir. Diğerine göre kış sporları için mükemmel bir imkandır. Kimilerine göre hayatı zorlaştıran kar, diğerine göre sağlıktır.

Bazılarına göre hayatın hızlı akışına engel gibi görünen kar, çocuklar için bayram gibidir, neşe sebebidir.

Kar tabiatın yeniden canlanması için bağrında hayat saklar, nice organizmlara zemin hazırlar, nice tohumların filiz vermesini sağlar.

Kar aynı zamanda örtüdür. Yeryüzünü örter. Yeryüzünün kararmış yerlerini, kirletilmiş bölgelerini geniş örtüsüyle örter. İnsanlar tarafından yırtılan yerleri kapatır. İnsanlar tarafinda berbat  edilen yerleri tertemiz çarşafıyla gizler.

Kar aynı zamanda berekettir. Kar çok yağınca dereler, ırmaklar, nehirler daha çok suya kavuşur. Yer altındaki kaynaklar çok çok dolar. Toprak daha çok su alır. Çok su alan topraklar daha çok ürün verir. Zira su hayattır. Su olmazsa hayat da olmaz. Kar bu hayat damarını besleyen bir kaynaktır.

Çocukluğumuzda (altmışlı yıllar) bizzat şahit olurduk. Çok kar yagdığı zaman, o sene dağların otları/çiçekleri çok ve gür olurdu. Dağlar uzun müddet yeşil kalırdı. Zira otların kökleri belki de hâlâ nemli idi. Kar az yağınca  da dağların otları az olurdu ve erkenden sararır, kururlardı. 

Kar rahmettir toprağa, insanlara ve hayvanlara. Eger bu rahmet  yağmur gibi yeterince inmezse gökyüzünden, yeryüzü küser ve dengesi bozulur. Sonra bozulan bu dengeyi insanlar bütün imkanlarını seferber etseler de tekrar kuramazlar.

Dalından bir yaprak, bir hesap üzere düştüğü ve onun düşüşü bir yerde kayıtlı olduğu gibi, gökten düşen her bir kar tanesi de bir hesap üzere düşer. Yani her bir kar tanesi rastgele değil, bir plan çercevesinde yeryüzüne iner.

Uzmanların tesbitine göre, her bir kar tanesi diğerinin aynısı değil. Bir avuç dolusu karda kaç tane olabilir? Binlerce mi, yüzbinlerce mi?

Bir metre kareye kaç kar tanesi düşer? Ya bir kilometre kareye?

Bu elbette hesap edilemez. Ama her bir kar tanesi diğerinden farklı... İnanılır gibi değil... İnanılır gibi değil ama gerçek...

Karın partal partal yağışına bakan ve ötesiyle ilgilenmeyen bu gerçeği merak etmez. Ötesini merak etmediği için de görmez. Ona bu mucize sıradan bir olay gibi gelebilir. Ama merak eden bir akıl der ki, gökyüzünde nerede yapılıyor bu milyarlarca,trilyonlarca kar taneleri? Nerede yapılıyor, kim yapıyor, hangi fabrika üretiyor ve nasıl asağıya iniyorlar?

Merak etmeye değer.

Kış ve kar, soğuklar ve tipiler, donmalar ve buzlanmalar… Ürkütücü, ama korkunç değil. Tam tersine hem denge, hem fayda. Hem  lüzumlu, hem verimli. Her şey için.

Kar ve kış ömrünün kışını düşünenler için bir tefekkür (faydalı düşünme) sebebi.

Ne mutlu kış mevsiminde iç dünyasında bahar mevsimini yaşayanlara...

Ne mutlu hem kendi hayatını, hem de çevresini bembeyaz yapanlara...

Ne mutlu içinde ve dünyasındaki bütün zamanları “beyaz mevsim” yapanlara...  

Birisi “yüreğini kar suyu yıka” dese, “sen ne diyorsun, hiç yürek kar suyu ile yıkanır mı?” dememek gerek.

Bakınız Ulu Elçi bile hatalarının kar suyu ile yıkanması istiyor.

Ebu Hureyre şöyle anlatıyor:  Allah’ın Elçisi namaza başlamak için tekbir aldığı zaman Kur'an okumaz­dan önce kısa bir müddet susardı. Ben bir gün ona: “Ey Allah'ın Elçisi! Annem-babam sana fedâ olsun. Başlangıç tekbîri ile kıraat arasındaki susman sırasında ne diyorsun?” diye sordum. O da: “Allahümme bâid  beynî ve beyne hatâyâye  kemâ bâadte beyne’l-meşrıkı  ve'1-mağribi. Allahümme nakkinî  min  hatâyâye kemâ yunakka's-sevbu’l-ebyedu mine’d-denesi. Allahümme’ğsilnî min hatâyâye bi’s-selci ve’l-mâi ve’l-beredi-Allahım, benim ile günahlarımın arasını doğu ile batı arası gibi uzak eyle. Allahım, beni günahlarımdan beyaz elbisenin kirden temizlendiği gibi temiz eyle. Allahım, beni günahlarımdan karla, suyla ve doluyla yıka” derim” dedi. (Buhârî, Ezan/89 nr. 744. Ebu Dâvud, Salat/120-121 nr. 781. Nesâî, Taharet/48 nr.60. İbn Mâce, İ. Salat/1 nr. 805)

Öyleyse tekrar edelim: Yüreğini kar ile yıka.

Buradan kar şiiri yazan şairlere de selâm olsun.

 

KAR ŞİİRİ

Karın yağdığını görünce 
Kar tutan toprağı anlayacaksın 
Toprakta bir karış karı görünce 
Kar içinde yanan karı anlayacaksın 

Allah kar gibi gökten yağınca 
Karlar sıcak sıcak saçlarına değince 
Başını önüne eğince 
Benim bu şiirimi anlayacaksın 
..........................
Sezai Karakoç

 

KAR YAĞIYOR

Lambayı yakma, bırak,
sarı bir insan başı
düşmesin pencereden kara.
Kar yağıyor karanlıklara.
Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum.
Kar...

...................

Nazım Hikmet

 

 

KAR

Kardır yağan üstümüze geceden,

Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,

Ormanın uğultusuyla birlikte

Ve dörtnala dümdüz bir mavilikte

Kar yağıyor üstümüze, inceden. 

Sesin nerde kaldı, her günkü sesin,

Unutulmuş güzel şarkılar için

Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan,

Rüzgâr gibi tâ eski Anadolu'dan

Sesin nerde kaldı? kar içindesin! 

...............................

Ahmet Muhip Dıranas 

 

KAR MÛSİKȊLERİ 

bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu.
bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.

bir kuytu manastırda duâlar gibi gamlı,
yüzlerce ağızdan koro hâlinde devamlı,

bir erganun âhengi yayılmakta derinden...
duydumsa da zevk almadım islav kederinden.

zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,
tanbûri cemil bey çalıyor eski plâkta.

birdenbire mes’ûdum işitmek hevesiyle
gönlüm dolu istanbul’un en özlü sesiyle.

sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık,
uykumda bütün bir gece körfez’deyim artık!

Yahya Kemal Beyatlı

 

Hüseyin K. Ece

02.02.2015

Zaandam-Hollanda