Âmir kabilesinin başkanı Ebu Berâ İslâma ilgi duyan, müslümanlara sempati ile bakan bir kimseydi. Uhud savaşından bir müddet sonra Medine’ye gelerek Peygamber’den kendilerine İslâmı öğretecek öğretmenler (mürşidler) göndermesini istedi. Peygamber (sav) genel durumun pek güvenli olmadığı gerekçesinden hareketle bu teklife sıcak bakmıyordu. Ancak Ebu Berâ gönderilecek kişilerin kendi himayesinde olacaklarını söyledi ve can güvenliğine dair garanti verdi.

Bunun üzerine Allah’ın Rasûlü çoğu Ensar’dan ve Suffe Ashabından olan kırk  eğitimli kişiyi onlara gönderdi. (İbni Hişam, Siyer 3/194) Bu irşad grubu Maûne kuyusunun başına gelince aynı kabileden Amir b. Tufeyl, Zekvan, Rı’l ve Usayyah kabilelerden topladığı silahlı adamlarla onları pusuya düşürdüler ve hepsini şehit ettiler. (İbni Hişam, Siyer 3/193-199)

Bu katliamı yapanlar, ne kendi geleneklerini, ne öteden beri arap toplumunda geçerli teâmülleri ve ne de anlaşmaları dinlediler. Amaçları sadece davet üzerine onlara İslâmı anlatmak olan misafirleri hunharca katlettiler.

Enes b. Malik (ra) diyor ki: “Rasûlullâh’ın (sav) Bi’r-i Maûne’de şehîd olan ashâbına üzüldüğü kadar, hiçbir şeye üzüldüğünü görmedim!” (Müslim, Mesâcid, 302 no: 677)

Amir b. Tufeyl ve adamları kendilerine göre kazandılar. Düşman bildikleri müslümanlardan bir kısmını, haince de olsa ortadan kaldırdılar. İntikamlarını aldılar. Düşmanlarının kalbine müthiş bir acı sapladılar.

Ama gerçekte kim kazandı, kim kaybetti?

Kim Peygamberin duasını kazandı, kim bedduasını?

Peygamberlerin duası reddolunmaz. Nitekim reddolunmadı da. Allah (cc) onun duasını kabul etti ve bu cinayeti işleyenlerin dünyalık cezaları verildi. (Müslim, Mesâcid/307 no: 679. Ebu Davud, Vitir/10 no: 1443)

Asıl kimin kazandığını bu katliamda yaşanan ilginç bir olay anlatıyor.

Bu fâcia günü baskın yapanlar arasında bulunan Cebbâr bin Sülmâ kendisini İslâm’a davet eden Âmir bin Fuheyre’ye mızrağını saplamış. Mızrak göğsünü delip geçmiş ve o bu haldeyken Fuheyra “Vallahi kazandım!” demişti.  Âmir b. Füheyre’nin ölmek üzere, üstelik sevinçle söylediği bu söz Cabir’i şaşkınlığa uğratmış.

Bu adamı böyle sevindiren ve “kazandım” dedirten şey ne idi acaba?

Bunun üzerine günlerce düşünmüş, sonunda bunun İslâmdan kaynaklandığını anlamış ve müslüman olmuş. (İbn-i Hişâm, Siyer 3/186)

Zulmün bir kaç manasından birisi de başkasına haksızlık yapma, adaletten sapma, birine cevr ve cefa etme, eziyet/işkence etme ve haksız yere adam öldürmedir. Bütün bunları yapana da zalim denir.

Zulüm kimden gelirse gelsin, zalim kim olursa olsun, adalet ve insaf sahibi kimselerin karşı çıkması gerekir. İnsana ve insanî değerlere, insanların en tabi haklarına saygı gösterenler zulme razı olmazlar. Zalimin yanında bulunmazlar, ona destek olmazlar.

Âhirette hesap vereceğine inanmayan bazıları güçlü oldukları pozisyonlarda başkalarının haklarını veya mallarını gasbederler, kapalı kapılar arkasında işkence ederler, döverler ve söverler, hakaret ve alay ederler.

Kimileri de haksız yere insanları bir şekilde öldürürler.

Bu zalimler öldürdükleri kişilerin suçlu, kadın, erkek, çocuk, yaşlı veya sivil olmalarına bakmazlar. Kendilerine göre bir bahaleri vardır. İnsafsızca, canavarca uygun gördüklerini en gelişmiş silahlarla, terörle, füzelerle, tanklarla öldürürler. Kuş avlar gibi insan avlarlar da zerre kadar yürekleri sızlamaz. Düşman bildikleri insanların evlerini yıkarlar, arazilerini ve geçim kaynaklarını tahrip ederler alt yapılarını havaya uçururlar, mabedlerini ve okullarını bombalarlar. Öyle bombalar icap edip kullanılar ki bir anda yüzlerce, binlerce, yüzbinlerce cana kıyarlar. Üstelik utanmadan bu cinayetlerine zafer adı verirler.

Kur’an onlar hakkında şöyle diyor: 

“De ki: Ey halkım! Siz kendinize yakışanı yapın! Ben de görevimi yapıyorum ve nasıl olsa zamanla anlayacaksınız kimin mutlu sona ulaşacağını! Kesin olan şu ki, zalimler asla kurtuluşa erişemeyecekler.” (En’am 6/135. Bir benzeri: En’am 6/21. Yusuf 12/23. Kasas 28/37)

Ayette ‘iflah’ kelimesinin fiili kullanılıyor.

Bunu Türkçede’ki ‘iflah olma’, kurtuluşa, başarıya veya mutluluğa ulaşmak, ya da kazanmak şeklinde anlayabiliriz.

Zalimler asla iflah olmazlar, asla kurtuluşa erişemezler, asla mutlu olmazlar. Yaptıkları zulüm ve haksızlık her yerde, her zaman yakalarına yapışır, boyunlarına asılır, adım adım onları izler ve hesap sorar.

Zalimler kazandıklarını zannederler. Ama bilmezler ki onlara karşı zulme uğrayan mazlumlara yardım edilir. Bu yardımın nasıl geldiği, ya da zalime belânın, musibetin, cezanın nasıl ve nereden geldiğini insan bilemez. Mazlumun duasının nasıl kabul edildiği de bilinemez.

Allah (c.c) mazlumun âhını yerde komaz. Onu alır ve zâlimin suratına çarpar.

Peygamber (sav) buyuruyor ki: “Kim kendisine zulmeden aleyhine dua ederse ona muhakkak yardım edilir.” (Tirmizi, Daavât/101 no: 3552)

…Mazlumun duasından sakın. Zira onun duasıyla Allah arasında bir perde yoktur.” (Buhari, Zekât/63 no:1496. Tirmizi, Zekat/6 no: 260. Nesâi, Zekât/1 no: 2437)

Bir tarafta mazlumlar, zalimin zulmü sebebiyle ağlayacak, inleyecek, sızlayacak, mahrumiyete düşecek, feyadı arş-ı âlâ’ya ulaşacak; beriki yanda zalim gülecek, mutlu olacak, rahat edecek; yani kazanacak!!!

Hayır, hayır, hayır; asla. Bu, eşyanın tabiatına aykırı olduğu gibi, ilâhi adalete de tersdir.

Bildiğimiz bir şey var ki, zalimler eninde sonunda kaybederler, pişman olurlar ve yaptıklarının cezasını görürler. Hem bu dünyada, hem de öteki dünyada. Bunun tarihte sayısız örneği olduğu gibi, günümüzde de görülüyor.

Kimisi yasaların pençesine düşüyor. Yıllar sonra olsa da kendisinden hesap soruluyor.

Kimisi ağır bir hastalığa yakalanıyor.

Kimisi başka bir zalim tarafından dövülüyor, eziyete uğruyor veya ortadan kaldırıyor.

Kimisi bir şekilde rezil rüsvay oluyor.

Kimisi aklını yitiriyor. 

Kimisi bitkisel hayata giriyor, ölmek istese de ölemiyor.

Kimisinin suratı bakılamayacak hale geliyor. Kimisi birileri tarafından itilip kakılıyor.

Kimisinin leşi yerlerde sürünüyorda sahip çıkan olmuyor.

Veya benzeri sonuçlarla karşılaşıyor.

Ama hiç bir sonuç kazanç değil, tam tersine kayıp ve rezalet.

Zalimler zulmederken kral olurlar, güçlülük duygusuna kapılırlar, kazandıklarını zannederler. Ama asıl kaybedenler olduklarını hiç bilmezler.

Bugün masum insanları, hatta çocuk, kadın, yaşlı veya sıradan sivilleri acımsızca katledenler zafer işareti yapabilir, cinayetleri sebebiyle başarı ödülü alabilirler.

Ama bu zalimler; “… Nasıl bir inkılapla devrileceklerini günü gelince öğrenecekler.” (Şuarâ 26/227)

Bi’r-i Maûne’de Amir ibni Füreyre mi kazandı, yoksa onu şehit edenler mi?

Firavun mu kazandı, Musa mı?

Hz. Hüseyin mi kazandı, onu şehid edenler mi?

Ömer Muhtar mı kazandı, onu asan işgalciler mi?

Hitler mi kazandı, onun canlarına kıydığı milyonlar mı?

Menderes mi kazandı, onu idam edenler mi?

Ahmed Yâsin mi kazandı, onu bir sabah namazında füzeye vuran katiller mi?

Düşünmeye değer. (Zalimlerin şerrinden Allah’a sığınırız.)

Hüseyin K. Ece

23.08.2014

Zaandam