Yumuşaklık; tatlı dil, yüreğe hitap, karşıdakine değer verme, öğretmek istediğinizden emin olma, karşınızdaki kazanmada gerçek bir arzu demektir.

Eğer siz gerçekten muhatabınızı eğitmek, faydalı/doğru bir bilgiyi ona ulaştırmak istiyorsanız buna zemin hazırlamalısınız. Muhatabınızın, sizin vereceği şeyi alabileceği, sizi rahatlıkla anlayabileceği bir dil kullanmalısınız.

Söz gelimi beş yaşındaki bir çocuğa on yaşındaki çocuğun seviyesinde hitap ederseniz, sizi anlamayacaktır. Onaltı yaşındaki çocuğa sekiz yaşındaki çocuk muamelesi yaparsanız, “baba! anne! bana çocuk muamelesi yapmayın” azarını işitirsiniz.

Amaç karşımızdakini ikna mı, değiştirmek mi, bir şey öğretmek mi, eğitmek mi?

Yoksa ona üstünlük taslamak mı, kendi egomuzu tatmin için sert davranmak mı, ona ağalık taslamak mı?

Eğer cevap ilk dördü ise, uygulamada yumuşak davranmak çok işimize yarayacaktır.

Kur’an Hz. Muhammed’in davet faaliyetlerinde muhataplarına yumuşak davranmasından övgüyle söz ediyor. (Âli İmran 3/159)

Allah (cc) Hz. Musa’ya ve kardeşi Hz. Harunu tarihin en zalim ve kaba kralı firavunu İslâma davet etmekle görevlendirdi. Ona bile yumuşak söz söylemelerini tavsiye etti. (Tâhâ 20/43-44)

Kur’an Hz. Lokman’ın oğluna öğüt verirken kulladığı hitap tarzını bize örnek gösteriyor. O çocuğuna; “Ya büneyye/oğulcuğum, yavrucuğum” diye hitap ediyordu. (Bakınız Lukman Sûresi) Onun çocuğuna hitap tarzında; (affınıza sığınarak) “lan eşşek sıpası, seni gidi yaramaz, eşşeğlu eşşek, hayırsız, kafasız, odun kafalı” gibi ifadeler yoktu.

Ancak unutmamak gerekir yumuşak davranma disiplinden, ciddiyetten, eğitim kurallarından taviz vermek değildir. Yumuşak davranmak; eğitmek istediğimize değer vermektir, ona vermek istediğimizi ciddiye almaktır, bu işde başarıyı istemektir.

Madem ki birilerini eğitmek istiyoruz, o halde onun bizim öğreteceğimiz/göstereceğimiz şeyi benimsemesi/sevmesi gerekir ki alsın, kabul etsin. Bir müddet sonra da yapmaya başlasın. Kızgınlıkla, bağırarak, sinirlenrek bir şeyi başkasına öğretmek, birilerindeki yanlış bir huyu değiştirmek pek mümkün görünmemektedir.

 

2-Şımartmamak  

Aşırı şımartılan çocuklar sınır bilmez, disipline gelmez, çocuk olarak yapması gerekenlerden uzak kalır. Hani derler ya, “her şeyin aşırısı zarar, ortası karar.” Sevgide de öyle, yergide de. Çocukları aşırı sevmek şımartmaya, aşırı ciddiyet korkuya ve umutsuzluğa yol açar. Aslında sevginin aşırısı olmaz desek yanlış olmaz.

Zira sevgi toprağa atılan tohuma benzer. Hep filiz verir. Hele tohum sağlam, toprak verimli, bakım zamanında ve güzel olursa filiz daha güçlü, verim daha daha bereketli olur. Burada aşırı sevgi değil, yanlış sevgi çocukları şımartır demeliyiz.

Yanlış veya yersiz/dengesiz sevgi. Anne-baba çocuklara karşı her türlü tavırlarını dengede tuttukları gibi, sevgilerini de dengeli, yerinde ve çocuğun ihtiyacı nisbetinde göstermeliler.

Mesela anne-babanın sık sık, “biliyor musun ben seni ne kadar çok seviyorum” “seni seviyorum ha, bilesin” demesine gerek yok ki. Tabii olarak her anna baba çocuğunu sever.

Dengeli sevgi çocuğun hatasını görmemezlikten gelmek, disiplini elden kaçırmak, çocuklara sınır koymamak, canlarının istediği şeyi yapmalarına izin vermek, her isteklerini yerine getirmek demek değildir. Zaten böyle yapılması çocuğun aleyhinedir. Kötü eğitilmesine yol açacağı için bu gibi sevgi yanlış/yamuk sevgidir.

Şımartmak, çocuğun her eğitim uygulamasında olması gereken disiplini terketmek, onların yanlışlarına sese çıkarmamak, hatta yanlıştan sonra bir “aferin benim bir taneme deyip” kucaklamak ve benzeri şeylerdir.

Bununla birlikte çocuk sınır bilmez, ölçü tanımaz, canının istediğini yapar, mızlanır, nazlanır, “baba ne, bana ne” der, kendi yapması gereken pek çok işini anne babasına yaptırır. Delikanlı kız-oğlan olduğu zaman da hem kendisine hem başkalarına yük olur. Başarılı olamaz, hep başkalarına yaslanarak yaşamayı dener.

 

3-Yönlendirme/rehberlik etmek

Çocukların kabiliyetlerini keşfedip onları ona göre yönlendirmek gerekir. Yanlış veya eksik tanınan çocuk yanlış yönlendirilir. Bu hem onlara vermek istediğimiz şeyleri vermede zorluk olur, hem kendi tercihlerinin isabetsiz olmasına yol açar. Yanlış okul, yanlış, meslek, hatta yanlış arkadaş seçmelerine sebep olabilir.

Yönlendirme teşviktir, önünü açmaktır, güzel örnekler sunmaktır, gerekirse beraber yürümektir, beraber düşünmektir, beraber sorun çözmektir, giderek çocuğun kendisini kendisine gösterebilmektir. Kendi çapını ve bu çapa uygun altarnatifleri kendisine sıunabilmektir.

Rehberlik etmek bir başka açıdan çocuğun doğru ile yanlışın, faydalı ile zararlının, kendi lehine olan ile aleyhine olanın, haram ile helalin, kendine uygun olan ile olmayanın, olabilecek ile olması mümkün olmayanın, ve benzerlerinin arasını kendi iradesiyle seçebilmesini sağlamaktır. Bu gibi konularda ona güven, anlayış, cesaret aşılayabilmektir. Yönlendirme çocukta olan yetenekleri hayra, iyiye ve faydalıya sevkedebilmek, o alanlarda çocuğa bir kişilik kazandırabilmektir.

 

4-Sürekli konuşmak

Çocuklarla onların yaşlarına göre, bazen şaka ile, bazen onların dünyasına girerek konuşmanın önemini söylemeye gerek yoktur.

Problem olsun veya olmasın çocuklara sürekli iletişim, hem onları keşfetmeye, hem ihtiyaçlarını belirlemeye, hem de onları ciddiye almaya kapı açar. Bu, ona yalnız olmadığını, sevgisini ve ilgisini beklediği anne-babasının hemen yanında olduğunu hissettirir. Çocuğun halını ve hatırını sormanın onu sevindireceğini, motive edeceğini bilmeli. “Oğlum/kızım/kuzum/yavrum nasılsın?”, “günün nasıl geçti?”, “bugünkü okul hayatın nasıldı?”, “bir sıkıntın var mı?, “babaya/anneye bir haberin var mı?” gibi ve benzeri sorularla konuşma ortamı hazılanmalı.

Çocuk bir hata veya suç işlemişse, bir şeyi inatla yapıyorsa, ya da denilenleri yapmamakta direniyorsa,  peşinen suçlama, ceza verme  yerine onlarla özel konuşmak, bu davranışının sebebini öğrenmeye çalışmak gerekir.

Zira çocukların hatalarının altında bazen beklenmedik sebepler yatabilir. Hatta anne-babanın ihmalinden/hatasından  kaynaklanabilir. 

 

5-Amel-mükâfat dengesini gözetmek

Çocukların yaptıkları güzel davranışlar, başarılar bazen ödüllendirilmeli. Bu onları sevindireceği gibi, motive eder ve aynı doğru hareketi tekrar yapmalarını sağlar. Mükâfatın yapılan eyleme uygun olmasına dikkat etmeli. Zira basit başarıya büyük bir mükâfat çocuğu şımartır, bir şey yapmak için her zaman böyle ödüller bekler. Büyük başarıya minicik veya çocuğa hitap etmeyen bir ödül de çocuğu hem üzer, hem şevkini kırar.

Yalnız burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Ödül manipüle aracı olmamalı. Yani çocuklar yaşına göre ödevlerini ödül karşılığı değil, görevi olduğu için yapmalı. İşte “yatağını düzeltirsen, elbiseni katlayıp yerine korsan, dişlerini fırçalarsan, şu saatte yatarsan, okula gidersen” sana şunu şunu alacağım gibi.

Çocuklar dengesiz, yersiz, şımartıcı ödülleri istismar edebilirler. Ödül gelmeyince “bana ne, yapmayacağım” demeye başlarlar. Yaptıkları her normal işin karşılığında rüşvet beklerler. Büyüdükleri zaman da rüşveti normal görebilirler.

 

6- Müsamâhalı davranmak

Müsâmaha eğitimde önemli bir metodtur. Müsâmahasızlar iyi bir eğitimci olamazlar. Maksat çocukları kazanmak, ya da bir şey öğretmekse, pek çok şeye hoşgörüyle bakmalı, çocuğun her hareketinde kasıt aramamalı, gözümüze kestirip sürekli üzerine gitmemeli. Ama ciddiyeti ve disiplini de elden bırakmamalı.

Hz. Enes kendi inatçılığı karşısında Peygamberin tavrını şöyle anlatıyor:

“Rasûlüllah (sav) ahlâkça insanların en güzeli idi. Bir gün beni bir işe yollamıştı. Vallahi gitmem diye itiraz ettim. İçimden de Rasûlüllah’ın gönderdiği işe gitmek geliyordu. Yola çıktım. Sokakta oynayan bir grup çocuğa rastladım. (Onların yanında oyalanıp kaldım. Derken)  bir de baktım ki biri ensemden yakaladı. Döndüm baktım Rasûlüllah’tı. Gülerek; “Ey Enescik (Üneys) dediğim yere git.” Pekâla, gidiyorum ya Rasûlüllah” dedim. (Müslim, Fedâil/54. Ebu Davud, Edeb/1)

 

7-Suç-ceza dengesini gözetmek

Öncelikle yanlış ve doğru hareketler öğretilmeli. İyi iş yaptığı zaman yüzüne karşı övmeli, bir şeyi yanlış yaptığı zaman üçüncü şahıslar örnek verilerek o hareketin yanlışlığı anlatılmalı.  İlk hatalar gözmezden gelinmeli, tekrarı halinde özel konuşularak uyarılmalı, başkasının duyması halinde ayıplanacağı telkin edilmeli. Ancak hataları sebebiyle devamlı azarlanmamalı.

Çocuk eğitimde makul cezanın elbette yeri var. Ancak bunun sık sık tekrar edilmemesi ve sulandırılmaması gerekir. Hele hele çocuk için işkenceye dönen bir ceza eğitim amaçlı değildir. Her hataya ceza verilmeyeceği gibi, hoşgörü adına da bütün suçlar es geçilmemeli.

Cezanın açık ve anlaşılır olması gerekir. Yani çocuk niçin ceza aldığını bilmelidir. Ceza onur kırıcı, çocuğu aşağılayıcı ve fiziksel olmamalı. 

Peygamber (sav) çocuk terbiyesini sevgi ve müsâmaha üzerine bina etmiştir. Hataları da aynı metodla düzeltmiştir, azar, ağır tenkit, aşağılama, suret ekşitme gibi yollara başvurmamıştır.

Enes’ten (ra) gelen rivâyet meşhurdur. “Hazerde ve seferde Peygamber’e on yıl hizmet ettim. Yaptığım işler, her seferinde Rasûlüllah’ın istediği gibi gerçekleşmedi, buna rağmen bana bir kere olsun ne vurdu, ne kötü söyledi,- ne azarladı, ne surat astı, ne de ayıpladı. Bir kere olsun ‘öf be’ bile demedi. Yaptıklarımdan hoşuna gitmeyen için “ne fena yaptın” demedi. Yaptığım bir şey için “niçin böyle yaptın?”, yapmadığım bir emri için de “onu niye yapmadın?” diye hesaba çekmedi. Hanımların biri “keşke şöyle yapsaydın” diye müdahele edecek olsa, “Bırakın çocuğu, o Allah’ın murad ettiği şeyi yapmıştır” derdi. (Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye, sayfa 163)

 

-İnsanın mizacı ile ilgili:

Örnek oslun diye sayalım: sert-yumuşak, heyacanlı-sakin, atak-pısırık, kararlı-kararsız, içe dönük-dışa dönük, espirili-somurtkan, tez canlı-soğuk kanlı, şakacı-ciddi.

Ne kadar çoğaltırsak çoğaltalım ana katoriler halinde tasnifi mümkün bir olgudur. Bu olgunun insan ilişkilerinde ve eğitimde hesaba katılması gerekir.

Peygamberin Kur’an önderliğinde inşa ettiği ilk nesilden örnek Hz. Ebu Bekr, hz. Ömer. Birisi sakin yumuşak, diğer atak ve sert mizaçlıydı. Peygamber Ömerden Ebu Bekr, Ebu Bekr’in de Ömer olmasını istemedi.

Pek çokları eğitimde bu açmaza düşer. Bir ebeveyn sert mizaçlı ve yumuşak mizaçlı iki çocuğu olsun. Eğitim veya ilişki sert mizaçlıyı yumuşak, yumuşak mizaçlıyı sert yapma üzerine kurulmamalı. Set mizacı kabalık ve gaddarlığa değil, celâdet ve şecâate dönüşmesine, yumuşak müzaçlı olanı pısırık ve onursuz olmaktan koruyup, hoşgörülü ve halim selim olmaya yönelik olmaldıır. (İslâmoğlu, M. Ne yapmalı, s: 160-161)

İnsan ilişkilerinde huy ve ahlak, karakter ve mizaçla kayıtlı değildir, fakat ondan bağımsız da değildir.

Örnek: Bir insan ahlâklı ve iyi huylu olabilir. Fakat her ahlâklı dengeli olacağını varsayamayız. Ahlaklı fakat dengesiz olabilir. Onunla ilişki kurulurken ahlaklı ve iyi huyluluğu kadar dengesizliği de dikkate alındığında bu ilişki sağlıklı olur.  Bir insan ahlâklı akıllı olabileceği gibi, ahlâklı ahmak da olabilir. Onun ahlâkı akıllılığının referansı olamaz. (İslâmoğlu, M. Ne yapmalı, s: 161)

 

Hüseyin K. Ece

02.12.2015

Zaandam