Ancak şüphesiz ki belli amaca ulaşmak isteyenler ellerinin altındakileri planlı ve düzgün bir şekilde, belki bilimsel bir biçimde eğitmeye çalışmak zoprundadırlar.

Anne-babaların çocuklarına  öğrettikleri ise eğitimin en tabiisidir ve ilk basamağıdır. Aile eğitimi elbette son derece önemlidir, her ne kadar planlı proğramlı olmasa da.

Söylemeye gerek yok ki nesillerini iyi eğitmeyen toplumların gelecekleri karanlıktır. Eğitilmeyen nesiller kayıptır, hatta içinde bulundukları topluma yüktürler.

Bu durum iki açıdan tehlikeli sonuçlar doğurur.

Birincisi; Eğitilmeyen nesiller içinde bulunduğumuz şartların gerisinde kalırlar ve mevcut imkanlardan istifade edemezler.

İkincisi; bizi biz yapan kimliğimizin dinamiklerini yakalaymayız ve onları kişilik olarak ortaya koyamayız.

Bugün modern bir dünyada yaşıyoruz.  Yaşama şekilleri, kullanılan aletler, iletişim ve çalışma alanları sürekli değişiyor, yenileniyor. Neredeyse bütün işler, bütün nmeslekler artık uzmanlığı ve diplomayı gerektiriyor. Belli bir meslekte yeterince eğitim almayanlar iş pazarında zorluklarla karşılaşıyorlar.

Üstelik –istenmemesine rağmen- bazı ülkelerde çeşitli şekillerde ayrımcılık giderek artıyor. Elinde kendini isbat edecek bir belgesi olmayan, yani kendini isbat edemeyenler dışlanması, bir bahane ile kapının önüne konulması kolaylaşıyor.   

Eğer yeni nesiller yeterince ve bugünün şartlarına uygun eğitim almazlarsa, hem içinde yaşadığımız toplumda, hem de dünyanın başka yerlerinde iş bulma imkanı  kolay olmayacaktır.

Aslında sorun sadece iş bulabilme sorunu değildir. Eğitim  mantalitesine sadece iyi iş bulmaya zemin hazırlama açısından bakamayız. Problem biraz da kaliteli insan yetiştirme ihtiyacıdır. Hayatın hangi alanında bulunursa bulunsun, yüzünü ak edebilecek, bulunduğu yeri ifsat etmeyen, ama ıslah eden, kimseye zarar vermeyen ama fayda sağlayan karakterler elde edebilmektir.

Bunun da sadece meslek eğitimi ile olmayacağı açıktır.

Günün şartlarına göre eğitim almanın bir başka boyutu da zamanımızı, içinde yaşadığımız toplumu ve şartları, geçmişi iyi değerlendirme imkanı da bulabilmektir.

Çağımız iletişim çağı, çağımız bilgiyi en iyi kullananların çağı. Kim daha çok bilgi üretiyorsa, kim bilgiyi daha fazla kullanıyorsa, bilgi bilgiyi üretime, kurumlaşmaya, eyleme dönüştürüyorsa kazanıyor, üstün olmaya oynuyor, yerini sağlamlaştırıyor.

Bu şartlar içerisinde teorik bilgilerin hayatı tek başına çekip çevirmesi kolay olmayacaktır. İster istemez çağımızda ulaşılan bilgi ve tecrübe birikiminden, yerine göre, bütün alanlarda yeteri kadar sahip olmak ihtiyaç. Bu ihtiyacı karşılayacak eğitim kurumları oluşturmak, yoksa mevcut imkanlardan istifade etmek kaçınılmaz olacaktır.

Ama öncelikle bizi biz yapan değerleri öğrenmek, onun eğitimini almak esastır. İmanın şekillerdiği değerler sistemi, çocuklarımızda/nesillerimizde bir kişilik ve kimlik haline gelmelidir. Eğitim dediğimiz faaliyet de öncelikle bu sonucu kazandırmalıdır.

Kendi değerlerini ve kendini var eden kültürel varlığını koruyamayan kişilerin veya toplulukların, başkasının kuyruğuna takılacakları açıktır. Kuyruk da hiç bir zaman kafanın yerine geçemez.

Bunun anlamı şudur:   “Ben kalabalık olsam da değersizim, güçsüzüm ve sizin insafınıza sığınan bir zavallıyım.”

Bu da zilletin ve horluğun ta kendisidir.

Bir yazarımız ilköğretim okulunda okuyan çocuğu hakkında öğretmeniyle görüşme yaparken şunu istediğini anlatmıştı: Çocuğumun şahsiyetine ve ubudiyyetine dokunmayın; diğer dersler önemli değil.

Evet inanmış bir kimse için, çocuğunun şahsiyeti ve ubudiyyeti her şeyden önce gelir. Zira onun kişiliği kimliğidir. Zira onun ubudiyyeti hayatının, aklının, yüreğinin rengidir. Müslüman babalar bilirler ki, asıl ibadet edilecek Rabbi unutanlar, tapınacak bir sürü ilah bulurlar.

Modern eğitimin yeni nesillere –bizim düşündüğümüz manada- şahsiyet ve ubudiyet öğretmediklerini biliyoruz. Hatta tam tesine, pek çok eğitim sistemi, çocukların kişiliklerini ve doğru ubudiyetlerini çalmanın, tahrip ve ifsat etmenin peşindeler.

Öyle olunca şunu demek gerekir:

Çocuklarımız evde öyle bir eğitim almalılar ki, şahsiyetleri ve ubudiyetleri fıtrata, yaratılış gerçeğine uygun olsun. Ondan sonra da eğitim kurumlarında öyle bir eğitim almalılar ki, şahsiyetleri ve ubudiyetleri ellerinden alınmasın.

Çocuklarımızın eğitiminde iki boyut olduğu söylenebilir: Bunlardan biri teknik veya mesleki eğitim, yani içinde bulunduğumuz ülkenin eğitim yapısına uygun alacakları diploma, öğrenecekleri meslek ve benzeri şeylerdir.

İkincisi ise, çocuklarımıza kendi kimliğini öğretmedir. Modernizmin insan fıtratına zıt anlayışından zarar görmemeleri, kendilerini kaybetmemeleri, başkalarına yem olmamaları, ruhlarını ve bedenlerini köleleştirmemeleri için vereceğimiz ‘insanî’ eğitimdir.

Bu ikisi de önemlidir. Hatta ikincisi inanmış bir insan için daha önemlidir. Bunların ilkiyle toplumda ayaklarımızın üzerinde durabileceğiz, mevcut imkanlardan faydalanabileceğiz, içinde yaşadığımız toplumla eşit şartlarda yarışma imkanı elde edeceğiz; diğeri ile de insanlığımızı, imanımızı ve hüviyetimizi koruyacağız.

İçinde bulunduğumuz şartlarda bu imkanlara sahip değiliz, mecburi eğitimden kaçma imkanı olmadığı gibi, kendimize ait eğitim kurumları ya sınırlı, ya da kurmak imkansız deniyorsa; o zaman deriz ki, işe aile eğitiminden başlamalı. Ya da ailede işi sıkı tutmalı.

Onun kişiliği bilerek veya bilmeyerek ifsat etmeye çalışan kurum bir veriyorsa, biz iki vermeliyiz.

Onlar çocuklarımıza şirin görünüyorlarsa, biz daha fazla sevgi vermeliyiz.

Onlar bir yardımcı oluyorlarsa, biz üç yardım etmeliyiz.

Onlar zararlı bir şey öğretiyorlarsa, biz daha güzel metodlarla, sevdirerek, ikna ederek daha doğru bilgileri, başka altarnatifleri çocuklara öğretmeliyiz.

Onlar çocuğumuza yarım saat zaman ayırıyorlarsa, biz iki saat zaman ayırmalıyız.

Onlar, yanlışları ve batılı öğretmede ısrar ediyorlarsa, biz hakkı ve doğruları öğretmede daha ısrarlı, hatta biraz da inatçı olmalıyız. 

Onlar batıllarını bu kadar seviyorlar da biz hak olanı niçin onlardan çok sevmeyelim?

Onlar kendilerine hüsran ve nedamet kazandıracak amellerini seviyorlar da, biz  niye bize mutluluk ve kurtuluş kazandıracak salih amellere devam etmeyelim?  

Bu işe tam zamanında başlamak, usulüne, yani eğitimin gereklerine uyarak, hikmet ve ısındırıcı tarz üzere yapmak gerekiyor.

Bir yerde okumuştum. Bizzat oldu mu olmadı mı bilmiyorum. Ama bir gerçeğe işaret ediyor. Bir eğitimciye sorarlar:

-Çocuk eğitimine kaç yaşında başlamalı ? Pedegog:

-Çocuğunuz kaç yaşında ? diye sorar. Soru soran:

-Bir yaşında, der. Eğitimcinin cevabı çok çarpıcı olur:

-Bir sene geç kalmışsın dostum!..

Bir gerçek daha var.

Çocuk ilk eğitimi ve terbiyeyi elbette, eğitim kurumlarından önce ana kucağında alır. Ona ilk eğitimi veren önce annesi ve yanında da babasıdır. Sonraki nesillerin temeli küçüklerin, çocukların yetiştirilmesine bağlı olarak, ya sağlam veya çürük olacaktır. 

Şuurlu müslüman bir anne çocuğuna yavaş yavaş vicdan, acıma ve sevgi hislerini, Allah sevgisini, güzel ve çirkin işleri ve buna benzer şeyleri öğretir. Bu gibi ahlakî ilkeleri ebeveynin yaşayarak öğrenen bir çocuk da bunları kolay kolay unutmaz. Bu ahlâkî ilkeler onda karakter haline gelirse, diğer eğitim faaliyetleri onu kolay kolay tahrip edemezler.

Bu yüzden öncelikle kaliteli, aklı başında, eğitimci anneler yetişmeli. Ki onlar sağlam nesiller yetiştirebilsinler.

Bizim mensup olduğumuz kültür insanı tek boyutlu olarak değerlendirmiyor. Ona göre insan hem bu dünyaya hem de ölünden sonraki dünyaya ait bir varlıktır. İnsan ölecektir ve –iyi veya kötü- yaptıklarının karşılığını mutlaka alacaktır. İyi davranış sergileyenler, en azından başkasına zarar vermeden yaşayanlar, ya da bir şekilde insanlığın iyiliği için çalşanlar iyi insanlardır. Onlardan hayırla söz edilir. Başkalarına zarar veren yaramaz kişilerin iyi bir adı olmadığı gibi, onlara yetiştirenlere de iyi gözle bakılmaz.

Yeni nesiller bugünkü eğiticilerin eseri olacaktır. Bu eğiticiler de öncelikle anna-babadır. İyi bir eser için de iyi bir eğitim şarttır.

Çocuklarımızı en kaliteli okullarda okumasına yardımcı olalım, en azından hedefimiz bu olsun. Onlara güzel bir gelecek hazılamanın gayretinde olalım. Bu tamam, düntyalık açısından buna ihtiyaç var. Ama onlara sağlam bir kişilik, sağlam bir alt yapı, onurlu bir şahsiyet ve kime kullak yapacaklarına dair bir ubudiyet şuuru kazandıralım.   

Şahsiyetini, yani kimliğini keybedenlerin kaybolmaları, başkalarının güdümüne girmeleri, sorunlu ve yaramaz olmaları kaçınılmazdır.

Hüseyin K. Ece

14.4.2008

Zaandam