Kur'an'da karube fiilinin anlamları, ulu'l-kurba (akraba), Allah'ın kullarına yakın olması hakkında bir online ders

Hüseyin K. Ece

13.05.2024 –  05 Zü’l-ka’de 1445

Zaandam

 

16. KUR’AN’DA YAKIN (KARÎB) KAVRAMI ve ALLAH’IN İNSANA YAKIN OLUŞU

-Kur’an’da yakın olmayı anlatan ‘karube’ fiili

Bütün dillerde bir kelimenin birden çok anlamı olabilir. Aynı kelime bir deyimde farklı anlamda kullanılmış da olabilir.

‘Karîb’ kelimesinin aslı ‘karube’ fiili sözlükte, uzaklığın zıddı olarak mekan, zaman, nisbet, mesafe, ilgi ve kök/asıl açısından yakınlaşmayı ifade eder.[1]

Kur’an’da bu kökten gelen ‘karîb, kurbâ-yakın’, ‘ekrab’ daha yakın, ‘mukarreb’ yakınlaştırılmış, ‘karîn’ arkadaş kelimeleri var.

‘karube’ fiili de Kur’an’da fiil ve isim olarak farklı formlarda kullanılmıştır. Mesela;

 

-Yasak anlamında;

Allah (cc) Âdem ile eşini cennete yerleştirdikten sonra onlara;

وَقُلۡنَا يَٰٓـَٔادَمُ ٱسۡكُنۡ أَنتَ وَزَوۡجُكَ ٱلۡجَنَّةَ وَكُلَا مِنۡهَا رَغَدًا حَيۡثُ شِئۡتُمَا وَلَا تَقۡرَبَا هَٰذِهِ ٱلشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ ٱلظَّٰلِمِينَ ٣٥

“... Şu ağaca da yaklaşmayın. Sonra zalimlerden olursunuz.” (Bakara 2/35) buyurdu. Bu Cennette bir ağacın meyvesinden yemenin onlara yasaklanmasıdır.

وَلَا تَقۡرَبُواْ مَالَ ٱلۡيَتِيمِ إِلَّا بِٱلَّتِي هِيَ أَحۡسَنُ

“güzel davranmanın dışında Yetimin malına (kötü niyetle) yaklaşmayın...” (En’am 6/152. İsrâ 17/34) ifadesi, yetimin lehine olmadıkça ona dokunmama emridir.

Allah (cc),

وَلَا تَقۡرَبُواْ ٱلۡفَوَٰحِشَ مَا ظَهَرَ مِنۡهَا وَمَا بَطَنَۖ

“... açık ya da gizli, insanı mahcup edecek bir günaha yaklaşmayın...”  (En’am 6/151)

Şüphesiz buradaki ‘yaklaşmayın’ emri yasağı, haramlığı ifade eder.

Yine zina yasağı (İsrâ 17/32), hayızlı kadınlarla temizleninceye cinsel birleşme yasağı ‘yaklaşmayın’ (Bakara 2/222) fiili ile anlatılıyor.

-Zaman olarak yakınlık (ıkterabe kalıbıyla);

ٱقۡتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمۡ وَهُمۡ فِي غَفۡلَةٖ مُّعۡرِضُونَ ١

“İnsanların için yaptıklarının hesabını verme vakti oldukça yaklaştı. Fakat onlar gaflet içinde (bu gerçeğe) sırt çeviriyorlar.” (Enbiyâ 21/1. Bir benzeri: Şûrâ 42/17. Saf 61/13. Bekara 2/214. İsrâ 17/51. Ahzab 33/63. Fetih 48/18, 27. Nebe’ 78/40 v.d.)

Kıyâmetin zaman olarak olarak bu güne uzak mı, yakın mı olduğu bu kelime ile anlatılıyor.

فَإِن تَوَلَّوۡاْ فَقُلۡ ءَاذَنتُكُمۡ عَلَىٰ سَوَآءٖۖ وَإِنۡ أَدۡرِيٓ أَقَرِيبٌ أَم بَعِيدٞ مَّا تُوعَدُونَ ١٠٩

“Eğer yüz çevirirlerse, de ki: “(Bana emrolunanı) size eşit olarak bildirdim. Tehdit edildiğiniz şey yakın mı yoksa uzak mı, bilmiyorum.” (Enbiyâ 21/109)

“(Son) Saat yaklaştı ve ay yarıldı.” (Kamer 54/1)

 

-Arkadaş anlamıyla yakınlık;

Bu da ‘karuba’ fiilinden isim olarak ‘karîn-arkadaş’ şeklinde geçiyor.

وَٱلَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمۡوَٰلَهُمۡ رِئَآءَ ٱلنَّاسِ وَلَا يُؤۡمِنُونَ بِٱللَّهِ وَلَا بِٱلۡيَوۡمِ ٱلۡأٓخِرِۗ وَمَن يَكُنِ ٱلشَّيۡطَٰنُ لَهُۥ قَرِينٗا فَسَآءَ قَرِينٗا ٣٨

“Bunlar, mallarını insanlara gösteriş için harcayan, Allah’a ve âhiret gününe de inanmayan kimselerdir.

Şeytan kimin arkadaşı (karîn’i) olursa, o ne kötü arkadaştır.” (Nisâ 4/38)

Kimi insanlar şeytanı arkadaş, bir yakın olarak seçerler. 

وَمَن يَعۡشُ عَن ذِكۡرِ ٱلرَّحۡمَٰنِ نُقَيِّضۡ لَهُۥ شَيۡطَٰنٗا فَهُوَ لَهُۥ قَرِينٞ ٣٦

“Kim, Rahmân’ın Zikri’ni görmezlikten gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur (karîn’idir)...

حَتَّىٰٓ إِذَا جَآءَنَا قَالَ يَٰلَيۡتَ بَيۡنِي وَبَيۡنَكَ بُعۡدَ ٱلۡمَشۡرِقَيۡنِ فَبِئۡسَ ٱلۡقَرِينُ ٣٨

Sonunda Bize gelince arkadaşına: "Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arasındaki kadar uzaklık olsaydı, sen ne kötü arkadaş imişsin!" der.” (Zuhruf 43/36, 38)

قَالَ قَرِينُهُۥ رَبَّنَا مَآ أَطۡغَيۡتُهُۥ وَلَٰكِن كَانَ فِي ضَلَٰلِۭ بَعِيدٖ ٢٧

“Arkadaşı (karîn’i) der ki: “Ey Rabbimiz! Onu ben azdırmadım, fakat kendisi derin bir sapıklık içinde idi.” (Kâf 50/27. Ayrıca bkz: Sâffât 37/51. Kâf 50/23)

 

-İtibar açısından yakınlık, ya da mukarreb olmak

Allah’a kul olmaktan kaçınmayan melekler ve iman ve sâlih amelle O’na yakınlık kazanan mü’minlerdir.

Bunlar ‘mukarrebûn-yakın yapılanlar’ şeklinde geçiyor.

لَّن يَسۡتَنكِفَ ٱلۡمَسِيحُ أَن يَكُونَ عَبۡدٗا لِّلَّهِ وَلَا ٱلۡمَلَٰٓئِكَةُ ٱلۡمُقَرَّبُونَۚ وَمَن يَسۡتَنكِفۡ عَنۡ عِبَادَتِهِۦ وَيَسۡتَكۡبِرۡ فَسَيَحۡشُرُهُمۡ إِلَيۡهِ جَمِيعٗا ١٧٢

“Mesih de, Allah’a yakın (mukarreb) melekler de, Allah’a kul olmaktan asla çekinmezler.

Kim Allah’a kulluk etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki, O, onların hepsini huzuruna toplayacaktır.” (Nisâ 4/172)

Hz. İsa (as) hem dünyada hem âhirette gözde kimsedir. Allah’a yakın (mukarreb’den) olanlardandır. (Âli İmran 3/45)

Firavun sihirbazlara Musa (as) ile yarışmalarını söyleyince, onlar da “galip gelirlerse ne gibi bir ödüle kavuşacaklarını” sorunca Firavun;

قَالَ نَعَمۡ وَإِنَّكُمۡ لَمِنَ ٱلۡمُقَرَّبِينَ ١١٤

“... siz kesinlikle yakınlardan (mukarreb’ten) olacaksınız.” dedi. (A’raf 7/114. Şuarâ 26/42)

Sâlih amelde öne geçenler yakınlığı hak etmiş kişilerdir.

 وَٱلسَّٰبِقُونَ ٱلسَّٰبِقُونَ ١٠

أُوْلَٰٓئِكَ ٱلۡمُقَرَّبُونَ ١١

“(İman ve amelde) öne geçenler ise (âhirette de) öne geçenlerdir. İşte onlar (Allah’a) yaklaştırılmış (mukarreb) kimselerdir.” (Vâkıa 56/10-11)

İyilerin kaydı ‘ılliyyûn’ denen bir yerdedir. Onu da ancak Allah’a yakın olanlar (mukarreb’ler) izleyebilirler.

كـَلَّآ إِنَّ كِتَٰبَ ٱلۡأَبۡرَارِ لَفِي عِلِّيِّينَ ١٨

وَمَآ أَدۡرَىٰكَ مَا عِلِّيُّونَ ١٩

كِتَٰبٞ مَّرۡقُومٞ ٢٠

يَشۡهَدُهُ ٱلۡمُقَرَّبُونَ ٢١

“Hayır! Andolsun iyilerin kitabı İlliyyûn'dadır.

İlliyyûn nedir, bilir misin? O, amellerin kaydedildiği bir defterdir;

onu Allah’a yakın olanlar (mukarrebler) şâhit olurlar.”  (Mutaffifîn 83/21)

Allah’a yakın olanlar (mukarreb’ler) Cennette tarifi mümkün olmayan lezzetli bir kaynaktan kana kana içerler.

إِنَّ ٱلۡأَبۡرَارَ لَفِي نَعِيمٍ ٢٢

عَلَى ٱلۡأَرَآئِكِ يَنظُرُونَ ٢٣

تَعۡرِفُ فِي وُجُوهِهِمۡ نَضۡرَةَ ٱلنَّعِيمِ ٢٤

يُسۡقَوۡنَ مِن رَّحِيقٖ مَّخۡتُومٍ ٢٥

خِتَٰمُهُۥ مِسۡكٞۚ وَفِي ذَٰلِكَ فَلۡيَتَنَافَسِ ٱلۡمُتَنَٰفِسُونَ ٢٦

وَمِزَاجُهُۥ مِن تَسۡنِيمٍ ٢٧

عَيۡنٗا يَشۡرَبُ بِهَا ٱلۡمُقَرَّبُونَ ٢٨

“Şüphesiz iyi kimseler, Naîm cennetindedirler.

Koltuklar üzerinde, (etrafı) seyrederler.

Onlara, mühürlü (el değmemiş) saf bir içecekten içirilir.

Onun içiminin sonunda misk kokusu vardır.

İşte yarışanlar ancak onda yarışsınlar.

O içeceğin katkısı tesnimdir. Bir pınar ki, Allah’a yakın olanlar (mukarrebler) ondan içerler.” (Mutaffifîn 83/22-28)

 

-Nisbet/nesep açısından yakınlık;

Sözlükte yakın anlamına gelen ‘karîb’ kelimesi özel manası birbiriyle soy açısından yakın, yani aynı soydan (sülâleden) olan kimse demektir. Çoğulu ‘akribâ veya akraba’dır.

Aralarında nesep, süt ve evlilikten doğan bir bağ ve yakınlık bulunan kimseler için Türkçe’de ‘akraba-yakınlar’ kelimesinin kullanırız.

Kur’an’da ‘akraba, -el-akrabûn, el-akrebîn’ olarak geçiyor.

لِّلرِّجَالِ نَصِيبٞ مِّمَّا تَرَكَ ٱلۡوَٰلِدَانِ وَٱلۡأَقۡرَبُونَ وَلِلنِّسَآءِ نَصِيبٞ مِّمَّا تَرَكَ ٱلۡوَٰلِدَانِ وَٱلۡأَقۡرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنۡهُ أَوۡ كَثُرَۚ نَصِيبٗا مَّفۡرُوضٗا ٧

“Ana, baba ve akrabaların (miras olarak) bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır.

Ana, baba ve akrabaların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır.

Allah, bırakılanın azından da çoğundan da bunları farz kılınmış birer hisse olarak belirlemiştir.” (Nisâ 4/7 Ayrıca bkz: Nisâ 4/33)

يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ قُلْ مَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ ﴿215﴾

Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar.

De ki: “Hayır olarak ne harcarsanız o, ana-baba, akraba, yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar içindir.

Hayır olarak ne yaparsanız, gerçekten Allah onu hakkıyla bilir.” (Bekara 2/215)

-el-akrabîn olarak;

كُتِبَ عَلَيۡكُمۡ إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمُ ٱلۡمَوۡتُ إِن تَرَكَ خَيۡرًا ٱلۡوَصِيَّةُ لِلۡوَٰلِدَيۡنِ وَٱلۡأَقۡرَبِينَ بِٱلۡمَعۡرُوفِۖ حَقًّا عَلَى ٱلۡمُتَّقِينَ ١٨٠

 

“Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur.” (Bekara 2/180. Ayrıca bkz: Bekara 2/215)

۞ يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ كُونُواْ قَوَّٰمِينَ بِٱلۡقِسۡطِ شُهَدَآءَ لِلَّهِ وَلَوۡ عَلَىٰٓ أَنفُسِكُمۡ أَوِ ٱلۡوَٰلِدَيۡنِ وَٱلۡأَقۡرَبِينَۚ ١٣٥

“Ey iman edenler! Öz canlarınızın, ana babanızın ve akrabanızın aleyhine de olsa âdil olun. Adalet üzere şâhitlik yapın...” (Nisâ 4/135)

Allah (cc) Mekke döneminde Rasûlullah’a şöyle emretti:

 وَأَنذِرۡ عَشِيرَتَكَ ٱلۡأَقۡرَبِينَ ٢١٤

“En yakınların olan akrabanı uyar.” (Şu’arâ 26/214)

  • Kur’an’da akraba manasında bir kaç kelime daha var. Mesela;

ze’l-kurbâ veya zev’il-kurbâ, ulu’l-kurbâ-yakınlık sahibi, akraba gibi...

 

-kurbâ-yakınlık, akrablık (karâbet). 16 âyette yer alıyor. 

Bir tanesi müstakil, diğerleri yukarıdaki ön takılarla gelmiş.

ذَٰلِكَ ٱلَّذِي يُبَشِّرُ ٱللَّهُ عِبَادَهُ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَعَمِلُواْ ٱلصَّٰلِحَٰتِۗ قُل لَّآ أَسۡـَٔلُكُمۡ عَلَيۡهِ أَجۡرًا إِلَّا ٱلۡمَوَدَّةَ فِي ٱلۡقُرۡبَىٰۗ وَمَن يَقۡتَرِفۡ حَسَنَةٗ نَّزِدۡ لَهُۥ فِيهَا حُسۡنًاۚ إِنَّ ٱللَّهَ غَفُورٞ شَكُورٌ ٢٣

“Allah, inanıp yararlı işler işleyen kullarını bununla müjdeler.

De ki: "Ben sizden buna karşı yakınlara sevgiden (veya Allah'a yaklaşmaktan) başka bir ücret istemem."

Kim güzel bir iş işlerse onun güzelliğini arttırırız. Doğrusu Allah bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.” (Şûrâ 42/23)

وَإِذَا قُلۡتُمۡ فَٱعۡدِلُواْ وَلَوۡ كَانَ ذَا قُرۡبَىٰۖ وَبِعَهۡدِ ٱللَّهِ أَوۡفُواْۚ ذَٰلِكُمۡ وَصَّىٰكُم بِهِۦ لَعَلَّكُمۡ تَذَكَّرُونَ ١٥٢

“... (Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa âdil olun. Allah’a verdiğiniz sözü tutun.

İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti.” (En’am 6/152)

وَاٰتِ ذَا الْقُرْبٰى حَقَّهُ وَالْمِسْك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذ۪يرًا ﴿26﴾

“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma.” (İsrâ 17/26. Ayrıca bkz: Rûm 30/38. Fâtır 35/18)

فَاٰتِ ذَا الْقُرْبٰى حَقَّهُ وَالْمِسْك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِۘ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿38﴾

“O hâlde, akrabaya, yoksula (miskin’e) ve yolcuya hakkını ver.” (Rûm 30/38)

... وَءَاتَى ٱلۡمَالَ عَلَىٰ حُبِّهِۦ ذَوِي ٱلۡقُرۡبَىٰ وَٱلۡيَتَٰمَىٰ وَٱلۡمَسَٰكِينَ وَٱبۡنَ ٱلسَّبِيلِ وَٱلسَّآئِلِينَ وَفِي ٱلرِّقَابِ ... 

“... Onlar, öylesi iyi kullardır ki, sevdikleri mallardan akrabaya, yetimlere, yoksullara, fakir düşmüş yolculara, ihtiyaçlarını arz edenlere ve esirlere yardım ederler...” (Bekara 2/177. Ayrıca bkz: Bekara 2/83. Mâide 5/106. En’am 6/152. Enfâl 8/41. Nisâ 4/36. v.d),

 إِنَّ ٱللَّهَ يَأۡمُرُ بِٱلۡعَدۡلِ وَٱلۡإِحۡسَٰنِ وَإِيتَآيِٕ ذِي ٱلۡقُرۡبَىٰ وَيَنۡهَىٰ عَنِ ٱلۡفَحۡشَآءِ وَٱلۡمُنكَرِ وَٱلۡبَغۡيِۚ يَعِظُكُمۡ لَعَلَّكُمۡ تَذَكَّرُونَ ٩٠

Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor” (Nahl 16/90. Ayrıca bkz: Haşr 59/7)

-ulu’l-kurbâ;

Bu da ze’l-kurbâ gibi akrabalığı ifade eder.

وَإِذَا حَضَرَ ٱلۡقِسۡمَةَ أُوْلُواْ ٱلۡقُرۡبَىٰ وَٱلۡيَتَٰمَىٰ وَٱلۡمَسَٰكِينُ فَٱرۡزُقُوهُم مِّنۡهُ وَقُولُواْ لَهُمۡ قَوۡلٗا مَّعۡرُوفٗا ٨

“Miras taksiminde (kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa, onlara da maldan bir şeyler verin ve onlara (gönüllerini alacak) güzel sözler söyleyin.(Nisâ 4/8)

وَلَا يَأۡتَلِ أُوْلُواْ ٱلۡفَضۡلِ مِنكُمۡ وَٱلسَّعَةِ أَن يُؤۡتُوٓاْ أُوْلِي ٱلۡقُرۡبَىٰ وَٱلۡمَسَٰكِينَ وَٱلۡمُهَٰجِرِينَ فِي سَبِيلِ ٱللَّهِۖ وَلۡيَعۡفُواْ وَلۡيَصۡفَحُوٓاْۗ أَلَا تُحِبُّونَ أَن يَغۡفِرَ ٱللَّهُ لَكُمۡۚ وَٱللَّهُ غَفُورٞ رَّحِيمٌ ٢٢

“İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar.

Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (Nûr 24/22. Ayrıca bkz:. Tevbe 9/113. Şura 42/23)

 

-‘karube’ fiilinden gelen bir kelime de ‘ekrab (elif ile)’dir. Bu da; daha yakın veya çok yakın demektir.

(Türkçe sözlükte ‘akrep (ayn ile)’; 1.sıcak ve rutubetli yerlerde yaşayan, kuyruğunun ucunda zehirli iğnesi bulunan örümcekgillerden bir haşere. 2.Saatin, saati gösteren küçük kolu. 3.Sinsi ve zararlı kimse. 4.Oniki burçtan biri. Doğan, M. Büyük Türkçe Sözlük, s: 41)

‘ekrab’; Kur’an’da 11 defa geçiyor.

وَأَن تَعۡفُوٓاْ أَقۡرَبُ لِلتَّقۡوَىٰۚ وَلَا تَنسَوُاْ ٱلۡفَضۡلَ بَيۡنَكُمۡۚ إِنَّ ٱللَّهَ بِمَا تَعۡمَلُونَ بَصِيرٌ ٢٣٧

“… Bununla birlikte (ey erkekler), sizin vazgeçmeniz takvaya (Allah’a karşı gelmekten sakınmaya) daha yakındır.

Aranızda iyilik yapmayı da unutmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Bekara 2/237)

ٱعۡدِلُواْ هُوَ أَقۡرَبُ لِلتَّقۡوَىٰۖ وَٱتَّقُواْ ٱللَّهَۚ إِنَّ ٱللَّهَ خَبِيرُۢ بِمَا تَعۡمَلُونَ ٨

“… Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının.

Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Mâide 5/8)

وَلِلَّهِ غَيۡبُ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِۚ وَمَآ أَمۡرُ ٱلسَّاعَةِ إِلَّا كَلَمۡحِ ٱلۡبَصَرِ أَوۡ هُوَ أَقۡرَبُۚ إِنَّ ٱللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَيۡءٖ قَدِيرٞ ٧٧

“Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Kıyâmetin gelmesi ise, göz açıp kapama gibi veya daha yakın (az bir) zamandan ibarettir.

Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir.” (Nahl 16/77)

أُوْلَٰٓئِكَ ٱلَّذِينَ يَدۡعُونَ يَبۡتَغُونَ إِلَىٰ رَبِّهِمُ ٱلۡوَسِيلَةَ أَيُّهُمۡ أَقۡرَبُ وَيَرۡجُونَ رَحۡمَتَهُۥ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُۥٓۚ إِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحۡذُورٗا ٥٧

“Onların yalvardıkları bu varlıklar Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar; O'nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar.

Çünkü Rabbinin azabı, sakınılacak bir azaptır.” (İsrâ 17/57)

فَأَرَدۡنَآ أَن يُبۡدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيۡرٗا مِّنۡهُ زَكَوٰةٗ وَأَقۡرَبَ رُحۡمٗا ٨١

“Böylece istedik ki, rableri onun yerine kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin.” (Kehf 18/81)

-Allah’ın kullarına yakın olması

Allah (cc) insana elbette yakındır, hem de çok yakındır. (Bekara 2/186) Kur’an bunu ‘karîb-yakın’ ve ‘ekrab-daha yakın’ kelimeleriyle ifade ediyor.

وَلَقَدۡ خَلَقۡنَا ٱلۡإِنسَٰنَ وَنَعۡلَمُ مَا تُوَسۡوِسُ بِهِۦ نَفۡسُهُۥۖ وَنَحۡنُ أَقۡرَبُ إِلَيۡهِ مِنۡ حَبۡلِ ٱلۡوَرِيدِ ١٦

“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf 50/16)

O (cc) varlığı, rabliği, mutlak hâkim oluşu, kudreti, her şeyi bilmesi, her şeyi takdir etmesi, nimet vermesi açısından kullarına yakın olduğu gibi rahmeti açısından da yakındır.

وَلَا تُفۡسِدُواْ فِي ٱلۡأَرۡضِ بَعۡدَ إِصۡلَٰحِهَا وَٱدۡعُوهُ خَوۡفٗا وَطَمَعًاۚ إِنَّ رَحۡمَتَ ٱللَّهِ قَرِيبٞ مِّنَ ٱلۡمُحۡسِنِينَ ٥٦

“...Muhakkak ki iyilik edenlere (muhsinlere) Allah'ın rahmeti çok yakındır.” (A’raf 7/56) Rahmetiyle onları korur, onları affeder, onları ödüllendirir.

Allah (cc) şüphesiz her şeyi işitendir, kullarını gözetir, onların her hâlini bilir onlara en yakın olandır.

قُلۡ إِن ضَلَلۡتُ فَإِنَّمَآ أَضِلُّ عَلَىٰ نَفۡسِيۖ وَإِنِ ٱهۡتَدَيۡتُ فَبِمَا يُوحِيٓ إِلَيَّ رَبِّيٓۚ إِنَّهُۥ سَمِيعٞ قَرِيبٞ ٥٠

“De ki: Eğer (haktan) saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği (Kur'an) sayesindedir.

Şüphesiz O, işitendir, yakındır.” (Sebe’ 34/50)

Allah (st) kendisine yönelenlere de, bilincini yenileyenlere de çok yakındır. (Hûd 11/61)

Hatta insanların kendi aralarında fısıltı hâlinde konuşmalarını bilecek kadar onların yanındadır.

أَلَمۡ تَرَ أَنَّ ٱللَّهَ يَعۡلَمُ مَا فِي ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَمَا فِي ٱلۡأَرۡضِۖ مَا يَكُونُ مِن نَّجۡوَىٰ ثَلَٰثَةٍ إِلَّا هُوَ رَابِعُهُمۡ وَلَا خَمۡسَةٍ إِلَّا هُوَ سَادِسُهُمۡ وَلَآ أَدۡنَىٰ مِن ذَٰلِكَ وَلَآ أَكۡثَرَ إِلَّا هُوَ مَعَهُمۡ أَيۡنَ مَا كَانُواْۖ ثُمَّ يُنَبِّئُهُم بِمَا عَمِلُواْ يَوۡمَ ٱلۡقِيَٰمَةِۚ إِنَّ ٱللَّهَ بِكُلِّ شَيۡءٍ عَلِيمٌ ٧

“Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun?

Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur.

Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur.

Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir.

Sonra kıyâmet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir.(Mücâdile 58/7)

Evet Allah kullarının yanında hazır ve nâzırdır, her yerde olduğu gibi. Burada önemli olan kulun Allah’a yakın olup olmaması... Kişinin Allah’a nisbetle nerede durduğudur.

وَنَحۡنُ أَقۡرَبُ إِلَيۡهِ مِنكُمۡ وَلَٰكِن لَّا تُبۡصِرُونَ ٨٥

“Kişinin canı boğaza dayanınca ve siz o zaman bakıp kalırken, Biz o kişiye sizden daha yakınızdır, ama görmezsiniz.” (Vâkıa 56/85. Ayrıca bkz: Kehf 18/24. Hacc 22/13. Kâf 50/16. Mâide 5/82)

 

[1] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 601