Sözlükte ve kavram olarak vesile, Peygamberin makamı; vesile, vesile ayetleri, vesile anlayışları hakkında bir online ders
Hüseyin K. Ece
05.11.2024 – 03 Cemaziye’l-evvel 1446 Zaandam
23.Eksik veya Yanlış Bilinen Kavramlardan; KUR’AN’DA VESİLE KAVRAMI
Gelenekte ve bazı çevrelerde yanlış veya eksik anlaşılan Kur’an kelimeleirnden biri de ‘tevessül ve vesile’dir.
‘Vesîle’ kelimesi Kur’an’da iki âyette geçmektedir. (Mâide 5/35. İsrâ 17/57)
-Sözlükte vesîle
Türkçe sözlük vesileyi şöyle tanımlıyor: “Bir şeye ulaşmayı mümkün kılan yol, vasıta, sebep. Elverişli hâl, fırsat, bahâne.” (Doğan, M. Büyük Türkçe Sözlük, s: 1718)
Bunun aslı Arapça’da bir şeye rağbet etmek, bir şeye ulaşmak için başka bir sebebe başvurmak anlamındaki ‘ve-se-le‘ fiilidir.
‘Vesîle‘ sözlükte; pâye, rütbe, makam, derece, yakınlık manasında da gelir. (İbni Manzur, Lisânul-Arab, 15/213)
Aynı kökten gelen ‘tevessül’ ise vesile edinmek demektir.
-Kavram olarak vesîle
‘Vesîle’; kendisiyle bir maksada ulaşılan, yaklaşma sebebi, bir şeye yaklaşmak için onun yakınlığından faydalanılan, ulaşılmak istenen şeye sebep olan, aracı kılınan her şey demektir şeydir. (İbnu’l-Esîr, en-Nihâye fi-Ğarîbi’l-Hadîs ve’l-Eser, s: 961)
‘Yakınlık’ anlamından hareketle kişiyi Allah’a yaklaştıran amellere ‘vesîle’ denmiştir. (Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 821)
Bu kelime, Allah’a yaklaşmak için itaat ve ibadet olarak bilinen şeyleri aracı/sebep kılınması manasını kazandı. (Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/615)
Allah’a vesîle’nin hakikati, ilim ve ibadet ile O’nun yolunda yürümeye özen göstermek, dinin “yakınlık, Allah’a yaklaştıran şeyler” dediği güzelliklerin peşinde olmaktır. (Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 821)
‘Vesîle’; arzu edilen bir amaca insanı yaklaştıran sebep demek olduğuna göre Allah’a yaklaşma Onun râzı olacağı ibâdetleri yapmakla olur.
‘Vesîle’ kısaca; kulun Allah’a yakın olmak için tüm ilgi ve çabasını yoğunlaştırması demektir.
-Peygamberin makamı olarak ‘vesîle’
Ezanla ilgili hadislerde geçtiğine göre ‘vesîle’, Cennet’te bir makamın adıdır.
Abdullah ibnu Amr’ın (ra) rivâyetine göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Müezzini işittiğiniz zaman siz de onun söylediklerini söyleyiniz, sonra da bana salat okuyunuz. Kim bana bir salat okursa, Allah ona on salat verir (rahmet eder). Sonra benim için ‘vesîle’ isteyiniz ki o, Cennette, yalnızca Allah’ın bir kuluna verilecek bir makamdır. O kulun ben olmasını dilerim. Kim bana vesîle isterse ona şefâat edilir.” (Müslim, Salat/7 (11-384) no: 849. Ebû Dâvûd, Salat/36 no: 523. İbni Mâce, Ezan/4 no: 720. Nesâî, Ezan/37 no: 679. Ahmed b. Hanbel 2/168)
Bir benzeri: Ebu Hureyre’nin naklettiğine göre Peygamber (sav) buyurdu ki: "Bana salâvat getirdiğinizde benim için “Vesile” isteyin...» dedi. Bunun üzerine oradaki sahabeler;“Ey Allah'ın Peygamberi; “vesile” nedir? diye sordular. “Cennette en yüksek derecedir kî, ancak bir adam ona nâil olacaktır. Umarım ki o kişi benim” dedi. (Ahmed bin Hanbel, 2/265. Tirmizî, Menâkib/1 no: 3612) (Tabressî; F. b. Hasen. Cevâmiu’l-Câmi’, 1/336)
Vesîlenin sözlük anlamlarından birinin de makam, derece olduğunu hatırlayalım. Burada vesîlenin her iki anlamı arasında ince bir bağlantı olduğunu görüyoruz.
Ezan’dan sonra okunulan salâvat, aynı zamanda Peygamber’e bu “Vesîle”yi isteme duasıdır. Cabir b. Abdullah’ın anlattığına göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
‘Allahümme hazihi’d da’veti’t tâmmeti ve’s salâti’l kâimeti, âti muhammeden el-vesilete ve’l fazîlete ve’b as’hum mekâmen mahmûden ellezi ve’addeh.’ “Kim müezzini isittiği zaman; Ey Allah’ım, ey bu tam davetin sahibi, ikâme edilen namazın sahibi, Muhammed’e Vesîle ve fazilet ver; onu, kendisine söz verdiğin yüce makama ulaştır’ derse, Kıyâmet gününde ona şefâatim geçerli olur.” (Buhârî, Ezan/8 no: 614, Tefsir 17/10 no: 4719. Ebu Dâvud, Salat/37 no: 529. Tirmizî, Salat/43 no: 211. Nesâî, Ezan/38 no: 681. İbni Mâce, Ezan/4 no: 722)
“Her ne kadar hadislerdeki ‘vesîle’ Cennette bir makamın adı olsa da Kur’an’da, Allah rızasına ulaşmayı sağlayan her türlü ilim ve amel anlamındadır.” (Abduh, M.Rıza, R. el-Menar (çev.), 6/487)
-İçinde ‘vesile’nin geçtiği birinci âyet
Allah yerde ve gökte ne varsa hepsini bilendir. İnsanların neler düşündüklerini de, neye inandıklarını da, neler yaptıklarını da bilir.
Müşriklere hitaben; “De ki: Allah'ı bırakıp da (ilâh olduğunu) ileri sürdüklerinize yalvarın...” diyor ve –biz hissetmesek bile- birilerinin kutsal veya tanrı saydıkları şeylerin de Allah’a yaklaşmak için vesîle-sebep, yol ararlar, Allah’ın rahmetini umarlar, azabından korkarlar.
Durum bu iken bazılarına ne oluyor ki Allah’ın dışında düzme/uydurma tanrılar buluyorlar ve onlardan medet umuyorlar?
Allah’tan başkasına tanrı diye ibadet edilen, yardıma çağrılan uydurma tanrıların hiç biri insanlara ne bir fayda verebilir, ne de bir zararı defedebilir.
Buna göre âlemlerin Rabbi Allah’ı bırakıp başkasına muhtaç kimseleri veya nesneleri tanrılaştırmak sapıklık ve boş bir inançtır.
Kur’an bu gerçeği haber verdikten sonra şöyle buyurdu:
أُوْلَٰٓئِكَ ٱلَّذِينَ يَدۡعُونَ يَبۡتَغُونَ إِلَىٰ رَبِّهِمُ ٱلۡوَسِيلَةَ أَيُّهُمۡ أَقۡرَبُ وَيَرۡجُونَ رَحۡمَتَهُۥ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُۥٓۚ إِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحۡذُورٗا ٥٧
“Onların taptıkları da, -hangisi daha yakındır diye- (ya da (Allah’a) en yakın sandıkları hangileriyse) Rablerine (yaklaşmak için) bir vesîle arıyorlar. O’nun rahmetini umuyorlarve azabından korkuyorlar. Şüphesiz senin Rabbinin azabı korkunçtur.” (İsrâ 17/57)
Aslında putperestlerin taptıkları putlar, yalvarıp yakardıkları veya putların arkasında var zannedilen ruhlar, cinler ve melekler,
bazı insanların medet umduğu ölmüşler ve azizler bile; bırakın başkalarına yardım etmeyi, kendileri Allah’ın rahmetini umarak O’na yaklaşmak, O’nun sevgisini kazanmak için bir vesîle arıyorlar.
Öyleyse mü‘minler de, kendilerine Allah’ın sevgisine götürecek sebepleri, imkânları arayıp bulmalılar. (Kurtubî, Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1846)
O zaman bazı arap kabileleri cin adını verdikleri bazı meleklere taparlardı. Üstelik meleklere Allah’ın kızları diye inanırlardı. Bu âyet bunun üzerine indi. Halbuki melekler dahi Allah’a vesîle talep ederler. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 8/95-97)
-Bu âyetinin nüzûl sebebi hakkında iki görüş var
Birincisi; Nakledildiğine göre Abdullah b. Mes’ud; “Onların taptıkları da, -hangisi daha yakındır diye- Rablerine (yaklaşmak için) bir vesîle ararlar...” sözü hakkında şöyle dedi: “Cinlerden kendisine tapınılan bir nefer müslüman oldu. Ancak onlara tapan insanlar bunu hissetmediler (onlara tapmaya devam ettiler). Bunun üzerine bu âyet indi.” (Müslim, Tefsir/4 (28-30) no: 7554-7557)
İkincisi: Bazı müşrikler meleklere tapıyorlardı ve “bunlar bize Allah katında şefâatçı olacaklar” diyorlardı. Âyet onlara; “onların ilâh olduğunu zannediyorsunuz ya, hadi onları yardıma çağırın” diyor. (el-Cevzî, A. b. Muhammed. Zâdu’l-Mesîr, s: 818)
Vahiy döneminin müşrikleri; “bizim, (doğrudan doğruya) Allah'a ibadete gücümüz yoktur. Onun için Allah'a yakın olan bazı kullarına ibadet ediyoruz ki, bizi O’na götürsünler" şeklinde düşünüyorlardı. (Zümer 39/3)
Kur’an müşriklerin bu tanrı inancını reddediyor.
Bazılara göre burada söz konusu edilen “Allah’tan başka tanrı edinilen varlıklar” meleklerdir. Müşrikler putları ve heykelleri meleklerin sembolü olarak kabul eder, onların şahsında meleklere taptıklarını söylerlerdi. İşte âyet bu bâtıl inancın temelsiz olduğunu haber veriyor.
Çünkü melekler de dahil olmak üzere Allah’tan başka hiç bir varlık Allah’ın yardımı ve yaratması olmadan kendisini zarardan koruma imkanına sahip değildir. (Komisyon, Kur’an Yolu (DİB), 3/430),
Her ne kadar tanrılaştırlan putlar iradeli varlıklar değilse de, cisim/yaratık olmaları sebebiyle Allah’a kulluk/tesbîh yaptıklarını anlayabiliriz. Kur’an bu konuda şöyle diyor:
تُسَبِّحُ لَهُ ٱلسَّمَٰوَٰتُ ٱلسَّبۡعُ وَٱلۡأَرۡضُ وَمَن فِيهِنَّۚ وَإِن مِّن شَيۡءٍ إِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمۡدِهِۦ وَلَٰكِن لَّا تَفۡقَهُونَ تَسۡبِيحَهُمۡۚ إِنَّهُۥ كَانَ حَلِيمًا غَفُورٗا ٤٤
“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tesbîh ederler. Her şey O’nu hamd ile tesbîh eder.
Ancak, siz onların tesbîhlerini anlamazsınız. O, halîm’dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır.” (İsrâ 17/44. Ayrıca bkz: Hadid 51. Haşr 59/1. Saff 61/1 vd.)
Yani kimilerinin tanrı zannettiği canlı veya cansız şeyler de bu âyetlerde tesbîh ettiği söylenen “her şey”e dahildir. Her ne kadar aklını kullanmayanlar onlara kutsallık verse de, onların cisimleri Allah’ı tesbîh ederler. Yani âlemlerin Rabbi olarak kabul eder, teslim olurlar.
Âyetin anlamı hükmü geneldir.
Yani birileri melekleri mi tanrılaştırdı, yanlış... Zira onlar bile Allah’a yaklaşmak için vesîle arıyorlar.
Birileri bazı peygamberleri mi putlaştırdı, onlardan medet mi umdu, yanlış... Zira onlar da Allah’a yaklaşmak için vesîle ararlar.
Birilerin kendi elleriyle yaptıkları heykelleri, evrendeki herhangi bir şeyi ilâh mı sayıyor, yanlış... Zira onlar da yaratık olmaları sebebiyle tesbîhleriyle Allah’a teslim olurlar.
Birileri bazı sahabeleri, âlimleri, şeyhleri, velileri olağanüstü zannedip medet mi ummak istiyor, onları kurtarıcı mı zannediyor, yanlış...
Onlar bile Allah’a yaklaşmak için vesîle ararlar.
Onlar kendileri âyette emredilen ‘vesîle’ olamazlar ama belki sağ iken bağlılarının bu ‘vesîle’yi bulmalarına yardımcı olabilirler.
-İçinde ‘vesile’nin geçtiği ikinci âyet
Allah (cc) şöyle buyuruyor:
يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ ٱتَّقُواْ ٱللَّهَ وَٱبۡتَغُوٓاْ إِلَيۡهِ ٱلۡوَسِيلَةَ وَجَٰهِدُواْ فِي سَبِيلِهِۦ لَعَلَّكُمۡ تُفۡلِحُونَ ٣٥
“Ey iman edenler! Allah’tan ittika edin (korkup-sakının) ve O’na (yaklaşmaya) vesîle arayın ve O’nun yolunda cihad edin (çok çalışın) ki kurtuluşa (felâha) eresiniz.” (Mâide 5/35)
-Âyetin geçtiği ortam
Bu âyet, Allah’a ve Peygamber’e karşı savaşanların dünya da ve âhirette hangi sonuçlarla karşılacağını, ancak bu hatadan vazgeçip tevbe edenlerin kurtulacağını, Allah’ın böylelerine karşı bağışlayıcı olduğunu söyleyen âyetleri takiben yer alıyor.
Bir yönüyle bu müslümanlara bir öğüt ve uyarıdır.
Bundan sonraki âyet ise inatla kâfirliğe devam edenlerin, bir de Allah ve Rasûlüne savaş açanları dünya kadar, hatta bir o kadar daha fidye verseler hak ettikleri âhiret azabından kurtulamayacaklarını söylüyor. (bkz: Mâide 5/36-37)
Vesîle’nin özellikle inkârcıların en ciddi hatalarına ve ağır cezalarından bahseden âyetler arasında geçmesi oldukça dikkat çekicidir.
Âyet öncelikle mü’minlere Allah’a karşı takvalı olun, O’ndan korkup-çekinin, O’na karşı kulluk bilinciyle davranın. Sorumsuz, dik kafalı, Allah’ı hesaba katmayan inkârcılar gibi olmayın diyor.
Zira onlar bu yanlışlarıyla, dünyalar kadar fidye verseler bile azabı hak ederler. İman iddiasında bulunanlar onlar gibi yapmamalı. Kendilerine Allah’a yaklaştıracak, O’nun rızasını kazandıracak vesîleler/sebepler bulmalılar.
-Bu âyetteki ‘vesîle’ nasıl anlaşılmış?
‘Vesîle’nin ilk anlamı yakınlık, yakın olmaktır. Tefsir otoriteleri Mâide Sûresi 35. âyetinde geçen ‘vesîle’yi bu şekilde anladılar. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 4/576. İbni Teymiyye, et-Tefsiru’l-Kebîr, 4/94. Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 438)
Vesîle; Allah’ın emirlerine itaat, yasaklarından kaçınmak, ya da O’nun rızasını kazanmaya sebep olacak, mü’mini Allah’a yakınlaştıracak her türlü ibadetlerdir (sâlih amellerdir). (İbni Teymiyye, et-Tefsiru’l-Kebîr, 4/94. İbni Kesir, Tefsir (Muhtasar), 1/511. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kuran, s: 1064)
‘Vesîle’; “en ideal muhabbetiniz ile kendinizi Allah’a sevdirmeye çalışınız” şeklinde açıklanmış. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 4/576)
Allah’a yakınlık veya O’na kendini sevdirmek de ancak O’na ve Rasûlüne itaat ile olur. Medine’de yaşamak veya Peygamberin kabrine yakın olmak veya buna benzer şeyler, âyette kasdedilen Allah’a yakınlık değildir. (İbni Teymiyya, et-Tefsiru’l-Kebîr, 4/94)
“vesîle arayın”; yani O’nu sevmek ve O’nun için sevmek, O’ndan korkmak ve O’ndan ümit etmek, O’na yönelmek ve tevekkül etmek gibi kalbi ve bedenî ibadetleri yaparak O’na yakınlığı isteyin...
Kulu ancak bu ibadetler Allah’a yaklaştırır.
Nitekim bir âyette buna işaret ediliyor:
قُلۡ إِنَّمَآ أَنَا۠ بَشَرٞ مِّثۡلُكُمۡ يُوحَىٰٓ إِلَيَّ أَنَّمَآ إِلَٰهُكُمۡ إِلَٰهٞ وَٰحِدٞۖ فَمَن كَانَ يَرۡجُواْ لِقَآءَ رَبِّهِۦ فَلۡيَعۡمَلۡ عَمَلٗا صَٰلِحٗا وَلَا يُشۡرِكۡ بِعِبَادَةِ رَبِّهِۦٓ أَحَدَۢا ١١٠
“De ki: Ben de sizin gibi (ölümlü) bir insanım. Yalnız bana ilâhınızın bir tek İlâh olduğu vahyolundu. Artık her kim, Rabbine kavuşmayı umuyorsa sâlih amel işlesin. Ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak etmesin.” (Kehf 18/110)
Böylece ‘vesîle’; yakîn (sağlam) bir imân ve takva bilinci ile kalbi Allah sevgisi ile doldurmak, düşünceleri bu doğrultuda berraklaştırmak, sâlih amelleri O’nun rızasına uygun ve kabul edilebilir şekilde yerine getirmeye çalışmaktır.
Sonra Allah kendisine yaklaşmayı sağlayacak özel bir ibadeti söz konusu etti. O da cihadtır, Allah yolunda yoğun çabadır. Şüphesiz böyle yapmak itaat sayılan amellerdendir ve en iyi yakınlık vesîlesidir. (Teysîu’l-Kerîmi’r-Rahmân, s: 230)
Görülüyor ki müfessirler kişiyi Allah’a yaklaştıracak ve O’nun rızâsını kazanmaya yardım edecek cihad da dahil, her türlü sâlih ameli ‘vesile’ saymışlardır.
Hadislerde kişiyi Allah’a yaklaştıran en önemli şeyin Allah’ın farz kıldığı ibadetler ile nâfile ibadetler olduğu söyleniyor. (Ahmed b. Hanbel, 4/256. Elmalılı, Tefsir, 3/1670)
“Çaba harcayın” diye çevrilen ‘câhidû’ fiilinin masdarı olan cihad kelimesi; insanın Allah yolunda göstermiş olduğu her türlü çabayı, gayreti, yoğun çalışmayı anlatır.
Âyetin ifadesine göre iman; takva ile, kişiyi Allah’a yaklaştıracak vesileyi aramakla, vesile isteği de bu anlamdaki cihadla tamamlanıyor. (Komisyon, Kur'an Yolu DİB, 2/264-267)
-Vesileyi âlimler ve şeyhler diye anlayanlar
Bu âyetteki vesileyi “âlimler ve tarikat şeyhleri” diye anlayanlar da var.
İ. H. Bursevî (öl. 1725) Ruhu’l-Beyân adlı tefsirinde şöyle diyor: “Bil ki bu âyet vesîle yapmayı emrediyor. Çünkü Allah’a vesîle ile vasıl olunur. Vesîlerler ise ancak hakikat bilginleri ve tarikat şeyhleridir.
İnsanın (şeyhi olmadan) kendi başına amel etmesi benlik duygusunu artırır. Ama peygamber ve velilerin tarifi ile, bir mürşidin (tarikat şeyhinin) işareti ve gözetimi altında yapılan amelde benlik duygusu olmaz. Böylece mürid aradan perdeyi kaldırır ve arzusu olan Rabbe ulaşır. (Bursevî, İ. Hakkı. Rûhu’l-Beyân, 2/388)
Nakşibendilere ait bir site ‘vesîle’ konusunda özetle şu açıklamayı yapıyor:
“Allah (cc) evreni yarattığı zamandan beri insanların ıslahı için kurtuluş vesîleleri yaratmıştır. İlk vesîleler peygamberlerdir. Peygamberimizin vefatından sonra ise (bu vesile) peygamber vârisleri olan Allah dostları kâmil mürşidlerdir. Allah dostları her devirde bulunur ve kıyâmete kadar dini ihya ve ikâme ederler. Nitekim buna bir hadiste temas ediliyor. (bkz: Buhârî, İ’tisam/10. Müslim, İmâret/53. Tirmizî, Fiten/27. İbn. Mâce, Mukaddime/9. Ahmet b. Hanbel, 5/34, 269, 278) (http://www.naksibenditarikati.com/detay.asp?icerik)
Sufiler; enbiyâ, evliyâ ve sâlih ulemanın, ölmüş olsalar bile ruhâniyetlerine tevessül edilebileceğini kabul ederler. (Yılmaz, H. K. Tasavvuf ve Tarikatlar, s: 326)
F. er-Râzi; “Allah’a iman en yüce gaye olduğuna göre O’na ulaşmaya da bir vesile olması gerekir. O da masum (günahsız) imamdır” diye iddia eden ve ona göre ‘vesîle’ kavramını istismar eden ‘Ta’limiyye’ grubuna cevap olarak şöyle diyor: Vesîle’den murad, O'nun rızasını elde etmek için kendisine ulaştıran vesîleyi (sebepleri) aramaktır ki, bu da ibâdetlerle olur. (Ta‘lîmiyye; dinî gerçeklerin sadece mâsum imamların öğretmesiyle bilinebileceğini iddia eden grupları ifade eder. Bkz: Öz. M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 39/548)
Âyet bundan sonra “ve O’nun yolunda cihad edin” diyor.
Allah (cc) yapılmaması gereken şeyleri terketmeyi “Allah’tan ittika edin” sözü ile, yapılması uygun işleri de “O’na (yaklaşmaya) vesîle arayın” ifadesiyle emretti.
Bunlar nefse ağır gelir. Bundan dolayı O (cc) bu uğurda yoğun çaba sarfedin (cehd edin) buyurdu. (Bunun da mürşid-şeyh ve masum imam zannedilenlerle alakası yoktur.) (Tefsîr-i Kebîr Mefâtihu’l-Gayb (çev.), 9/54)
Tasavvuf çevreleri bir şeyhe, bir tarikat öncüsüne, kendilerince kâmil sayılan bir mürşide bağlanmayı, onun eğitimine-hizmetine girmeyi gerekli görürler.
Onlara göre bir kişi bu imkan ile nefis tezkiyesi (eğitimi) yapabilir, daha iyi sâlih amel işleyebilir. Şeytanın ve nefsin tasallutundan daha kolay kurtulabilir. Böylece hem şeytanın kendisine şeyh olmasına izin vermez, hem de âhirete (hadiste haber verilen) imamsız gitmez. Yani şeyhi onun bu dünyada imamı olur.
‘Vesîle’ de kendisine biat edilen, kendisine umut bağlanan, kâmil mürşid, Allah dostu sayılan bu gibi kimselerdir. “…ve O’na (yaklaşmaya) vesîle arayın...” Aranması istenen vesîle işte bu mübarek zâtlardır. Zira insan onlarsız Allah’a yaklaşamaz, isteğini tek başına O’na ulaştıramaz.
-Değerlendirme
Yukarıda geçtiği gibi Bursevî’ye gelinceye kadar –en azından benim ulaşabildiğim- bütün tefsirciler, öncekiler ve sonrakiler âyetteki ‘vesîle’yi böyle anlamadılar.
Âyet, bir şeyhe bağlanmaktan, Allah’a varmakta herhangi bir kimseyi aracı kılmaktan değil; imandan sonra takva ile Allah yolunda çaba göstermekten (cihad etmekten) bahsediyor. Kâfirler gibi olmaktan da nehyediyor.
Allah’a kavuşmaya vesîle aramak ile takva ve cihad arasında bir bağlantı var.
Bütün bunlara rağmen ‘vesile’yi, peygamberi veya şeyhi, mürşidi Allah’a yakınlık için aracı kılmak diye anlayanlar, ya İ. H. Bursevî’nin görüşüne dayanıyorlar, ya da kendi hevâlarına...
Birileri vesîle aramayı bir şeyhe, bir kâmil mürşide bağlanmak mı zannediyor, yanlış...
Onların şeyh, kâmil mürşid, evliyâullah, üçler, yediler, kırklar ğavs, kutub, aktab diye yücelttikleri kişiler Allah’a yaklaşmak, O’nun sevgisini ve rızasını kazanmak istediler mi, istiyorlar mı?
İstediler veya şimdilerde istiyorlarsa ne âlâ... Bu onlar bağlar... Maksat zaten herkesin vesîle’yi kendisinin araması, talep etmesidir.
Ama Kur’an onların değil, sağlam imandan sonra, Allah’tan hakkıyla ittikanın (sorumluluk bilincinin), Allah’ın razı olacağı sâlih amellerin ve her türlü cihadın ‘vesîle’ olduğunu söylüyor.
Mâide 35. âyetin onların iddialarıyla alaksız olduğu açıktır.
Vesile, tevessül, Mâide 6/35 hakkında makaleler:
http://www.huseyinece.com/makalelerim/uzun-makaleler/1842-kur-an-da-vesile-kavrami
http://www.huseyinece.com/en-son-yaz-lar-m/2227-maide-35-ayetteki-vesile
http://www.huseyinece.com/islami-kavramlar/1448-tevessuel-vesile