DOKUZUNCU DERS

07 Nisan 2017 Cuma

TAYYİBE HAYAT MUTLULUĞUN TA KENDİSİDİR

 

-Hayatü’n-tayyibe (tayyibe bir hayat)

            Kur’an güzel davranan (sâlih amel işleyen) bütün insanlara “tayyibe bir hayat” müjdeliyor.

Bu ifadeyi “hoş-güzel bir hayat” diye çevirebiliriz.

Bu da insanın aradığı mutluluktan başka bir şey değildir.

Kur’an’daki kullanılışla; TAYYİBE BİR HAYAT

Tayyibe kelimesi günümüz Türkçesinde yaygın olarak kullanılmıyor, biliyoruz. Ancak, Kur’an’ın müjdelediği mutlu hayatı bu kelimeden ne güzel ifade eden bir kavram bulamadık.

Kur’an bütünlüğü içerisinde düşündüğümüz zaman bunun iman eden ve imanın gereği olarak hep hayırlı, faydalı ve İslâma uygun işler yapan, başka bir deyişle sâlih amel işleyen insanlara muazzam bir müjde olduğunu görürüz.

Allah (cc) iman edenleri ve kulluğu yalnızca kendisine yapanları müjdelemekte; onlar için hiç kimsenin bilmediği nimetlerin hazırlandığını haber vermektedir.

Bu ifade ya iman edenlere sunulan ödüllerin dünya hayatındaki bir görüntüsü, ya da cennette kavuşacakları nimetlerin bir örneği, bir numûnesi gibidir.

Şimdi ‘hayatü’n tayyibe-tayyibe bir hayat’ ifadesini incelemeye çalışalım.

         

-Konuyla ilgili âyetler:

وَلَا تَشْتَرُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ اِنَّمَا عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿95﴾ مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ بَاقٍۜ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذ۪ينَ صَبَرُٓوا اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿96﴾ مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿97﴾

“Öyleyse, Allah’la yaptığınız sözleşmeyi az bir pahaya değişmeyin! Bir bilseniz Allah katında (bulacağınız paha) sizin için elbette en iyisidir.

(Çünkü) sizin katınızdaki tükenir gider, ama Allah katındaki kalıcıdır.

Ve kesin olan şu ki: Güçlüklere göğüs gerenleri (sabredenleri) yaptıkları en iyi şey neyse ona göre ödüllendireceğiz.

Erkek ya da kadın, inanmış olması yanında bir de dürüst ve erdemli davranan (salih amel işleyen) kimseye hiç şüphesiz arı-duru, hoş (tayyibe) bir hayatı taddıracağız; ve yine şüphesiz böylelerini; yapageldikleri en güzel şey neyse ona göre ödüllendireceğiz.”  (Nahl 16/95-97)

 “Sizin yanınızdakiler tükenir”, çünkü o belli bir zamana kadardır. “Allah’ın yanında olan ise bakidir.” Yani onun sevabı cennette sizindir, ne kesintiye uğrar, ne de tükenir. Çünkü o devamlıdır değişmez ve zail olmaz.

“Dünyalığın –çok olsa dahi- az olmakla nitelendirilmesi, zeval bulacak olmasındadır. Allah (cc) bu âyetle dünyanın durumu ile âhiretin durumu arasındaki farkı açıklamaktadır. Biri tükenip sonu gelmekte, Allah’ın yanındaki lütuflar, bağışilar ve cennet nimetlei ise asla bitmez. Şair ne güzel demiş:

“Malın helâli de haramı da bir gün gelir tükenir.

Yarına, geriye günahları kalır.

Allah’ından korkup gerçek takva sahibi olmak;

Ancak kişinin içeceğinin de yiyeceğinin de helâl ve temiz olmasına bağlıdır.” (Kurtubî, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1799)

“Sabredenleri yaptıklarının daha güzeli ile ödüllendireceğiz.” Cümle yemin olarak lâm ile iki defa te’kidli geliyor.

“Buradaki âyetler, ahlâkí ve genel sosyal prensipler açısından Kur’an şaheserleri arasında yer almaktadır. Kur’an, her müslümanı bu prensipleri yerine getirmeye çağırmakta, teşvik etmektedir. Verilen sözün tutulması ve iyilikle emredilmesinin gereğini içeren bu âyetlerin etkileyici telkini dikkate değerdir.

İlk olarak hangi durumda olursa olsun, verilen sözün tutulup bozulmamasının Allah katındaki önemi, buna bağlı olarak da fert ve toplum hayatındaki önem ve etkisi, sonuç olarak ulaştığı saygınlık ve güzel akıbet ortaya konmuştur.

İkinci olarak da, bir müslümana insanlarla kuracağı ilişkisinin müsamaha ve güzellik üzerine olmasının önemini hatırlatmaktadır.” (İ. Derveze, et-Tefsiru’l-Hadis, 4/48)

 

-Kur’an’da tayyib kelimesi

Tayyib sözlükte; duyu organlarının ve nefsin lezzet aldığı, hoşlandığı şeydir. 

Şeriat dilinde ‘et-taâmu’t tayyib-temiz yiyecek’; ya yenilmesi caiz-helâl, ya da zaruret dolaysıyla caiz olduğuna hükmedilen yiyecektir.” (el-Isfehâní, R.  el-Müfredât, s: 464)

Kur’an’da tekil (tayyib-tayyibe) ve çoğul (tayyibât) olarak bu anlamda kullanılmaktadır.

Tayyib kelimesi;

-helâl yiyecekleri (rızkı) nitelendirmek üzere:

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الْاَرْضِ حَلَالًا طَيِّبًاۘ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ ﴿168﴾

“Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri temiz (tayyib) ve helâl olarak yeyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekten o, sizin içi apaçık bir düşmandır.” (Bekara 2/168. Ayrıca bkz: Bekara 2/172. Mâide 5/88.Nahl 16/114. A’raf 7/32, 160. Tâhâ 20/81. Mü’min 40//64 v.d.)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ ﴿87﴾

“Ey iman edenler, Allah’ın sizin için helâl kıldığı güzel (tayyib) şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez.” (Mâide 5/87)

-ganimetleri nitelendirmek üzere:

فَكُلُوا مِمَّا غَنِمْتُمْ حَلَالًا طَيِّبًاۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ ﴿69﴾

Artık aldığınız ganimetten helâl ve temiz olarak yeyin ve Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşıyın. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, merhamet edendir.” (Enfal 8/69)

-insanları nitelendirmek üzere:

İnsanın tayyibi (temizi) ise; cehâletin, dinin emrinden çıkmanın (fıskın) ve küfrün pisliklerinden uzaklaşmış, ilim, iman ve güzel davranışlara sahip kimsedir. (el-Isfehâní, R. el-Müfredât, s: 465)

 اَلْخَب۪يثَاتُ لِلْخَب۪يث۪ينَ وَالْخَب۪يثُونَ لِلْخَب۪يثَاتِۚ وَالطَّيِّبَاتُ لِلطَّيِّب۪ينَ وَالطَّيِّبُونَ لِلطَّيِّبَاتِۚ اُو۬لٰٓئِكَ مُبَرَّؤُ۫نَ مِمَّا يَقُولُونَۜ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ۟ ﴿26﴾

“Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara lâyıktır. O temiz olanlar, iftiracıların söyledikleri şeylerden uzaktırlar. Onlar için bir bağışlanma ve bolca verilmiş iyi bir rızık vardır.” (Nûr 24/26)

“Âyetin bu kısmı şöyle de tercüme edilebilir: “Kötü şeyler ve kötü sözler, kötü kimselere; kötü kimseler de kötü şeylere ve kötü sözlere lâyıktır. İyi şeyler ve iyi sözler iyi kimselere; iyi kimseler de iyi şeylere ve iyi sözlere lâyıktır.” (Diyanet Meali (yeni) âyet notu)

Bu âyette güzel amellerin temiz kişilerden meydana gelebileceğine işaret edilmektedir.  

-müslümanları tanımlamak üzere:

Allah (cc) inkârcılar hakkında habis (kötü-pis), müslümanlar için de tayyib (güzel-temiz) sıfatlarını kullanıyor:

لِيَم۪يزَ اللّٰهُ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَيَجْعَلَ الْخَب۪يثَ بَعْضَهُ عَلٰى بَعْضٍ فَيَرْكُمَهُ جَم۪يعًا فَيَجْعَلَهُ ف۪ي جَهَنَّمَۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟ ﴿37﴾

“Bu, Allah’ın murdar olanı (habis’i) temizden (tayyib’ten) ayırdetmesi; murdarı, bir kısmını bir kısmı üzerinde kılıp tümünü biriktirerek cehennem atması içindir. İşte bunlar hüsrana uğrayanlardır.” (Enfal 8/37)

Kur’an tayyib (temiz-güzel) ve habis (pis-kötü) kelimelerini amelleri (davranışları) nitelemek için de kullanıyor.

وَاٰتُوا الْيَتَامٰٓى اَمْوَالَهُمْ وَلَا تَتَبَدَّلُوا الْخَب۪يثَ بِالطَّيِّبِۖ وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَهُمْ اِلٰٓى اَمْوَالِكُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حُوبًا كَب۪يرًا ﴿2﴾

Yetimlere mallarını verin ve murdar (habis) olana karşı temiz (tayyib) olanı değiştirmeyin. Onların mallarını mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu büyük bir suçtur.” (Nisâ 4/2)

-imana uygun olanı nitelendirmek üzere:

قُلْ لَا يَسْتَوِي الْخَب۪يثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ اَعْجَبَكَ كَثْرَةُ الْخَب۪يثِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ۟ ﴿100﴾

“Şüphesiz ki tayyib (temiz-güzel) olan ile, habis (kötü-pis), -habis çok olması insanın hoşuna gitse bile-  bir olmaz.” (Mâide 5/100)    

Cennetle müjdelenen mü’minler sözü en güzeline hidâyet ettirilir.

 وَهُدُٓوا اِلَى الطَّيِّبِ مِنَ الْقَوْلِۗ وَهُدُٓوا اِلٰى صِرَاطِ الْحَم۪يدِ ﴿24﴾

 “Şüphesiz yolun en güzeline (tayyib’e) iletilmişlerdir ve onlar övülen dosdoğru yola hidayet ettirilmişlerdir.” (Hacc 22/24)

            -Allah’ın sıfatı olarak:

Ebu Hureyre’nin (ra) rivâyetine göre Peygamber (sav)  şöyle demiştir: “Şüphesiz Allah Tayyib’tir ve ancak tayyib olanı kabul eder. Şüphesiz Allah (cc) peygamberlere emrettiğini mü’minlere de emretmiştir. Allah (cc) buyuruyor ki: “Ey peygamberler’ tayyib olanlardan yeyiniz ve sâlih amel işleyiniz. Şüphesiz ben sizin ne yaptığınızı bilirim.” (Mü’minûn 23/51) Yine O buyuruyor ki:Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiklerimizin temiz (tayyib) olanlarından yeyin”  (Bekara 2/172)...”  (Müslim, Zekât/19 no: 1015) geçmektedir.

 

-Kur’an’da tayyibe kelimesi;

‘Tayyibe’, ‘tayyib’ kelimesinin dişil (müennes) şeklidir ve aynı anlamlarda kullanılmaktadır. Bu kelime Kur’an’da;

-rasûllerin tasarrufu ile ilgili:

Allah’ın (cc) insanlar içinden seçtiği elçi;

 اَلَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْاُمِّيَّ الَّذ۪ي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِۘ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهٰيهُمْ

 عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَٓائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ

“... temiz şeyleri (tayyibât’ı) helâl, murdar şeyleri (habisât’ı) haram kılıyor...” (A’raf 7/157)

-soyun temizliğini nitelendirmek üzere:

هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُۚ قَالَ رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةًۚ اِنَّكَ سَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ ﴿38﴾

“Orada Zekeriyya Rabbine dua etti: ’Rabbim bana katından çok temiz (tayyibe) bir soy bağışla. Sen duayı işitensin’ dedi.”  (Âli İmran 3/38),

-cennetlerdeki meskenleri nitelendirmek üzere:

وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ ﴿72﴾  

“Allah mü’min erkeklere de, mü’min kadınlara da –içlerinde ebediyyen kalmak üzere- altlarından ırmaklar akan cennetler va’detti. Bir de Adn cennetlerinde hoş meskenler... Allah rızası ise hepsinden daha büyüktür. En büyük kurtuluş işte budur.” (Tevbe 9/72)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى تِجَارَةٍ تُنْج۪يكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿10﴾ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۙ ﴿11﴾ يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۙ ﴿12﴾ وَاُخْرٰى تُحِبُّونَهَاۜ نَصْرٌ مِنَ اللّٰهِ وَفَتْحٌ قَر۪يبٌۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿13﴾

“Günahlarınızı da bağışlar ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki çok hoş meskenlere koyar. İşte bu, çok büyük kurtuluştur.”  (Saff 61/12),

-Sebe’ halkına verilen yurdun özelliği olarak:

لَقَدْ كَانَ لِسَبَاٍ ف۪ي مَسْكَنِهِمْ اٰيَةٌۚ جَنَّتَانِ عَنْ يَم۪ينٍ وَشِمَالٍۜ كُلُوا مِنْ رِزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُۜ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ ﴿15﴾

“Andolsun ki Sebe’liler için kendi meskenlerinde (yurtlarında) bir ibret vardır. Sağda ve solda ikişer bahçe vardı. ‘Rabbinizin rızkından yeyin ve O’na şükredin. Hoş bir belde ve bağışlayıcı bir Rab.” (Sebe’ 34/15) kullanılıyor.

            Tayyib kelimesi hadislerde de geçiyor.

Ümmü Seleme (r.anha) anlattığına göre Peygamber (sav) sabah namazının arkasından şöyle dua ederdi. “Allahım senden faydalı ilim, kabul edilecek amel ve tayyip (güzel) rızık istiyorum.” (Ahmed b. Hanbel, 6/351)

Hz. Ali’nin rivâyetine göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Cennette bazı odalar vardır ki dışarıdan içerileri, içeriden dışarıları görünür.” Bir A’rabi: “Bunlar kimim içindir Ya Rasûlelleh?” diye sordu. O da buyurdu ki: “Kelâmı güzel (tâbe), yemeği güzel, insanlar uyurken gece kalkıp namaz kılanlar içindir.” (Ahmed b. Hanbel, 1/195)

Oruçlunun ağız kokusu “etyab-en tayyibe/en hoş” kelimesi ile ifade ediliyor. (Buhârî, Savm/9 no: 1904. Müslim, Siyam/163 (30) no: 2707)

Kur’an tayyibe’yi kelime’nin sıfatı olarak da kullanıyor.

 

-‘Kelimetü’n-tayyibe/Güzel bir söz’;

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَٓاءِۙ ﴿24﴾

تُؤْت۪ٓي اُكُلَهَا كُلَّ ح۪ينٍ بِاِذْنِ رَبِّهَاۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ ﴿25﴾ وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَب۪يثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَب۪يثَةٍۨ اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْاَرْضِ مَا لَهَا مِنْ قَرَارٍ ﴿26﴾ يُثَبِّتُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ وَيُضِلُّ اللّٰهُ الظَّالِم۪ينَ وَيَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ۟ ﴿27﴾

“Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz (kelimetü’n- tayyibe), güzel bir ağaç (şecerâtü’n-tayyibe) gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir.

Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alıp-düşünürler.

Kötü bir sözün (kelimetü’n-habise) örneği ise, kötü bir ağaç gibidir: Onun kökü yerin üstünden koparılmış, kararı (yerinde durma, tutunma imkanı) kalmamıştır.

“Allah, iman edenlerin durumunu sapasağlam ve dosdoğru bir sözle-kal ile), hem dünya hayatında ve hem de ahirette sağlamlaştırır; Zalimleri ise sapıklık içinde bırakır. Çünkü Allah dilediğini yapar.” (İbrahim 14/24-27)

“Kelimetü’n-habisetün”ün  tersi “kelimetü’n-tayyibetün”dür. Yani güzel bir söz. Doğru söz, sağlam inanç, Kelime-i Tevhid (Şevkânî, Fethu’l-Kadîr s: 877), peygamberlik, vahiy, ahiret ve Allah’ın bütün mesajlarını ifade etmektedir. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/506)

“Kelime, geniş anlamıyla, düşünsel, kavramsal ifade, fikir, önerme anlamına gelmektedir. Buna bağlı olarak ‘güzel-doğru bir söz’ ifadesi, mahiyeti itibariyle doğru olan ve ahlâkî manada iyi ve güzel olana çağırdığı için sonuna kadar yararlı ve kalıcı olan teklif, fikir ya da öğreti anlamındadır.

Allah’ın mesajlarının her biri, nihâî amacı itibariyle ahlâken iyi ve doğru olan yönünde yapılmış çağrılardan ibaret olduğuna göre, ‘doğru-güzel söz’ terimi, aynı zamanda, ‘Allah’ın mesajları’nı da işaret etmektedir. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/506)

İlâhî kelâm olan vahiy, tüm sözleri çıkış yerlerlerinden hareketle ikiye ayırıyor: Kökü veya bir mesnede sahip olanlar ve köksüzler. Söz etkisini kendinden değil, kaynağından alır. Vahiy insanları/toplumları ve vicdanları harekete geçirir. Çünkü kaynağı ilâhîdir. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/475)

Kelimetün tayyibetün-güzel bir söz, kaynağı, mesnedi olan, çıkış yeri ilâhî olduğu için de gücü olan güzel sözdür.

 

-Bu âyetin iniş sebebi

Ebu Salih der ki: Tevrat’a ve İncil’e inanan bir grup ve putlara tapan bir başka grup insan birlikte oturdular. Bunlardan bir kısmı biz daha faziletliyiz dedi. Diğer grup onlara karşı, hayır, biz daha hayırlıyız diye övündüler. Bunun üzerine bu âyeti kerime indi. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1800)

 

-Tayyibe hayat (hayatü’t-tayyibeh) ne demektir?

Bu, Allah’ın sâlih amel işleyen insanlara bir va’didir, bir lütfudur.  O amel ki Allah’ın kitabına ve Peygamberinin sünnetine dayanır.

Âdemoğullarından kadın olsun erkek olsun; kim Allah’ı razı edecek işler yaparsa Allah (cc) onu dünyada “tayyibe bir hayata” diriltecektir. Âhirette de işlediğinin daha güzeli ile karşılık verecektir.

“Tayyibe hayat”, hangi yönden olursa olsun rahat, mutlu ve hoş bir yaşantıyı kapsar.

Yorumcular “tayyibe hayatı” farklı tanımladılar.

İbni Abbas ve bir cemaate göre o helâl ve güzel rızıktır.

Ali b. Ebi Talib onu kanaat olarak tefsir etti.

Bazılarına göre o, mutluluktur.

İlk dönem tefsircilerinden Dahhâk, ‘Tayyibe hayat’ın, Allah’ın bir müslümana itaat etmede başarı vermesidir. Bir kimse mü’min olarak sâlih amel işleyecek olursa, ister darlık içinde, ister bolluk içinde olsun; onun hayatı güzel hayattır. Buna karşılık Allah’ı anmaktan yüz çeviren, Rabbine iman etmeyen ve sâlih amel de işlemeyen bir kimsenin geçimi dardır ve onun hayatında hayır namına bir şey yoktur” demiştir .

Bazılarına göre ‘tayyibe hayat’, itaatın tatlılığıdır.  

Cafer-i Sadık da şöyle demiştir: “Tayyibe hayat, Allah’ın tanımak (ma’rifetullah) ve Allah’ın huzurunda doğru ve samimi duruştur.”

Bunun, yaratıklara ihtiyaç duymamak ve Hakk’a muhtaç olmak olduğu söylendiği gibi, Allah’ın takdirine razı olmaktır şeklinde de açıklanmıştır. (Kurtubî, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1800)

Doğru olan şu ki tayyibe hayat bunların hepsini içerisine alır. “O öyle bir hayattır ki, murdarlıktan uzak tertemiz bir hayattır. Kendisinde ve çevresine etkisinde fesat (bozukluk-zarar) yoktur.” (Tabatabâî, M. H. el-Mizan, 12/366-367) 

 

-Tayyibe hayat nerede?

Acaba tayyibe hayat’a diriltilme mükâfatı dünyada mı olacak yoksa âhirette mi?

Âyet, “...onları tayyibe bir hayata dirilteceğiz...” dedikten sonra, âhiret ödülünü de ayrıca söz konusu ediyor. Dolaysıyla tayyibe hayatın öncelikle dünyada verileceğini düşünmek yanlış olmasa gerek.

Ancak âlimler bu konuda ihtilaf ettiler. Bazılarına göre ‘tayyibe hayat’ ancak cennette olabilir. Zira dünya hayatında insan musibet, keder, hastalık, elem, hüzünlerden uzak olmaz. Allah Teâla buyuruyor ki: 

وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌۜ وَاِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿64﴾

“Çünkü (akıllarını kullansalar bilirlerdi ki) bu dünya hayatı geçici bir zevk ve eğlenceden başka bir şey değildir; oysa âhiret yurdundaki hayat, tek (gerçek) hayattır: keşke bunu bilselerdi.” (Ankebût 29/64)

Âyette geçen ‘hayevân’ kelimesi aslında hayat demektir.

Bazı alimlere göre ise “tayyibe hayat” dünyadadır. Bu da Allah’ın kulundan razı olmasına, afiyet ve helâlden rızık vermesine uygundur.  Şu âyetteki dua gibi:

وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ ﴿201﴾

“.... Ey Rabbizmi, bize dünyada da, ahirette de iyilik ver. Bizi ateş azabından koru.” (Bekara 2/201) 

Bu âyet ‘tayyibe hayatın’ dünyada olduğuna işarettir. Söz konusu ettiğimiz âyet zaten âhiretteki tayyibe hayata “...onlara yaptıklarının karşılığını daha güzeliyle vereceğiz...” sözüyle ayrıca tekrar açıklıyor.  (Şankıtî, Edvâü’l-Beyan fi-İzâhi’l-Kur’an bi’l-Kur’an, s: 497)

  1. Esed bu konuda şöyle bir yorum yapıyor:

“Bu ifade, gerçek bir mü’minin, Allah’tan yana uyanık tutmaya çalıştığı bilinç ve duyarlılıkta bu dünyada erişebilecek en büyük mutluluğu, esenliği bulabileceği düşünülürse, ya bu dünyada bekleyen mutluluğa, ya da her ikisine birden işaret etmektedir.” (Esed, M. Kurân Mesajı, 2/550)

“Allah, güzel davranan, iyi hareket eden mü’min erkek ve kadını dünyada tayyibe bir hayatla yaşatır. Âhirette de onları, yaptıklarının en güzeliyle ödüllendirir. Yaptıkları en güzel şey ne ise ömürleri boyunca hep onu yapmışlar gibi mükâfat verir.” (Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 5/136)

Kimileri zanneder ki İslâm’ı yaşayanlar, helâl ve haram sınırlarını gözetenler, ya da Allah’ı hesaba katarak davrananlar, bu dünya hayatının zevklerinden mahrum kalırlar. Dünyada mutlu olamazlar. Topluma karışamazlar, zamana ayak uyduramazlar.

Bu âyet, iyi davrananların âhirette kazançlı çıkmalarına rağmen bu dünyada daima kaybedeceği gibi yanlış bir fikre kapılan mü’minlerin ve kafirlerin bu düşüncesinin doğru olmadığını ortaya koymaktadır ve sanki şöyle diyor:

“Sizin bu kanaatiniz yanlıştır. İslâma uygun bir yaşantı, sadece âhirette mutlu bir hayat değil, aynı zamanda Allah’ın lütfuyla bu dünyada da temiz ve mutlu (tayyibe) bir hayat sağlar.”

Şu bir gerçektir ki davranışlarında samimi, doğru, şerefli, âdil ve temiz olanlar bu dünyada çok daha iyi bir hayat yaşarlar. Çünkü onlar, kusursuz kişilikleri ile, bu özelliklere sahip olmayanların yaşamadığı saygı, şeref ve güven içinde yaşarlar. Başarı kazanmak için pis ve kötü yollar deneyenlerin elde edemediği temiz ve göze çarpan bir başarı kazanırlar. Her şeyin ötesinde, kulübede yaşasalar bile, saraylarda ve köşklerde oturan günahkârların yaşamadığı bir vicdaní huzuru ve tatmini yaşarlar. (Mevdudi, E. Tefhimu’l Kur’an (çev.), 3/58-59)

İslâm, insanların dünya hayatlarını düzene koymak, dünyada fıtratlarına uygun olarak nasıl yaşayacaklarını göstermek için gönderilmiştir. (Geçen derste geçtiği gibi) O, insanlara bir yük, bir eziyet değildir.  

Âhirette irade, sorumluluk ve kulluk olmadığına göre, İslâm dünya dinidir. İslâmı yaşamının sonuçları bu dünyada alınmaya başlanır. Onun vadettiği saadet önce dünyada tadılır. İslâm kendine uygun yaşayanlara dünyada “tayyibe bir hayat”, âhirette ise sonsuz kurtuluş müjdeliyor.

“Allah (cc), kim hangi sıfatla olursa olsun Allah’a ve âhiret gününe inanmış, Hz. Muhammed’i (sav) doğrulamış olarak iyi bir iş (amel) yaparsa, ona dünyada tayyibe bir hayatı verir. Böyleleri başkalarına muhtaç olmayacak şekilde mutluluk, kanaat ve nimet içinde yaşarlar.” (Hicazí, M. M. Furkan Tefsiri (çev.), 3/382)

“Güzel işler” diye çevirdiğimiz “sâlihan” kelimesi insanların hem din, hem de dünya hayatları için iyi ve faydalı olan bütün faaliyetleri kapsayan bir Kur’an terimidir. Bu tabirin geçtiği cümle “kim güzel iş yaparsa” anlamı yanında “kim yaptığını doğru ve güzerl yaparsa” şeklinde anlaşılabilecek bir mana taşır. Bu da bize hem işimizin doğru ve yararlı olması, hem de onu doğru bir şekilde, meşru ölçülere göre yapmamaız gerektiği fikrini vermektedir. Hatta, Kur’an’daki yaygın kullnımın aksine burada “amelen sâlihan” değil de sadece “sâlihan” kelimesinin kullanılmasıda, haricî işlerimizle birlikte, litaratürde “kalbin amelleir” denilen duygu, düşünce ve niyetimizi de güzelleştirmemiz gerektiğine bir ima olduğunu söyleyebiliriz. Bazı müfessirlere göre “Hoş bir hayat” tabirindeki hayat kelimesiyle dünya hayatının kasdedilmiştir. Bu müjdenin ardında ikinci bir müjde olarak ecir ise âhiret mükafatıdır. Böylece dünya ve âhiret mutluluğu birleştirilmiştir.” (Heyet, Kur’an Yolu, 3/384)

Kur’an vurgulu bir şekilde iman edip sâlih amel işleyenlerin âhirette de mükâfatların en güzelini alacaklarını haber veriyor:  

“...Onların karşılığını, yaptıklarının en güzeli ile muhakkak veririz.” (Nahl 16/97)        

İnsanı dirilten, ona hayat ve canlılık kazandıran, iyi işler yapmasına zemin hazırlayan Allah’ın indirdiği vahiy’dir. Vahiyle gelenleri kabul edenler, onunla hayatlarına yön verenler bir nûr kazanırlar. O nûr onların yolunu aydınlatır, onlara mutluluklar getirir. 

اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿122﴾

“Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve ona insanlar içinde yürümesi için ona bir nûr verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamayanın durumu gibi midir? İşte, kâfirlere yapmakta oldukları böyle ‘süslü ve çekici’ gösterilmiştir.”  (En’am 6/122. Ayrıca bkz: Yûsuf 12/56-57, 90)

        

-Âyette işaret edilen iki husus

Bu âyet önemli iki konuya işaret etmektedir:

Birincisi; erkek olsun, kadın olsun iman edip de edip de güzel amel işleyen kimseye âhirettedeki büyük mükâfatından başka, daha dünyadayken mutlu bir hayat yaşatacağına dair Allah’ın va’di yer almaktadır.

İkincisi; önceden bir çok âyetin de ihtiva ettiği gibi, kadın ve erkeğin, yükümlülüklerde ve bunların getirdiği sonuçlarda, dünya ve âhirette eşit olduklarını apaçık bir delili durumundadır.

Bir çok âyette bu hususa işaret edilmiştir. Bu husus Kur’an’ın kesin prensiplerinden birisidir.” (Derveze, İ. et-Tefsiru’l-Hadis (çev.), 4/49)

 

-Hoş bir hayata dirilmek

Âyette “...onu hoş bir hayata dirilteceğiz...” ifadesi var. Yani “ona mutlu bir hayat vereceğiz” denilmemiş, hayat kelimesi “tayyibe” sıfatıyla süslenmiş ve iman edip sâlih amel işleyenler böyle bir hayata diriltilecek denmiştir.

Şüphesiz bu vurgu, bu gibi insanlara nasip edilen hayatın ne kadar canlı, ne kadar diri ve ne kadar bereketli olduğunu gösterir. İman edenler, sonra da faydalı işler yapanlar (sâlih amel işleyenler); hayatı canlı ve verimli hale yükseltirler.

Tıpkı işletilmeyen bir arazi veya işyeri gibi atıl bir şekilde duran hayatı canlandırırlar, işe yarar duruma getirirler, insanların faydasına sunarlar. Hayatı amaçsız, boş, faydasız, ölü gibi olmaktan kurtarıp diriltirler. Kendileri için ve başkaları için verimli yaparlar, bereketlendirirler.

Bu diriliş, kendisi için ve başkaları için hayır üretmek üzere bir diriliştir.

Bu diriliş, insanlara hakkı ulaştırmak üzere bir uyanıştır.

Bu diriliş saadet ve huzura, hayra ve iyiliğe bir diriliştir.

Bu diriliş meyva vermeye, ürün vermeye, insanlara faydalı olmak üzere iş yapmaya bir diriliştir.

İşte bu, Allah’ın iman edip samimiyetle güzel davranışta bulunanlara verdiği dünyalık bir ödüldür.

Böyle bir hayata kavuşan insan, dünya hayatının güzelliklerini taddığı gibi, daha fazla sâlih amel işleyerek ölümden sonrasına da hakkıyla hazırlık yapar.

Kur’an zaten insanı kendisine hayat verecek olan şeye davet etmektedir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَاَنَّهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿24﴾

“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Resûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfal 8/24)

“İnsanlara hayat verecek şey Allah ve Rasûlünün emir ve yasaklarıdır. Şüphesiz ki O’nun her emrinde bir hikmet ve hayat vardır. Onun için O’ndan gelen her emri kabullenmek ve yerine getirmek gerekir.” (TDV Meali âyet açıklaması, s: 178)

 

-Tayyibe hayat ve insanın iki mutluluğu

Allah (cc) bütün varlıkları yaratmış ve her birine kendi görevinin ve kemâl (olgunluk) derecesini göstermiştir. (Tâhâ 20/50) İnsan da bu yaratılış ölçüsünün dışında değildir. O da kendisine verilen kabiliyetlerle hayatını sürdürmekte, dünya hayatındaki yolculuğunu tamamlamaktadır.

Bununla beraber Allah (cc) insana mübah olan mutluluğu da vermiştir. Nitekim saymakla bitiremeyeceğimiz nimetler aynı zamanda saadeti kazanma sebepleri ve imkanlarıdır.  

وَاٰتٰيكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُۜ وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ۟ ﴿34﴾

“O size, kendisinden istediğiniz şeylerin hepsinden verdi. Eğer Allah’ın nimetini topluca saymak isterseniz dahi, siz onları sayamazsınız. Gerçekten insan çok zulmedici ve çok nankördür.”  (İbrahim 14/34)

İnsana verilen mutluluk ve nimetler genelde iki kısma ayrılır:

Birincisi; hiç değişmeyen ve yok olmayan nimet ve mutluluklar, yani âhiret nimetleri.

İkincisi; değişebilen ve yok olmaya mahkûm olan nimet ve saadetler. Bunlar da dünyada tadılan nimetlerdir.

Dünyada tadılan nimet ve mutluluklar, kişiye ebedi olan âhiret mutluluğunu kazandırırsa bir anlam ifade eder. (Gerçek mutluluğu; “âhiret mutluluğunu sağlayacak şeylerle meşgul olmak, bu konuda başarılı olmaktır, bunu yapabildiğini görmektir” şeklinde tarif ettiğimizi hatırlayalım.)

Ancak insan dünyadan ayrıldıktan sonra, dünyada yaşananları bir serap, bir aldanma ve bir deneme olduğunu daha iyi anlar.

Kur’an dünya hayatını, sahibinin hoşuna giden çok süslü ve meyvalı bir bahçenin ansızın darmadağın olmasına benzetmektedir. (Yûnus 10/24) 

Şüphesiz ki herkes bir mutluluk özlemi içerisindedir. Herkes kendi çabası ile ideal bir saadeti yakalamak için uğraşır durur. Ancak çoğu kere yanılır. Saadet olmayan şeyi saadet zanneder. Yanlış olan şeyi doğru, zararlı olan şeyi faydalı sanır.

Gerçekte mutluluk olmayan şeyi mutluluk zannederek onunla oyalanır durur. Boş yere ona güvenir.

Böyle bir durum çölde serap görmeye benzer.

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍ بِق۪يعَةٍ يَحْسَبُهُ الظَّمْاٰنُ مَٓاءًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَهُ لَمْ يَجِدْهُ شَيْـًٔا وَوَجَدَ اللّٰهَ عِنْدَهُ فَوَفّٰيهُ حِسَابَهُۜ وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِۙ ﴿39﴾

“Kâfir olanlara amelleri ise susuz kimsenin su sandığı dümdüz çöldeki bir serap gibidir. Nihayet ona yaklaşınca onun bir şey olmadığını görür. Halbuki kendisi (nin ameli) yanında Allah’ı bulmuştur. O da hemen onun hesabını temamen öder. Allah hesabı çabuk görendir.” (Nûr 24/39)

Dünya nimetleri, iyi değerlendirilip, onlara şükredilirse ve onlardan bu bilinç ile yararlanılırsa; insanın gerçek saadetine sebep olurlar.

Allah (cc) dünyayı ve içindeki nimetleri geçici olarak yaratmıştır. İnsan bu geçici nimetler ve mutluluklardan ebedí saadeti kazanacak şekilde faydalanabilir. Bu faydalanma da ancak Allah’ın (cc) koyduğu helâl ve haram hükümlerine, mal/servet konusunda koyduğu ölçülere uymakla olabilir.

İnsanlardan bazıları dünya nimetlerinden İslâmın meşru kıldığı ölçüde yararlanırlar. Ölçüyü kaçırmazlar, taşkınlık yapmazlar, mal ve dünyalık ile ne şımarırlar ve ne de başkalarına haksızlık ederler. Dünya nimetleri onlar için gerçek anlamda mutluluk sebebi olur.

Yukarıda geçen şu âyeti tekrar hatırlayalım:

وَق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا مَاذَٓا اَنْزَلَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا خَيْرًاۜ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌۜ وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌۜ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّق۪ينَۙ ﴿30﴾

“İttika edenlere (Allah’tan korkup sakınanlara): Rabbiniz ne indirdi? denildiğinde, «Hayr (indirdi)» derler. Bu dünyada güzel davrananlara, güzel mükâfat vardır. Âhiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takvâ sahiplerinin yurdu gerçekten güzeldir!” (Nahl 16/30. Bir benzeri: Nahl 16/41)

Açıklamaya çalıştığımız Nahl Sûresi 97. âyet de aynı anlamdadır.

İşte âyetlerde anlatılan bu kimseler dünyada hoş ve temiz (tayyibe), huzurlu ve mutlu bir hayat yaşarlar.

Dünya nimetleri, şükretmeyenler ve kendileri ile şımaranlar için ceza ve şekâvet (mutsuzluk ve bedbahtlık) sebebi olur. Onlar bu mutsuzlukla beraber ölümden sonra da zarara uğrarlar. (özetle. R. el-Isfehâní, Mutluluğun Kazanılması, (çev. L. Doğan),  s: 108-111)

Kur’an, müslümanları böyle kimselerin ellerindeki dünyalıklara ve onların hayatına imrenmekten sakındırıyor. (Tevbe 9/55) 

 Allah’ın velilerine dünyada ve âhirette müjdeler var.

اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ ﴿62﴾ اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَۜ ﴿63﴾ لَهُمُ الْبُشْرٰى فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۜ لَا تَبْد۪يلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۜ ﴿64﴾

İyi bil ki, Allah’ın velilerine (dostlarına) korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

Onlar ki inandılar ve (Allah’tan) korkup sakındılar.

Dünya hayatında da, âhiret hayatında da müjde onlara! Allah’ın kelimeleri değişimez (O’nun verdiği söz, mutlaka yerine getirilir). İşte bu, büyük kurtuluştur. (Yûnus 10/62-64)

Güzel davranlar daha bu dünyada bunun sonuçlarını almaya başlarlar.

قُلْ يَا عِبَادِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا رَبَّكُمْۜ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌۜ وَاَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةٌۜ اِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ اَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿10﴾

“(Tarafımdan) de ki: ‘Ey inanan kullarım, Rabbinizden korkup sakının. Bu dünya hayatında güzel davaranlara güzellik var. Allah’ın arzı geniştir. Ancak sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.” (Zümer 39/10)

Hakikati yalanların dünyada alacakları karşılık ise bunun tam tersidir.

كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَاَتٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ ﴿25﴾ فَاَذَاقَهُمُ اللّٰهُ الْخِزْيَ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿26﴾

“Onlardan öncekiler de yalandılar, bu yüzden hiç farkına varmadıkları bir yönden onlara azap geldi.

Allah, dünya hayatında onlara rezillik taddırdı. Âhiret azabı elbette daha büyüktür, keşke bilselerdi.” (Zümer 39/25-26)

 

-Tayyibe bir hayatın sigortası: “En güzel”i doğrulamak

فَاَمَّا مَنْ اَعْطٰى وَاتَّقٰىۙ ﴿5﴾ وَصَدَّقَ بِالْحُسْنٰىۙ ﴿6﴾ فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْيُسْرٰىۜ ﴿7﴾ وَاَمَّا مَنْ بَخِلَ وَاسْتَغْنٰىۙ ﴿8﴾ وَكَذَّبَ بِالْحُسْنٰىۙ ﴿9﴾ فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْعُسْرٰىۜ ﴿10﴾

“Şüphesiz sizin yaptıklarınız çeşit çeşittir.

Artık kim (infak edip) verir ve sakınırsa,

Ve el-Hüsna’yı da doğrularsa,

Biz de ona kolay olanı kolaylaştırırız.

Ama kim cimrilik eder ve kendisini müstağni (çok zengin) görür;

ve el-Hüsnâ’yı yalanlarsa;

Biz de ona o zor olanı (isyanı) kolaylaştırırız.” (Leyl 92/5-10)

‘el-Hüsnâ’ burada tevhid veya cennet olabilir.

لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى وَزِيَادَةٌۜ وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿26﴾

“Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası var. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır, ne de bir horluk gelir. İşte onlar Cennet ehlidir. Ve onlar orada ebedi olarak kalacaklardir.” (Yûnus 10/26)

Cennette bu karşılığı almak ümidinde olan bununla sevinmez mi?

Bu sonucu kazanmak icin davranışlarını sürekli gözden geçirmez mi, sürekli güzel işler yapmaz mi?

Süphesiz bu da insana mutluluk verir.

Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malik’ten rivâyet ediyor. Rasûlüllah (sav) şöyle dedi:

“Allah (cc) hasene yönünden haksızlık etmez. Hasenenin karşılığını dünyada mutlaka verir, ahirette de sevabını ona öder. Kâfire gelince; işlediği bütün hasenelerin karşılığını dünyada ona verir. Ta ki o ahirete ulaştığı zaman ona hayır olarak verilecek hiç bir hasenesi kalmasın.” (Ahmed b. Hanbel, no: 12245, 3/151)  

Tefsirciler buradaki “el-hüsna”ya faklı manalar verdiler. Biz onlara girmeyeceğiz.

“Leyl Sûresinin indiği dönemde Mekke’de insanlar arsında büyük bir gelir farkı bulunuyor, varlıklı putperest araplar arasında yoksullar inanılmaz derecede duyarsız, umarsız davranıyor, hatta zengin putperestler; “Allah’ın doyuramadıklarını biz mi doyuracağız?” diyecek kadar küstahlaşıyor (Yasîn 36/47), birbirine cimriliği öğütleyecek kadar insafsızlıkta ileri gidiyorlardı. (Nisâ 4/37. Hadîd 57/24)

Bu sebeple Mekke döneminde inen âyetlerin Allah’ın birliği (tevhid) inancının yerleştirilmesiden sonra en büyük hedefi insanların kalplerini yoksul ve himayesizlere karşı bencillik, sevgisizlik ve cimrilikten arındırmak; dertlerin de, nimetlerin de paylaşılabildiği bir toplumsal ruh ve zihniyeti geliştirmek olmuştur.

Leyl Sûresi bu zihniyeti hazırlayan anlamlı tesbitler, öğütler, uyarılar ve müjdeler içermekte, iki farklı tip ortaya konmaktadır.

Bu tiplerden ilki, cömert ve özverili müslüman, diğeri de cimri ve bencil inkârcıdır.

  1. âyette geçen ve Allah’ın en cömert kulu için kolaylaştıracağı bildirilen rahatlık ve mutluluk yolunu ifade etmek üzere ‘en kolay’ anlamına gelen ‘yüsrâ’ kelimesi kullanılmıştır.

Bu kelime ‘daha fazla iyilik yapma erdemi’ olarak da açıklanmıştır. Buna göre insan iyilik yapmaya çalıştıkça Allah da ona iyilik iradesini güçlendirir, iyilik yollarını kolaylaştırır ve sonunda cömertlik denilen haslet onun kişiliğinin ayrılmaz parçacı haline gelir.” (Heyet, Kur’an Yolu, 5/572-573)

 

-Bu âyeti ihtiva ettiği gerçekler

1-Kadın olsun, erkek olsun, her iki cins te çalışma ve ücret (sevap) konusunda aynıdırlar. Allah ile olan bağlarında veya Allah tarafından mükâfat verilmelerinde hiç bir fark yoktur. Ayrıca Arapça gramerine göre ‘min’ lafzı hem erkek hem de kadın için kullanılır. Bu âyet bu gramer kuralının da ötesine giderek; ‘kadın olsun, erkek olsun’ sözünü ekliyor ki sırf bu gerçeği yerleştirsin.

Üstelik bu gerçeği; câhiliyye’ye iman edenlerin kadını yüz karası ve utanç sebebi saydıkları zamandan, kız çocuğu doğunca utancından kimseye görünmemek için evinde saklanan bir toplumdan söz ederken ortaya koyuyor.

2-Sâlih amelin dayandığı köklü bir temeli olması gerekir. Bu da Allah’a imandır.

Nitekim bu âyette; ‘İnanmış olarak’ ibaresi ile bu kasdedilmektedir. Zaten iman temeli olmadan hiç bir diní yapı kurulamaz. İman temeline dayanmayan bir yapı fırtınalı bir günde havaya serpilen kül yığını gibidir. Davranışlara yön ve şekil veren de iman bağıdır. Amelin gaye ve hedefini iman gösterir. 

3-İmana dayanan sâlih amelin bedeli bu dünyada tayyibe (hoş ve güzel) bir hayat geçirmektir. Bu hoş ve güzel hayatın mal ve mülk ile dolu olması şart değildir. Tayyibe hayatın içinde mal olabilir de olmayabilir de. Hayatta malın dışında, onu güzelleştiren ve zevk alınır hale getiren başka şeyler de vardır. Allah’a bağlanmak, O’na güvenmek, O’nun korumasına girmek güzel bir hayat için yeterlidir.

Tayyibe bir hayat için sağlık ve huzur, rahat ve güven içinde olmak, hayır ve bereket, aile yuvasının sakinliği, kalplerin karşılıklı muhabbeti de yeterli bir sebeptir.

İmanla birlikte sâlih amel işlenince insanın içi huzurla dolar. Vicdanların derinliğinde ayrı bir tesiri, hayatın içinde ayrı bir etkisi olur...

Mal ve servet tayyibe hayatı sağlayan unsurlardan sadece bir tanesidir. Yeter ki gönüller Allah’a bağlansın ve insan yalnızca O’na dayansın. Allah’ın katında olanlar ise şüphesiz ki hem daha ulu, hem daha iyi, hem daha devamlıdır.

4-Dünya hayatındaki bu tayyibe hayat, ahiretteki verilecek olan mukâfatı ve nimetleri eksiltmez.

5-Ahiretteki karşılık ta sâlih amel işleyen mü’minler için dünyadakinden pek çok güzel olacaktır. Bunun yanısıra Allah onların kötü amellerini, yani günahlarını da bağışlar...

Ne güzel bir karşılıktır bu.” (Kutub, S. fi-Zılâli’l Kur’an, 4/2193)

 

Hüseyin K. Ece