Kur'an'da hicret, muhacir, ensar kavramları, bu devirde muhacir veya ensar olmak mümkün mü hakkında bir online ders.

Hüseyin K. Ece

18.03.2024 – 08 Ramazan 1445

Zaandam

Online

12 BU DEVİRDE MUHÂCİR ve ENSÂR OLMAK

وَالسَّابِقُونَ الأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالأَنصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُم بِإِحْسَانٍ رَّضِيَ اللّهُ عَنْهُمْ وَرَضُواْ عَنْهُ وَأَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي تَحْتَهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَداً ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ {100}

“İslâm’ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.” (Tevbe 9/100)

Burada üç grup kimseden Allah’ın razı olduğu söyleniyor.

Bu onlara verilecek birinci ödül...

Dahası var: Onlar da Allah’tan razı olurlar. Allah onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar bu Cennetlerde sonsuz kadar kalacaklar. İşte bu sonuç onlar için büyük, eşsiz, benzersiz bir başarıdır.

Bu üç grup insan muhâcirler,

Ensâr

ve onlara güzellikle uyanlar.

-Hicret

Bunun aslı ‘hecera’ fiilidir. Vasıl olmanın/varmanın tersidir.

Bu da bir kimsenin başkasından bedenen, lisan ile, kalp ile ayrılması, ya da bu yollardan biriyle onu terketmek demektir. İbni Manzûr, Lisânu’l-Arab, 15/23. Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 782)

Bu fiil Kur’an’da hicretin farklı durumları hakkında kullanılıyor.

-Muhâcir

Sözlükte, sebebi ne olursa olsun bulunduğu/yaşadığı yeri terkedip başka yere gidene muhâcir, yapılan bu işe de hicret denir. (İbni Manzûr, Lisânu’l-Arab, 15/23)

Terim olarak muhâcir; milâdi 622 yılında Allah’ın izni ile İslâm uğruna Mekke’den Medine’ye göç eden sahâbeler topluluğu.

Bunun çoğulu ‘muhâcirûn veya muhâcirîn’dir. Kur’an’ın anlattığı elçilerin bir çoğunun hayatında hicret olgusu var. Bunların bir kısmı kaçış, bir kısmı kurtuluş, bir kısmı daha uygun şartlarda görev yapma, bir kısmı Allah’ın emrini gerçekleştirme, bir kısmı yeni bir nesil ve toplum inşa etme amacına yönelikti.

Onların hicretleri hem bedensel yer değiştirmeyi, hemde manevî terketmeyi, uzaklaşmayı ifade eder. Mesela İbrahim’in (as);

فَاٰمَنَ لَهُ لُوطٌۢ وَقَالَ اِنّ۪ي مُهَاجِرٌ اِلٰى رَبّ۪يۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

“Ben Rabbime muhâcirim (O’na hicret ediyorum)” (Ankebut 29/26) her ikisini de ifade eder.

Muhâcir terim olarak Mekke’den Habeşistan’a ve Mediye göç eden sahâbeleri anlatır.

Mekke islami davet için daralınca sahabeler ve Allah’ın Elçisi (sav) Allah’ın izniyle Medine’ye hicret ettiler.

Allah (cc) kendi yolunda hicret edenlere bolluk ve genişlik vereceğini müjdeliyor.

وَمَن يُهَاجِرْ فِي سَبِيلِ اللّهِ يَجِدْ فِي الأَرْضِ مُرَاغَماً كَثِيراً وَسَعَةً وَمَن يَخْرُجْ مِن بَيْتِهِ مُهَاجِراً إِلَى اللّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ أَجْرُهُ عَلى اللّهِ وَكَانَ اللّهُ غَفُوراً رَّحِيماً {100}

“Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek bir çok güzel yer ve bolluk (imkan) bulur. Kim Allah ve Rasulü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfatı Allah'a düşer. Allah da çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Nisâ 4/100. Bir benzeri: Haşr 59/8. Nahl 16/41)

-Kur’an’da muhâcir

Kur’an 5 âyette çoğul olarak ‘muhâcirler’ bir âyette de muhâcirât –kadın muhâcirler diyerek, 9 âyette de ‘hicret ettiler’ fiil şeklinde muhâcireleri işaret ederek onları övüyor.

İki âyette de muhâcir şeklinde geçiyor.

Rabbimiz bu seçkin Muhâcirleri farklı ifadelerle, bazı âyetlerde ise Ensâr ile birlikte methediyor. Yaptıkları fedakârlığa ve bununla hak ettikleri karşılığa dikkat çekiyor.

الَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ أَعْظَمُ دَرَجَةً عِندَ اللّهِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ {20}

“İman edip, hicret etmiş ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihadda bulunmuş kimseler, Allah katında derece yönünden daha büyüktür ve işte bunlar o murada eren kurtulanlardır.” (Tevbe 9/20. Ayrıca bkz: Bekara 2/218. Âli İmran 3/195. Nahl 16/110. Tevbe 9/20. Hacc 22/58)

Allah (cc) kadın muhacirleri de övüyor. (Mumtehane 60/10)

Bu âyetlerden günümüzde Allah yolunda hicret eden, evini yurdunu terketmek zorunda kalan muhâcirlere de muştular var. Hem dünyada hem de âhirette... Nisâ 4/100. âyetinde verilen müjde günümüz muhâcirleri için de geçerlidir.

-Günümüzde muhâcir olmak

Hicretin espirisi, taşıdığı mana, onun gerekliliği ve faydaları kıyâmete kadar devam edecektir. Günümüzde bile müslümanlar İslâmı yaşama konusunda baskıya, işkenceye, dayatmaya uğradıkları zaman, Allah’ın geniş yeryüzünde İslâmı yaşayabilecekleri bir yere göç edebilirler. Bu hicretle beraber güç toplayabilir, organize olabilir, hazırlık yapabilir ve kendi aleyhlerine olan şartlara karşı mücadele edebilirler. Böyle bir durum olmasa da günümüzde muhâcirlik söz konusu: Üstelik hadislerde geçtiğine göre gerçek muhâcir Allah’ın haramlarından kaçandır. Abdullah b. Hubşí el-Haşamí’den (ra) şöyle rivâyet edilmiştir: Peygamberimize; “Amellerin en faziletlisi hangisidir?” diye soruldu. Rasûlüllah (sav): -‘Kıyamı uzun olan (namaz) dır” buyurdu. “Sadakaların hangisi en faziletlidir” denildi. Efendimiz (sav): -“Azalacağından korkarak verilendir” dedi. “Hicretin en faziletlisi hangisidir?” diye soruldu. Peygamberimiz: -“Allah’ın ona haram kıldıklarından kaçanın hicretidir” buyurdu. “Cihadın en efdali hangisidir?” denildi: -“Mal ve canıyla müşriklerle savaşanın cihadıdır” dedi. “Hangi ölüm daha hayırlıdır?” soruldu. Rasûlüllah (sav): -“Atı öldürülüp, kendi kanı da akıtılanın ölümü ölümlerin en güzelidir” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salat/12 no: 1449) Abdullah ibni Amr’dan rivâyet edildiğine göre, Nebî (sav) şöyle buyurdu: "(İyi) Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların emin olduğu kişidir. (Asıl) muhâcir de Allah'ın yasakladıklarını terk edendir." (Buhârî, Îman/4 no:10, Rikâk/26 no: 6484. Ebû Dâvûd, Cihâd/2 no: 2481. Nesâî, Îmân/9 no: 4999, Zekat 49 no: 2527. Dârimî, Salât 135 no: 1431. Ahmed b. Hanbel, 2/160, 191, 192, 195,224, 391, 3/412, 4/114, 385) "Fitne ve bozgun içinde ibadet, bana hicret etmek demektir." (Müslim, Fiten/130. Tirmizî, Fiten/31. İbn Mace, Fiten/14. Ahmed b. Hanbel, 5/25, 27) Bu hadiste de görüldüğü gibi, Allah'a hakkıyla kulluk yapmaya çalışmak kişiye hicret sevabı kazandırmaktadır. Zira hicretteki temel amaç İslâmın yaşanmasıdır. Kulluğunu diri tutmaya çalışan da İslâmı yaşamaya çalışıyor demektir. Belki bir çok müslümana "haramları terketmenin gerçek hicret olması", tarihi hicret olayı karşısında biraz zor anlaşılır bir değerlendirme gibi gelebilir. Ama, haramları terketmek, memleketi, çoluk-çocuğu, herşeyi terketmek kadar zordur. Bunu günümüzde haramların çok oluşundan da anlayabiliriz. Şimdilerde giderek ağırlığını hissettiren haramları terketmek gerçek hicretir, yani uzaklaşma, yüz çevirme, terketmedir. Bunu yapabilen babayiğitlere "muhâcir" diyebiliriz. Unutulmamalıdır ki, küfre ve şirke ait her şeyden uzaklaşma bir hicret, böyle bir olayı gerçekleştiren herkes de, nerede ve hangi şartlar altında olursa olsun bir muhâcir'dir. Nesâî'nin rivayet ettiği bir hadiste İbn Mes'ud'un açıkça ifade ettiği gibi aslında, "Ensâr içinde de muhâcirler vardı; zira Medine dar-i şirk iken Akabe'ye gelerek Peygamberimizee bey'at etmişlerdi." (Nesâî, Bey'at/13 no: 4171) Hicret yer değiştirme, hareket etme, kötülüklerden ve kötülük diyarından uzaklaşma ise; müslüman da bu dünyada bir yolcu olduğunu unutmadan kendi içinde; seyyiâttan hasenâta, günahlardan sevaba, kötülüklerden iyiliklere, hatalardan doğrulara, tembellikten cehde yani çalışkanlığa, cimrilikten cömertliğe, müteekkil olmaktan mütevekkilliğe, umutsuzluktan umuda bozgun diye nitelenecek ruh hâlindan hasbunallahu ve ni’mel-vekil” imanına, boş işlerle uğraşmaktan sâlih amel olabilecek meşguliyetlere, lafu güzaflarla dolu kitaplardan Kur’an’a, günah işlemeye uygun mekanlardan sâlih amel islemeye uygun mekanlara, nefsi habire doyurma takıntısından kalbi doyurma (tatmin etme) akıllığına eksiklikten tekâmüle doğru manevi hicreti sürekli yaşamalılar. Zaten hayat da tekâmüle doğru bir yolculuk (hicret) değil midir? Sözün özü: Hayat hicrettir, mü’min ise ölene kadar muhacirdir desek yanlış olmaz. -Muhâcirliğin sebepleri İslâmi ahkâm maksatlarını gerçekleştirecek şekilde ancak İslâmî otoritenin ve müslüman toplumun olmasıyla uygulanabilir. Büyük Hicret bunun yolunu açtı. Bir yerde müslüman Rabbine kulluk edemiyorsa başka bir emin beldeye göç edebilir. Ya da zâlimlerle, haksızlıklarla, kötülükler, insan hakları ihlâlleriyle mücadele ederken mevzi, strateji değiştirme gereği olur. Hicret buna imkan sağlayabilir, yeniden dirilişe zemin hazırlayabilir. Müslüman için bir belde boğucu, bunaltıcı, dayanılmaz olunca, alay, hakaret, haksızlık, sözlü ve fiili işkence varsa hicret kaçınılmaz olur. Müslümanlar için –Allah korusun- bir beldede ya İslami kimliğin (dinin), ya sürgün seçenekleri gündeme gelince, onun muhâcirliği seçmesi evlâdır. Müslümanların beldesi işgale uğrar, çabalara rağmen bu işgal sona erdirmezse ve işgalciler baskı ve zulme başvururlarsa, müslümanlar –tıpkı sahabeler gibi- hicrete mecbur kalabilirler. Bir yerde müslüman ekonomik ve sosyal açıdan perişan ise, kendini ve ailesinin en zaruri ihtiyaçlarını karşılama imkanı kalmamışsa, bunları karşılamaya imkan bulacak başka yerlere hicret etmesi mümkündür. İnsan için en önemli ihtiyaçlardan biri de güvenliktir. Sokakta, iş yerinde, evinde, eğitim alanında, pazarda vs. Bir beldede bu anlamda emniyet kalmamışsa, müslüman bir emin belde araması hakkıdır. Yerine gelince Allah yolunda hicret ciddi bir sınavdır. İmanında samimi olanla, gevşek olanı ortaya çıkaran zor bir denemedir. Gün olur, kişi bu zor deneme ile karşı karşıya gelebilir. Müslüman sürekli –İbrahim gibi- Allah’a doğru muhâcir, -hadiste geçtiği gibi de- sürekli kötülüklerden, günahlardan hicret eden insandır. Muhâcir; imkanların tükendiği yerden imkânların üretilebileceği yere göç eden mümin... Dönmek üzere geçici olarak ayrılan ideal insan. Ya da Allah’ın haramlarından dikkatli bir şekilde uzak duran bilinçli mü’min... Bir yerde ‘hicret, muhâcirlik’ söz konusu ise, orada ‘ensâr’ olmak da gündeme gelir. -Ensâr ‘Ensâr’ kelimesinin kökü ‘nesara’ fiili sözlükte, yardım etmek, yardımda bulunmak, korumak demektir. (İbni Manzûr, Lisânu’l-Arab, 14/269. el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 753) Bu fiili ve türevleri Kur’an’da 159 yerde geçiyor. Fiil olarak da pek çok âyette yardım anlamı eksen olmak üzere çeşitli formlarda, daha çok Allah’ın yardımı anlamında kullanıyor. (bkz: Bakara 2/286. Âli İmran 3/81, 122, 147. Tevbe 9/14, 25. Enbiyâ 21/77. Hacc 22/15. V.d.) Bu fiilin masdarı ‘nasr’: 23 âyette geçmektedir ve nusret, yardım, destek, zafer, kurtuluş demektir. Nusret, özel yardım ve destektir. Meşru mücadele eden ve çalışan, çaba sarfedenlerin başarılı olması için yapılan ilâhî destektir. Bu fiili kökünün özen (fail) ismi ‘nâsır’ yardımcı, yardım eden, zafer veya başarı veren demektir. Çoğulu ‘nasirîn’ şeklinde. Kur’an’da onbir âyette geçiyor. (bkz: Muhammed 47/13. Târık 86/10. Cin 72/24. Âli İmran 3/22 vd.) Yine bu fiil kökünden gelen ‘nasîr’; çok yardım eden, destekleyen demektir. Nasîr kalıbı Kur’an’da 24 yerde geliyor. (bkz: Bekara 2/107, 120. Tevbe 9/74, 116. Ankebût 29/22. Hacc 22/71. Nisâ 4/45 vd.) Konumuz olan ‘ensâr’ kavramı; işte bu ‘nâsır veya nasîr’ fail (özne) isminin çoğuludur. -Kur’an’da ensâr Kur’an’da, ‘ensâr’ kelimesi 8 âyette geçmektedir. Bir kaç tanesi genel yardımcı (nâsir/nasîr) anlamında, iki tanesinde ise Medineli sahâbeleri niteliyor. (İbni Mansur, Lisânu’l-Arab, 14/269) وَمَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ نَفَقَةٍ اَوْ نَذَرْتُمْ مِنْ نَذْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُهُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ “Allah yolunda her ne harcar veya her ne adarsanız, şüphesiz Allah onu bilir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur.” (Bakara 2/270. Bir benzeri: Mâide 5/72. Âli İmran 3/192. Nûh 71/25) Hz. İsa (as), kendilerini İslâma davet ettiği İsrailoğullarının inkârını görünce; “Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimdir?” demişti. Havariler de, “Biz Allah’ın yardımcılarıyız” demişlerdi. Bunun üzerine İsrailoğullarından bir kesim inanmış, bir kesim de inkâr etmişti. Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.” (Saff 61/14. Bir benzeri: Âli İmran 3/52 ) -Ensâr: Özel ünvan ‘Ensâr’ kavram olarak, Muhammed’in (sav) davetini kabul edip müslüman olan, Hicretten sonra Peygamber’i ve Muhâcirleri barındıran, koruyan ve destansı bir şekilde yardım eden Medineli sahâbe topluluğunun özel adı, ünvanıdır. ‘Ensâr’ sıfatını Kur’an özellikle muhâcirlere yardım edenler hakkında kullanmaktadır. Enes b. Mâlik’ten nakledildiğine göre o bu ismin ilk defa Kur’an’da yer aldığını söylemiş (Buhârî, M. Ensâr/1 no: 3776) Ensâr bu anlamıyla Kur’an’da iki âyette muhâcirlerle birlikte geçmektedir. Allah (cc) bu her iki topluluktan razıdır. لَقَدْ تَابَ اللّٰهُ عَلَى النَّبِيِّ وَالْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ ف۪ي سَاعَةِ الْعُسْرَةِ مِنْ بَعْدِ مَا كَادَ يَز۪يغُ قُلُوبُ فَر۪يقٍ مِنْهُمْ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْۜ اِنَّهُ بِهِمْ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ “Andolsun Allah; Peygamber ile içlerinden bir kısmının kalpleri eğrilmeğe yüz tuttuktan sonra, sıkıntılı bir zamanda ona uyan Muhâcirlerle Ensârın tövbelerini kabul etmiştir. Evet, onların tövbelerini kabul etmiştir. Şüphesiz O, onlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.” (Tevbe 9/117) Kur’an, iman ettikten sonra Allah yolunda hicret edenler ile onlara yardım eden Ensâr’a gerçek müslümanlar diyor, onlar için üstün bir rızık olduğunu söylüyor. وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ آوَواْ وَّنَصَرُواْ أُولَـئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقّاً لَّهُم مَّغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ {74} وَالَّذِينَ آمَنُواْ مِن بَعْدُ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ مَعَكُمْ فَأُوْلَـئِكَ مِنكُمْ وَأُوْلُواْ الأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللّهِ إِنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ {75} “O kimseler ki iman edip, hicret ettiler ve Allah yolunda cihada gittiler ve o kimseler ki muhâcirleri barındırdılar ve yardıma koştular. İşte bunlar gerçek mü’minlerdir ve bunlara bir mağfiret var ve kerim bir rızık vardır.” “O kimseler ki sonradan iman ettiler ve hicret edip sizinle beraber mücahede yaptılar; bunlar da sizdendir. Bir de akrabalar Allah’ın kitabında birbirlerine daha yakındır. Şüphe yok ki Allah her şeyi bilir.” (Enfal 8/74-75) Ayrıca Haşr 59/9 ve Enfâl 8/72 ve 74. âyetlerinde ‘ensâr’ geçmemekle beraber Peygamber’e ve muhâcirlere yaptıkları hizmetler, gösterdikleri fedakârlıklar anılarak kendileri övülüyor. Yine muhâcir-ensâr ayırımı yapılmaksızın sahâbelerden övgüyle söz eden âyetlerin, sahabenin bir kısımın teşkil eden Ensârı da kapsar. “İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler; şüphesiz bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Bakara 2/218. Ayrıca bkz: Tevbe 9/88-89. Âl-i İmrân 3/169-174. A‘râf 7/157. Enfâl 8/26. Feth 48/18-19, 29) Kur’an’ın ‘Ensâr’ dediği Rabbimizin övdüğü ve razı olduğu bu mü’minler ne yaptılar ki, bu şerefi ve iltifatı hak ettiler. Peygamberimiz de peygamberliğin onüçüncü yılında (622) Medine’ye hicret etti. (İbni Hişam, Siyer, 1/431-480) Peygamberimiz (sav) Hicretten hemen sonra muhâcirler ile Ensâr arasında kardeşlik kurdu. Ensâr muhâcirleri öz kardeşleri gibi kabul ettiler ve ellerindeki her imkânı onlarla paylaşmak istediler. Onlara barınak ve eşya verdiler. Tarla ve bahçelerinde çalıştırarak ürünlerine ortak ettiler. وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌۜ “... son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ettiler...” (Haşr 59/9) Medineli Ensâr, sahip oldukları şeylerin yarısını kardeşi ilan edilen muhâcir'e veriyordu. (Buhârî, Ferâiz/16 no: 6747) Böylece bütün varlıklarını Mekke’de bırakıp gelen muhâcirlere büyük ölçüde maddî ve mânevî destek sağlanmış oldu. Bu dayanışması sonucunda Peygamber’in (sav) Medine’de kurduğu çarşıda ticarî hayat canlanmış ve Medineliler yahudilerin ekonomik etkisinden kurtulmuşlardı. (Algül, H. TDV İslâm Ansiklopedisi, 11/151) Onların arasındaki yardım ve kardeşliğin bir örneği daha görülmemiştir: Ensâr, Akabe biatlarında Peygamber’e verdiği sözü tutarak, müslümanlara ve Medine’ye saldıran iç ve dış düşmanlara karşı mücadele ettiler. Bu uğurda hiç bir fedakârlıktan çekinmediler. Mallarını ve canlarını ortaya koydular. Bütün zor anlarda desteklerini sürdürdüler, geri adım atmadılar ve hiç bir şeyden korkmadılar. Kur’an, her iki grup müslümanı da övmüş, Peygamberimiz çeşitli hadislerinde onları takdir etmiştir. “Şayet Ensâr bir vadiye veya bir geçide gitse ben de mutlaka Ensâr’ın gittiği vadiye veya geçide giderdim.” (Buharî, M. Ensâr/2 no: 3779, Temenni/9 no: 7245. Tirmizî, Menâkıb/66 no: 3901) “Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse Ensâr’a buğzetmesin.” (Tirmizî, Menâkıb/66 no: 3906) Peygamberimiz yine onları ancak mü’minlerin sevebileceğini, onları sevenlerin mükâfatının Allah tarafından sevilmek, onlardan nefret etmenin cezasının da Allah’ın buğzuna uğramak olduğunu açıklamıştır. (Buharî, M. Ensâr/4 no: 3783-3784. Tirmizî, Menâkıb/66 no: 3900) Ensâr, Peygamberimize ve O’nun davasına hayatı boyunca destek oldular. O’nun vefatından sonra da Allah yolunda çalışmaya devam ettiler. İslâmî davetin başka ülke ve coğrafyalara ulaşmasına çaba gösterdiler. Diğer insanlara hayatlarıyla örnek oldukları gibi, Peygamberimizin sünnetini koruyarak kendilerinden sonra gelenlere aktardılar. Sonradan ortaya çıkan anlaşmazlıklara pek karışmadılar. Ensâr, şüphesiz ki İslâmî davetin korunmasında ve yayılmasında, Medine’de ilk İslâm devletinin kurulmasında, örnek İslâmî hayatın sonraki nesillere aktarılmasında muhâcirlerle birlikte en önemli rolü oynadılar. Onlar, mü’minler için en güzel örnektir. Onları sevmek, onları örnek almak, onların izini takip etmek bir iman borcudur. Onların hayatında İslâmî çalışmaların bütün yönlerini, fedâkarlığın, cömertliğin, yiğitliğin, kardeşliğin, eziyetlere katlanmanın, Peygambere bağlanmanın, emre itaat etmenin, anlaşma ve işbirliğinin, diğer mü’mini kendi nefsine tercih etmenin (isar’ın), çalışmanın, ilme düşkünlüğün, kısaca Allah için tertemiz yaşamanın bütün güzel örneklerini bulabiliriz. -Günümüzde ensâr olmak Kur’an mü’minlere şöyle diyor: يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُٓوا اَنْصَارَ اللّٰهِ كَمَا قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيّ۪نَ مَنْ اَنْصَار۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ “Ey iman edenler! Allah’ın (dininin) yardımcıları olun, tıpkı Meryem oğlu İsa’nın havarilere “allah’a doğru benim yardımcılarım kimlerdir” demesi gibi…” (Saff 61/14) ‘Sözün (lafzın) özel olması hükmün genel olmasına engel değildir’, kuralından hareketle diyebiliriz ki: Bütün mü’minler, her devirde ve her yerde öncelikle İslâm’ı hayatlarında yaşayarak, onu birer canlı hayat hâline getirerek, onun güzelliklerini ahlâk olarak göstererek, diğer insanlara ‘hidâyet’ örneği olarak yardım etmek, ‘ensâr’ olmak durumundadırlar. Ayrıca bütün mü’minler, bulundukları yerlerde, şartların uygun olmasına göre mallarıyla, imkanlarıyla, bilgi ve güçleriyle, gerekirse canlarıyla Allah’ın dininin ‘yardımcılar’ı olmalılar, tıpkı Ensâr gibi. Zaten mü’minler kendilerinden yardım isteyen din kardeşlerine yardım etmekle yükümlüdürler. (Enfâl 8/72) Mü’minler, dünyanın neresinde olursa olsun, ezilen, hor görülen, müztez’af hâle getirilen, yerinden yurdundan sürülen mü’minlere ellerinden geldiği kadar ‘ensâr’ olmak, gerekli yardımı ulaştırmakla görevlidirler. Allah’a yardım ise; O’nun dinine ve O’nun muhtaç, mazlum ve mücâhid kullarına yardım etmekle, yani ‘ensâr’ olmakla mümkündür. Hatırlamak gerekir ki Allah (st) kendi yolunda muhâcir ve ensâr olanları sevdiği, ödüllendireceği gibi, güzellikle onlara tabi olanları da, onları örnek alanları da sever ve ödüllendirir. (Tevbe 9/100)

Pagina 1 van 9