İslâmı hayata hakim kılmanın önündeki engeller ve imanı hayat haline getirme hakkında dersler.

Hüseyin K. Ece

Aile Dersleri Şubat-Nisan 2011

Zaandam Ayasofya Camii

Dördüncü Ders

20 Mart 2011 Pazar

 

5-Sahiplenme duygusu

Mülk Allah’ındır. Elimizdekiler emnaettir. Bize düşen de emaneti korumaktır.

Kur’an, ‘dünya hayatı’ karşısında mü’minlerin nasıl bir tavır takınacağını açıklıyor. Dünya hayatının insanı aldatmaması için onu sık sık uyarıyor.

 يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُلْهِكُمْ أَمْوَالُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُمْ عَن ذِكْرِ اللَّهِ وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ {9}

“Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Münafikûn, 63/9)

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ {5}

“Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah hakkında sizi aldatmasın.” (Fâtır 35/5)

Bütün insanlar, yarın için ne hazırladığına, ölürken yanında salih amel olarak ne götüreceğine bakmalıdır. Dünya hayatı şüphesiz ki bir gün sona ericidir.

Muhtemelen ilk dönem alimlerinden birine ait, ancak hadis diye dilden dile dolaşna bir sözde şöyle deniyor:

“Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahirete çalış”  

Bu sözü ya; “Hiç ölmeyecekmiş gibi âhirete, yarın ölecekmiş gibi dünyaya çalış”, ya da “hiç ölmeyeceğini zanneden kişi gibi (dünya için) çalış, yarın öleceğinden endişe eden kimse gibi de dünyaya bağlanıp kalmaktan sakın” şeklinde anlayabiliriz.

“Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahirete çalış” sözünü böyle anlarsak, dünya hayatının âhiretten önce geldiğini benimsemiş, dünyayı âhirete tercih etmiş oluruz. Halbuki, Kur’ân daima âhiret hayatının önde olduğunu ifade etmiştir.

Yani âhirete hazırlanma şuuruna öncelik verilmelidir.

“Dünya için, dünyada kalacağın kadar çalış! Âhiret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış! Allah’a, muhtaç olduğun kadar itaat et! Cehenneme dayanabileceğin kadar günah işle!” (Hadis olarak aktarılan bu sözün de kaynağını bulamadım.)

Bazıları, üzerinde yaşadığı, elinde olan, resmiyette üzerine tapulu olan, bir ömür peşine koştuğu şeyleri (onlar her ne ise) benim zanneder. Onları mülk kendisini de “malik” görür. Onlardan hiç ayrılmayacakmış gibi zanneder. Ya da sahip olduğu dünyalıkların kendisine çok çok yardımcı olacağını hayal eder.

Halbuki insan ölünce hepsi biter. Can ile birlikte hepsi gider. Ne mal kalır, ne servet, ne makam kalır ne saltanat, ne güç kalır ne iktidar.

Eldeki servete kutsallık vermek, onları Allah’tan daha fazla sevmek, hayatın merkezine maddiyatı almak aldatıcı, yalan, sanal ve tehlikelidir. Servet el kiri ise, kirin değeri ne kadar olur?

Servet, yani dünyalıklar bir araç ise; amaç yerine konulması ne kadar mantıklıdır?

Bu böyledir de çokları ayaküstü rüya görür gibi, bunların ebedi olduğunu sanır.

Halbuki “el-mülkü lillah”-mülk Allah’ındır. Allah (cc) “Maliku’l-mülk’tür. Her ne kadar insanlara o mülk üzerinde geçici bir müddet faaliyet, çaba, kullanma izni verilse de, sonuçta kişi hepsini asıl sahibine bırakıp gidiyor.

İnsan ölünce bu fâni dünyadaki her şeyi terkediyor. Hakikat Peygamberimizin (sav) haber verdiği gibidir.

“Ölen kimseyi peşinden üç şey takip eder: Aile çevresi, malı ve yaptığı işler (ameli). Bunlardan ikisi geri döner, biri ise kendisiyle birlikte kalır. Aile çevresi ve malı geri döner; yaptığı işler (ameli) kendisiyle birlikte kalır.” (Buhârî, Rikak/42 no: 6514. Müslim, Zühd/5 no: 7424. Tirmizî, Zühd/46 no: 2379)

İnsanın malı mı vardır? Cevabı bu hadis veriyor.

Peygamber (sav) Tekâsür Sûresi’ni okurken bu konuya işaretle şöyle dedi:

Âdemoğlu: ‘malım, malım…’ deyip duruyor… Ey âdemoğlu! Yeyip tükettiğin, giyip eskittiğin veya sadaka olarak verip sevap kazanmak üzere önden gönderdiğinden başka malın var mı ki?” (Müslim, Zühd/3,4 (53) no: 7420, 7422. Tirmizî, Zühd/31 no: 2342, Tefsir/102-1 no: 3354)

İnsan dünyalıkları bir müddet kullanabilir, tasarrufta bulunabilir. Hatta başkalarına karşı bunlarla övünebilir, zulmedebilir. Ama bunlar Hesap Günü onu kurtaramaz.

Kur’an bu gerçeği şöyle açıklıyor:

“İman etmeyenlere gelince, ne dünya malları ne de çocukları Allah'a karşı onlara en ufak bir fayda sağlamaz: İşte onlardır ateşin yakıtı olanlar!” (Âli İmran 3/10 Ayrıca bkz:  Mücadile 58/17. Âli İmran 3/116)

“Onların malları da oğulları da Allah'a karşı kendilerine bir fayda vermez. Onlar cehennem ehlidirler. Orada ebedi kalacaklardır.” (Mücadile 58/17)

“İman etmeyenlere gelince, ne dünya malları ne de çocukları Allah'a karşı onlara en ufak bir fayda sağlamaz: İşte onlardır ateşin yakıtı olanlar!” (Âli İmran 3/10)

Kişiyi orada, o dehşet hesap gününde ancak imanı, sâlih amelleri ve Allah’ın rahmeti kurtarır.

  عن عبد الله بن أبي يعفور، عن أبي عبد الله عليه السّلام قال: مَنْ أصْبَحَ وَأَمْسي وَالدُّنْيا أكْبَرُ هَمه، جَعَلَ اللهُ الفَقْرَ بَيْنَ عَيْنَيْهِ وَ شَتَّتَ أَمْرَهُ وَلَمْ يَنَلْ مِنَ الدُّنيا إلا ما قُسِمَ لَهُ وَ مَنْ أصْبَحَ وَ إَمْسي وَالآخِرَﺓٌ أكْبَرُ هَمّه، جَعَلَ اللهُ الغِني في قَلْبِه وَ جَمَعَ لَهُ أَمْرَهُ.

İbn Ebi Ya’fur, Hazret-i Sadık’ın (a.s) şöyle dediğini naklediyor: “Sabah akşam en büyük derdi dünya olan kişiyi Allah yoksulluğa mahkûm eder, işlerini sonuçsuz bırakır ve dünyadan kendisine kısmet olanın dışında hiç bir şeyi ona nasib etmez. Sabah akşam en büyük derdi âhiret olan kişiyi ise Allah gönlü gani, gözü tok kılar ve işlerini düzene koyar.”

Ali Şeriatî’ye göre; “Din, insanın kendisiyle varolan dünya endişesinden kandini arındırarak topraktan Allah’a geri dönmesidir.

Din, insanın ‘dünya’ olarak gördüğü tabiat ve hayata kutsiyet bağışlayıp âhirete dönüştürmesidir.” (Şeriatî, Ali. Dinler Tarihi, (çev: E. Vatansever) sayfa: 94, İstanbul-Tarihsiz, Gözde Kitaplar)

 

6-Uyarılara kulak asmamak

Kur’an, insanlara pek çok şeyi hatırlatıyor. Yani farklı ifadelerle, farklı konularda uyarıyor. 

“O, âlemler için, içinizden dürüst olmak isteyenler için, ancak bir öğüttür.” (Tekvir 81/27-28)

Şu ayeti tekrar hatırlayalım:

“Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir.

Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın.

Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah hakkında sizi aldatmasın.” (Fâtır 35/5)

Dünya hayatı cazibesiyle, süsüyle, zevk veren şeyleri ile sizi aldatmasın. Hilekâr, aldatıcı, insanın düşmanı olan şeytan da sizi Allah ile, ya da Allah hakkında aldatmasın.

Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Hiçbir babanın çocuğuna hiçbir yarar sağlayamayacağı, hiçbir çocuğun da babasına hiçbir yarar sağlayamayacağı günden korkun! Şüphesiz Allah’ın va’di gerçektir.

Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın.

O aldatıcı şeytan da Allah hakkında sizi aldatmasın.” (Lukman 31/33)

Bazıları dünya ahayatı, bu hayatın hoşe giden şeyleri aldatır. Ölümü ve ölümden sonraki hayatı unutturur. Kişi bu yüzden kulluk görevlerini ihmal eder, âhirete hazırlanmayı düşünmez.

“Dinlerini oyun ve eğlence edinenleri ve dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak.

Hiç kimsenin kazandığı yüzünden mahrumiyete sürüklenmemesi için Kur’an ile öğüt ver.

Yoksa ona Allah’tan başka bir dost veya bir şefaatçi yoktur. (Kurtuluşu için) her türlü fidyeyi verse de bu ondan kabul edilmez.

İşte onlar kazandıkları yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. Küfre saplanıp kalmalarından dolayı onlara çılgınca kaynamış bir içecek ve elem dolu bir azap vardır.” (En’am 6/70)

Kur’an insanları kendi kıyametleri olan ölüm gelmeden önce uyarıyor. Bakınız ölümden sonra bir hayat var. O hayatta hesap var. O hesaptan sonra cehennemi hak edenlere; “... şöyle denir: “Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi, bu gün Biz de sizi unutuyoruz. Barınağınız ateştir. Yardımcılarınız da yoktur.” (Câsiye 45/34)

Burada şu uyarı var: Ey insan böyle bir hükme muhatapa olmamak için aklına başına topla. Kulluk görevini hakkıyla yap.

Yine cehennemliklere oraya neden düştükleri açıklanacak. Ancak Kur’an bu gerçeği şimdiden haber veriyor ki insanlar gaflete düşmesin. Kendilerini cehennem sürükleyecek isyan etmesiler, günah işlemesinler, asilik ve azgınlık yapmasınlar. 

“Bunun sebebi, Allah’ın âyetlerini alaya almanız ve dünya hayatının sizi aldatmasıdır.” Artık bugün ateşten çıkarılmazlar ve Allah’ın rızasını kazandıracak amelleri işleme istekleri kabul edilmez.” (Câsiye 45/35)

İşte kıyâmetten bir sahne daha. Bu sefer dünyada iken İslâmla alay eden, inanma konusunda ikili oynayan, müslümanmış gibi görünüp insanları aldatan münafıkların durumu anlatılıyor:

Münafıklar) mü’minlere şöyle seslenirler: “Biz de (dünyada) sizinle beraber değil miydik?” (Mü’minler de) derler ki: “Evet, fakat siz kendinizi yaktınız. Başımıza musibetler gelmesini gözlediniz, şüphe ettiniz.

Allah’ın emri gelinceye kadar kuruntular (emâniyye-ümniyyeler) sizi aldattı. O çok aldatıcı (şeytan) Allah hakkında da sizi aldattı.” (Hadid 57/14)

Ayette geçen ‘emâniyye’ ümniyye’nin çoğuludur. Bu da insanın kendi içinde ve hayalinde tasarlayıp varlığını kabul ettiği ve olmasını temenni edip, ya da diline dolayıp durduğu şeydir.

Kişinin gönlünden geçirdiği, saplanıp kaldığı ve arkasından koştuğu bir kuruntu,  ham hayal ve ütopyadır.

Bu hayallerden bir kısmı gerçekleşebilecek özellikte olmakla beraber çoğu gerçekleşemeyecek, olmayacak şeylerdir. Bunlar, hiç bir delile dayanmayan kuru ve kişisel temennilerdir.

Kur’an, ‘ümniyye’nin şeytanın tuzaklarından olduğunu vurgulamaktadır.

Şeytan dedi ki: ‘Onları –ne olursa olsun- saptıracağım, en olmadık kuruntulara (ümniyye’ye) düşüreceğim ve onlara kesin olarak (helâli haramlaştırmak, ya da putlar için) hayvanların kulaklarını kesmelerini ve Allah’ın yaratışını değiştirmelerini emredeceğim.’

Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı veli edinirse, kuşkusuz o, apaçık hüsrana uğramıştır.

(Şeytan) onlara vaadlerde bulunuyor, onları en olmadık ümniyye’ye (kuruntuya) düşürüyor. Oysa şeytan, onlara aldanıştan başka bir şey vaadetmez.” (Nisâ 4/119-120)

Şeytan, insanları boş emellerle, yalancı sevdalarla, gerçekleşmeyecek hayallerle, olmayacak kuruntularla ümitlendirir, onlara bol bol vaadlerde bulunur, bir bakıma söz verdiği şeylerle ağızlarının suyunu akıtır ama, şeytanın insana verebileceği yalnızca ‘ümniyye’dir.

İşte bir ilâhi uyarı daha:

Kıyâmette “(Allah, şöyle diyecektir:) “Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip çatacağı hakkında sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” Onlar şöyle diyecekler: “Biz kendi aleyhimize şâhitlik ederiz.”

Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şâhitlik ettiler.” (En’am 6/130)

Kafirlerin zenginliği, orada burada gezip dolaşması, bolluk ve lüks içinde yaşamaları, bazen dünyalık açısından üstün olmaları sizi aldatmasın. Onların bu durumuna imrenip de onların inkarcı yolunu izlemeyin, onlar gibi kulluktan, İslami ölçülerden uzaklaşmayın.

“İnkâr edenler müstesna, hiç kimse Allah'ın âyetleri hakkında tartışmaz. Onların şehirlerde (rahatlıkla) gezip dolaşması seni aldatmasın.” (Mü’min 40/4)

“İnkâr edenlerin diyar diyar gezip refah içinde dolaşması sakın seni aldatmasın; az bir faydalanmadan sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü duraktır!..” (Âli İmran 3/196-197)

Kur’an bütün insanlara, özellikle şirk koşanlara, inkarcılara ve münafıklara, tabi kulluk görevini ihmal edenlere, İslamı hayatına hakim kılmayanlara da sesleniyor:

“Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?” (İnfitar 82/6-8)

Allah (cc) dilerse kendine karşı nanakörlük yapan, azgınlara, zalimlere ceza verir, bulundukları yeri başlarına geçirir.

أَأَمِنتُم مَّن فِي السَّمَاء أَن يَخْسِفَ بِكُمُ الأَرْضَ فَإِذَا هِيَ تَمُورُ {16} أَمْ أَمِنتُم مَّن فِي السَّمَاء أَن يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِباً فَسَتَعْلَمُونَ كَيْفَ نَذِيرِ {17}

 “Gökte olanın sizi yerin dibine geçirmesinden güvende misiniz? O zaman, yer, sarsıldıkça sarsılır.

Gökte olanın başınıza taş yağdırmasından güvende misiniz? Benim uyarmamın nasıl olduğunu yakında bileceksiniz.” (Mülk 67/16-17) Ama

Allah (cc) hikmeti ve rahmeti gereği bunu yapmıyor.

Bu da aslında insanların Allah’a yönelmeleri için bir uyarıdır.

Ali b. Ebi Tâlib (ra); “Dünya arkasını dönmüş gidiyor, âhiret ise yönelmiş geliyor. Bunlardan her ikisinin kendine has çocukları var. Siz âhiretin çocukları olun. Sakın dünyanın çocukları olmayın. Zira bugün amel var hesap yok, yarın hesap var amel yok.” (Buhârî, İftikâk/4)

 

6-Hazırlanlanmakta geç kalmak (erteleme gafleti)

 

“İŞİM ACELE
Gökte zamansızlık hangi noktada?
Elindeyse yıldız yıldız hecele!
Hüküm yazılıyken kara tahtada
İnsan yine çare arar ecele!

Gençlik... Gelip geçti... bir günlük süstü;
Nefsim doymamaktan dünyaya küstü.
Eser darmadağın, emek yüzüstü;
Toplayın eşyamı, işim acele!”

 

Mü’min, sağına soluna bakınmadan, kim ne yapıyor diye ilgilenmeden, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle davranmalı, kulluk görevini yapmalı, yarın (âhiret) için ne biriktirdiğine bakmalı.

Ve bunda asla geçe kalmamalı. Yarın yaparım, yaş ilerleyince yaparım, şu işleri bir düzene koyduktan sonra yaparım dememeli. Kulluk görevini hiç ertelememeli. Zira insan ömrünün her saniyesinde Allah’ın kuludur. Kulların da Rablerine karşı görevleri vardır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ {18}

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Haşr, 58/18)

İnsan, kabul etsin etmesin, âhirete inansın inanmasın, hatta ateist olsa bile Allah’a doğru bir yol üzerindedir. Günün birinde bu muazzam hakikatle yüzyüze gelecektir.

Hakikat mademki bu, öyleyse insana düşen görev iman edip sâlih amel işlemek, yani kulluk görevlerini yapmak. İslamın ölçülerine uygun yaşamak. Kısaca vahyi hayatlaştırmaktır.

يَا أَيُّهَا الْإِنسَانُ إِنَّكَ كَادِحٌ إِلَى رَبِّكَ كَدْحاً فَمُلَاقِيهِ {6} فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ {7} فَسَوْفَ يُحَاسَبُ حِسَاباً يَسِيراً {8} وَيَنقَلِبُ إِلَى أَهْلِهِ مَسْرُوراً {9} وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ وَرَاء ظَهْرِهِ {10} فَسَوْفَ يَدْعُو ثُبُوراً {11} وَيَصْلَى سَعِيراً {12} إِنَّهُ كَانَ فِي أَهْلِهِ مَسْرُوراً {13}

“Ey insan! Şüphesiz, sen Rabbine (kavuşuncaya kadar) didinip duracak ve sonunda didinmenin karşılığına kavuşacaksın.

Amel defteri kendisine sağından verilen kimse, kolay geçireceği bir hesaba çekilir ve arkadaşlarının yanına sevinçle döner.

Ama amel defteri kendisine arkasından verilen kimse: "Mahvoldum" diye bağırır ve çılgın alevli cehenneme girer. (İnşikak 84/6-13)

İyilerin, yani İslâma uygun yaşayanlarları hak ettikleri sonuca gıpta edilir, imrenilir. Hatta böyle bir sonuca ulaşmak için rekabet bile, yarış bile yapılır.

كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الْأَبْرَارِ لَفِي عِلِّيِّينَ {18} وَمَا أَدْرَاكَ مَا عِلِّيُّونَ {19} كِتَابٌ مَّرْقُومٌ {20} يَشْهَدُهُ الْمُقَرَّبُونَ {21} إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ {22} عَلَى الْأَرَائِكِ يَنظُرُونَ {23} تَعْرِفُ فِي وُجُوهِهِمْ نَضْرَةَ النَّعِيمِ {24} يُسْقَوْنَ مِن رَّحِيقٍ مَّخْتُومٍ {25} خِتَامُهُ مِسْكٌ وَفِي ذَلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَ {26} 

“Hayır (sandıkları gibi değil!) iyilerin yazısı “İlliyyûn”dadır. “İlliyyûn”un ne olduğunu sen ne bileceksin.

O, gözde meleklerin gördüğü, yazılı bir kitapdır.

İyiler, şüphesiz, nimet içinde ve tahtlar üzerinde etrafı seyrederler.

Onları, yüzlerindeki nimet pırıltısından tanırsın.

Sonunda misk kokusu bırakan, ağzı kapalı saf bir içecekten içerler.

İyi şeyler için yarışanlar, bunun için yarışsınlar (ya da imrenenler buna imrensinler).” (Mutaffifîn 83/18-26)

Kur’an soruyor: Ey iman edenler, ey ben müslümanım diyeler, ey âhirete inananlar, ey ümmet-i Muhammed!

Ne zaman görevinizi hakkıyla yapacaksınız?

Ne zaman âhirete inanmayan gafiller gibi olmaktan kurtulacaksınız?

Ne zaman sizi hakkıyla kulluk yapmaktan alıkoyan bağları çözeceksiniz?

Ne zaman İslamı hayatınıza hakim kılmanıza engel olan ayak bağlarından kurtulacaksınız? 

أَلَمْ يَأْنِ لِلَّذِينَ آمَنُوا أَن تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللَّهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِن قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْأَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ {16}  

“İman edenlerin Allah’ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygı ile ürpermesinin zamanı gelmedi mi?

Daha önce kendilerine kitap verilip de, üzerinden uzun zaman geçen, böylece kalpleri katılaşanlar gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu fâsık kimselerdir.” (Hadid 57/16)

Mü’min bu dehşet soru karşısında yüreği titremeli ve “evet geldi, Ya Rabbi geldi, o buyurduğun zaman geldi. Lütfuna şükürler olsun” demeliler. Ama sadece kalple değil, eylemle, harekete geçerek.

Aksi halde mü’minlerin kalbi de, Allah’ın indirdiklerine uymayan, oyalanan, kulluk görevlerini tehir eden ehl-i kitabın kalpleri gibi katılaşabilir.

Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganîmet (değerini) bil: 1-İhtiyarlığından önce gençliğini,

2-hastalanmadan önce sıhhatini,

3-fakirliğinden önce zenginliğini,

4-meşgul zamanlarından önce boş vakitlerini ve

5-ölümünden önce hayâtını!” (Buhârî, Rikâk/3. Tirmizî, Zühd/25. Hâkim, el-Müstedrek, 4/341. el-Beyhakî, Şuabu’l-İmân no: 9575)

“İki nîmet vardır ki, insanların çoğu bu nîmetleri kullanmakta aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” (Buhârî, Rikâk/1)

Şu yerinde uyarıya bakınız: Buna da kulak vermeyen müslüaman başka ne denir ki? Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu:

“Yedi şey gelmeden evvel, sâlih ameller işlemekte acele ediniz! Yoksa gerçekten siz;

1-(İbadeti, haram ve helâl hudutlarını) unutturan fakirlik,

2-Azdıran zenginlik,

3-(Her şeyi) bozup perişan eden hastalık,

4-Aklı ve idrâki zaafa uğratarak saçma-sapan konuşturan ihtiyarlık,

5-Ansızın geliveren ölüm,

6-Gelmesi beklenen şeylerin en şerlisi Deccâl ve,

7-Kıyâmetten başka bir şey mi beklediğinizi sanıyorsunuz? Kıyâmet ise, belâsı en müthiş ve en acı olandır.” (Tirmizî, Zühd, 3/2306)

Öyle ya, ey insan! Rabbe kulluk yapmak, ya da kabul ettiğin İslâmı hayatına hakim kılmak, daha çok, daha çok sâlih amel işlemek için neyi bekliyorsun?

Bu belâların, bu istenmeyen durumların karşına gelmesini mi, hele bunlar olsun o zaman aklımı başıma alırım demeyi mi bekliyorsun?

Halbuki ölüm de yakın ve ansızın gelir, kıyâmet de yakın. Zira herkesin kıyâmeti zaten ölümle başlıyor.

İşte anlamlı bir tavsiye daha, işiten kulaklara, gören gözlere, anlayan ve ibaret alan yüreklere:

Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu:

“Karanlık geceler gibi birtakım fitneler ortalığı kaplamadan evvel, sâlih ameller işlemekte acele ediniz. Öyle zamanlar geldiğinde insan, sabah mü’min iken akşama kâfir olarak çıka(bili)r. Akşam mü’min iken sabaha kâfir olarak çıka(bili)r. Dinini küçük bir dünyalığa satar (satmak zorunda kalabilir).” (Müslim, İmân/186. Ayrıca bkz. Tirmizî, Fiten/30, Zühd/3. İbn-i Mâce, İkâme/78. Ahmed b. Hanbel, 2/303, 372, 523)

İnsanların çoğu bu dünya hayatında keyiflerince yerler ve içerler, kazanır ve harcarlar, gönüllerince eğlenirler, hayattan kam almaya (zevklenmeye) bakarlar, ya da sınırsız emellerin, hayallerin, faydasız hedeflerin peşinde koşarlar. Ona kavuşayım buna kavuşayım, şunu elde edeyim bunu elde edeyim, şu makama yükseleyim der dururlar. Buna karşın kulluk görevlerini ve âhirete hazırlanmayı ihmal ederler. Bir de bakarlar ki ölüm ansızın gelip çatmış.

Kur’an onların durumunu şöyle açıklıyor:

رُبَمَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِم۪ينَ ﴿2﴾ ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ﴿3﴾

 “(Kıyâmet günü) inkârcılar, keşke (dünya hayatındayken) Müslüman olsaydık diyecekler.

Bırak onları yesinler, zevk alsınlar; ümit (emel) onları avundursun (oyalasın); (gerçeği) ilerde öğrenecekler.” (Hıcr 15/2-3)

فَاِذَا رَكِبُوا فِي الْفُلْكِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ اِذَا هُمْ يُشْرِكُونَۙ ﴿65﴾ لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۙ وَلِيَتَمَتَّعُوا۠ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ﴿66﴾

Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarırlar; ama Allah onları karaya çıkararak kurtarınca, kendilerine verdiği nimete nankörlük ederek O'na hemen eş koşarlar.

Zevklensinler bakalım, yakında bileceklerdir.” (Ankebût 29/65-66)

Dahası bazıları da bir belâ, felaket ve musibetle, bir hastalıkla karşılaştığı, zor bir duruma düştüğü zaman Rabbine yönelir, dua eder, O’na yalvarır. Ama bunlardan kurtulunca da kimisi orta bir yol tutar, kimisi de nankörlük yapar, Rabbine şirk koşar, O’na kulluğu unutur.

Kur’an böylelerinin halini şöyle açıklıyor:

وَاِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ ﴿32﴾

“Onları, (denizde) bir dalga gölgelikler gibi kapladığında, dini Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar. Allah, onları kurtarıp karaya çıkarınca, onlardan bir kısmı orta yolu tutar.

Bizim âyetlerimizi ise ancak son derece kaypak, son derece nankör olanlar inkâr eder.” (Lukman 31/32. Ayrıca bkz: Ankebût 29/65)