İslâmı hayata hakim kılmanın önündeki engeller ve imanı hayat haline getirme hakkında dersler.

Hüseyin K. Ece

Aile Dersleri Şubat-Nisan 2011

Zaandam Ayasofya Camii

Beşinci Ders

03 Nisan 2011 Pazar

 

8-Cehâlet

‘Câhilliğin türediği ‘cehl’ fiili sözlükte, bilmemek, tanımamak, kaba davranmak, gücendirmek, fıkır fıkır kaynamak gibi anlamlara gelir.

‘Câhil’, ‘cehl’ sahibi, bilgiden mahrum olan, davranışları olgun olmayan, kendini bilmeyen demektir.

Aynı kökten gelen ve ‘bilgisiz olma, ilimden uzak olma’ diye anlaşılan ‘câhiliyye’; Íslâm’a inanmayan kişi ve toplumların tutum, davranış, yaşantı, anlayış ve sistemlerini nitelemek üzere kullanılan ayırdedici bir kavramdır.

Bu niteleme olmuş-bitmiş bir dönemin adı olmaktan ziyade; İslâm dışı inanış ve davranışların genel adıdır.

Kişi hangi dünya görüşüne inanıyorsa tutum ve davranışları ona uygun olur.

Bazı inançları, değer yargılarını, düşünme ve davranış biçimlerini, ahlâk kurallarını bünyesinde toplayıp onlara yön veren iki sistem vardır.

Birincisi; Allah’ın dini İslâm,

diğeri de; hangi ad altında olursa olsun ‘câhiliyye’ sistemleri, ya da ‘câhiliyye’ dinleridir.

Şirk bu sistemin daha çok inanç yönüne ad olurken, câhiliyye bunların tutum, davranış ve değer yargılarına ad olmaktadır.

İslâm’dan önce câhiliyye insanları hem gerçek bilgi ve bu bilginin sağladığı sağlıklı düşünmeden, hem de kendilerine doğru yolu gösterecek kitap ve peygamberden mahrum olduklari için güzel davranışlardan uzaktılar, kaba ve serttiler. Akıllı hareket etmeyi bilmezlerdi, taassuba ve haksızlığa düşerlerdi.

Kur’an, Allah’tan başkasına kulluk edenlere ‘câhil’ diyor. Zira onlar akıllarını kullanmazlar. Basiretleri bağlıdır. Derin düşünceden ve kavrayıştan, sağlam bilgiden ve akl-ı selimden uzaktırlar. Daha çok nefislerinin hevasına (keyflerine, fasit zanlarına) uyarlar.

Neye kulluk (kölelik) yaptıklarını düşünmezler. Allah’a kulluk yaptıkları zaman elde edecekleri kazançları, dereceleri, ödülleri, başka tanrılara kulluk yaptıkları zaman,  ya da nefislerinin hevasına uydukları zaman uğrayacakları zararları, kaybedecekleri güzellikleri, içine düşecekleri azabı hesap etmezler.   

قُلْ أَفَغَيْرَ اللَّهِ تَأْمُرُونِّي أَعْبُدُ أَيُّهَا الْجَاهِلُونَ {64}

“De ki: Ey câhiller, Allah’ın dışında bir başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?” (39/Zümer, 64)

Allah’ın vahy yoluyla bildirdiği âyetlerinden yüz çevirenler, yaptıkları hatanın farkında olmazlar. Bu konuda duyarsız ve Hakk’a karşı boşuna kör ve sağır gibi davranırlar.

Allah (cc) Peygamberimize şöyle emrediyor:

خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ {199}

 “Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslâma) uygun olan örfü emret ve câhillerden yüz çevir.” (A’raf 7/199)

Mü’minler, inançta, düşüncede, ahlâk ve davranışlarda, karar vermede ve insanlarla ilişkilerde Allah’ın indirdiği hükümlere uyarlar. Kur’an’ın câhil dediklerinin dinlerine, hükümlerine, yollarına, örf ve adetlerine uymazlar.

Câhiliyye düşüncesine sahip cahiller ise Allah’ın vahiyle indirdiği hükümlerini tanımazlar, onları benimseyip uygulamazlar. Hatta bunlara karşı mücadele bile ederler.

Kur’an şöyle diyor:

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْماً لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ {50}

“Onlar hâlâ câhiliyye’nin hükmünü mü arıyorlar? Kesin bir bilgiyle inanan bir topluluk için, hükmü, Allah’tan daha güzel olan kimdir?” (Mâide 6/50)

Bu anlamda müslümana câhil denmez. Ancak câhi’li bilgisiz anlamında alırsak bazı müslümanların İslâmı hayata hakim kılma, ölümden sonrasına hazırlanma, kulluk görevleri yapma noktasında câhillik yapmaları mümkündür.  

Dünyalık işlerde aklı kıt olanlar bile kârını ve zararını bilirler. Bir müslüman iman ettiği halde ne yapması gerektiğini, ne yapmaması gerektiğini bilmiyorsa, bu yüzden İslâma göre bir hayat sürmüyorsa, yazık demek gerekir.

Aklı başında, vahiy (Kur’an) ve sahih sünnet gibi sağlam bilgi kaynaklarına sahip bir müslüman cahiller gibi davranmaz. Hayatına İslamı hakim kılmaya gayret eder, kendisini kurtaracak sâlih amel işlemeye, ölüme hazırlanmaya devam eder.

 

9-Gaflet ve ihmal

İslâmı hayata hakim kılmanın önündeki engellerden biri de gaflete düşmek, bundan dolayı da görevi ihmal etmektir.

 “Nefsin der ki daha zamanın çoktur;

Kimsenin elinde senedi yoktur;

Vallahi billahi hesabın zordur;

Son nefes gelmeden gel tövbe eyle!" (İlahi sözü)

İlâhinin sözleri müslümanı son nefes gelmeden tevbeye davet ediyor. Biz bunu İslâmı hayata hakim kılmaya, İslâmı yaşamanın önündeki engelleri kaldırmaya, câhilliği ve gafleti bırakmaya davet ediyor diye anlayabiliriz.

İlâhi sözünde denildiği gibi nefis veya şeytan insana; ”acele etme daha vaktin var, sonradan yaparsın, yaşlanınca daha iyi yaparsın. Şimdi hayatın tadını çıkaramaya bak. Üstelik Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir nasıl olsa” derler.

İnsan bu telkinlere, bu vesveselere kapıldı mı gafillerden olur. Gafiller de âhireti, hesabı, kulluk görevini yapmakla elde edeceği ödülleri, güzellikleri, şahane akıbeti, kulluk görevini ihmal etmekle karşılacağı kötü sonu, cezayı, rezilliği unuturlar.

“Bizimle buluşmayı ummayan, dünya hayatına razı olup onunla rahat edenler ve bizim âyetlerimizden uzaklaşıp gaflete dalanlar... İşte kazandıkları şeyler yüzünden onların varacağı yer ateştir.” (Yûnus, 10/7-8)

Bazılarının idrakleri Kur’an’ın dediklerine kapalıdır. Bir türlü anlamak istemezler. Hatta Kur’anın bahsettiği şeyler hakkında şüphe içindedirler.

أَفَمِنْ هَذَا الْحَدِيثِ تَعْجَبُونَ {59} وَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَ {60} وَأَنتُمْ سَامِدُونَ {61}‏

“Şimdi siz bu söze (Kur’an’a) mı şaşırıyorsunuz?

Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz.

Ve siz gaflet içinde oyalanmaktasınız.” (Necm, 53/59-61)

Tekȃsür Sûresi ihmali hatırlatıyor. Çoğaltma yarışıyla oyalanırsınız, ama bir de bakarsınız ki, ecel, mezara girme, dünyadan ayrılma zamanı apansızın geldi.

Kur’an insanlara sık sık “gafillerden olmayın”,

“görevinizi ihmal etmeyin”,

”ölümü ve sonrasını, mahşeri ve hesabı unutmayın”,

”dünyanın ziynetine, süslerine ve zevk veren takıntılarına, gurur verici zenginliklere, soyunuza veya evlatlarınızın çokluğuna aldanmayın” diye söylüyor.

Bu gibi düşünceler oyalayıcı, gaflete düşürücü, yoldan çıkarıcı şeylerdir.

“Onlar dünya hayatının ancak dış yönünü bilirler. âhiret konusunda ise tamamen gaflettedirler.” (Rûm 30/7)

“Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam zikret ve gâfillerden olma.” (A’raf 7/205)

“Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları âyetlerimden uzaklaştıracağım. (Onlar) her âyeti görseler de ona iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Ama sapıklık yolunu görseler onu (hemen) yol edinirler. Bu, onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan hep gâfil olmaları sebebiyledir.” (A’raf 7/146)

“Göklerin ve yerin gaybı (sırrı)  yalnız Allah'a aittir. Her iş O'na döndürülür. Öyle ise O'na kulluk et ve O'na dayan! Rabbin yaptıklarınızdan gâfil (habersiz) değildir.” (Hûd 11/123)

“(Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olman için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan bir çoğu, hakikaten âyetlerimizden gâfildirler.” (Yûnus 10/92. Vd)

Ancak unutmamak gerekir ki Allah (cc) insanların yaptıklarından gâfil değildir. (bkz: Bekara 2/74, 85, 140. Ali İmran 3/99. En’am 6/132)

 

-Ölüm insanı sağlam kaleler içinde bile bulur:

أَيْنَمَا تَكُونُواْ يُدْرِككُّمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنتُمْ فِي بُرُوجٍ مُّشَيَّدَةٍ وَإِن تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُواْ هَـذِهِ مِنْ عِندِ اللّهِ وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُواْ هَـذِهِ مِنْ عِندِكَ قُلْ كُلًّ مِّنْ عِندِ اللّهِ فَمَا لِهَـؤُلاء الْقَوْمِ لاَ يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَدِيثاً {78}

“Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır.

Onlara bir iyilik gelirse, “Bu, Allah’tandır” derler. Onlara bir kötülük gelirse, “Bu, senin yüzündendir” derler. (Ey Muhammed!) De ki: “Hepsi Allah’tandır.”

Bu topluma ne oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar.” (Nisâ 4/78)

Sehl bin Sa’d’dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Cebrail (as) Nebi’ye şöyle demiştir: “Ey Muhammed, dilediğin kadar yaşa! Sonunda öleceksin! Dilediğini sev, bir gün ondan ayrılacaksın. İstediğini yap, sonunda mutlaka karşılığını göreceksin. Şunu iyi bil ki mü'minin şerefi gece namaza kalkmaktır. İzzeti ise, insanlardan istememek (onlara karşı müstağni davranmak)tır.” (Hâkim, Müstedrek 4/360  no: 7921. Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 2/252-253. Taberânî, Mu’cemu’l-Evsad, 4/306)

 

-Ve ölüm ansızın gelir:

وَلِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٌ فَإِذَا جَاء أَجَلُهُمْ لاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ {34}

“Her milletin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.” (A’raf 7/34. Yûnus 10/2. Nahl 16/61)

أَوَلَمْ يَنظُرُواْ فِي مَلَكُوتِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا خَلَقَ اللّهُ مِن شَيْءٍ وَأَنْ عَسَى أَن يَكُونَ قَدِ اقْتَرَبَ أَجَلُهُمْ فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ {185}

“Onlar göklerdeki ve yerdeki sınırsız hükümranlık ve nizama, Allah’ın yarattığı her şeye, ecellerinin yaklaşmış olabileceğine hiç bakmadılar mı? Peki, bundan sonra artık hangi söze inanacaklar?” (A’raf 7/185)

Herkesin bir eceli olduğuna ve kimse bunu bilmediğine göre, uyanık olup bu gerçekten gaflet etmemek ve kulluk görevlerini ihmal etmemek gerekir.

İnsan günlük işlere dalar, meşgul olduğu şeylerin cazibesine kapılır, zevk ve dünya malının albenisine tutulabilir. Bu da onu gaflete düşürür.

Kur’an tekrar uyarıyor: Ey insan senin için Hesap Günü yaklaşıyor. Sakın gafillerden olma diye.

“İnsanların hesaba çekilmeleri yaklaştı. Hâlbuki onlar gaflet içinde yüz çevirmekteler.

Rab’lerinden kendilerine yeni bir öğüt (bir uyarı) gelmez ki, onlar mutlaka onu alaya alarak, kalpleri de gaflette olarak dinlemesinler.

O zulmedenler gizlice şöyle konuştular: “Bu da ancak sizin gibi bir insan. Şimdi siz göz göre göre sihre mi kapılacaksınız?” (Enbiyâ 21/1-3)

 

  • Kıyâmet de ansızın gelecektir:

فَهَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ أَن تَأْتِيَهُم بَغْتَةً فَقَدْ جَاء أَشْرَاطُهَا فَأَنَّى لَهُمْ إِذَا جَاءتْهُمْ ذِكْرَاهُمْ {18} فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ {19}

“Onlar kıyametin kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey beklemiyorlar. Muhakkak onun alametleri gelmiştir (ama öğüt almıyorlar). Kıyamet kendilerine gelip çatınca öğüt almaları kendilerine ne fayda verecek?

Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Hem kendinin, hem de inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de, içinde kalacağınız yeri de bilir.” (Muhammed 47/18-19)

يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ رَبِّي لاَ يُجَلِّيهَا لِوَقْتِهَا إِلاَّ هُوَ ثَقُلَتْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لاَ تَأْتِيكُمْ إِلاَّ بَغْتَةً يَسْأَلُونَكَ كَأَنَّكَ حَفِيٌّ عَنْهَا قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ اللّهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ {187}

“Sana kıyâmetin ne zaman kopacağını soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi ancak Rabbimin katındadır. Onu vaktinde ancak O (Allah) ortaya çıkaracaktır. O göklere de, yere de ağır basmıştır. O, size ancak ansızın gelecektir.”

Sanki senin ondan haberin varmış gibi sana soruyorlar.

De ki: “Onun bilgisi sadece Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar.” (A’raf 7/187)

Dünya hayatında ölümü, Kıyâmeti, âhiret hayatını haber verenleri, ilâhi uyarıları umursamayan, inkâr eden, bundan dolayı da kulluk görevini yapmayan, yani ölümden sonraı için hazırlanmayan kâfirler Kıyâmete kavuşunca pişman olurlar ama, iş işten geçmiş olur.

“Gerçek vaad (kıyâmetin kopması) yaklaşır, bir de bakarsın inkâr edenlerin gözleri açılıp donakalmıştır. “Eyvah bizlere! Doğrusu biz bundan gafildik. Hatta biz zalim kimselermişiz” derler.” (Enbiyâ 21/97)

Zamanını sadece Allah’ın bildiği büyük kıyameti beklemek gerekmez. (Yukarıda geçtiği gibi) Madem ki herkesin ölümü onun kıyâmetidir, müslümanın onu çok söz konusu etmesi gerekmez. O nasıl olsa gelecektir.

Mü’min önüne bakmalı, işini-görevini yapmalı, şükrünü edâ etmeli, ölüme hazırlanmalı. Kendisi öldükten sonra büyük kıyâmet zaten onu ilgilendirmez.

İmam Gazalî’ye nisbet edilen bir söz: “Oğul, farzet ki bugün öldün. Hayatında

geçirdiğin gaflet zamanlarına ne kadar üzülürsün. Ah, keşke dersin ama heyhât, geçti.”

M. Âkif bu gaflet halini şiirinde şöyle tasvir ediyor:

“Burnumuzdan tuttu düşman; biz boğaz kaydındayız; 

Bir bakın: hâlâ mı hâlâ ihtiras ardındayız!         

Saygısızlık elverir... Bir parça olsun arlanın:     

Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın! 

.....................

Zevke dalmak söyle dursun, vaktiniz yok mateme! 
Davranın zira gülünç olduk bütün bir âleme,"

M. Âkif, burnumuzdan tutan düşmana karşı uyanmamız gerektiğini söylüyor.

Biz bunu; “ölüm yakamızdan tutuyor, vakit yaklaşıyor, vade doluyor, süre azalıyor... Hâlâ mı fani işlerle meşguliyet, hâlâ mı kulluk ödevinde ihmal, hâlâ mı âhiret hayatı gerçeğinden gaflet, diye anlayalım.

 

10-İşi yeterince ciddiye almamak

إِنَّهُ لَقَوْلٌ فَصْلٌ {13} وَمَا هُوَ بِالْهَزْلِ {14}‏

“O (Kur'an), elbette (hak ile batılı) ayırdedici bir sözdür. O, şaka değildir.” (Tarık 13-14)

Bazıları, Kur’an’ın gelişini kabulleniyorlar ama ya anlamıyorlar, ya önemsemiyorlar.

Halbuki Kur’an, unutkan insana bazı şeyleri, sürekli hatırlatıyor. Hem geçmiş kavimlerin başına gelenleri, hem Kıyâmette olacakları, hem de Kur’an’ın ölçülerini, insanın yapması veya yapmaması gerekenleri.

Kur'an, akleden insanlar için bir öğüt ve hatırlatmadır.

Kur’an’ın isimlerinden biri de ‘ez-Zikr’ veya el-Tezkira’dır. Yani hatırlatan, öğüt veren ve uyarandır.

İnsan yapısı gereği unutkandır. Niçin yaratıldığını, dünyadaki görevlerini, kulluk yaptığı zaman neler kazanacağını, isyan ederse neler kaybedeceğini, Allah’ın rızasının nerede olduğunu, iyiyi ve kötüğü unutur.

Dünya hayatının çekiciliğine, meşguliyetine dalar öleceğini unutur.

Dünya zevkini tadar, bunu öylesine abartır ve önemser ki sonsuz mutluluk, cennetteki zevkler aklına gelmez.

Günahları sevimli ve zevkli bulur, korkmadan işler, uğrayacağı zararları ve âhiret cezasını unutur.

Gençliğine ve kuvvetine aldanır, ihtiyarlığı, zayıf düşmeyi ve ölümü unutur.

Maddi, peşin kârlar gözünü boyar, ebedî kazançları unutur.

Nereden gelip nereye gideceğini, insanlık görevlerini unutur.

Ömrüne, dünyalıklara, şatafata, gösterişe, görüntüye aldanıp imtihan için yaratıldığını unutur.

Yeryüzünün her şeyini, altını ve üstünü, denizini ve göğünü kullanır ama yerin ve göklerin Sahibini ve O’na şükretmeyi unutur.

Kur’an ise sürekli bunları hatırlatır. İnsanı uyarır, nasihat eder, aklını başına almasını ister. Kısacık hayatı iyi değerlendirmesini ister. Şeytana ve nefsine aldanıp imtihanı kaybetmemesini söyler.  

إِنَّ هَذِهِ تَذْكِرَةٌ فَمَن شَاء اتَّخَذَ إِلَى رَبِّهِ سَبِيلاً {19} 

“Doğrusu bu anlatılanlar (âyetler) birer hatırlatmadır (tezkiradır). Dileyen kimse, Rabbine doğru giden bir yol tutar. (Müzemmil 73/19)

Buradaki “tezkira”, daha çok içinde uyarı bulunan hatırlatmadır (tezkiradır). Bunu ayağınızı denk alın diye anlamak da mümkün.

طه {1} مَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لِتَشْقَى {2} إِلَّا تَذْكِرَةً لِّمَن يَخْشَى {3}

“Tâ. Hâ. Ey Muhammed!) Biz, Kur’an’ı sana sıkıntı çekesin diye değil, ancak (Allah’ın azabından) korkacaklara bir hatırlatma (bir uyarı-tezkira) olsun diye indirdik.” (Tȃhȃ 20/1-3)

“Asla (düşündükleri gibi değil)! Bilsinler ki bu, gerçekten bir ikazdır (tezkira’dır). Dileyen ondan (düşünüp) öğüt alır.” (Müdessir 74/54-55) Ayrıca bkz: İnsan 76/29. Vakı’a 56/73. Hakka 69/12, 48. Müdessir 74/49. Abese 80/11)

Kazara birisi, bu İslâmı hayatlarına hâkim kılmayanlara Kur’an’ın dediklerini yazılı veya sözlü hatırlatsa, ya da kendileri okusa yeterince etkisi olmaz, aldırmazlar.  

Bu ise gaflettir işi ciddiye almamaktır.

Buna karşın akıllı ve sağlam imanlı bir müslüman hem tedbir alır, hem de ürperir. Korkar ve hazırlıklı olmaya çalışır.

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ {17}

“Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?” (Kamer 54/22, 32, 40)

İnsanlar, ne dediğini anlşasınlar diye Kur’an, onlar için kolaylaştırıldı. Kur’an’ın haber verdiklerini, hükümlerini, ölçülerini, vaad ve vaidlerini, ödül ve cezayı gerektiren âyetlerini, insanın görevi olarak ortaya koyduklarını genel olarak herkes anlar. Bunları anlamak ve yapmak için din âlimi olmaya yoktur.

İnsan görevinin ne olduğunu bilmeli yapabilsin. Kur’an insanlara anlaşılmaz, çetrefiili, karma-karışık şeyleri emretmiyor. Kur’an insanın nasıl inanacağını, inancına uygun nasıl yaşayacağının ölçülerini ve ilkelerini veriyor.

Dahası son Elçi de bu ölçü ve ilkeleri hem kendisi uyguladı, hem de ümmetine öğretti.

İşin garibi bazıları Rablerine karşı kulluk görevlerini, yani insanlık vazifelerini yapmadıkları gibi, bunu yapanlara gülerler, bir takım söz ve hareketlerle onlarla alay ederler. Ama âhirette yalın gerçek karşılarına gelecek.

اِنَّ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا كَانُوا مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يَضْحَكُونَۘ ﴿29﴾ وَاِذَا مَرُّوا بِهِمْ يَتَغَامَزُونَۘ ﴿30﴾ وَاِذَا انْقَلَبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمُ انْقَلَبُوا فَكِه۪ينَۘ ﴿31﴾ وَاِذَا رَاَوْهُمْ قَالُٓوا اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَضَٓالُّونَۙ ﴿32﴾ وَمَٓا اُرْسِلُوا عَلَيْهِمْ حَافِظ۪ينَۜ ﴿33﴾ فَالْيَوْمَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنَ الْكُفَّارِ يَضْحَكُونَۙ ﴿34﴾

“Şüphesiz günahkârlar, (dünyada) iman edenlere gülerlerdi.

Onlarla karşılaştıklarında kaş göz hareketleriyle alay ederlerdi.

Ailelerinde döndüklerinde, (alaylarından dolayı) keyiflenerek dönerlerdi.

Mü’minleri gördükleri zaman: ‘Şüphesiz bunlar sapıtmış’ derlerdi.

Halbuki onlar, mü’minleri denetleyici olarak gönderilmediler.

İşte o gün (âhirette) de iman edenler kâfirlere gülerler.”  (Mutaffifîn, 83/29-34)

Ya aklını kullanmayanlar; gülmeye devam ederler de ağlamayı düşünmezler. Vakti saati gelince keşke demeye koyulurlar. Çok ağlarlar ama bu sonucu değiştirmez.

İnsanlar ölümden sonra başlarına gelecek olanları bilenler, az güler çok ağlarlar. Ölümden sonra neleri kaybettiği anlayanlarin gülmeye eğlenmeye vakitleri olmaz.

Kıyâmette olacakların bir kısmını dünyaki tecrübesiyle ile kıyas eden korkar, oradaki yalnızlığı, çaresizliği, güçsüzlüğü düşününce dehşete kapılır.

İşte bütün bunlar akıldan çıkınca da insan işin ciddiyetini unutabilir.

Halbuki Kur’an çok net bir şekilde herkesin bu dünyada yaptıkların, verilen

nimetlerden sorguya çekileceğini haber veriyor. Bu şu demektir: Nimetlere hakkıyla şükredin, İslam üzere yaşayın, ilahi ölçüleri hayatınıza hakim kılın ve hesaba da hazır olun.

فَلَنَسْـَٔلَنَّ الَّذ۪ينَ اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَل۪ينَۙ ﴿6﴾

“Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz.” (A’raf 7/6)

Galiba ümmetlere peygamberlerine inanarak yolundan gidip gitmedikleri, peygamberlere de tebliğ vazifelerini yapıp yapmadıkları sorulacaktır. 

كَلَّا لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَق۪ينِۜ ﴿5﴾ لَتَرَوُنَّ الْجَح۪يمَۙ ﴿6﴾ ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا عَيْنَ الْيَق۪ينِۙ ﴿7﴾ ثُمَّ لَتُسْـَٔلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّع۪يمِ ﴿8﴾

“Gerçek öyle değil! Kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız, (orada) mutlaka cehennem ateşini görürdünüz. Sonra âhirette onu çıplak gözle göreceksiniz.

Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.” (Tekâsür 102/5-8)

Peygamber de, onun ümmeti de Kur’an’a uyup uymamaktan, hükümleriyle amel edip etmemekten sorguya çekilecekler.

فَاسْتَمْسِكْ بِالَّذ۪ٓي اُو۫حِيَ اِلَيْكَۚ اِنَّكَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿43﴾ وَاِنَّهُ لَذِكْرٌ لَكَ وَلِقَوْمِكَۚ وَسَوْفَ تُسْـَٔلُونَ ﴿44﴾

“Öyle ise sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen doğru bir yol üzeresin.

Doğrusu bu Kuran sana ve ümmetine bir öğüttür (hatırlatmadır, ya da şerefdir), ondan sorumlu tutulacaksınız.” (Zuhruf 43/43-44)

Herkes yaptığının hesabını verecek.

تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ وَلَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿134﴾

“Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.” (Bekara 2/134, 141)

Yani siz kendi yaptıklarınızdan sorumlusunuz ve onun hesabın vereceksiniz demektir.

Peygamber’in şu hadisi üzerinde tekrar tekrar tefekkür etmek gerek:

Kıyâmet günü kul, şu dört şeyden hesaba çekilmedikçe ayakları mahşer yerinden ayrılamaz: -Ömrünü nerede haracadığından,

-Gençliğini nerede tükettiğinden ,

-Malını nerden kazanıp nereye harcadığından,

-İlmiyle âmil olup olmadığından.” (Tirmizî, Kıyâme/1 no: 2417. Dârimî, no: 537)

İşte bütün bunlar şaka değil, boş söz değil, öylesine söylenmiş ifadeler değil; birer gerçek. Bunları ciddiye almamak... Umursamamak... Kulak kabartmamak... Alıp kabul etmemek... Gerğini yapmamak...

Ve bu halde ölüp gitmek...

Eyvah ki eyvah... İnsan için bundan daha büyük felaket, daha büyük kayıp, daha büyük pişmanlık olamaz.