Konulu Tefsir'den Örnekler ders serisinden: Kalp (yürek) ve çeşitleri, Kur'an'da selîm kalp kavramı hakkında bir ders.

Hüseyin K. Ece

Hira Hanımlar Ders Grubu

26 Şubat 2019 Salı Amsterdam

İkinci Ders

Kur'an'da kalb-i selîm (devam)

 

-Bir de kalb-i münîb var.

Kur’an’da günahları terketmek, günahtan dolayı bağışlanmayı istemekle ilgili dört tane kavram kullanılıyor.

Bunlar; nedâmet, tevbe, istiğfar ve inâbedir.

İnâbe’ sözlükte; Bir hususta birini diğerinin yerine geçirmek, yerini tutmak, sık sık gidip gelmek, Allah’a rücu’ etmek (dönmek) demektir.

Bunu yapana münîb denir.

Terim olarak; Samimi bir şekilde Allah'a teslim olmak, ona yönelmek ve tövbe etmek, kalbi şüphelerin karanlıklarından, nûra çıkarmaktır.

Gafletten zikre, isyandan itaate, hatadan sâlih amele, nankörlükten şükre, yalandan hakikate dönmektir.

Münîb kalb, günaha tevbe eden, Allah’ın razı olmadıklarından razı olduklarına yönelen kalbtir.

Selîm kalbe geçişin bir basamağı ‘münîb kalp’tir. Allah’a yönelen samimi mü’minler bu tercihleriyle yüreklerini ‘selîm’ yaparlar.

Kur’an’ın (vahyin) amacı da insanlara selîm kalp kazandırmaktır.

Kur’an, Allah sevgisinde ve korkusunda samimi, şirk, küfür, haset, kin, isyan ve nifaktan, Tevhide aykırı inançlardan sâlim, kötü duygulardan, niyetlerden arınmış ve Allah’a yönelen kalbe ‘münîb kalp’ diyor.

Böyle bir yürek; sürekli Allah’ı zikre, Rabbinin ölçülerine, O’nun rızasına, O’nun vereceği karşılığa meyleder.

Tercihi Haktır, Haktan yana olan şeylerdir, hakkaniyettir.

Münîb kalbe “Allah’a adanmış” kalb diye anlayabiliriz.

Kur’an bunu, Allah’a içi titreyerek saygı duyanların ve Allah’a ihlasla yönelenlerin kalbi olarak vurguluyor.

Hayatı anlamlı kılan kalbin yönelişleridir. Kalbin meyli neye ise insan hayatı oraya akmaktadır.

Herkesin yüreği var. O yürek de her zaman bir şeylere meyleder. Kimisi dünyalıklara, daha çok şeye sahip olmaya, zevke sefaya, daha yükseklere çıkmaya, sevdiklerine yönelir.

Bu kadar yönelişler arasında en isabetlisi, en doğrusu, en sahici, en işe yarayanı, en faydalı olan münîb kalblerin yönelişidir.

Çokları kendilerince değerli, sevimli şeylere meylederken, münîb kalb sahipleri Allah’a karşı duydukları huşu’ ve sorumluluk bilinciyle, sevgi ve ideal korku ile yürekten, bilinçli bir şekilde Allah’a, O’na ait olan şeylere yönelirler.

وَاُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّق۪ينَ غَيْرَ بَع۪يدٍ ﴿31﴾ هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ اَوَّابٍ حَف۪يظٍۚ ﴿32﴾ مَنْ خَشِيَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِ وَجَٓاءَ بِقَلْبٍ مُن۪يبٍ ﴿33﴾

“Cennet de takva sahiplerine yaklaştırılır, (onlardan) uzak olmaksızın.

(Onlara şöyle denir:) “İşte bu, size (dünyada) vaad edilmekte olan şeydir.

O, her tövbe eden, O’nun emrini gözeten için, görmediği hâlde sırf saygıdan dolayı Rahmân’dan korkan ve O’na yönelmiş (adanmış) bir kalp (kalb-i münîb) ile gelen kimseler içindir.” (Kaf 50/31-33)

‘Münîb’; bir tarafa yüz çevirmek, tekrar tekrar o tarafa yönelmek manasındaki ‘inâbe’den türemiştir. Buna göre ‘münib’ sözlükte meyleden, yönelen demektir.

Bu yöneliş de tıpku pusulanın ibresine benzer. Siz pusulayı hangi tarafa çevirirseniz çevirin, onun ibresi her zaman aynı yönü, güney kutbunu gösterir.

Kalb-i münib sahibi mü’min de her zaman ve her pozisyonda, iyi veya kötü halde, nimette ve musibette Allah’a yönelir. Hatta işkence altında kalsa bile.

Şu şiir sanki münib kalbi anlatıyor:

 

Muhammed Rasûldur Allah bir dedik
Beş vakit alnımız Mevlâ'ya gider
Hazreti Kur'an-ı Rehber eyledik
İnşaallah yolumuz Mevla'ya gider

Sevaba sebepdir çekilen çile

Yoğrulmuş mayamız merhamet ile
İyilik dileriz düşmana bile
İnşaallah yolumuz Mevlâ'ya gider

Bulunmaz Mevla'nın Rahmet denizi
Silinmez dünyadan bu aşk denizi
Nemrutlar ateşte yaksada bizi
İnşaallah yolumuz Mevlâ'ya gider

Baş eğmeyiz zalimlerin zulmüne
Çekirdekler meyva verir yarına
Kara sevdalıyız Hakk'ın Nuruna
İnşaallah yolumuz Mevlâ'ya gider..
Hasan Dursun

 

  • Arınmış yüreğe sahip olmak

Kur’an İbrahim peygamberi bir kaç yönden övüyor. (Hûd 11/75. Sebe’ 35/9. Bekara 2/130) Onu insanlık için örnek olarak gösteriyor. 

قَدْ كَانَتْ لَكُمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُۚ

“İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır...” (Mümtehane 60/4)

Kur’an hz. İbrahim’in bir duasını söz konusu ederek ebedî bir hakikate dikkat çekiyor. Mahşerde gerçekleşecek olan ilâhi hesapta (mahkemede), insana mal, yani servet, varlıklar, dünyalıklar, saltanat veya makamlar; evlat, yani soy, kabile, aşiret, akrabalar, bağlılar, sahip olunan adamlar hiç bir fayda sağlamayacak.

Ancak oraya selîm bir kalp ile gelmek orada kişiye fayda sağlayacaktır.

Âyetin akışından selîm kalbten sadece âhirette söz edildiği sanılabilir. Bize göre âyet, dünya hayatında sahip olunması gereken kalbe de işaret etmektedir.

Bu dünyada arınmış bir kalbe sahip olmayan orada selîm kalbi nereden bulacak?

Bu hayatta Allah’tan gelen Hakikate teslim olmayan, öldükten sonra, yani ibadetin, isyanın, dünyevî hiç bir aktivitenin olmayacağı âhirette neye teslim olup da selîm yürek sahibi olabilecek?

Zira âhirette amel yok, hesap ve onun sonucu var.

Kişi kalb-i selîme ancak dünyaya ilgi ve ona tutkun eden sevgisinden uzaklaşmaktan geçer. Zira burada infakın dışında, ahirette para ve servet gibi dünyalık şeylerin bir değeri yoktur.

Bu dünyada selîm bir kalbe sahip olanlar, âhirete onunla giderler, faydasını daha çok orada görürler.

Peygamber (sav) bu duruma ulaşmak için şöyle dua ederdi:

“Allahım! Senden işte (dinde) sebat etmeyi, doğruluğa da azmetmeyi istiyorum. Keza nimetine şükretmeyi, sana güzel ibadette bulunmayı, doğru konuşan bir dil ve kalb-i selîm dilerim..” (Tirmizî, Deavât/23 no: 3407)

 

-Kalbi İslâm üzere sabit tutmak

Kalbin değişebileceğini ve yalancı sevgilere kapılarını açabileceğini bilen Peygamber (sav) şöyle dua ederdi: Tâbiûn neslinin âlimlerinden Şehr b. Havşeb, bir gün, müminlerin annesi Ümmü Seleme’ye Peygamberin (sas) en çok yaptığı duayı sordu. Ümmü Seleme bu duanın; “Ey kalpleri bir halde bir hale çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzere sabit eyle!” duası olduğunu söyledi... “Ben; Rasûlullah (sav): “Ey kalbleri evirip çeviren Allahım, kalbimi dininde sabit kıl” duâsını çok yapıyorsun? Rasûlullah (sav) şöyle cevap verdi:

-“Ey Ümmü Seleme! Allah'ın kullarından hiçbir Âdemoğlu yoktur ki, kalbi Allah'ın iki parmağı arasında olmasın. Allah, eğer isterse onu doğrultur, isterse kaydırır.” Râvilerden Muaz; “Allah, bize hidâyet verdikten sonra kalplerimizi kaydırmasından O’na sığınırız” (Âli İmran 3/8) âyetini okudu. (Tirmizî, Daavât/89 no: 3522)

Enes (ra) anlatıyor: Rasûlullah (sav) sık sık: “Ey kalbleri (hâlden hâle) çeviren, kalbimi, dinin üzere sabit kıl” diye duâ ederdi. Kendisine dedim ki:

- Ya Rasûlallah, sana ve bize getirdiğini tasdik ettik. Bu durumda (hâlâ) bizim için korkuyor musun?” Peygamber (sav):

-“Şüphesiz kalbler, Allah'ın iki parmağı arasındadır. Onları, dilediği şekilde çevirir" buyurdu.” (Tirmizî, Kader/7 no: 2140. İbni Mâce, “Ey Allahım, kalbimi dinin üzere sabit kıl” cümlesi ile rivâyet ediyor. Dua/3 no: 3834)

Müslümanlar da kalpleri hidâyetten ayrılmasın, eğrilmesin, şeytana ve bâtıl şeylere meyletmesin, gaflete düşmesin, İslâm üzere sabit kalsın, iman istikametinden şaşmasın, selîm olmaya devam etsin diye bu duayı sürekli tekrar etmelilir.

Günah işlemek kulun kalbinin kirlenmesine ve giderek pas tutmasına sebep olur. Günahın kiri bütün kalbi sardığı zaman kişi hatasını savunmaya başlar ve giderek inkârcı olur. İnkârcılığı devam edenlerin kalpleri hidayete karşı mühürlenebilir.

Ebu Hureyre’nin rivâyetine göre Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor:

“Kul bir günah işlediğinde kalbinde bir leke oluşur. Eğer o hatasından döner, Allah’tan bağışlanma diler ve tevbe ederse kalbi temizlenir. Ama aynı kabahati tekrar işlerse kalbindeki lekenin miktarı artırılır. Hatta zamanla bütün kalbini sarar. İşte bu, Allah’ın şu âyetinde sözü edilen pastır:

كَلَّا بَلْ۔ رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿14﴾

“Hayır. Doğrusu onların kazandıkları şeyler kalblerinin üzerinde pas tutmuştur.” (Mutaffifîn 83/14) (Tirmizî, Tefsir/75 no: 3334)

Günahların temamen kapladığı, ya da pas tutmuş kalpler selîm olma özelliğini kayberderler.

Kirli yürek sahiplerinin de nasıl kötülük yaptıklarına, ne cinayet işlediklerine, ne sapıklıklar icat ettiklerine, ne zulümlere bulaştıklarına insanlık tarihi şâhittir.

Yakîn bir imanı olan müslümanın kalbi; İslâm üzere sabit olmuş (karar kılmış), şirk, ilhad, küfür ve nifaktan kurtulmuş, Hakikate teslim olmuştur.

Kalb-i selîm sahibi olmak, Allah’ın ölçülerine göre yaşamakla, O’nun razı olacağı işleri samimiyetle, ihlasla yapmakla mümkün olur. http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/kalb-i-selim-nedir.

Bu “benim kalbim temiz” iddiasıyla olacak şey değildir.

 

    • Kalb-i selîmi koruyup âhirete öyle varmak

     İnsan önemli olan, kalbte yanlış, bâtıl inanç, hakka uymayan düşünce ve tutkuların yer etmemesidir. Ayrıca o yüreğe hidâyetin yerleşmesi, iman ve tasdîkin kökleşmesi gerekir.

    İslâm ile ma’mur olmayan bir kalp, batıl inançlarla ancak harabeye döner. Böyle bir kalbin selîm (temiz ve arınmış) olması mümkün değildir.

    “İmansız kalan paslı yürek sinede yüktür” diyen M. Akif Ersoy ne kadar da isabetli söylemiş.

    Her müslüman hz. İbrahim’i (as) örnek alarak, onun teslimiyeti gibi İslâm olup selîm kalbe sahip olmalıdır. Bu selîm kalp ile yaşamalı, Rabbine onunla kavuşmalıdır.

    Rabbin’den gafil olan; O’na kulluk yapmayı, yani gereği kadar ibadet etmeyi de ihmal eder, ya da unutur. Allah’ı unutan kimsenin kalbi de yavaş yavaş kirlenmeye başlar.

    Selîm kalbe sahip olmak öncelikle nefis, bir anlamda kalp tezkiyesi ile başlar.

    وَنَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَاۙۖ ﴿7﴾ فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙۖ ﴿8﴾ قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَاۙۖ ﴿9﴾ وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَاۜ ﴿10﴾

    Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran (zekkâhâ) kurtuluşa ermiştir. 

    Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems 90/7-10)

    Nefis tezkiyesi insanın önce; küfür, şirk, ilhad, nifak (münafıklık), dalâlet (sapıklık),  İslâm dışı inançlardan, fikirlerden uzak kalması, bunlardan kalbini ve zihnini temizlemesi ile olur.

    Allah’ı zikir ve tesbih hem kalbi doyurur, hem de selim yapar.

    اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ ﴿28﴾

    “Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d 13/28)

    Kalbi selîm yapan imkanlardan biri de sâlih ameldir, yani Allah’ın emrettiği gibi kulluk yapmaktır. 

    Allah’ın huzuruna kirli, necis bir yürekle çıkmak var; temiz, arınmış, tezkiye olmuş, selîm bir kalp ile çıkmak var. 

    Selîm kalbe sahip olmak hem kulun kendi çabası, hem de Allah’ın lütuf ve ikramıdır. Selîm bir kalbe ulaşan mü’min, İslâm üzere yaşar, imanla Rabbine kavuşur.   

     

    -Âhirette fayda verenler fayda vermeyenler

    Âhirette bazı şeyler fayda vermeyecektir.

    Mesela Allah’tan başkasından şefâat (kayırma, torpil, koruyuculuk) beklemek,  يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا ﴿109﴾

    “O gün, Rahmet sahibi Rahmanın şefâat edilmesine izin verdiği ve sözlerinden hoşnut olduğu kimselerden başkalarına şefaat fayda sağlamayacak;” (Tâhâ 20/109)

    وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُٓ اِلَّا لِمَنْ اَذِنَ لَهُۜ حَتّٰٓى اِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَاۙ قَالَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا الْحَقَّۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ ﴿23﴾

    “Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasına şefâat fayda sağlamayacak. Nihayet onların yüreklerinden korku giderilince: “Rabbiniz ne buyurdu?” diye sorarlar. Onlar da: “Hakkı, doğruları söyledi” derler. Yüce ve büyük olan O'dur.” (Sebe’ 34/23)

    • َاتَّقُوا يَوْمًا لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـًٔا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ ﴿48﴾

    “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.

    Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez. Hiç kimseden bir şefâat kabul olunmaz, fidye alınmaz. Onlara yardım da edilmez.” (Bekara 2/48)

    • يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ ﴿122﴾ وَاتَّقُوا يَوْمًا لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـًٔا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا تَنْفَعُهَا شَفَاعَةٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ ﴿123﴾

    “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.

    Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefâatin (aracılığın) yarar sağlamayacağı ve hiç kimsenin hiçbir taraftan yardım göremeyeceği günden sakının.”  (Bekara 2/122-123)

    • يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خُلَّةٌ وَلَا شَفَاعَةٌۜ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿254﴾

    “Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefâatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir.” (Bekara 2/254)

    Şefâatın hepsi Allah’ın hakkıdır ve onun elindedir ve O’nun izniyle olur. Yani şefâat edecekleri Allah kendisi belirler.

    • فَاِذَا جَٓاءَتِ الصَّٓاخَّةُۘ ﴿33﴾
    • يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ اَخ۪يهِۙ ﴿34﴾ وَاُمِّهِ وَاَب۪يهِۙ ﴿35﴾ وَصَاحِبَتِه۪ وَبَن۪يهِۜ ﴿36﴾ لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْن۪يهِۜ ﴿37﴾

    Kulakları sağır eden o ses geldiğinde; İşte o gün kişi kardeşinden, kaçar. Annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından.” Niçin? Çünkü “O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.” (Abese 80/34-37)

    Şu âyette konu bir daha vurgulanıyor:

    • وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا يَوْمُ الدّ۪ينِۙ ﴿17﴾ ثُمَّ مَٓا اَدْرٰيكَ مَا يَوْمُ الدّ۪ينِۜ ﴿18﴾ يَوْمَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِنَفْسٍ شَيْـًٔاۜ وَالْاَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلّٰهِ ﴿19﴾

    “Hesap Günü nedir bilir misin? Ve bir kez daha: Hesap Günü nedir bilir misin? Hiçbir insanın başka birine zerre fayda sağlayamayacağı bir Gün(dür o): Çünkü o Gün (açık seçik görülecektir ki) emir (söz, hâkimiyet) yalnız Allah'a aittir.” (İnfitâr 82/17-19)

    Âyet gayet açık: Hiç kimse başkasına zerre kadar fayda sağlayamayacak.

     

    hesap günü gerçeği gördükten sonra özür dilemek;

    فَيَوْمَئِذٍ لَا يَنْفَعُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَعْذِرَتُهُمْ وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ ﴿57﴾

    “O gün zulmedenlere mazeretleri fayda sağlamaz, Allah’ı razı edecek amelleri işleme istekleri de kabul edilmez.” (Rûm 30/57)

    يَوْمَ لَا يَنْفَعُ الظَّالِم۪ينَ مَعْذِرَتُهُمْ وَلَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ ﴿52﴾

    “O gün zalimlere, özür dilemeleri hiçbir fayda sağlamaz. Artık lânet de onlarındır, kötü yurt da onlarındır.” (Mü’min 40/52)

     

    veya iman etmek;

    قُلْ يَوْمَ الْفَتْحِ لَا يَنْفَعُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ا۪يمَانُهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ ﴿29﴾

    “De ki: Fetih (ve hüküm) gününde inkârcılara (o gün ettikleri) imanları fayda vermeyecek ve kendilerine mühlet de tanınmayacaktır.” (Secde 32/29)

     

    Pişmanlık;

    حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَنَا قَالَ يَا لَيْتَ بَيْن۪ي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ فَبِئْسَ الْقَر۪ينُ ﴿38﴾ وَلَنْ يَنْفَعَكُمُ الْيَوْمَ اِذْ ظَلَمْتُمْ اَنَّكُمْ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ ﴿39﴾

    “Sonunda Bize gelince arkadaşına: "Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arasındaki kadar uzaklık olsaydı, sen ne kötü arkadaş imişsin!" der.

    Nedametin bugün size hiç faydası dokunmaz; zira haksızlık etmiştiniz, şimdi azabda ortaksınız.” (Zuhruf 43/38-39)

     

    evlat ve yakınlar;

    لَنْ تَنْفَعَكُمْ اَرْحَامُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْۚۛ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۚۛ يَفْصِلُ بَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ ﴿3﴾

    “Yakınlarınız ve çocuklarınız size asla fayda vermeyecektir. Kıyâmet günü Allah aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Mümtahine 60/3)

    • لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿17﴾

    “Onların malları da oğulları da Allah'a karşı kendilerine bir fayda vermez. Onlar cehennem ehlidirler. Orada ebedi kalacaklardır.” (Mücadile 58/17)

    • اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿116﴾

    “İnkâr edenler var ya, onların malları da evlâtları da Allah'a karşı kendilerine hiç bir fayda sağlamayacaktır. İşte onlar, cehennemliklerdir; onlar orada ebedî kalacaklardır.”(Âli İmran 3/10, 116)

     

    Ama Kıyâmette, hesap gününde;

    sâdıklara/sıddîklere, sâdık (doğru ve tasdîk edici) olmalarının, dünyada olduğu gibi faydası olacaktır.

    قَالَ اللّٰهُ هٰذَا يَوْمُ يَنْفَعُ الصَّادِق۪ينَ صِدْقُهُمْۜ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ ﴿119﴾

    “Allah, şöyle diyecek: “Bugün, doğrulara (sâdıklara), doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür.” Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu büyük başarıdır.” (Mâide 5/119)

    Ayrıca Allah katına güzel sözler ve sâlih ameller yükselir. İnsanların iddiaları, sahip oldukları dünyalıklar, övündükleri makamları ve benzerleri değil.

    مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعِزَّةَ فَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ جَم۪يعًاۜ اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُۜ وَالَّذ۪ينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّـَٔاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ وَمَكْرُ اُو۬لٰٓئِكَ هُوَ يَبُورُ ﴿10﴾

    “Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır. O'na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah'a amel-i sâlih ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulur.” (Fâtır 35/10)

    “Güzel sözler; başta kelime-i tevhid ve kelime-i şehâdet, olmak üzere Allah’ın ve Peygamberin öğrettiği gibi tesbih, tekbir, Allah’ı zikir, dua, istiğfar, Kur’an okumak, güzel ve nasihat içerikli söz söylemek gibi şeyleri hepsini kapsar.”

    Tabi ki Allah’ın huzuruna, Hesap Gününe selîm bir kalb ile gelmek fayda verecektir.

    Yapılacak olan Peygamber (sav) gibi Vahye uymak, Allah’ın huzuruna selim kalp ile gitmektir,

    • قُلْ مَا كُنْتُ بِدْعًا مِنَ الرُّسُلِ وَمَٓا اَدْر۪ي مَا يُفْعَلُ ب۪ي وَلَا بِكُمْۜ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ وَمَٓا اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ ﴿9﴾

    “De ki: “Ben türedi bir peygamber değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkaf 46/9)

     

-Arınmış kalp ve servet ilişkisi

Gerçek şu ki, insanın bütün bir ömür peşinden koştuğu, emek verdiği, değer verdiği, hatta kutsadığı serveti ve evlatları -eğer hakkı verilmemişse- yarın kıyâmet günü hiç bir fayda sağlamayacak.

Servetleriyle şımaranlar, yani Kur’an’ın mütref dediği kimseler zengin olmanın üstünlük olduğunu, mallarının kendilerini kurtaracağını, dünyada dilediklerini yaşamalarını sağladığını zannederler. Bunların selîm kalbe sahip olmak diye bir dertleri yoktur. Ama daha çok servete, daha çok güce sahip olmak diye bir dertleri vardır.

Böyleleri kendilerine gelen Allah’ın elçilerini inkâr ederler ve arkasından da şunu eklerler:

وَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَذ۪يرٍ اِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَٓاۙ اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ ﴿34﴾ وَقَالُوا نَحْنُ اَكْثَرُ اَمْوَالًا وَاَوْلَادًاۙ وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ ﴿35﴾

…“Servet ve çocuk olarak biz (sizden daha) güçlüyüz ve (bu gücümüz sayesinde) azaba uğratılmayacağız.”

De ki: “Rabbim dilediğine bol rızık verir, (dilediğine) az: fakat insanların çoğu (Allah'ın yol ve yöntemlerini) anlamazlar.” (Sebe’ 34/35-36)

“Bu (itiraz) öncelikle hayatta değerli olan tek şeyin maddî kazanç sağlamak olduğu; ikinci olarak da, maddî anlamda başarılı bir hayatın kişinin “doğru yolda olduğu”nun bizzat kanıtı olduğu şeklindeki anlayışına karşıdır. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/880)

Halbuki Kur’an kişiyi Allah’a yaklaştıracak, onu elim azaptan kurtaracak sebebin başka bir şey olduğunu söylüyor.

وَمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْ بِالَّت۪ي تُقَرِّبُكُمْ عِنْدَنَا زُلْفٰٓى اِلَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًاۘ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ جَزَٓاءُ الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ اٰمِنُونَ ﴿37﴾

“Sizi Bize yaklaştıracak olan, ne zenginliğiniz, ne de çocuklarınızdır: yalnızca iman edip doğru ve yararlı işler yapanlar (sâlih amel işleyenlere) (Bize yakın olabilirler). Bu (gibi)leri, yaptıklarından dolayı çeşit çeşit ödüller beklemektedir ve onlar (cennet) köşkler(in)de (huzur ve) güven içinde yaşayacaklardır.” (Sebe’ 34/37)

Bu âyet hem bu gerçeği haber veriyor, hem de konumuz olan “(O gün) ancak kalb-i selîm ile gelmek fayda verir” âyetini destekliyor.

İnsanı bu dünyada Allah’a yaklaştıracak şey, ne maldır, ne de evlattır, ne de diğerleri. İnsanı Allah’a sadece iman ve sâlih amel, bir anlamda takva duygusu, yani Allah’ı hesaba katarak hareket etme, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle davranma yaklaştırır.

Allah (cc) şöyle buyuruyor:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿35﴾

“Ey iman edenler! Allah’tan ittika edin (korkup-sakının) ve O’na (yaklaşmaya) vesîle arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa (felâha) eresiniz.” (Mâide 5/35)

Diğer taraftan Kur’an’a göre dünyalıklar, mallar ve evlatlar bir övünme sebebi değil, bir denemedir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَخُونُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُٓوا اَمَانَاتِكُمْ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿27﴾ وَاعْلَمُٓوا اَنَّمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۙ وَاَنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ۟ ﴿28﴾

“Ey iman edenler! Allah’a ve Elçisine hainlik etmeyiniz ki, bile bile kendi emânetlerinize hıyanet etmiş olmayasınız.

Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir. Büyük mükâfat Allah katındadır.” (Enfal 8/28. Bir benzeri: Teğâbun 64/15)

Müslümana yakışmayacak huylardan iki tanesi de yalan ve hainliktir. (Ahmed b. Hanbel, 5/252) Ancak o, geçim derdiyle uğraşırken, dünya işleri meşgul olurken böyle bir gaflate düşebilir.

Mü’min bilmelidir ki mal ve evlatlar onun için Kur’an’ın deyimi ile belâ (deneme) ve imtihandır. Ancak en büyük ecir (mükafat), en uygun karşılık Allah’ın yanındadır. O’nun verdiğini kimse veremez, O’nun kazandırdığını kimse kazandıramaz.

Öyleyse müslüman mala ve evlada meftun olup (tutkun, bağımlı) olup Allah’a bıyanet tehlikesine düşmez, bu büyük ecirden kendini mahrum etmez.

Bir müslümanın dünya hayatındaki hedefini şu kıt’a özetliyor.

“Sanman taleb-i devlet ü câh etmeye geldik 

Biz âleme bir Yâr için âh etmeye geldik.” Yenişehirli Avnî

Yani, “biz bu dünyaya sanmam ki güç/saltanat ve makam elde etmeye geldik. Biz bu dünyaya olsa olsa tek bir Yâr için âh etmeye, bir tek sevgiliyi sevmeye  geldik.”

 

  • Arınmış kalp ve kalıcı ameller ilişkisi

Konumuz olan âyette, kıyâmette hesap zamanında kişiye malı veya çocuklarının değil, selîm kalp ile yaşayıp, onunla Allah’ın huzuruna varması fayda vereceği, burada ise insan için kalıcı ve değerli olanın sâlih amel olduğu söyleniyor.

Kur’an, insanları aldatan ve oyalayan dünya hayatının fâni olduğunu, mal ve evlatların da bu dünyanın süsü olduğunu, ancak kısa bir süre sonra bunların insanın elinden çıkacağını, asıl kalıcı ve hayırlı olanın, sevap kazandıranın ise sâlih ameller olduğunu haber veriyor.

Kur’an’da iki âyette “bakiyatü’s-salihât” ifadesi geçmektedir.

اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ اَمَلًا ﴿46﴾

 “Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; sürekli kalan iyi işler (bâkiyâtü’s-sâlihât) ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha layıktır.” (Kehf 18/46. Meryem 19/76)

Hayırlı davranışların, yani sâlih amellerin Allah katındaki değeri ve karşılığı, insanların dünyada övünüp durdukları, oyalanıp durdukları şeylerden daha üstündür. İnsana güzel sonuçlar ve ödüller kazandırması açısından daha önemlidir. Zira sâlih ameller âhirete intikal eder. Sahibini orada kurtarır ve sonsuza dek fayda sağlar.

Ancak insanların bu dünyada sahip oldukları mal ve servet, makam ve rütbeler ölümle beraber onları terkederler. Üstelik insan bütün bunların hesabanı da âhirette verecek. 

Allah’ın yanında neyin daha değerli, dolaysıyla neyin insan için daha hayırlı olduğunu şu âyet de haber veriyor:

قُلْ مَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ مِنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ ﴿11﴾

“… De ki: Allah katında olan, bütün geçici eğlencelerden (oyalanmalardan) ve bütün (maddi) kazançlardan daha hayırlıdır…” (Cumua 62/11)

Kâfirleri malları ve evlatları ahirette onlara bir fayda sağlamaz.

 اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمْ وَقُودُ النَّارِۙ ﴿10﴾

“İman etmeyenlere gelince, ne dünya malları ne de çocukları Allah'a karşı onlara en ufak bir fayda sağlamaz: İşte onlardır ateşin yakıtı olanlar!” (Âli İmran 3/10)

اِتَّخَذُٓوا اَيْمَانَهُمْ جُنَّةً فَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ فَلَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ ﴿16﴾ لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿17﴾

Onlar yeminlerini kalkan yapıp (insanları) Allah’ın dininden alıkoydular. Bunun için onlara alçaltıcı bir azap vardır.

Onların malları da oğulları da Allah'a karşı kendilerine bir fayda vermez. Onlar cehennem ehlidirler. Orada ebedi kalacaklardır.” (Mücâdile 58/17)

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿116﴾

“İnkâr edenler var ya, onların malları da evlâtları da Allah'a karşı kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. İşte onlar, cehennemliklerdir; onlar orada ebedî kalacaklardır.” (Âli İmran 3/116)

Mal ve evladın dünya hayatının süsü olmasını sebebi, malın güzel ve faydalı olmasından, çocukların da güç ve savunma kaynağı olmalarındandır.

Ancak mal ve evlatlar bu hakir ve fâni dünyanın süsüdür. (Kehf 18/46)

O bakımdan onların arkasından koşturmak, onlara tabi olmak doğru değildir.

Bu âyet, zenginlik ve kendilerine göre şerefleriyle böbürlenenlere bir cevaptır. Âyet, dünya hayatını süsü olan şeylerin çerçöp gibi gelip geçici olduğunu, kalıcığı olmayan bir aldanış olduğunu haber veriyor.

Ancak baki kalacak olan tıpkı Peygamberin şerefli sahabelerinin yaptığı gibi iman ve sâlih amellerdir. Bunlar Allah katında daha değerli, sevap bakımından da daha hayırlıdır.

Bu ifade اَصْحَابُ الْجَنَّةِ يَوْمَئِذٍ خَيْرٌ مُسْتَقَرًّا وَاَحْسَنُ مَق۪يلًا ﴿24﴾

“o gün cennetliklerin kalacakları yer çok hayırlı ve dinlecekleri yer çok güzeldir” (Furkan 25/24) âyetine benziyor.

 

-Kimliği korumada dinamikler

 Bugün içinde bulunduğumuz modern hayatta İslâmî kimliği koruma, selîm bir kalbe sahip olma, müslümanca yaşama oldukça zor. Zor ama başarmak zorundayız. Bütün zorluğuna rağmen, çaba göstererek, fedakârlık yaparak, sabrederek ihlasla rabbine kulluğunu yapanlara aşkolsun.

Kimliğimiz korumada, bir başka deyişle müslümanca yaşamada daha dikkatli olmamıza yardımcı olacak üç tane dinamikten söz edebiliriz: Akl-ı selîm, zevk-i selîm ve kalbi selîm.

 

1-Akl-ı selîm:

Herkesin aklı var ama İslâmın insnlardan istediği akl-i selîmdir.

Sâlim, sağlam, doğru, kusursuz işleyen bir akıl, sağ duyu. Bu akıl anlayan, idrak eden, muhasebe yapan ve sonunda teslim olan akıldır.

Bu akıl, Kur’an’ın kullanılmasını istediği akıldır.

كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ۟ ﴿242﴾

“Akledesiniz diye Allah size âyetlerini böyle açıklamaktadır.” (Bekara 2/242. Âli İmran 3/118)

اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الصُّمُّ الْبُكْمُ الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ ﴿22﴾

“Şüphesiz, yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan (gerçeği görmeyen) sağırlar, dilsizlerdir.” (Enfal 8/22)

اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَٓا اَوْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۚ فَاِنَّهَا لَا تَعْمَى الْاَبْصَارُ وَلٰكِنْ تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّت۪ي فِي الصُّدُورِ ﴿46﴾

“(Seni yalanlayanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette akledecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (Hacc 22/46 vd.)

Dinin korunmasını istediği beş ana emânetten biri işte bu akıldır.

Bu akıl vahya dayanarak hakikati anlar, Kur’an’a ve Sünnete muhalefet etmez, iyi muhakeme yapar ve en isabetli kararları verir. Vahye dayalı olarak rehberdir/kılavuzdur, ışığını vahiyden alan nurdur, gücünü vahiyden alan bir gözdür.

Vahiyle barışık, ya da vahya dayalı düşünen akıl özgündür ve özgürdür. Hakikate, hikmete, insana ve onun maslahatına hizmet eder. Tersi insan ve toplum için felakettir.

Selîm akıl; kalbin, selîm kalbin ruhudur, işlevidir.

Bu akıl aynı zamanda tefekkür, tezekkür, tedebbür, tefekkuh ve teakkul merkezidir. Allah (cc) bu aklı insana hayatını kolaylaştırsın, her şeyi anlasın, düşünsün, ama özellikle kendisinden gelen hakikati idrak etsin diye verdi.

Selim akla sahip olanlar, ya da aklını kullananlar İslami kimliğini daha iyi korurlar.

 

2-Zevk-i selîm:

Herkesin zevki vardır ama İslâmın insanlardan istediği zevk-i selîmdir.

Yani, ister eşyada, ister davranışlarda güzeli çirkinden temyiz edebilme kabiliyeti. İncelik, nezâket, nezahet, zerâfet, letâfet, güzellik, iyilik etme, edebî, estetik ve sanat görüşü olan, ruhu okşayan bir zevk.

Zevk-i selîm; naif, nazik, nezih, sıcak, fazilete düşkün, edebe uygun duyguların toplamı. İnce, duyarlı ve hassas bir zevk.

Zevk-i selîm sahipleri, çirkinlikten, kabalıktan, barbarlıktan, bedevilikten, zulümden, edepsizlikten, zevksizlikten,  uzaktır.

İslâm aynı zamanda her şeyde güzelliği tavsiye eden bir dindir. Güzel olan yapmaya ihsan, güzelliği yapanlara da muhsin diyor. Muhsinler, yaptıkları her şeyi güzel, en iyi, en estetik yapmaya çalışırlar.

Onlar özellikle davranışlarını ve ibadetlerini, sonra da günlük işlerini güzelleştiriler.

Yani müslümanlar zevk-i selîm sahibidirler. Yani onlan meşru olan şeylerden, Allah rızasının olduğu işlerden amellerden, kendilerine ölümden sonra fayda sağlayacak eylemlerden zevk alırlar.

Onlar ebedi sürecek bir zevkin peşindedirler.

Diğer zevk sahipleri gibi günah olan, zararlı olan, geçici olan, Kur’an “oyun-

oyalayıcı” dediği şeylerden değil.

 وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ لَعِبٌ وَلَهْوٌ ... {32}

“Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir oyalayıcıdır (eğlencedir) …” (En’am 6/32. Muhammed 47/36)

Âhiret hayatını ve orada olacakları kabul etmeyneler bu dünyada zevkleri, iştahları, nefisleri için yaşarlar.

 ذَرْهُمْ يَأْكُلُواْ وَيَتَمَتَّعُواْ وَيُلْهِهِمُ الأَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ {3}

“Bırak onları zevklensinler (yararlansınlar); emelleri onları oyalayadursun. İleride (gerçeği) bilecekler.(Hıcr 15/3)

Bura meta’ kelimesinin fiil hali kullanılıyor.

İnsan bir şeyi üç amaç için yapar: Ya zevk aldığı için,

ya çıkarı olduğu için,

ya da o şey hayr olduğu için.

Müslüman hayr olan amacı tercih eder. Böylece her üç amacı da gerçekleştirir.

Bu anlamda sâlim zevke sahip olmak, her yerde, özellikle modern toplumlarda İslâmî kimliği korumda bir imkandır, bir dinamiktir.

 

3-Kalb-i selîm:

Herkesin kalbi/yüreği vardır ama İslâmın insanlardan istediği kalb-i selîmdir.

Bu hem imanla dolu, hem de müslümanı İslâmı hayatına hakim kılmada bir dinamiktir.

Evham, şüpheler, vesveseler, dünyalık korkular, kaygılar, manevi marazlardan azâde bir kalb,

takva, huşu’, yakîn iman, sevgi ve ihtiram, sorumluluk ve hikmet dolu, tezkiye olmuş, itminana ulaşmış, sekine ile sevinmiş, ümit dolu bir kalb,

her türlü, rics, kir, kin, şekk, riya, nifak, şirk, hiyanet, gaflet, olumsuz şehvet, unutkanlık ve ürpermemekten uzak bir kalb.

Müminin kalbi, selim olan kalptir. Kalb-i selîm, Allah’a teslim olup selâmet bulmuş kalbtir. Kalb-i selîm, Peygamberin (sav) “Allah’tan korkan, tertemiz kalbtir. Bu kalpte günah arzusuna, zulme, kine, hasede yer yoktur” (İbn Mâce, Zühd/24) şeklinde tarif ettiği yürektir.

“Kalbini yalnızca imana tahsis eden, kalbini selîm, dilini sâdık, nefsini doymuş, ahlâkını düzgün kılan… kişi kurtuluşa erer.” (Ahmed bin Hanbel, 5/147)

Buna gör müslümanın akl-i selîme, sonra kalb-i selîme, bunların şekillendirdiği zevk-i selîme sahip olmaları gerekir.

 

-Son söz

Allah’a selîm kalp ile gidenler felah bulacaklar (kurtulacaklar).  Bir de  ‘bâkıyâtü’s-sâlihât’ sahipleri.

Bâkiyâtü’s-sâlihât, Allah’ın katında insanların değer verdiği şeylerden daha hayırlı ve sonuç bakımından daha kazançlıdır. İnsanı Allah’a yaklaştıran imkanlardan biri de sâlih amellerdir.

Zaten selîm kalbe sahip olmak imandan sonra sâlih amel işlemektir.

Kişiyle birlikte âhirete gidecek olan da, onun yanında kalıcı olan da işte bu sâlihâttır.

Allah (cc) insanların çuluna, mülkiyetine, makamına, ünvanına, mesleğine, mensubiyetine, iddalarına değil; adam gibi adam olduğuna değer verir.

Peygamber (sav) bu gerçeği şöyle haber veriyor:

“Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz, fakat sizin kalplerinize (niyetlerinize) bakar (değer verir).” Sonra göğsünü işaret etti.”  (Müslim, Birr 10/33 no: 6572, Ahmed b. Hanbel 2/285) ”  İbn Mâce bunu “… fakat amellerinize ve kalplerinze bakar” şeklinde rivâyet ediyor. Zühd/9 no: 4143)  

Sonuçta dünyada sahip olunan hiç bir şey ölüme veya ölümden sonrasına fayda vermediği  açıktır. Selîm bir kalbe sahip olmak hariç.

Mü’minler şu duayı dillerinden düşürmezler:

رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةًۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ ﴿8﴾

“Rabbimiz, bizi hidâyete erdirdikten sonra kalblerimizi kaydırma ve bize katından bir rahmet bağışla. Şübhesiz bağışı en çok olan Sensin Sen. (Âl-i İmrân 3/8) 

“Rabbim! Beni Sana çok şükreden , Seni çok zikreden, Senden çok korkan, Sana itaat eden, Sana saygı gösteren, Sana yönelen (münîb) ve Sana tevbe eden kul yap...” (İbni Mâce, Dua/2 no: 3830. Tirmizî, Deavât/114 no: 3551)      

11.02.2019

Zaandam

 

 

 

 

Kur’an’da kalb-i selîm kavramı 2 ile ilgili çalışma test soruları:

 

Test 3

 

1-“Ey Allahım Senden emrin konusunda sebat, aklı başında hareket etme konusunda azimet isterim, nimetlerine şükretmeyi isterim, sâdık (doğru) olan bir lisan ve ‘selîm bir kalp’ isterim.” Bu cümller hakkında hangisi yanlış?

a-Peygamberimiz bile Allah’tan kalb-i selîm istiyor. Dolaysıyla bizim de istememize işaret ediyor,

b-Kalpler değişebilir, dönebilir. O yüzden Peygamber gibi dua etmeli,

c-Peygamber geçmiş ve gelecek günahları affedilen bir kimsedir. Kalbi sağlamdır, sabittir. O yüzden böyle dua etmesine gerek yoktur.

 

2-Hangisi kalb-i selîm hakkında yanlıştır?

a-Manevi hastalıklardan, aşırı mal ve evlat sevgisinden uzak, iman esaslarına samimiyetle inanmış, manen sağlıklı kalb.

b-İçinde günaha ait bir istek bulunmayan, Allah’ın korumaya aldığı kalb.

c-Dünyaya, fâni değerlere ait tutkulara, Allah sevgisi ve korkusundan başkasına yer vermeyen, Kur’an’a göre maraz olan şeylerden uzak kalb.

 

3-Hangisi yanlış?

a-Kalbin selîm olması; onun küfür, şirk, nifak, şüphe, kin, haset, aşırı tutku gibi imana ve İslâm ahlâka aykırı şeylerden uzak olmasıyla mümkün,

b-Herkes kendini daha iyi bilir ya, bir kimse “benim kalbim temiz” diyorsa, selîm kalp taşıyor demektir,

c-Selîm kalb, iman nuruyla dolu için berrak/billur bir abajur gibidir. Mü’min bu nûr ile doğruyu eğriden, hakkı bâtıldan, helâli haramdan ayırdeder.

 

4-Günahları terketmek, günahtan dolayı bağışlanmayı istemekle ilgili dört kavram kullanılıyor. Şu sıralamalardan hangisi en isabetlidir?

a-Nedâmet (pişmanlık), tevbe, istiğfar ve inâbe (Allah’a yönelme),

b-Tevbe, inâbe (Allah’a yönelme), nedâmet (pişmanlık) ve istiğfar,

c-İnâbe (Allah’a yönelme), istiğfar, tevbe ve nedâmet (pişmanlık).

 

5-İhlasla Allah'a teslim olmak, ona yönelmek, gafletten zikre, isyandan itaate, nankörlükten şükre, yalandan hakikate dönmektir.

Bu neyin tarifidir?

a-Tevbenin,        b-İstiğfarın,        c-İnâbenin

 

6-Kur’an’a göre münîb ne demektir?

a-Her zaman ve her durumda, özellikle hata/günahtan sonra Allah’a yönelen,

b-Bir erkek tv. sunucusunun ön adı,

c-Allah’ın nimetlerine çok çok şükreden kimse.

 

7-Hangisi “münîb kalb” hakkında yanlış?

a-Münîb kalb, günaha tevbe eden, Allah’ın razı olmadıklarından razı olduklarına yönelen, Allah sevgisinde ve korkusunda samimi kalbtir,

b-Münîb kalb, tıpkı selîm kalb gibi; Tevhide aykırı inançlardan sâlim, kötü duygulardan arınmış ve Allah’a yönelen kalbtir,

c-Tıpkı Peygamber gibi zemzem suyuyla yıkanmış, ya da üzerine okunup üflenen kalbtir.

 

8-Hangisi “münîb kalb” hakkında yanlış?

a-Bağlı bulunduğu grup, cemaat tarafından “bu adamın kalbi temizdir” diye verilen roparla tescil edilmiş kalb,

b-Kalbi münîb olan mü’min de her zaman iyi veya kötü halde, nimette ve musibette, baskı altında bile tıpkı pusulanın ibresi gibi Allah’a yönelir,

c-Herkeste kalb var. Yürek de her zaman bir şeye meyleder. Bu yönelişler arasında en isabetlisi, en doğrusu, en faydalısı münîb kalblerin yönelişidir.

 

9-Hangisi yanlış?

a-Allah (cc) hz. İbrahim’i de tıpkı hz. Muhammed gibi müslümanlara “üsve-i hasene” diyerek örnek gösteriyor,

b-Hz. İbrahim’in örnekliğinin bir yönü de onun selîm bir kalb ile yaşaması ve Allah’a bu kalb ile varmasıdır,

c-Hadise göre “kalpler Allah’ın elindedir, O dilediğini yapar”, öyleyse insanın bu konuda yapacağı hiç bir şey yoktur.

 

10-Hangisi yanlış?

a-Bir müslüman beş vakti kılıyor, Ramazan orucu tutuyor, Kur’an okumayı biliyor, bir de hacı ise “selîm kalb” için dua etmese de olur,

b-Mü’min, kalbi hidâyetten sapmasın, şeytana ve bâtıl şeylere meyletmesin, gaflete düşmesin, İslâm üzere sabit kalsın diye dua eder,

c-Tevbe edilmeyen günah kalbin kirlenmesine ve paslanmasına yol açar. Günah kiri bütün kalbi sararsa kişi hatasını savunmaya başlar ve giderek inkârcı olabilir.

 

 

Test 4

 

1-Hangisi yanlış?

a-Kalblerin pas tutması garip bir ifade. Yürek demir midir ki paslansın?

b-Pas tutmuş kalpler selîm olma özelliğini kaybeder, kirlenir. Kirli yürek sahiplerinin de nasıl kötülük yaptıklarına tarih şâhittir.

c-Kalb-i selîm, Allah’ın ölçülerine göre yaşamakla, sâlih amelleri samimiyetle yapmakla mümkün olur.

 

2-Nefis (kalb) tezkiyesi ne demektir?

a-Bir yetkilinin/kurumun “bu kişi nefis eğitim dersleri almıştır” diye verdiği sertifika,

b-Türkiyede askerliğini bitirenlere verilen tezkere gibi bir şey,

c-Nefsi (kalbi) İslâma uymayan inanç, görüş, fikir, aşırı tutkulardan, mal sevgisinin yükünden, günah kirlerinden arındırmak, kalbi selîm yapmaktır.

 

3-“Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla (zikirle) huzur bulur.”

a-Bu bir hadistir, b-Bu bir âyettir, c-Yerinde söylenmiş bir sözdür

 

4-Hangisi yanlıştır?

a-Selîm kalbe sahip olmak hem kulun kendi çabası, hem de Allah’ın lütuf ve ikramıdır,

b-Allah’tan başkasından şefâat (torpil, aracılık) beklemek, âhirette iman etmek veya özür dilemek, pişmanlık, evlat/mal orada fayda vermez,

c-Kişi bu dünyada birine bağlanırsa, teslim olup ölene kadar ona hizmet ederse, o da kendisine bağlananı orada şefâat edip kurtarır.

 

5-Şefâat hakkında hangisi doğru?

a-Şefâat, Allah’ın yanında hatırı olan birinin kişiyi hesabın zorluğundan kurtarması, ya da kurtulması için aracılık etmesidir,

b-Şefâat, bir çeşit torpil ve adam kayırmadır. Bu dünyada peşine gidilenler, hesap günü onlara yardımcı olacaklar,

c-Şefâatin tümü Allah’a aittir. O (cc), şefâatini onu hak edenlere gösterecektir. Peygamberin şefâatı onun ümmete duası diye anlaşılabilir.

 

6-Kur’an’a göre hangisi yanlış?

a-Kıyâmette mal ve çocuklar, makam ve rütbeler fayda vermez, ama selîm kalb ile oraya varabilmek fayda verir,

b-Kıyâmette sağlam iman, bu imanın gereği sâlih ameller (bâkıyatü’s-salihât) ve Allah’ın rahmeti fayda verir.

c-Bu dünyada iyi bir makamı olmak, hoca, üstad, hacı, şeyh ünvanı almak, seyyidlerden (hz. Hüseyin’in soyundan) olmak âhirette de işe yarar.

 

7-“Allah, şöyle diyecek: “Bugün, doğrulara (sâdıklara), doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür.” Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu büyük başarıdır.” (Mâide 5/119) Buradaki sâdıklar kimlerdir?

a-Peygamber zamanında müslüman olup İslâma çok hizmet eden bir kabilenin adı ve fertleri,

b-Elindeki nimetlere hakkıyla şükreden ve infak eden mü’minler,

c-Allah’tan gelenleri tasdîk eden, özü ve sözü doğru, amelleriyle imanını doğrulayan mü’minler.

 

8-“Ey iman edenler! Allah’tan ittika edin (korkup-sakının) ve O’na (yaklaşmaya) vesîle arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa (felâha) eresiniz.” (Mâide 5/35) Bu âyete göre mü’mini Allah’a yaklaştıracak “vesile” ne olabilir?

a-İman, sâlih amel, cihad (din için çalışma) ve selîm/münîb kalb,

b-Kur’an hafızlarına, hacılara, müftülere akraba veya arkadaş olmak,

c-Bir şeyh bulup ona biat etmek, onun elinden tutmasını beklemek.

 

9-Hangisi doğru bir hükümdür?

a-Sâlih amel veya selîm bir kalbe sahip olmak Allah katında bütün geçici eğlencelerden ve bütün (maddi) kazançlardan daha hayırlıdır,

b-Mal ve evlat bu fâni dünyanın süsüdür. Kim bu süslerdan mahrum kalırsa, âhiretteki hesabı çok çetin olur,

c-İman etmeyenlere gelince; ne malları ne de çocukları Allah'a karşı onlara en ufak bir fayda sağlamaz.

 

10-Hangisi akl-ı selîm (sağduyu) hakkında yanlıştır?

a-Selîm akıl; selîm kalbin ruhudur, işlevidir. Bu akıl aynı zamanda tefekkür, tezekkür, tedebbür, tefekkuh ve teakkul merkezidir,

b-Herkeste akıl vardır ama İslâmın insandan istediği selîm akla sahip olmasıdır,

c-Selîm akıl, bu hayatta işini bilen, gemisini yüzdüren, ticaret ve yatırımda başarılı yapan, köşeyi döndüren akıldır.

 

11-“Eşyada, davranışlarda güzeli çirkinden temyiz edebilme kabiliyeti. İncelik, nezâket, zerâfet, letâfet, güzellik, edebî, estetik ve sanat görüşü olan, ruhu okşayan bir ve kalıcı zevk.”  Bu neyin tarifidir?

a-Kalb-i selîm’in, b-Ruh-u selîm’in, c-Zevk-i selîm’in.