Kâria Sûresi tefsiri etrafında bir online ders

Hüseyin K. Ece

06 Aralık 2020

22 Rebiu’l-âhir 1442 Zaandam

Selâm-Dortmund

 

  • بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ

الْقَارِعَةُ {1} مَا الْقَارِعَةُ {2} وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْقَارِعَةُ {3} يَوْمَ يَكُونُ النَّاسُ كَالْفَرَاشِ الْمَبْثُوثِ {4} وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ الْمَنفُوشِ {5} فَأَمَّا مَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ {6} فَهُوَ فِي عِيشَةٍ رَّاضِيَةٍ {7} وَأَمَّا مَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ {8} فَأُمُّهُ هَاوِيَةٌ {9} وَمَا أَدْرَاكَ مَا هِيَهْ {10} نَارٌ حَامِيَةٌ {11}

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile...

1-Kâria (Şiddetlice çarpan!)

2-Nedir o Kâria (şiddetlice çarpan)?

3-O Kâria’nın (şiddetlice çarpanın) ne olduğunu sana ne bildirdi?

4-O gün insanlar, darmadağın pervâneler gibi olacak.

5-Dağlar da atılmış renkli yünler gibi olacak.

6-İşte kimin tartıları ağır gelirse;

7-Artık o, hoşnut (kalacağı) bir yaşayıştadır.

8-Fakat kimin de tartıları hafif gelirse,

9-Artık onun anası (varacağı yer), Hâviye’dir.

10-Onun ne olduğunu sana ne bildirdi?

11-(O) çok sıcak bir ateştir.”

 

KONUSU

Sûrenin iki önemli konusu var:

1-Son Saat gerçeği.

 2-Hesap. Amellerin iyi veya kötü karşılığının mutlaka verileceği ve bunun sonucu

Her yolcunun bir yolu, her yolun da bir sonu vardır. Dünya da insan gibi yolcudur. Onun da yolculuğu günün birinde bitecek. (İslâmoğlu, M. Sûrelerin Kimliği, s: 484)

Allah’tan başka her şey fani. Ancak dünyanın sonu hayatın sonu değil, başka bir hayata başlayıştır.

 

el-Karia Sûresinin kimliği

Mekkîdir, 11 âyettir. Resmî sıralamda 101, iniş sırasına göre 30. Sûredir.

Kaynaklar Peygamberliğin ilk yıllarında indiğini söylüyorlar. Bu da Kur’an’ın ilk muhataplarını vahyin daha ilk yıllarından itibaren Son Saat ve ‘Ba’su ba’del-mevt/ölümden sonra diriliş’, Kıyâmet ile uyarmaya başladığını gösterir.

Burada Âhiret hayatına dikkat çekiliyor. Zira bu dünya hayatını anlama ve değerlendirme açısından önemlidir.

Sanki şöyle deniyor: Ey insan! Âhiret hayatı var ki dünya hayatı oldu. Eğer Âhiret olmasaydı dünya hayatı niçin olsun ki?

Adını ilk üç ayetten aldı. Kıyametten bahseden surelerden biridir.

Kur’an’da oluş ve bozuluş (kevn ve fesat) gerçeği ile isimlendirilen 14 sûreden biridir. (Diğerleri: Duhan, Câsiye, Vâkıa, Hâkka, Kıyâme, Nebe’, Tekvir, İnfitâr, İnşikâk, Gâşiye, Fecr, Zilzâl, Felâk)

 

  • بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
  • الْقَارِعَةُ {1} مَا الْقَارِعَةُ {2}

1-Kâria (Şiddetlice çarpan!)

2-Nedir o Kâria (şiddetlice çarpan)?

الْقَارِعَةُ kâria; alabildiğine vuran, yüklenen, aniden gelen, kulakları patlatan ses, çarpan, gelip catan belâ manalarına gelir. Bazı görüşler var: Kıyamet Günü’nün isimlerinden biridir, ya da Son Saattir. Allah (cc) onun muazzam bir şey olduğunu bildirip kullarının bundan sakındırdı. Zira o günün dehşeri insanları sarsacak. Onun dehşeti, vereceği korku ve durumu ürperticidir. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/675)

Aynı kökten gelen ‘mikra’, tokmak demektir.

Kâria sözlük anlamıyla, bir şeyin başka bir şeye çarpmasından çıkan sert ses demektir. Korkunç olayları, büyük felaketleri anlatmak için kullanılır.

Araplar “karaathümü’l-kâriatü ve fekarathümü’l-fâkirah-Kâria gelip onları buldu ve fâkira onların bellerini kırdı” derler.

Bunun bir benzeri Hâkka Sûresinin başıdır:

اَلْحَٓاقَّةُۙ ﴿1﴾ مَا الْحَٓاقَّةُۚ ﴿2﴾ وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْحَٓاقَّةُۜ ﴿3﴾

“Gerçekleşmesi muhakkak olan (el-Hâkka). Nedir o gerçekleşmesi muhakkak olan? Ve gerçekleşmesi muhakkak olanın ne olduğunu sana ne bildirdi?” (el-Hâkka 69/1-3) (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3366)

el-Kâria, Son Saat’in çarpan yapısını, korkunçluğunu, aniden gelişini ve sarsıcı özelliğini anlatmaktadır. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 1/424-425)

Kur’an’da bir yerde geçiyor. Mesela

Bazılarının başına ansızın gelen felaket kâria ile anlatılıyor

  • وَلَوْ أَنَّ قُرْآناً سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ أَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الأَرْضُ أَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتَى بَل لِّلّهِ الأَمْرُ جَمِيعاً أَفَلَمْ يَيْأَسِ الَّذِينَ آمَنُواْ أَن لَّوْ يَشَاءُ اللّهُ لَهَدَى النَّاسَ جَمِيعاً وَلاَ يَزَالُ الَّذِينَ كَفَرُواْ تُصِيبُهُم بِمَا صَنَعُواْ قَارِعَةٌ أَوْ تَحُلُّ قَرِيباً مِّن دَارِهِمْ حَتَّى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ لاَ يُخْلِفُ الْمِيعَادَ {31}

«...Allah'ın vadi gelinceye kadar inkâr edenlere, yaptıklarından dolayı ya ansızın büyük bir belâ gelmeye devam edecek veya o bela evlerinin yakınına inecek. Allah, vadinden asla dönmez.» (Ra’d 13/31)

el-Kâria’yı, yani Son Saati inkâr eden Semûd kavmi şiddetli bir sarsıntı ile,

Âd kavmi uğultulu bir kasırga ile helâk edildiler.

كَذَّبَتْ ثَمُودُ وَعَادٌ بِالْقَارِعَةِ {4} فَأَمَّا ثَمُودُ فَأُهْلِكُوا بِالطَّاغِيَةِ {5} وَأَمَّا عَادٌ فَأُهْلِكُوا بِرِيحٍ صَرْصَرٍ عَاتِيَةٍ

«Semûd ve Âd (insanın aklını başına devşiren) o Son Vuruş’u inkar ettiler. Bir yanda Semûd: Sonuçta onlar ses duvarını çok çok aşan bir belâ ile helak edildiler. Ve öte yanda Âd: Onlar da değdiğini sesiyle çarpan dizginlenemez bir kasırga ile helak edildiler.» (Hâkka 69/4-6)

Kur’an’ın inzâr (uyarı) âyetlerine de «kavâriu’l-Kur’an» denir.

el-Kâria; Son Saat geldiğinde insanları dehşete düşürecek haykırış, yüksek ses, çarpmadır. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 9/385)

Başka âyetlerde bu korkunç sese dikkat çekiliyor.

  • وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَن شَاء اللَّهُ ثُمَّ نُفِخَ فِيهِ أُخْرَى فَإِذَا هُم قِيَامٌ يَنظُرُونَ {68}

«Sûr'a üflenince, Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde ne varsa hepsi (korkudan) düşüp bayıldılar. Sonra ona bir daha üflenince, bir de ne göresin, onlar ayağa kalkmış bakıyorlar! » (Zümer 39/68)

  • مَا يَنظُرُونَ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ {49}

«Onlar, birbirleriyle çekişip dururken kendilerini ansızın yakalayacak korkunç bir sesi bekliyorlar.» (Yâsîn 36/49)

İkinci âyette ‘Kâria’ terim olarak Son Saat’tir.

Burada Allah (cc) ‘kâria nedir?’ diye soruyor. Soru sorarak konuyu ortaya koymak Kur’an’ın anlatım metodlarından biridir ve muhatabın dikkatini daha çok çeker. Bu gibi sorulara Allah’tan başka kimse cevap veremez.

 (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 1/425)

 

  • وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْقَارِعَةُ {3}

3-O Kâria’nın (şiddetlice çarpanın) ne olduğunu sana ne bildirdi?

وَمَا أَدْرَاكَ “Sen nereden bilebilirsin ki?”, Bu ifade; “Bilir misin?”,

“Sana hangi şey bildiriyor ki?”, “(Bundan) maksat ne?” şeklinde de anlaşılabilir.

Yani “ey muhatap el-Kâria’nın ne olduğunu sen de bilemezsin” demektir. Ya da bu gerçekte bir soru değil, o ne dehştli bir kariadır manasında korkutmak içindir. Bunun dehşetini insanlar yaşamdıkları için tahmin bile edemezler. Peygamberin bile bilemeyeceği söylenerek bu dehşet durum takviye edildi. Üç defa tekrar edilmesi de daha bir dikkat çekmek içindir. Amacı tahzşr (sakındırmama)dır. Birine “sakın kendini, köpek köpek” demek gibidir. Buna göre anlam; “sakının, karia var, hem de çok korkunç bir karia, öylece onun ne dehşetli olduğunu görmeyince bilemezsiniz”, ya da “sakının, karia elbette gelecek” olur. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 9/386)

Cevabı arkadan gelen âyetler veriyor. 

Başta ‘Kâria nedir?’ sorusu işin aslına dikkat çekmek için sorulmuştur. Yani «O ne dehşetli kâriadır» demek için. Nitekim bu âyette onun dehşetini, şiddetini Peygamber’in bile bilemeyeceği söyleniyor. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 1/425)

el-Kâria’nın üç defa peşpeşe gelmesi; «sakının kendinizi!

kâria var,

korkunç kâria var,

onu görmeyince ne denli korkunç olduğunu bilemezsiniz» demek içindir.

“Âyetler var gücüyle insanın vicdanını harekete geçirmeye çalışıyor.

İnsan akibetinden endişesi etsin, sorumluluk taşısın, kendi elleriyle kendisini helak etmesin. Rabbinin sonsuz gücünü kavrasın, haddi aşmasın diye.” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1295)

 

  • يَوْمَ يَكُونُ النَّاسُ كَالْفَرَاشِ الْمَبْثُوثِ {4}

4-»O gün insanlar, darmadağın pervâneler gibi olacak.»

Kur’an pek çok âyette Son Saat’ten bahsediyor.

Burada ise ona iki açıdan dikkat çekiliyor. Birincisi; insanlar etrafa savrulacak, darmağın olacaklar. İkincisi; dağlar yün gibi atılacak.

الْفَرَاشِ pervâne; ışıkta veya ışığın etrafında çırpınıp uçarak ateşe düşen küçük kelebek, sivrisinek veya küçük canlılar. “Araplar arasında “o bir ferâşeden (kelebekten) daha akılsızdır” diye bir deyim vardır. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3366) 

Türkçe’de de aynen Farsça’da olduğu gibi bunlara pervâne denir.

الْفَرَاشِ , فَرَش Feraş, ferâşe’nin çoğuludur.

Câbir’in (ra) rivâyet ettiğine göre, Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Benim ve sizin durumunuz, ateş yakıp da, ateşine çekirgelerin ve pervânelerin (kelebeklerin)  düşmeye başlayınca, düşmesinler diye onlara engel olmaya çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum, siz ise benim elimden kurtulmaya, ateşe girmeye çalışıyorsunuz.” (Müslim, Fezâil/19. Buhârî, Rikâk/26. Tirmizî, Edeb/82)

Bu bir ilâhi benzetmedir. Bazıları der ki çekirgeler biraya gelir de üstüste düşerler ya, öyle. Kıyamette de insanlar öyle olacak. (Taberî, İbni Ceri. Câmiu’l-Beyân, 12/676)

الْمَبْثُوثِ yayılmış, dağılmış, darmadağın demektir. Bu kelebeklerin çırpınıp çırpınıp dağılmalarını ifade eder. 

O gün insanları belli istikametlri olmayacak. Her tarafa şaşkınca gidecekler, çekirgeler gibi. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3366)

Âyette pervâne benzetmesi övülen bir şey değil, sakınılması gereken bir dehşet olarak veriliyor.

«Yayılan kelebek (pervâne)»  benzetmesi Son Saat’te insanların çeşitli yönlere dağılmasını anlatıyor. O gün yaşanacak dehşet sebebiyle insanlar böyle dağınık olacaklar, yerlerinden savrulacaklar.

Bu benzetme, Kamer 54/6-8de yeniden diriliş günü insanlar kabirlerinden zillet içinde “ceradun münteşirah-yayılan çekirgeler” gibi çıkacaklar. 

 

  • وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ الْمَنفُوشِ {5}

5-Dağlar da atılmış yünler gibi olacak.

الْجِبَالُ dağlar

الْعِهْنِ çeşitli renkte yün

الْمَنفُوشِ atılmış, savrulmuş demektir.

Didilmiş, atılmış, parmakla birbirinden ayrılmış, ya da hallac tarafından atılan, zerre zerre uçuşan yün parçaları. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/676)

Son Saat’te sarsılmaz, sabit gibi görünen dağlar ufalanacak, sonra atılmış yün gibi olacak, bulutlar gibi hareket ettirecek, sonra da serap olacak, sanki hayâl gibi.

Bu, ölümden sonra başlayacak hayatın habercisi ve her şeyin fena bulacağının hatırlatılmasıdır

Son Saat bu kâinat düzeninin bozulması, ya da Âhiret hayatına geçiş için bir değişimdir

Son Saat’te dağların nasıl savrulacağını başka âyetler şöyle anlatıyor:

  • وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْأَرْضَ بَارِزَةً وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ أَحَداً {47} “Dağlar yürütülecek” (Kehf 18/47) Bir benzeri:

وَإِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْ {3}  (Tekvir 81/3)

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنسِفُهَا رَبِّي نَسْفاً {105}

“Un ufak edilip savrulacak” (Tâhâ 20/105)

وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ صُنْعَ اللَّهِ الَّذِي أَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍ إِنَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ {88}

“Tıpkı bulutlar gibi hareket ettirilecek” (Neml 27/88)

وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَكَانَتْ سَرَاباً {20} “Dağlar yürütülecek, yerleri serap gibi olacak” (Nebe’ 78/20)

وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَسًّاۙ ﴿5﴾ فَكَانَتْ هَبَٓاءً مُنْبَثًّاۙ ﴿6﴾ “(Dağlar) Serpilecek, dağılmış toz haline gelecekler” (Vâkıa 56/5-6)  

وَحُمِلَتِ الْأَرْضُ وَالْجِبَالُ فَدُكَّتَا دَكَّةً وَاحِدَةً {14}  «Yeryüzü ve dağlar şiddetle birbirine çarptırılacak” (Hâkka 69/14)

َتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ {9} “dağlar yüne dönüştürülecek” (Me’âric 70/9)

وَإِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْ {10} “Dağlar etrafa saçılacak” (Mürselât 77/10)

Koca koca dağların dehşetten böyle olacağı bir zamanda insanın hâli nice olur? Bunu ancak Allah bilir

Ancak bazı kimseler Son Saat’ın dehşetinden emin kılınır.

وَيَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَن شَاء اللَّهُ وَكُلٌّ أَتَوْهُ دَاخِرِينَ {87}

“Sûr’a üfürüleceği ve Allah’ın dilediği kimselerden başka göklerdeki herkesin, yerdeki herkesin korkuya kapılacağı günü hatırla. Hepsi de boyunlarını bükerek O’na gelirler.” (Neml 27/87)

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَن شَاء اللَّهُ ثُمَّ نُفِخَ فِيهِ أُخْرَى فَإِذَا هُم قِيَامٌ يَنظُرُونَ {68}

“Sûr’a üflenir ve Allah’ın dilediği kimseler dışında göklerdeki herkes ve yerdeki herkes ölür. Sonra ona bir daha üflenir, bir de bakarsın onlar kalkmış bekliyorlar.” (Zümer 39/68)

Kıyamet öncesinin bu şekilde anlatılması aslında insana ölümden sonra bir hayatın onu beklediğini haber vermek amacıyladır.

Bundan önce ölenlerin bu dehşeti göremeyecekleri açık. Ama ölüm dehşetini herkes görecek.

Arkadan gelen âyetler zaten ölümden sonra olacaklardan bir kısmını anlatıyor. Zımnen:

“Ey insan Kozmik darbe karşısında bu kadar güçsüzsün.

Peki kosmosun sahibi Allah karşısında bu kadar diklenmen akıl karı mı?” deniyor. (

 

  • فَأَمَّا مَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ {6}

6-İşte kimin tartıları ağır gelirse;

ثَقُلَتْ sequlet; ağır gelmek

  مَوَازِينُ mevâzin, mizan’ın çoğulu, teraziler demektir.

‘Mîzan’ tartı aleti, ‘mevzûn’ ise tartılan şeydir.

Burada terazilerde tartılan şey, sâlih ameller manasında.

Terazinin ağır gelmesi orada kabul edilen sâlih amellerin, hasenatın sevabının çok olması demektir. Vezin, bir şeyin ölçüsü, ağırlığıdır. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/676)

İnsanlar Âhirette şu süreçleri geçirecekler:

Yeniden dirilme (kıyâmet, ba’sü ba’de’l-mevt),

Allah’ın huzurunda, (mahşer yerinde) haşr (toplanma),

Amel defterinin arzı, insanın yaptıklarını haber verme,

Hesaba çekilme (sorgulama) ve karar (hüküm) verilme,

Ödül veya azap yerine (Cennet’e veya Cehennem’e) sevkedilme.

Bunların içerisinde yaşanacak ‘karar verilme’nin bir parçası ‘mîzan/tartı’dır.

Kur’an Âhiret sahnelerini insanların tanıdığı olaylarla ve şeylerle  açıklıyor. İnsanların anlayabilecekleri yargılama usulü herhalde tartıdır/terazidir.

Nitekim insanlar adaleti terazi ile sembolize ederler.

Sevap ve günah mukayesesi de böyle anlaşılır

Âyeti şöyle anlamak da mümkün: «Kim Allah (cc) katında değerli, kabul edilebilecek amellerle gelirse...»

Ameller tartılacak ve kullar hakkındaki değerlendirme bu tartı işinden sonra belli olacak

Burada hesap görmenin ‘mîzan’ olarak nitelenmesi ilâhi adaletin tecellisidir. Orada mutlak adalet olacak ve herkes hak ettiğini alacaktır. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 1/428)

وَنَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئاً وَإِن كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ أَتَيْنَا بِهَا وَكَفَى بِنَا حَاسِبِينَ {47}

“Kıyâmet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz.” (Enbiyâ 21/47)

Mîzan; Kur’an’da başka âyetlerde terazi, denge, tartı manasında kullanılıyor:

 وَالسَّمَاء رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ {7} أَلَّا تَطْغَوْا فِي الْمِيزَانِ {8} وَأَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْمِيزَانَ {9}  

“Göğü Allah yükseltti ve mîzanı (dengeyi) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın. Ölçüyü adaletle tutun ve eksik tartmayın.” (Rahman 55/7-9)

اللَّهُ الَّذِي أَنزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْمِيزَانَ وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَرِيبٌ {17}  

“Allah, hak olarak Kitab’ı ve mizanı indirendir. Sen nereden bileceksin belki de o Son Saat yakındır.” (Şûrâ 42/17) 

لَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَأَنزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمِيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ وَأَنزَلْنَا الْحَدِيدَ فِيهِ بَأْسٌ شَدِيدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ وَرُسُلَهُ بِالْغَيْبِ إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ {25}

“Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler. Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için birçok faydalar bulunan demiri yarattık (ki insanlar ondan yararlansınlar). Allah da kendisine ve Resûllerine gayba inanarak yardım edecekleri bilsin. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” (Hadid 59/25)

  • فَهُوَ فِي عِيشَةٍ رَّاضِيَةٍ {7}

7-Artık o, hoşnut (kalacağı) bir yaşayıştadır.

 عِيشَةٍ  I’şeh; yaşantı hayat

 رَّاضِيَةٍ  radıyeh; hoşnut/razı, mutlu demektir

Kimin dünya hayatında sevap değeri taşıyan amelleri mizanda ağır gelirse, o razı Âhirette olacağı ve huzurlu bir hayatı hak edecektir. O da kulun mutluluk duyacağı hayattır ki Cennette olacaktır. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/676)

Başka iki âyette tartıları ağır gelenlerin kurtulacakları haber veriliyor:

وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍ الْحَقُّ فَمَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ {8}

“O gün amellerin tartılması da haktır. Kimlerin sevabı ağır basarsa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (A’raf 7/8)

فَمَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ {102}

“Artık kimin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Mü’minûn 23/102)

Orada hoşnut olunacak bir hayat olacak. Buradaki ‘ı’şeh-tabiri’ cennetteki nimetlerin hepsini kapsar. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/)

 

  • وَأَمَّا مَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ {8}

8-Fakat kimin de tartıları hafif gelirse

 خَفَّتْ haffet; hafif gelmek

Burada önceki âyette haber verilen müjdenin zıddı olarak kötü sonuç haber veriliyor.

Yani kimin sâlih ameli, hasenâtı yok ise, onun varacağı yer de Hâviye, yani Cehennem olacaktır. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/676)

İki âyette tartıları hafif gelenleri ziyan ve hüsran beklediği yer alıyor

وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُوْلَـئِكَ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُم بِمَا كَانُواْ بِآيَاتِنَا يِظْلِمُونَ {9}  Ama kimlerin sevabı da hafif gelirse, işte onlar âyetlerimize haksızlık etmiş olmaları sebebiyle kendilerini ziyana sokanlardır.” (A’raf 7/9)

وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُوْلَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ فِي جَهَنَّمَ خَالِدُونَ {103}  Kimlerin de tartıları hafif gelirse, işte onlar da kendilerini ziyana uğratanların ta kendileridir. Onlar cehennemde ebedî kalacaklardır.” (Mü’minûn 23/103)

 

  • فَأُمُّهُ هَاوِيَةٌ {9}

9-Artık onun anası (varacağı) yer, Hâviye’dir.

أُمُّ Ümm; anne/ana demektir

هَاوِيَةٌ haviye; uçurum, cehennemin adlarından biri.

Yani onun gideceği yer Cehennemdir. Bazı görüşlere göre Hâviye cehennemin en alt tabasıdır. Cehennemliklerin oraya tepe-taklak, tepe üstü düşeceklerinden bu isim verilmiş. Araplar bir kimse zor bir işle karşılaştığı zaman ‘hevet ümmühu-anası onu kaybetti’ derler. Bu durumda olana da ‘hâviye’ denir. Sözlükte yavrusunu kaybeden ana demektir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3366)

Bazılarına göre, cehennemlikler başlarının üzerine, tepe-taklak cehenneme atılacaklar. Hamiye de onlariçin tutuşturulacak. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/677) Varılacak yer Âli İmran 3/151.

âyette ‘me’va’ olarak geçiyor.

سَنُلْق۪ي ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَٓا اَشْرَكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَانًاۚ وَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِم۪ينَ ﴿151﴾

Bu âyet tartıları hafif gelen kimselerin gideceği yerden bahsediyor.

Asıl manası ana olan أُمّ üm’ kelimesini tefsirciler varılacak yer, yatak, kucak, sığınak/barınak diye açıkladılar. Onun varacağı yer.

‘Üm’ hâviye ile birlikte ‘varılacak yer’ demek olur. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 1/430)

Tartıları hafif gelenin anası ağlayacak, perişan olacak manası yanlış değildir.

 

  • وَمَا أَدْرَاكَ مَا هِيَهْ {10}

10-Onun ne olduğunu sana ne bildirdi?

 مَا هِيَهْ  mahiyeh; Bir şeyin ne olduğu, mahiyeti.

O hâviye’nin ne olduğunu Peygamber bile bilemez. Bu gibi soruların cevabını sadece Allah’ın bildiğini hatırlayalım

Burada ince bir alay da söz konusu:

Tartıları hafif gelenler şefkatli ana kucağına değil, ateşin kucağına düşecekler.

Ana yavrusunu merhamet için kucaklar, bunları ateş cezalandırmak için kuşatacaktır. Ana kucağı yerine ateşten kucak. Anasının kucağına sığındığı zaman mutlu olanın yerine, ateşe sığınan bedbahtın hüsranı.

 

  • نَارٌ حَامِيَةٌ {11}

11-(O) çok sıcak bir ateştir.”

 نَارٌ  nâr; ateş

 حَامِيَةٌ hâmiye; kızgın, adeta dağlayan demektir. Sıcaklığı ileri derece olan, hararetli ateş.

Bu ateşin mahiyetini yalnızca Allah bilir. Bu âyette kısa bir açıklama yapılıyor.

Bu ifade nar’ın (ateşin) dehşetinin zihinlerde yer etmesini sağlar. İnsanların bunu düşünüp ona göre davranmalarını hatırlatır.

Âhirette kızgın ateşe sığınmamak için bu dünyada Allah’a sığınmak

ve O’nun hükümlerine sarılmak gerekiyor.

Anne sıcaklığının Âhirete taşınması Vahye (Allah’ın ipine) sarılmakla mümkün. Bunu bu dünyada yapmayanlar hak ettikleri ateş tarafından kucaklanacaklar . (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 1/430)

Kendilerine açılan ilâhi rahmet ve şefkat kucağı vahiyden kaçanlara, Âhirette Cehenneme ana kucağı (!) muamelesi yapacak. Cehennemliklerin dehşet şaşkınlığı böyle olacak. Öyle ki ateşi adeta ana sanıp ona sığınacak, ya da Cehennem onları kuşatacak.

 

el-Kâria Sûresinin genel mesajı:

Ey insan!

Aldanma, ölüm var, ölümden sonra bir hayat var.

Oradaki hayatının şekli bu dünyada işlediğin amellere göre olacaktır.

Dahası oradaki hayatın buradaki isteğine göre şekillenecektir.

 

Sonsöz

Tekrar: Bu fani hayatta ölüm var ..................

ve ölümden sonra ikinci bir hayat, sonsuz bir hayat  var.................