Hümeze Sûresi tefsiri etrafında bir online ders

Hüseyin K. Ece

10 Ocak 2021

26 Cemaziyel’evvel 1442

Selâm-Dortmund

 

  • بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
  • وَيْلٌ لِّكُلِّ هُمَزَةٍ لُّمَزَةٍ {1} الَّذِي جَمَعَ مَالاً وَعَدَّدَهُ {2} يَحْسَبُ أَنَّ مَالَهُ أَخْلَدَهُ {3} كَلَّا لَيُنبَذَنَّ فِي الْحُطَمَةِ {4} وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْحُطَمَةُ {5} نَارُ اللَّهِ الْمُوقَدَةُ {6} الَّتِي تَطَّلِعُ عَلَى الْأَفْئِدَةِ {7} إِنَّهَا عَلَيْهِم مُّؤْصَدَةٌ {8} فِي عَمَدٍ مُّمَدَّدَةٍ {9}

 

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile...

1-İnsanları arkadan çekiştiren, yüzlerine karşı onlarla alay eden her kişinin vay haline ki,

2-O, malı toplayıp tekrar tekrar sayandır.

3-Malının kendisine ebedî hayat verdiğini sanır.

4-Hayır! O, andolsun ki Hutame’ye atılacaktır.

5-O Hutame’nin mahiyetini sana ne bildirdi?

6-(O) Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir ki,

7-O kalplerin üstüne (kadar) çıkacaktır.

8, 9-Muhakkak ki bu (ateşin kapıları), onların üzerlerine uzatılmış direklerle kapatılmış olacaktır.

 

KONU:

1-İnsanlarla alay etmenin kötülüğü,

-İnsanların ğiyabında dedikodu yaparak,,ğıybet ederek,iftira atarak, su-i zanda bulunarak veya yüzlerine karșı kalb kırarak, alay ederek, küçük düșürerek,rencide edici davranıșlarla insan onuruna zarar verenleri ,

2-Zenginliğin azgınlara fayda vermeyeceği,

3-Azgınların Cehennem ile cezalandırılacağı.

4-Servet yığarak ve bu servetin onları dünyada ebedîleştireceğini düșünenleri büyük bir azabın beklediğini konu eder.

 

Sûrenin kimliği

Mekke’de inmiştir. Dokuz âyettir. Adını ilk âyetinden alır.

Resmî sıralamada 104. iniş (nüzul) sırasına göre muhtemelen 32. sûredir.

Kıyâmet ve Murselât Sûrelerinin arasına yerleştirildi.

Peygamberliğin (bi’setin) 4. yılın sonu ile 5. yılın başında indiği söyleniyor.

 

Sûrenin akışında

Hümeze Sûresinin konusu ahlâktır. Cahiliye döneminde özellikle zenginlerde bulunan bazı ahlaki düşüklükler kötüleniyor. Belki o dönemde fazilet sahibi insanlar bunları biliyordu. Kur’an bunların bir kısmını söyleyerek ve sonlarınının nasıl olacağını beyan ederek bu gibi kötü ahlâklı kimseleri uyarıyor. Bu kısa, bir kaç kelime ile, etkileyici bir üslupla, zihinlerde kalacak şekilde yapıyor.

Mü’minlere de “siz böyle olmayın” mesajı veriyor.

Asr Sûresinde sözü edilen ziyana uğramanın bir örneğini, insanlarla alay eden, kendisini ebediyyen yaşatacağı zannıyla durmadan mal biriktiren, sonunda yüreklere işleyen azabı hak eden inkarcılardan bahsediyor.

Sûre, insanın hemcinslerine karşı küstahca tavırlarının psikolojik tahlilini yapıyor

Hor görme, alay etme, karalama, gıybet etme, kusur bulma, ayıp arama gibi kötü ahlâkları reddediyor.

Bu hastalıkların temelinde kendini bilmezlik vardır. Çünkü kendini bilmezler sonsuza denk yaşayacaklarını zannederler.

Hucurât Sûresinde konu biraz daha geniş açıklanıyor.

Sûre ayrıca kibirli insanın tavrını tanıtıyor. Buradaki mal, başkalarına göre daha çok sahip olunan her şeyi temsil ediyor.

Kendisinden mal açısından daha aşağıda onları küçümseyenlere, alay edenlere, şereflerine dil uzatanlara yazıklar olsun deniliyor.

 

  • بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
  • وَيْلٌ لِّكُلِّ هُمَزَةٍ لُّمَزَةٍ {1}

1-İnsanları arkadan çekiştiren, yüzlerine karşı onlarla alay eden her kişinin vay haline. 

وَيْلٌ ‘veyl’ yazıklar olsun, vay hâline demektir. Bu kelime, şiddetli şer, şiddetli üzüntü ve elem verici azap manasını da taşır. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 1/454)

Bazıları bunu bir hadisten hareketle Cehennemde bir vadi olarak tefsir ederler. (Tirmizî, Tefsir/21 no: 3164. Ahmed b. Hanbel, 3/75)

لِّكُلِّ  her biri, hepsi için

 هُمَزَةٍ  Bunun kökü ‘hemz’; asıl anlamı kırmak, bir şeyi şiddetle ısırmaktır. Ayrıca ayıplamak, arkasından atmak, el ile çimdiklemek, kakmak, dürtmek, vurmak, sıkıştırmak, ısırmak, kırmak gibi anlamlara gelir.

‘Hümeze’; gammazlığı âdet hâline getiren, el ve dil ile, maddeten veya manen, başkalarını itip kakmayı, kırıp incitmeyi âdet hâline getiren kimse demektir. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 1/455)

Hemz kelimesinden mübalağa kipidir. Nitekim insanlarla çokça alay eden ve onların hallerine çokça gülen kimseye ‘sühratün ve duhketün’ denir.

Asıl anlamı arkadan ayıplamayı, atıp tutmayı çok yapan demektir. Dürtmek, kakmak, çimdikleme manasından gelir. Nitekim ‘mihmaz’, ‘mahmuz’ değneğin ucundaki sivri mudul demektir. 

Hümeze, bunlardan birini veya çoğunu yapan, bunu adet edinen kimsedir. Bunun fail ismi ‘hâmiz’; çimdikleyen, çekiştiren, dürtücü, kışkırtırcı, atıcı, ısırıcı anlamında.

Hümeze ondan daha kapsamlı olarak; arkadan, inceden ince, alay ederek başkalarını şerefi ile oynmayı, incitmeyi, yermeyi, arkadan kötüleyerek konuşmayı, kınamayı koğuculuk yapmayı âdet hâline getiren ‘gammâz’dır.

Âdeta eli erdiği, ulabildiği kimseleri cımbızlar, çimdikler, dürter, kakar, ısırır, kırar, incitir ve bunlara devam eder.

Hümeze, bu kötü huyları kişilik hâline getirendir. (Elmalılı, H. Y. Hak Dili Kur’an Dili (sad.), 9/438)

Âyette لِّكُلِّ هُمَزَةٍ  deniyor.

Hümeze bu yanlışları eli ile, dili ile, maddeten veya manen yapabilir. Böylesine yazıklar olsun, böylesi hüsrana uğrasın. 

لُّمَزَةٍ  ‘lümeze’; bunun aslı iğne batırır gibi kötülemek, ayıplamak, kaş ve göz kırparak, işaret ederek, eğlenceye alarak birini göstermek.

Bu iki kelimenin anlamları birbirine yakındır ve birbirlerinin yerine kullanılır.

Lümeze, devamlı herkesi ayıplamayı, başkalarına eksiklik isnat ederek eğlenmeyi huy haline getirmiş, kendini beğenmiş demektir.

Bir âyette dil uzatmak manasında geçiyor.

وَمِنْهُمْ مَنْ يَلْمِزُكَ فِي الصَّدَقَاتِ... (58)

“İçlerinden sadakalar konusunda sana dil uzatanlar da (yelmizuneke) var...” (Tevbe 9/58)

Hümezenin aslı kırıcı, lümezenin aslı da ayıplayıcı ve saplayıcıdır. İbni Abbas’a göre bunlar koğuculuk yapanlar ve ayıp arayanlardır.

Tefsirciler bu iki kelime hakkında birbirine yakın açıklamalarda bulundular. Bir kaç örnek verelim:

Hümeze; gıybet yaparak insanları arkadadan çekiştiren, lümeze ise yüzüne karşı insanın gıybetini yapan kimse,

Hümeze gıybet eden, lümeze çokça ayıplayan

Hümeze eli ile, lümeze dili rahatsız eden,

Hümeze yüze karşı, lümeze arkadan inciten, iğneleyen,

Hümeze açıktan alay eden, inciten, lümeze gizliden kaş göz hareketleriyle alay eden,

Başkalarıyla bu şekilde alay etmek, arkadan çekiştirmek, ayıplamak, dalga geçmek iki sebepten olabilir:

Ya hasedten, ya da eğlence olsun diye. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân,12/686-688. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, s: 3373. Elmalılı, H. Y. Hak Dili Kur’an Dili (sad.), 9/439-440)

Başkalarını hakir ve zelil etmeyi adet haline getiren, bazılarını parmakla gösterir, bazılarına kaç göz işareti yapar. Bazılarını fakirliği sebebiyle küçük görür. Bazılarını yüzüne karşı aşağılar, bazılarını arkadan çekiştirir (gıybet eder). Ya da lâf götürüp getirir, kişilerin arasını bozar. Başkalarına kötü lakap takar, alay eder ve kusurlarını yayar. (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 7/233)

Bir hadis rivâyetinden şöyle deniyor: “Allah’ın kullarının en kötüleri başkalarının kaflarını taşıyanlar, birbirlerini sevenlerin arasını ayıranlar, suçsuz günahsız kimselerin kusurlarını ortaya koymaya çalışanlardır.” (Ahmed b. Hanbel 4/227, 5/459. Buhârî, Edebu’l-Müfred, s: 119)

Gizli-açık, arkadan-önden sürekli iftira atıp kara çalan, çekiştirip ayıp ve kusur arayan herkes kendine yazık etmiştir.

Sûrede ‘hemmâz, lemmâz’ gelmemiş, zira burada faile değil, fiile işaret ediliyor.

Ama başka bir âyette gelmiş. Kur’an Peygamber’e hitaben;

هَمَّازٍ مَشَّاءٍ بِنَمِيمٍ (11)

“daima kusur arayıp kınayan (hemmâz’a), durmadan söz taşıyana (uyma)” (Kalem 68/11) diyor.

Kur’an, müslümanların birbirleriyle alay etmelerini yasaklıyor.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَومٌ مِنْ قَوْمٍ عَسَى أَنْ يَكُونُوا خَيْرًا مِنْهُمْ وَلَا نِسَاءٌ مِنْ نِسَاءٍ عَسَى أَنْ يَكُنَّ خَيْرًا مِنْهُنَّ وَلَا تَلْمِزُوا أَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ (11)

“Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın (velâ telmizû), birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.” (Hucurât 49/11) Lümeze burada kötülemek, karalamak anlamında kullanıldı.

Allah (cc) mü’minlerle alay eden inkârcıları/münafıkları kınıyor.

وَإِذَا لَقُوا الَّذِينَ آَمَنُوا قَالُوا آَمَنَّا وَإِذَا خَلَوْا إِلَى شَيَاطِينِهِمْ قَالُوا إِنَّا مَعَكُمْ إِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِئُونَ (14)

“İman edenlerle karşılaştıkları zaman, “İnandık” derler. Fakat şeytanlarıyla (münafık dostlarıyla) yalnız kaldıkları zaman, “Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz ancak onlarla alay ediyoruz” derler.” (Bekara 2/14)

Hased ve alay etmek iblis ahlâkıdır. Hz. Âdem’i beğenmediği için secde etmekten kaçındı.

Mü’minlerle alay edenlerin sonu iyi olmayacaktır.

إِنَّ الَّذِينَ أَجْرَمُوا كَانُوا مِنَ الَّذِينَ آَمَنُوا يَضْحَكُونَ (29) وَإِذَا مَرُّوا بِهِمْ يَتَغَامَزُونَ (30) وَإِذَا انْقَلَبُوا إِلَى أَهْلِهِمُ انْقَلَبُوا فَكِهِينَ (31) وَإِذَا رَأَوْهُمْ قَالُوا إِنَّ هَؤُلَاءِ لَضَالُّونَ (32) وَمَا أُرْسِلُوا عَلَيْهِمْ حَافِظِينَ (33)

“Şüphesiz günahkârlar, (dünyada) iman edenlere gülüyorlardı.

Mü’minler yanlarından geçtiğinde, birbirlerine kaş göz ederek onlarla alay ediyorlardı.

Ailelerine dönerken zevk ve neşe içinde gülüşe gülüşe dönüyorlardı.

Mü’minleri gördükleri vakit, “Hiç şüphe yok, şunlar sapık kimselerdir” diyorlardı.

Halbuki onlar, müminleri denetleyici olarak gönderilmediler.” (Mutaffifîn 83/29-33)

 

الَّذِي جَمَعَ مَالاً وَعَدَّدَهُ {2} 

2-O, malı toplayıp tekrar tekrar sayandır.

  • الَّذِي ki o,
  • جَمَعَ ‘cemea’ topladı, cem etti, yığdı

Bazıları bunu ‘cemmea şeklinde okurlar. Bu da, malı şuradan buradan, helâl-haram demeden toplamak demektir.

Malı süreklı saymak onu daha çok artırma tutkusunun sonucudur.

  • مَالاً malı, serveti,
  • وَعَدَّدَهُ ‘ve addedehu’ ve o malı saydı (tekrar tekrar saydı). Malının

çokluğu ile başkalarına karşı övündü.

Kur’anın geçmiş zaman kalıbıyla anlattığı bazı şeyleri geniş zaman olarak, ya da gelecek zaman olarak anlamak gerekir. Zira Arapça’da böyle bir kullanım vardır. “Malı topladı ve saydı, yani o kişi malı toplar ve topladığı malı durmadan sayar” gibi.

Buradaki amaç, malı/serveti Allah yolunda harcamayıp, elde tutmanın, cimrilik yapmanın yerilmesidir.

Hümeze ve lümeze olan kişiler aynı zamanda mal toplar, durmadan yığar, onu Allah yolunda infak etmeyi düşünmez. Malda Allah’ın hakkını ödemez. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân,12/688)

Bu şuna benzer:

كَلَّا إِنَّهَا لَظَى (15) نَزَّاعَةً لِلشَّوَى (16) تَدْعُوا مَنْ أَدْبَرَ وَتَوَلَّى (17) وَجَمَعَ فَأَوْعَى (18)

«Fakat ne mümkün! Bilinmeli ki, o (cehennem) alevlenen bir ateştir. Derileri kavurup soyar. Yüz çevirip geri döneni, (kendine) çağırır! (Servet) toplayıp yığan kimseyi!.» (Meâric 70/15-18)

(Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an,)

Böylesi malın hakkı verme, nereden kazanıp nereye harcaması gerektiğini düşünmez ama sürekli biriktirmeyi, çoğaltmayı düşünür. Kişinin malını duymadan sayması onu çoğaltma duygusunun sonucudur. Servetine de güvenir, ya da servetiyle övünür, bununla etrafına adam toplamaya çalışır. Alay ettiği, küçümsediği kimselere üstünlük kurmaya çalışır. (Elmalılı, H. Y. Hak Dili Kur’an Dili (sad.), 9/442)

Bir kimsenin malını durmadan sayması onun cimriliğini de gösterir.

Mala karşı sevgi tutkuya dönüşürse, o kimse dünya hayatına tapıyor ve bu hayattan başka âleme inanmıyor demektir. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 1/456)

Nitekim bir sonraki âyet buna işaret ediyor.

 

  • يَحْسَبُ أَنَّ مَالَهُ أَخْلَدَهُ {3}
  • 3-Malının kendisine sonsuza kadar yasatacagini zanneder.
  • يَحْسَبُ ‘yahsebu’; sanmak, zannetmek, hesap etmek       
  • أَنَّ muhakkak, kesinlikle
  • مَالَهُ ‘malehu’; onun malı
  • أَخْلَدَهُ ebedi yaşatmak

Böyle bir malın kendisini ebedi kılacak değil de, kıldı zanneder. Helâldan kazanılmayan, hakkı verilmeyen, bir hayra harcanmayan, sadece sayılmak için biriktirilen mal/servet, insanı ebedi kılmak, onu kurtarmak şöyle dursun başına bela olacağını düşünmez. Bu mal sanki onu koruyacak, bununla sankli dünyaya kazık atacak sanır. Bütün hesaplarını bu hayâl üzerine kurar. (Elmalılı, H. Y. Hak Dili Kur’an Dili (sad.), 9/442)

Böyle kişi zanneder ki, Allah yolunda cimrilik ederek infak etmediği ve sürekli sayıp durduğu servet, onu dünyada ebedi kıılacak, ölümü ondan uzaklaştırecak. Bu şuna benzer: Adam öyle bir işle meşgul ki o bununla helak yoluna girdi. Helak oldu vallahi falancı (hüsrana uğradı). Yani kendi yaptıkları yüzünden mahvoldu. Kişi insanı mahvedecek günahlarla geldiği zaman da denir ki: Girdi, vallahi falanca ateşe (girdi). (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân,12/688)

Kişi, hayatının ve sahip olduklarının hesabını vereceğine inanmazsa kibirlenebilir, başkalarını küçümseyebilir, aşağıda olanlarla alay edebilir, başkalarına hor bakabilir. Servetiyle kibirlenip Allah’a kulluktan yüz çevirebilir. Kur’an bu duyguya ‘istiğna’ diyor.

كَلَّا إِنَّ الْإِنْسَانَ لَيَطْغَى (6) أَنْ رَآَهُ اسْتَغْنَى (7)

“Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder.” (Alak 96/6-7)

وَأَمَّا مَنْ بَخِلَ وَاسْتَغْنَى (8) وَكَذَّبَ بِالْحُسْنَى (9) فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْعُسْرَى (10)

“Fakat, kim cimrilik eder, kendini Allah’a muhtaç görmez ve en güzel sözü (kelime-i tevhidi) yalanlarsa, biz de onu en zor olana kolayca iletiriz.” (Leyl 92/8-10)

İlk üç âyetin bazı kişilerle ilgili indiği söylense de mesaj evrensel. Bu kötü ahlaka sahip herkes hakkındadır. Üstelik âyette ‘herkes’ kelimesi geçiyor.

Kim böyle davranırsa sonucuna katlanır demektir. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân,12/688)

 

  • كَلَّا لَيُنبَذَنَّ فِي الْحُطَمَةِ {4}
  • 4-Hayır! O, andolsun ki Hutame’ye atılacaktır.
  • كَلَّا ‘kella’; hayır hayır,

Malının kendisini ebedî yapacağını sanan kişiye, “hayır, yanılıyorsun’, “sen ölümlüsün, mal de elinde kalacak değil” deniliyor. Böyle bir anlayış yanlıştır mesajı veriliyor.

Allah (cc) buyuruyor ki, “ey malının kendisini ebedi kılacağını zanneden adam, durum senin sandığın gibi değil. Böyle bir mal kişiyi helak eder, dünyada yaptığıhatalar sebebiyle azap görmesine sebep olur. Kıyâmette de hutame’ye atılır.” (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân,12/688-689)

Birisi demiş ki: “Allah’ın kellâ-hayır dediğini duyduğun/okuduğun yerde bil ki o “yalan söylüyorsun” demektir.” (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an,)

  • لَيُنبَذَنَّ leyünbezenne’; mutlaka atılacak. ‘nebez’ bir şeyi önemsiz,

hakir görerek atmak demektir. Bu dünyada malı ve makamı açısından kendisini üstün, önemli, seçkin zannedip kötülük yapan Âhirette hakir bir şekilde Hutame’ye atılacaktır.

Fiilin hem başında (lam)hem sonunda (şeddeli nun) te’kid var. Andolsun mutlaka atılacak demektir. Baştaki lamın yemin için olduğu da söylenmişti.  Yani Allah’a yemin olsun ki, o malına güvenip, onu sayıp duran, başkalarını eğlenircesine kırıp geçiren, alay eden, başkalarının haysiyeti ve şerefiyle oynayan, o kibirli hümze ve lümeze olan kişi (kimseler) mutlaka hor bir şekilde atılacak... Nereye? 

  • الْحُطَمَةِ ‘el-Hutame’; kırıp parçalayan

Cehennemin adlarından biri, ya da oradaki sonucun çok kötü olduğunu anlatan bir niteleme.

Bunun aslı kırıp geçirmek, yalayıp yutmak, ezmek anlamında. Hümeze ve lümeze ile aynı kalıpta.

Hutame; kırıp geçirmek âdeti olan yer.  Kızgın ateşin özelli böyledir: önüne geleni yakar, kırıp geçiriri, mahveder, yalayıp yutar. (Araplar obur kimseye de ‘hutame’ derler).

Hümeze, başkalarının haysiyetini, kalbini çeşitli şekillerde kırmak manası olduğu gibi, hutame de  kırıp geçirmek manası vardır. (Elmalılı, H. Y. Hak Dili Kur’an Dili (sad.), 9/443)

Hutame’nin tam ne olduğunu kimsenin bilemeyeceği bir sonraki âyette söyleniyor.

 

  • وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْحُطَمَةُ {5}
  • 5-O Hutame’nin mahiyetini sana ne bildirdi? Ya da “ve bildin mi hutame nedir?” 
  • وَمَا أَدْرَاكَ ‘ve ma edrake’; Kur’an bazen konuyu soru sorarak ortaya koyar.

Muhataplarının dikkatini daha çok çekmek için olabilir. Ya da hutamenin durumunun büyüklüğü ve önemini anlatmak içindir.

Bunun kökü: ‘dera-edra’, anlamak, bilmek demektir.

Sen nereden bilebilirsin ki, sana hangi şey bildirdi, bilebilir misin (bundan) maksat nedir, bildin mi şeklinde de tercüme edilebilir.

  • مَا الْحُطَمَةُ ‘me’l-hutame’; Hutame nedir?

Bu soruya ancak Allah cevap verebilir. Takip eden âyet cevabı veriyor.

 

  • نَارُ اللَّهِ الْمُوقَدَةُ {6}
  • 6- (O) Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir ki,
  • نَارُ اللَّهِ  ‘narullah’; Allah’ın ateşi
  • الْمُوقَدَةُ ‘el-mukadetu’; tutuşturulmuş

Hutame, ezmek, çer çöp yapmak anlamından hareketle bunun gönüllere işleyen, yürekleri etkileyen bir ateş olduğu anlaşılır. Bu öyle bir ateş, azap ki, suçluları ta can evinden vurma özelliği var. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 1/458)

Hutame, “nârullah-Allah’ın ateşidir”... Ateş Allah’a nisbet ediliyor. Bunun sebebi herhalde ateşin korkunçluğunu anlatmak içindir. Ya da dünyada malıyla tekebbür edenlerin Allah’ın katında değersiz olduklarını ifade etmek içindir... (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 7/234)

Kur’an’da sadece burada geçiyor... Ürpertici... Ürkütücü…

Türkçedeki “Allah’ın belâsı” gibi uyarı ve korkutma için geldiği söylenebilir. Öyle ya, dünyada bazıları Allah’ı, Âhireti, Cehennemi hesaba katmadan yaşar, ona buna sataşır, alay eder, küçümser, diliyle ve garip hareketleriyle insanları aşağılar.

Âyet, böylelerine “böyle yapmayın, Allah’ın tutuşturulmuş ateşi var” diyor.

Allah’ın ateşi, başka ateşlerle kıyaslanmaz. O Allah’ın emriyle yakılmış tutuşturulmuştur. Bu sadece cisimleri yakan bir ateş değil, suçlunun manevi dünyasına varan, bedenden yüreğe geçen, gönüllere etki eden, acı veren bir ateştir. (Elmalılı, H. Y. Hak Dili Kur’an Dili (sad.), 9/444)

Âyet ‘nârullahın-Allah’ın ateşinin’ özelliğini söyleyip insanları uyarıyor, ayağınızı denk alın diyor. 

Bu ateşin vereceği azap ve acı, yüreğe işleyecek ve insanı derinden etkileyecek. Nasıl ki iftira ve karalama, buna maruz kalanın yüreğini yakarsa, bu suçun cezası Hutame de mücrimin yüreğine ulaşan ateş olacaktır. Cezanın türü ve ağırlığı, işlenen suçun türü ve ağırlığına uygun olur.

 

  • الَّتِي تَطَّلِعُ عَلَى الْأَفْئِدَةِ {7}
  • 7-O kalplerin üstüne (kadar) çıkacaktır.

Yani yandıkça yürekleri çökerten tutuşturulmuş ateştir. 

  • الَّتِي ‘elleti; ki o

تَطَّلِعُ ‘teddaliu’; tırmanmak, yükselmek, işlemek, bir şeyin üstüne çıkmak. Ateşin acısının kapleri kaplamasını, azabın şiddetinin günüllere ulaşmasını ifade eder.  (Elmalılı, H. Y. Hak Dili Kur’an Dili (sad.), 9/444)

عَلَى الْأَفْئِدَةِ ‘alel’ef’ideti’; yüreklere... ef’ide fuad’ın çoğuludur ve yürekler, yüreğin derinliği demektir.

Bu göğüsteki kalp yerine kullanılmaz. İnsanın şuur, idrak, hissiyat, heves, inanaç, düşünce, niyet ve irade yeri hakkında kullanılır. Ateşin kalbe kadar ulaşması; kişinin batıl ve kötü düşüncelerinin merkezine varmasıdır. Bu ateş cehennemliğin suçuna göre ona ulaşır, onun azabına sebep olur. (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 7/234)

Hutame öyle bir ateş ki gönüllerin üzerine çıkar. Tenden geçip yüreklere etki eder. Onu sarar, acı verir, azap eder ama öldürmez. Zaten Cehennem’de ölüm yok.

ثُمَّ لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيَا (13)

“Onun içinde (Cehennem’de) ne ölür, ne yaşar.” (A’la 87/13)

إِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِمًا فَإِنَّ لَهُ جَهَنَّمَ لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيَا (74)

Şüphesiz, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa, kesinlikle ona cehennem vardır. Orada ne ölür, ne de (güzel bir hayat) yaşar.” (Tâhâ 20/74. Ayrıca bkz: Nisa 4/56. İbrahim 14/17. Furkan 25/13-14 v.d.)

Cehennemlikler oradan çıkmak isteyecekler, ama çıkamayacaklar.

وَالَّذِينَ كَفَرُوا لَهُمْ نَارُ جَهَنَّمَ لَا يُقْضَى عَلَيْهِمْ فَيَمُوتُوا وَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ مِنْ عَذَابِهَا كَذَلِكَ نَجْزِي كُلَّ كَفُورٍ (36) وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ فِيهَا رَبَّنَا أَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ أَوَلَمْ نُعَمِّرْكُمْ مَا يَتَذَكَّرُ فِيهِ مَنْ تَذَكَّرَ وَجَاءَكُمُ النَّذِيرُ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ نَصِيرٍ (37)

“İnkâr edenler için ise cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler. Kendilerinden cehennem azabı da hafifletilmez. İşte biz her nankörü böyle cezalandırırız.

Onlar cehennemde, “Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim” diye bağrışırlar. (Onlara şöyle denilir:) “Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.” (Fâtır 36-37. Ayrıca bkz: Müdessir 74/28)

Burada zımnen; «ateşin dehşeti böyle, öyleyse ey insan tedbir al» deniliyor.

Hutame, ihanet ettiği fıtratın, sesini bastırdığı vicdanın, hevâsının emrine verdiği bilincin, kendilerini Allah’tan mahrum eden sahiplerinden intikam almak için yaktığı bir ateştir.

 

  • إِنَّهَا عَلَيْهِم مُّؤْصَدَةٌ {8} فِي عَمَدٍ مُّمَدَّدَةٍ {9}‏
  • 8, 9-Muhakkak ki bu (ateşin kapıları), onların üzerlerine uzatılmış direklerle kapatılmış olacaktır.
  • إِنَّهَا ‘inneha’; muhakkak ki o,
  • عَلَيْهِم aleyhim’ üzerinde, üzerlerine
  • مُّؤْصَدَةٌ ‘mu’sadetu’; tıpalanmış, sımsıkı kapatılmış
  • فِي عَمَدٍ ‘fi amedin’; direkler, sütunlar, parmalıklar
  • مُّمَدَّدَةٍ ‘mumeddedetin’; uzun, uzatılmış.

İşte o ateş onların üzerine güdümlenmiştir; uzayıp giden direkler (sütunlar) arasında (Bir anlamda kendi zindanlarına mahkum olacaklar)

Buradan anlaşılıyor ki Hutame, içine girenlerin bir daha çıkamayacakları bir ateştir.

Mu’sadeh kelimesi ‘sımsıkı kapatılmış’ anlamıyla bunu ifade ediyor.

‘amedin mumeddedeh-uzatılmış direkler’ ifadesi de bu anlamı destekliyor. Hutame çepeçevre kusatılmış bir yer. Oradan çıkış, kaçış yok.

Dünyada iken insanların onurlarını kırıp geçirenler, haklarına tecavüz edenler, elleriyle ve dilleriyle başkalarını rahatsız edenler, hatta vicdanlara kelepçe vurmaya kalkışanlar orada direklere bağlanacaklar.

Bir başka ayette buna şöyle işaret ediliyor:

وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْ إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا وَإِنْ يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءَتْ مُرْتَفَقًا (29)

“Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Biz, zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepe çevre kuşatmıştır…” (Kehf 18/29)

Ateş azabıyla, uzun direkler ve sütunların arkasına kapatılmış kapıları, yüreğe varan ateşiyle ‘Hutame’ dehset bir zindan görüntüsü vermektedir.

Akla gelebilecek soru: Bu kötü ahlâk Allah’ı niçin gazaplandırıyor?

İnsanın amel defterini Allah tutar, hata ve kusurlarını o kaydeder. Başkalarının hata ve kusurlarının hesabını yapmaya kalkan, Allah’tan rol çalmaya kalkışmış, haddini aşmış demektir.

 

Dersler-İbretler

-Sûre insanları arkasından çekiştirenleri

-Yüzüne karşı alay edenleri

-Malı nereden geldiğine bakmaksızın habire biriktirenleri

-Malının kendisini ebedi yapacağını sananları kınıyor

-Bu dünya hayatını ebedi sananlar aldanırlar ve Âhiretin güzelliklerinden mahrum olurlar

-Vicdanını, fıtratını, bilincini ve yüreğini Allah’tan mahrum edenler kendi ateşlerini kendileri tutuştururlar.

-Bu dünyada kalpleri kibir, alay, aşağılama, küçümseme, hak yeme, işkence ile kıranlar, orada kendileri için yüreğe işleyen, yüreği kırıp geçiren bir ateşi hak ederler.