el-Mürselât Sûresi tefsiri etrafında bir online ders

Hüseyin K. Ece

17 Ocak 2021

03 Cemaziyel’âhir 1442

Selâm-Dortmund

 

سُورَةُ الْمُرْسَلَاتِ      ﷌

  • بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفًاۙ ﴿1﴾ فَالْعَاصِفَاتِ عَصْفًاۙ ﴿2﴾ وَالنَّاشِرَاتِ نَشْرًاۙ ﴿3﴾ فَالْفَارِقَاتِ فَرْقًاۙ ﴿4﴾ فَالْمُلْقِيَاتِ ذِكْرًاۙ ﴿5﴾ عُذْرًا اَوْ نُذْرًاۙ ﴿6﴾ اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌۜ ﴿7﴾

﴿ Yemin olsun, birbiri ardından gönderilenlere;

2﴿ Fırtına olup esenlere;

3﴿ Yaydıkça yayanlara;

4﴿(Hak ile bâtılı) birbirinden iyice ayıranlara;

5-6﴿ Mazereti ortadan kaldırmak veya uyarmak için vahyi iletenlere;

7﴿ Ki size vaad olunan şey mutlaka gerçekleşecektir.

 

Mürselât Sûresinin kimliği

Mekke döneminde inen sûrelerdendir. Üslûbu ve muhtevası bunu destekler. Adını adını 1.âyette geçen ‘el-Mürselât’ kelimesinden alır. İniş sırasına göre 33. sûre olduğu ve Hümeze Sûresinden sonra, Kâf Sûresinden önce bi’setin 5. yılında  inzâl olduğu tahmin ediliyor.

Resmi Mushafta 77. sûredir.

Âdiyât, Zariyât, Nazi’ât ve Saffât Sûreleriyle isim ve başlangıç açısından bezerlik gösterir.

 

Mürselât Sûresinin Konusu:

Sûrede ağırlıklı olarak Allah’ın varlığı, birliği, kudreti,

melekler,

Kıyâmet (öldükten sonra dirilme) ve ahiret hayatı,

Hesap ve hak eden suçlulara verilecek bazı cezalar.

müminler için hazırlanmış olan nimetler,

günahkârların akıbeti,

gayb âlemi gibi itikadî konular canlı ve etkileyici bir üslûple anlatılıyor.

 

Mürselât Sûresi etrafında

Bir önceki İnsan Sûresiyle yakın ilişkisi var. Her iki sûrede de kıyâmet ve sonrasından, insanın yaratılışından ve yaratılış amacından, yeryüzünde insanlar için yaratılan bazı şeylerden bahsediliyor.

Son Saatin mutlaka gerçekleşeceği bazı önemli şeyler üzerine yemin edilerek tekrar hatırlatılıyor. Bunlar kıyâmetin kesin olacağına dikkat çekmek içindir. Yine o gün olacak bazı olaylar söz konusu edilerek onun dehşetine dikkat çekiliyor.

Allah’ın yüce yaratıcı olduğu ve sonsuz kudret sahibi olduğu bir kez daha haber veriliyor. İnsanın yaratılışı ve yeryüzünün bazı özellikleri zikrediliyor, sonra da cehennemin hali ve inkarcıların alacakları ceza söz konusu ediliyor. Sonra mü’minlerin ulaşacakları nimetlere ve bunların çeşitliliğine kısaca temas ediliyor.

Böylece Vahye iman etmenin ve vahiyle gelen ölçülere göre yaşamanın önemine vurgu yapılıyor.

Sûrede tam 10 defa  وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ  “O gün yalanlayanların o gün vay haline!, ya da yazıklar olsun” deniliyor. Bu genel bir ifadedir. Allah’tan gelen hakikati, vahyi, hakkı inkâr edenlerin vay haline şeklinde anlaşılabilir.

Her ne kadar tekrar gibi olsa da bunlar te’kidtir. Mesajın iyice anlaşılması ve öneminin kavranması hedefleniyor.

Bunlar bir öncesiyle bağlantılı düşünülmeli. O zaman anlam bir önceki âyetlerde açıklanan “gerçekleri yalan sayanların vay hâline” diye anlaşılabilir.

Bu sûre ile iligili bir hadis rivâyeti var. Abdullah b. Mes’ud’un şöyle dediği naklediliyor: “Biz Peygamber ile beraber Mina’da bir kovukda idik. Kendisine Mürselât Sûresi nûzil oldu. O sûreyi okuyor , ben de onun ağzından alıyordum (öğreniyordum)...” (Buhârî, Tefsir/77 no:4930-4931, C. Sayd/7 no: 1830, Bed’u’l-halk/16 no: 3317. Ahmed b. Hanbel, 1/377)

 

  • بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

 

  • وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفاًۙ ﴿١﴾
  • فَالْعَاصِفَاتِ عَصْفاًۙ ﴿٢﴾
  • وَالنَّاشِرَاتِ نَشْراًۙ ﴿٣﴾
  • فَالْفَارِقَاتِ فَرْقاًۙ ﴿٤﴾
  • فَالْمُلْقِيَاتِ ذِ كْراًۙ ﴿٥﴾
  • عُذْراً اَوْ نُذْراًۙ ﴿٦﴾

 

1﴿ Yemin (and) olsun, birbiri ardından gönderilenlere;

2﴿ Esip savuranlara ya da fırtına olup esenlere;

3﴿ Yaydıkça yayanlara;

4﴿(Hak ile bâtılı) birbirinden iyice ayıranlara;

5-6﴿ Mazereti ortadan kaldırmak veya uyarmak için zikri iletenlere; ya da özür dileme (tevbe imkanı vermek, bâtılda olanları) uyarmak için öğüt telkin edenlere (yemin olsun ki size va’dedilen mutlaka gerçekleşecektir)

 

وَالْمُرْسَلَاتِ  gönderilenler

عُرْفاًۙ   peşpeşe, ardarda (aslı urf; at yelesi, mecâzen peşpeşe; “insanlar falanca kimseye ardarda yöneldiler” denir. urf; ihsan etmek veya tanınmak manasından; tanınan bir iyilik, dinin öngördüğü iyi bir iş...)

 فَالْعَاصِفَاتِ  esenler, ya da estirenler, büküp devirenler

عَصْفاًۙ   esme, esdikçe (mef’ulu mutlak) esmenin şiddetini ifade eder. Ayrıca mehvetmek, helâk etmek.

وَالنَّاشِرَاتِ  yayanlar, neşredenler, dağıtanlar

نَشْراًۙ  yayma, yaydıkça (bir önceki âyetteki gibi) yaymanın etkisini ifade eder.

فَالْفَارِقَاتِ ayıranlar

فَرْقاًۙ  ayırma, ayırdıkça; ayırma işinin niteliği ifade eder

 فَالْمُلْقِيَاتِ iletenler, ulaştıranlar, ilka edenler

ذِ كْراًۙ zikir (öğüt)

عُذْراً özür, mazur kılmak, suçunu örtmek

نُذْراًۙ  uyarmak, korkutarak sakındırmak

 

1﴿ Yemin (and) olsun, birbiri ardından gönderilenlere;

En başta ve 3. ayetin başındaki vav yemin edatıdır. 2., 4. ve 5. âyetlerin başındaki fe ise fau takibiyyedir. Peşinden, öyleyse, bundan sonra, bu böyledir arkasından da şöyle gelir, olur manası verir.

Allah (cc) bazı sûrelerin başında olduğu gibi bazı kuvvetlere yemin ediyor. Böylece muhatabın dikkati çekiliyor.

Bu yeminin cevabı herhalde; “size vaad olunun kesinlikle olacak" (Mürselât 77/7) âyetidir.

Mürselât Sûresinde, özellikle baş tarafında yine harika bir söz sanatı ile karşı karşıyayız. Kur’an’ın hepsi söz sanatı açısından üstün. Lakin bazı yerde bu sanat biraz daha belirgin. Saffât, Zariyât, Nazi’ât ve Âdiyât Sûrelerinin başında olduğu gibi.

وَالصَّٓافَّاتِ صَفًّاۙ ﴿1﴾ فَالزَّاجِرَاتِ زَجْرًاۙ ﴿2﴾ فَالتَّالِيَاتِ ذِكْرًاۙ ﴿3﴾ اِنَّ اِلٰهَكُمْ لَوَاحِدٌۜ ﴿4﴾

Saf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve zikri (Allah’ın kelâmını) okuyanlara andolsun ki, sizin ilâhınız gerçekten bir tek ilâhtır.” (Saffât 37/1-4)

وَالذَّارِيَاتِ ذَرْوًاۙ ﴿1﴾ فَالْحَامِلَاتِ وِقْرًاۙ ﴿2﴾ فَالْجَارِيَاتِ يُسْرًاۙ ﴿3﴾ فَالْمُقَسِّمَاتِ اَمْرًاۙ ﴿4﴾ اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌۙ ﴿5﴾ وَاِنَّ الدّ۪ينَ لَوَاقِعٌۜ ﴿6﴾

Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.” (Zariyât 51/1-6)

وَالنَّازِعَاتِ غَرْقًاۙ ﴿1﴾ وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطًاۙ ﴿2﴾ وَالسَّابِحَاتِ سَبْحًاۙ ﴿3﴾ فَالسَّابِقَاتِ سَبْقًاۙ ﴿4﴾ فَالْمُدَبِّرَاتِ اَمْرًاۢ ﴿5﴾

“Söküp çıkaranlara, yavaşça çekenlere, yüzdükçe yüzenlere, yarıştıkça yarışanlara, iş düzenleyenlere andolsun;” (Naziât 79/1-5)

وَالْعَادِيَاتِ ضَبْحًاۙ ﴿1﴾ فَالْمُورِيَاتِ قَدْحًاۙ ﴿2﴾ فَالْمُغ۪يرَاتِ صُبْحًاۙ ﴿3﴾ فَاَثَرْنَ بِه۪ نَقْعًاۙ ﴿4﴾ فَوَسَطْنَ بِه۪ جَمْعًاۙ ﴿5﴾

“Soluk soluğa süratle koşan, (koşarken ayaklarını) vurarak ateş çıkaran, sabah erkenden baskın yapan, orada tozu dumana katan ve düşman topluluğunun ortasına dalan atlara andolsun ki...” (Âdiyât 100/1-6)

Bunlar üzerine yemin edilenlerin önemli şeylerin sıfatlarıdır. el-mürselât, el-âsifât, en-nâşirât, el-fârikât, el-mulkıyât.

Kendilerinin değil sıfatlarının söylenmesi bunların ne olduğu konusunda farklı yorumlara sebep olmuştur.

Hepsinin aynı şey veya farklı şeyler olması ihtimal dahilindedir. Melekler, rüzgâr, Kur’an âyetleri, Peygamberlerin gönderilmesi, insanların kalbine düşüp onları hakka yönelten güzel duygular olabilir.

Bunların hepsinin ruhânî kuvvetler olmak üzere melekler olması ve Allah tarafından gönderilmiş olması hepsi de ‘mürselât’a dahil olabilir. Ancak yaptıkları işler göz önüne alınarak bazı sınıflara ayrılabilir. Asıl amaç da bunların kendilerini değil, âlemdeki değişimlerle ilgili fiilleri anlatmaktır. Başında fa olanlar bir sıralama olanlar, ve olanlar ise bir sıralamaya gerek olmayanlardır. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/477)

Tefsircilerin çoğuna göre ilk üç âyette üzerine yemin edilen şeyler; rüzgâr, fırtına ve bulut gibi tabiat olaylarıdır. Bunlar çerçöpü sürükleyen şiddetli esen rüzgarlardır. “Üstünüze şiddetli bir fırtına yollmasından...” (İsrâ 17/69) âyetinde olduğu gibi.

Diğerlerine göre ise ondan sonra gelen üç âyetteki gibi Cebrail, melekler, vahiy veya kitap kasdedilmiştir.

Onlara göre melekler vahiy getirirken rüzgâr gibi esmişler, Hak dini neşretmişler, getirdikleri vahiy sayesinde cehâlet ve inkâr yüzünden manen ölü olanlar diri olmuş, hak ve bâtıl birbirinden ayrılmış, insanların tevbe etmelerinin ve arınmalarının yolu açılmıştır. (Zemahşerî el-Keşşaf, 4/664)

Bunların melekler olduğunu söyleyenlere göre; Allah (cc) onları vahiyle, emir ve nehiyle, ma’ruf olan şeylerle veya başka görevle gönderdiği için onlara el-mürselât dendi.

Rüzgâr gibi hızlı hareket ettikleri için el-âsıfât,

kanatlarını açtıkları veya dini yaydıkları, amel defterlerini açtıkları için en-nâşirât,

hak ve bâtılı ayırdıkları için de el-fârikât denmiş.

Bunların rüzgâr olduğunu söyleyenlere göre; وَهُوَ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا ... “Rüzgârları gönderen Allah’tır” (A’raf 7/57) âyetinde geçtiği gibi bulutları yaydığı için el-mürselât,

وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِر۪يحٍ طَيِّبَةٍ “Esen bir rüzgâr” (Yûnus 10/22) uyarınca bunlara el-âsıfât,

اَللّٰهُ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ فَتُث۪يرُ سَحَابًا فَيَبْسُطُهُ فِي السَّمَٓاءِ كَيْفَ يَشَٓاءُ “Rüzgârları gönderir de bir bulut kaldırılar” (Rûm 30/48) âyeti uyarınca en-naşirât,

وَيَجْعَلُهُ كِسَفًا “Onu parça parça yapar” (Rûm 30/48) âyeti uyarınca bunlar bulutları parçalara ayırdığı için el-farikât denmiştir.

“el-Mulkıyât zikran” ise peygamberlere vahiy getiren meleklerdir. (Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 10/264)

 

Taberî, bu ilk beş âyetle ilgili kendi zamanına kadar gelen görüşleri sıralıyor ve “bize göre en isabetlisi şudur” diyerek kendi görüşünü ekliyor. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/377-382)

 

İbnu’l Cevzî de bu beş âyetle ilgili görüşleri madde madde sıralıyor.

“birbiri ardından gönderilenlere (el-mürselât);” bununla ilgili dört görüş var. 1.Kasdedilen, ardarda gelen rüzgârdır.

2.Kasdedilen, peşpeşe gönderilen meleklerdir. Onlar Allah’ın emir ve nehiylerinden ma’ruf olan ile gönderilirler. ‘Urf’ burada ma’ruf, aklın ve dinin kabul ettiği güzel şeyler demektir.

3.Kasdedilen rasûllerdir ki onlar mucizeleriyle bilinirler.

4.Kasdedilen melekler ve rüzgârdır. Ki onlar peşpeşe gelir.

Taberî’ye göre ‘el-mürselât’ hakkında en isabetli görüş şudur: Allah (cc) burada peşpeşe gönderdiği meleklere, rüzgara yemin ediyor. Sıfatları söylenen ama kendileri belirtilmeyen am üzerine yemin edilen şeyler melek, rüzgar ve peygamberler olabilir. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/378)

 

“Esip savuranlara (el-âsıfât)”; bununla ilgili iki görüş var: 1.Kasdedilen şiddetle esen rüzgârdır. Çoğunluğun görüşü böyledir.

2.Kasdedilen meleklerdir. Bunlar rüzgarla görevlidir.

Taberî’ye göre (el-âsıfât) hakkında en isabetli görüş şudur: Bulutları süren , dağıtan sert ve şiddetli esen rüzgârdır. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/378-379)  

 

“Yaydıkça yayanlara (en-nâşirât); Bununla ilgili beş görüş var: 1.Cumhura göre kasedilen bulutları sürükleyen rüzgârdır, ya da görevli meleklerdir.

2.Kasdedilen, kitapları neşreden, yayan meleklerdir.

3.Kasdedilen, kulların amelleriyle Allah’a sunulan sahifelerdir.

4.Kasdedilen, kıyâmetteki yeniden diriliştir. O zaman ruhlar tekrar ortaya çıkar.

5.Kasdedilen, bitkileri ortaya çıkaran yağmurdur. 

Taberî’ye göre (en-nâşirât) hakkında en isabetli görüş şudur: Allah neşreden, yaydıkça yayan şeyler üzerine yemin ediyor ama ne olduğunu belirtmiyor. Rüzgar bulutları yayar, yağmur yeri canlandırır, melekler kitabı yayar. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/379-380)  

 

“birbirinden iyice ayıranlara (el-fârikât)”; bununla ilgili dört görüş var: 1.Meleklerdir, onlarla gelen hak ve bâtılı birbirinden ayırır. Çoğunluğun görüşü böyle.

2.Kasdedilen, haramı ve helâli birbirinden ayıran Kur’an’dır.

3.Kasdedilen, bulutları dağıtan, onların arasını ayıran rüzgârdır.

4.Kasdedilen, peygamberlerdir.

Taberî’ye göre (el-fârikât) hakkında en isabetli görüş şudur: O, hak ile bâtılın arasını ayıranlardır. Allah bunu bir şeye tahsis etmedi. Melek de olabilir, Kur’an da. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/381)  

 

“zikri iletenlere (el-mulkıyât); bununla ilgili de iki görüş var: 1.Bunlar peygamberlere vahyi ileten meleklerdir. Çoğunluğun görüşü böyle.

2.Kasdedilen, kendilerine inzâl edilenleri ümmetlerine ulaştıran peygamberlerdir. (İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, s:1502-1503. Ayrıca bkz: Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, s: 3228-3229)

Taberî’ye göre (el-mulkıyâti zikran) hakkında en isabetli görüş şudur: Allah’ın vahyini peygamberlere tebliğ eden meleklerdir. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/381)

 

  1. Razî’ye göre de ilk beş âyette şu ihtimaller olabilir:

-Maksat melekler olabilir.

O zaman bu âyetleri şöyle anlamak mümkün: “Nimet veya azap için peşpeşe gönderilen. Hızlı hareket eden. Hüküm, rahmet veya amel defterlerlerini açan. Hakkı ve batıldan ayıran. Peygamberlere zikri getiren meleklere andolsun.”

-Maksat rüzgârlar olabilir.

O zaman bu âyetleri şöyle anlamak mümkün: “Peşpeşe gönderilen. Sert estikçe esen. Bulutları yaydıkça yayan. İyileri ve kötüleri ayırdıkça ayıran. Felaket haberlerinin gelmesini sağlayan rüzgârlara yemin olsun.”

-Maksat vahiy olabilir.

O zaman bu âyetleri şöyle anlamak mümkün: Peygamber’e peyderpey gönderilişine. Batıl dinleri bastıran gücüne. Gerçeği yayan mesajlarına. Hakkı batıldan ayıran sıfatına. Öğüt veren özelliği ile vahye yemnin olsun.”

-Maksat peygamberler olabilir.

O zaman bu âyetleri şöyle anlamak mümkün: Hakkı getiren. Risâletle güçlenip üstün gelen. Dini hakikatleri yayan. Hak ile bâtılı ayıran. Zikre davet eden peygamberlere yemin olsun.” Bunlar kendilerini tanıtacak olan mu’cizelerle gelen peygamberlerdir.

-Bu âyetler vahiy olarak anlaşılırsa;

1.Âyetteki urfen: peşpeşe, peyderpey demektir. Kur’an böyle inzâl oldu (tencîmu’l-Kur’an). el-Mürselât da vahiyle gelenler olur.

2.Âyetteki el-âsıfât, vahyin gönüllere müdahelesi, yani küfrün, ilhadın, nifakın oradan söküp atılması olarak anlaşılabilir. Naziât 1.âyet de buna benziyor. “şiddetli bir şekilde söküp atanalra yemin olsun”

3.Âyetteki en-nâşirât; vahyin gerçekleri ortaya koymasını ifade eder. Vahiy hakikati gönüllere ulaştırır. Böylece vahiy getiren melekler, vahiy uğruna çalışan elçiler ve bu yolun yolcuları övülüyor.

4.Âyetteki el-fârikât, bir öncekini açıklayıcı olarak alınabilir. Vahy gerçekleri yayar, böylece hak bâtıldan, yanlış doğrudan ayrılır. Zira bu vahyin özelliğidir.

5.Âyetteki el-mulkıyât vahyin bir başka özelliği olabilir. Kur’an peyderpey gönderilip yüreklerdeki inkârı söküp atar, hakikatı yayar, hakkı bâtıldan ayırır, yüreğe hakkı koyar. Bütün bunlar bir öğüt (zikir) sonucu gerçekleşir. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/430-433)

5.âyette geçen zikir; vaaz, nasihat, öğüt, ibret, hatırdan çıkarılmayan şey veya Dinin Kitabı olabilir. Zikir bırakanlar; vahiy getiren melekleri ya da yüreklere öğüt telkın eden, ibret bırakan ilham edici melekleri, olayları kapsayabilir.

Zemahşerî, baştaki yemin vav’ını göz önüne alarak ilk beş âyeti ikiye ayırıp şöyle açıklamış:

“Allah (cc) bazı meleklere yemin ediyor. Onlara bazı görevler verir onlar da görevi yerine getirmek için rüzgâr gibi hızlı hareket ederek önlerine çıkabilecek engelleri hızlıca büküp çevirerek giderler. Allah diğer meleklere de yemin ediyor. Onlar da vahyi indirirken kanatlarını açarlar, ya da insanlar arasında şeriati yayarlar, ya da inkâr veya câhillikle ölü gibi olan yürekleri diriltmek için vahiy getirdiler. Hak ile bâtılı ayırdılar. Peygamberlere ziki, öğüt veya ilahi kitap bıraktılar. (Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/664)

Bazılarına göre de bu beş âyette aynı varlığa değil farklı varlıklara yemin ediliyor. el-Mürselât normal rüzgârlar,

el-âsıfat, şiddetli rüzgârlar,

en-naşirât ie bulutları yayan rüzgârlardır.

el-Farikât ile el-mulkıyât meleklerdir. Letâfet ve sür’atlerinden dolayı melekler de rüzgâra benzerler. (Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 10/266)

Bu konuda başka yorumlar da var.

Mesela M. Okuyan, bu âyetleri vahiyle ilişkilendiriyor. İlk âyetteki urf kelimesinin peyderpey, peşpeşe anlamından hareketle el-mürselâtın vahiy ürünü bilgiler olduğu söylenebilir. Buna göre el-âsıfât vahyin gönüllere müdahesi, küfür ve inkârın oradan sökülüp atılması anlamında olabilir. Nâziât Sûresinin başında da buna benzer bir durum var. İkinci âyetin başındaki ‘fa’ edatı bu anlama katkı sağlar. Zira bu edat bir işin sonucunu haber verir. Yani vahyin gönderilmesinin sebebi yüreklerden şirk, küfür, inkar gibi şeylerin atılmasını sağlamaktır.

  1. âyetteki en-nâşirât vahyin hakikati neşreden, yayan bir başka özelliğidir. Vahyi gönderen, onunla hakikati ortaya seriyor, neşrediyor. Bu durumda vahyi getiren melekler, vahyi tebliğ eden elçi, vahye destek olan herkes övülür.
  2. âyetteki el-fârikât, başındaki ‘fa’ edatıyle en-nâşirât’ın sonucudur. Vahyin neşredilmesinden beklenen sonuç hakkı bâtıldan, doğryu yanlıştan ayırmasıdır. Kur’an bir ismi el-Furkan olarak bunu ifade eder.
  3. âyetteki el-mülkıyât, ve zikr kelimeleri de vahiyle alakalıdır denilebilir. Vahy peyderpey iner, gönüllerdeki pislikleri söküp atar, hayatın her alanına gerçekleri neşreder, hakkı bâtıldan ayırır. Bütün bunları da zikr, yani hatırlatma, öğüt ve ibret olsun diye yapar. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/432-433)

Görüldüğü gibi tefsirciler bu altı âyeti farklı şekillerde açıklamaya çalıştılar. Ancak bunların ne olduğu konusunda kesin bir şey söylemek mümkün değildir.

Zikir (öğüt) bırakanlar bunu niçin yaparlar. Mahfuz (gizli) bir sorunun cevabını takip eden âyet veriyor:

 

  1. âyet; "Gerek özür için, gerek uyarı için".

(Doğru yolda olanlara) özür dileme (tevbe etmek imkanı vermek), (bâtıl dinlere inananlara da) uyarıda bulunmak için.”

‘Özr’, mazur kılmak, yani kabahati silmek mânâsınadır.

‘Nüzür’, uyarmak, korkutmak, sakındırmak anlamında mastardır.

Bu iki kelime daha önce geçen ‘zikir’den bedeldir ya da mef'ûl (tümleç)dur. Buna göre anlam; “o melekler hakkı kabul edenlere özr için, bâtılı kabul edenlere korkutmak için zikri bırakanlar” demek olur.

Yani melekler, bir mazeret kalmasın diye, ya da kulların Allah’ın azabından korkutup uyarmak için vahyi bırakırlar. Bunlar pweygamberler de olabilir. Onlar kulların mazeret olarak ileri sürebilecekleri bir şey bırakmazlar ve onları vahiyle uyarırlar.

Allah insanların yarın (Âhirette) bir mazereti olmasın diye vahiy gönderir, onları uyarır. İsteyen bundan faydalanır ve gereğini yapar. Özr, salih kimselerin tevbelerine, mücrimlerin de uyarılmasına işaret olabilir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, s: 3229)

Keşşâf’ta, “Yahut Allah (cc) azap rüzgarlarına yemin etmiştir. Onları göndermiştir de, bunlar büküp büküp devirmişlerdir. Rahmet rüzgârlarına da yemin etmiştir. Bunlar da ölü araziye hayat yaymışlardır da Allah'a şükredenlerle inkâr edip nankörlük edenleri ayırmışlardır. Zikir ile de uyarı, uyanma telkin etmişlerdir.

Ya Allah'ın nimetini anlayıp şükretmek, tevbe edip mağfiret (özür) dileyeceklere özür için... Veya bu nimeti tabiat veriyor deyip Allah'a şükürden gaflet edenleri korkutmak için. (Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/664)

Bu durumda zikre sebep olduklarından dolayı "el-mülkıyâtı zikran-zikir bırakanlar, zikir telkin edenler" demek olur.

Bu anlam, Kur'ân âyetleri veya peygamberlerin gönderilişleri ve insanın kalbine gelen iyi ilhamlar hakkında da düşünülmüştür.

Elmalılı, bundan sonra kendi tercihini şöyle ortaya koyuyor: Sıfatları söylenen ama kendisi açıklanmayan, ancak önemli olan şeyler birer örnektir. Böylece devirmek, yaymak, ayırmak, zikir telkın ederek iyilik etmek üzere peşpeşe gönderilen kuvvetler diye anlamak en isabetli ve kapsamlı anlam olur diyor. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/478-479)

Bu iki kelime ilk beş âyeti nitelendirebilir ve vahyin gönderiliş amacını özetleyebilir. Buna göre ilk altı âyete şöyle meal vermek mümkün: “Peyderpey gönderilen, söküp atan, yaydıkça yayan, hakkı bâtıldan ayıran ve öğüt veren bu mesajlar, özürleri ortadan kaldırsın ve uyarıcı olsun diye gönderilmiştir.”

Bu iki kelime sadece 5. âyeti nitelendirebilir: “Özür imkanı versin ve uyarı olsun diye öğüt veren vahiylere yemin olsun.”

Uzr hakkı kabul edenlere,

nüzr ise onu iptal etmek isteyenlere yönelik olabilir.

Bu göre mana; “Hakkı onaylayanlar için özür, onu iptal edenler için uyarı olsun diye (vahiyler gönderilmiştir).”

Öğütten faydalananlar nimetleri görünce istiğfar ve tevbe ederek özür beyan eden olurlar. Uyarıyı hak edenler ise şükürden gafil olup, nimetleri Allah’tan başkasına nisbet eden nankör olurlar. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/382)

Bu âyet günahkârların özür dilemesi için ve insanları uyarmasını ifade eden bir anlam da verilebilir. “Bu vahiyler, zulümleri/hataları sebiyle özür dilesinler diye , Allahın azabından kurtulmaları için bir uyarı olarak gönderilmiştir.” (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/433-434)

 

  • اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌۜ ﴿٧﴾

 

7﴿ Ki size vaad olunan şey mutlaka gerçekleşecektir.

اِنَّمَا   mutlaka, şüphesiz

تُوعَدُونَ  size va’dedilen

لَوَاقِعٌۜ  elbette gerçekleşecek

Cümle ‘inne’ ile başlıyor. Dolaysıyla manaya vurgu yapıyor. Vaka’a fiilinin başındaki lâm da te’kid edatıdır. Burada iki te’kid var. Yani (yukarıda sayılanlara yemin olsun ki) size va’d edilen şey mutlaka ve mutlaka gerçektir, gerçekleşecektir. (Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/665)

(Geçmiş zaman kullanılarak gelecek zaman vurgulanıyor.)

O va’d edilen şey nedir?

اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌۙ ﴿5﴾ وَاِنَّ الدّ۪ينَ لَوَاقِعٌۜ ﴿6﴾  

 “size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap/ceza mutlaka gerçekleşecektir.” (Zariyât 51/5-6)

Burada bu gerçek bir âyetle haber veriliyor.

Va’d edilen şey, Son Saat yani dünya hayatının sonu,

Kıyâmet, yani yeniden diriliş. Allah o günde kulları hak ettikleri sevabı ve azabı hazır etti. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/382)

Âhiret hayatı, yani mahşer yerinde toplanma, hesap (yargılama) amellerin sonucunu görme; hepsi olabilir. Zira Kur’an’ın yaklaşık üçte biri bunlardan bahsediyor. Din Günü, Hesap, amellerin karşılığının verilmesi, Âhiret hayatı mutlaka olacaktır diye.

Ey insan öleceksin ama günün birinde tekrar başka bir dünyaya doğacaksın, yaptıklarından mutlaka hesaba çekileceksin. Amellerine göre farklı bir hayat seni bekliyor deniyor.

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَاِذَا هُمْ مِنَ الْاَجْدَاثِ اِلٰى رَبِّهِمْ يَنْسِلُونَ ﴿51﴾ قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَاۢ ۔هٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمٰنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ ﴿52﴾

“Sûra üfürülür. Bir de bakarsın, kabirlerden çıkmış, Rablerine doğru akın akın gitmektedirler. Şöyle derler: “Vay başımıza gelene! Kim bizi diriltip mezarımızdan çıkardı? Bu, Rahman’ın vaad ettiği şeydir. Peygamberler doğru söylemişler.” (Yâsîn 36/51-52)

el-Mürselât Sûresi de genelde kıyâmetten ve sonrasında olacak bazı olaylardan bahsediyor.

Bu âyetlerin muhatabı öncelikle öldükten sonra dirilmeyi, Âhireti inkâr edenler, müşrikler; genelde ise bütün insanlardır. Sûrenin akışında on defa tekrar edilen “yalanlayanların vay haline” deniliyor. Bu yalancılar kendilerine vahiyle gelen hakikati yalanlayanlar, dolaysıyla Âhiretin olacağını kabul etmeyenlerdir.

Bu açıdan âyetler böyle olan herkesi muhatap alıyor denilebilir.

Görüldüğü gibi bu sûre Kıyâmet Sûresi gibi söze bazı önemli şeylerin sıfatları üzerine yeminle başlıyor, sonra da sözü kıyâmete, ondan sonra olacaklara getiriyor.

Demek ki asıl amaç kıyâmetin ve mahşerin mutlaka gerçekleşeceğini bir daha haber vermek. Bu ilâhi mesajı zihinlere yerleştirmektir. Sonra insanların bu inançla hayatlarını inşa edip, o güne hazırlıklı olmalarını sağlamaktır. (Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, 3/433-435)

İnsanlara va’d edilen şeyin mutlaka gerçekleşeceği söylendikten sonra bu âyet grubunda Son Saat ve ondan sonra insanların hesaba çekilmesinden kısaca söz ediliyor. Arkasından bu gerçekleri yalan sayanların kendilerine yazık ettikleri açıklanıyor.

Kıyâmetle ilgili olacak olayların mechul (edilgen) kalıpla anlatıldığını hatırlayalım.

Bundan sonra Sûre, vadedilen edilen şeyin gerçekleşeceği vakit olacak bazı olayları anlatıyor: