Ailenin dünyada bir senlik yurdu olması gerektiği hakkında bir ders

Hüseyin K. Ece

19-26.02.2015

Sevad – Görüntülü ders

 

  • Giriş

Evlenmek, ev-lenmektir, yani yuva kurmaktır, ev sahibi olmaktır, eve mensup olmayı seçmektir.

Evlenmek, iki kişinin bedenen bir araya gelmesi, birlikte yaşaması değildir.

Kur’an’da “ev” için iki kelime kullanılır: Beyt ve dâr.

Kur’an Ahzab 33 ve 34. âyetlerde özelde kadını, genelde mü’minleri “eve sahip olma” anlamında “evli” olmaya çağırıyor.

Kur’an’ın tavsiye ettiği ev esasen bir “şahsiyet okulu”dur. Anne-baba bu okulun hem öğrencisi hem öğretmenidir.

Böylesi bir ev cennetin dünyadaki şubesi, “dâru’s-selâm-esenlik yurdu”  olmayı hak etmiş demektir.

Cennetin dünyadaki şubesi olmayı hak etmemiş bir ev, cehennemin dünyadaki şubesi olmaya adaydır.

İman eden herkesi ailesini cehennemden korumaya çağıran şu âyet, aynı zamanda evi (aileyi) cehennemin dünyadaki şubesi olmaktan koruma çağrısıdır. (M. İslamoğlu’dan)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَاراً وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلَائِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللَّهَ مَا أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ {6}

“Siz ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan tarifsiz bir ateşten koruyunuz!” (Tahrim, 66/6)

Allah Rasûlü, şu hadisiyle bu âyeti şerh eder gibidir: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz.” (Buhari ve Müslim).”

Rasûlüllah (sav) vahyi aldığı zaman sokağa, Mekkenin güçlüllerine, akrabalara değil evine sığındı.

Allah (cc) Hz. Musa’ya ve kavmine, Firavunun zulmü karşısında evi tavsiye etti. Eve sığınmalarını ve evlerini kıble edinmelerini emretti.

“Biz de Musa ile kardeşine: “Şehirde halkınız için bazı evleri sığınak edinin” diye vahyettik, “ve (onlara deyin ki) ‘Evlerinizi ibadet yerine dönüştürün; ve namazda devamlı ve kararlı olun!’ Ve [sen ey Musa!] inananları [Allah'ın yardımıyla] müjdele!” (Yûnus 10/87)

Bu, evin hem sığınılacak bir melce, hem bir mektep, hem bir mabet olduğunu gösterir. Zımnen evlerinizi böyle yapın demektir.

Aileye bir ‘daru’s-selâm’, yani esenlik ve güven yeri, huzur ve mutluluk yuvası diyebilir miyiz?

Ya da müslüman evliler ailelerini ‘daru’s-selâm’ yapmak zorundalar mı?

Daru’s-selâm/esenlik ve güven yurdu

            Asıl ‘selâm yurdu’ Cennet’tir.

Allah (cc), bütün insanları bu ‘selâm yurduna’ davet ediyor.

وَاللّهُ يَدْعُو إِلَى دَارِ السَّلاَمِ وَيَهْدِي مَن يَشَاءُ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ {25}‏ لِّلَّذِينَ أَحْسَنُواْ الْحُسْنَى وَزِيَادَةٌ وَلاَ يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلاَ ذِلَّةٌ أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ {26} وَالَّذِينَ كَسَبُواْ السَّيِّئَاتِ جَزَاء سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ مَّا لَهُم مِّنَ اللّهِ مِنْ عَاصِمٍ كَأَنَّمَا أُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعاً مِّنَ اللَّيْلِ مُظْلِماً أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ {27}

“(Bilin ki) Allah, (insanı) huzur ve güvenlik ortamına (daru’s-selâm’a) çağırmakta ve dileyeni dosdoğru bir yola yöneltmektedir.

İyi ve yararlı işler yapmakta sebatlı olanları (karşılık olarak) daha iyisi ve ondan da fazlası beklemektedir. (Kıyamet Günü'nde) onların yüzlerini ne bir kararma, ne de bir aşağılanma gölgelemeyecektir: İşte bunlardır cennetlikler; orada ebedî kalacak olanlar.” (Yunus 10/25-26)

Burada geçen ‘dâru’s-selâm’ genellikle ‘cennet’ olarak anlaşılmıştır. Nitekim bir başka âyette iman edip salih amel işleyenlere böyle bir makamın verileceği söyleniyor:

وَهَـذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَقِيماً قَدْ فَصَّلْنَا الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ {126} لَهُمْ دَارُ السَّلاَمِ عِندَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ {127}

“Rableri katında onlara esenlik yurdu (cennet) vardır. Ve yapmakta oldukları (güzel) işler sebebiyle Allah onların dostudur.” (En’am 6/127)

Muhammed Esed bu âyete şöyle bir açıklama getiriyor: “Açıktır ki, dâru's-selâm terimi sadece -cennet temsîlinde işaret edilen- öte dünyadaki nihaî esenlik ortamını değil, fakat aynı zamanda gerçek müminin bu dünyadaki ruh durumunu, yani onun Allah'la, tabii çevresiyle ve kendisiyle barış ve bağdaşım içindeki huzurlu, güvenli ruh durumunu da ifade etmektedir.”

İnsan korkulardan, endişelerden, tehlikelerden emin olmak ister. Güvenlik ister, huzur ister, selamet ister. Bunu sağlayacak arayışlara yönelir. Kendisine huzur verecek hayat biçimine seçer.

Kendisine güven vereceğini tahmin ettiği güçlere sığınır. Hatta gerekirse güvende olabileceği beldelere göç eder.

Allah Teâla insanı bu manada mutlak huzura, mutlak esenliğe, mutlak güvene ve saadete davet ediyor.

 

Soru: Bu dünyada esenlik yurdunun kurulması mümkün mü?

Bu esenliğin, güven ve huzurun olmasını sağlayacak olan yegane hayat biçimi de adı ‘selâm’ ile aynı kökten gelen İslâmdır.

Allah (cc) İslâmı insanlar bu kurtuluşa, esenliğe ve güvene kavuşsunlar diye gönderdi.

Denilebilir ki, ‚ebedi esenlik yurdunu’ kazanmak; insanın dünyada kurabileceği ‘dâru’s-selâm’a bağlıdır. Yani bu dünyada cennet gibi bir hayatı yaşamayanlar, ölümden sonraki cenneti kazanamazlar. 

Zira İslâm hayatı minyatür bir cennete çevirmek için gönderilmiştir. Bu hayat ebedi hayata bir hazırlık, bir örnek, bir önsöz ise; orasını burada hazırlamak kaçınılmazdır. 

Dünya hayatı Âhiretteki cennetin örneğinin İslâmla inşa edileceği, işte ben böyle bir cennet istiyorum diyebileceği bir fırsattır. Dünya hayatı cennet hayatının  kısmen tadılacağı bir yerdir.

Herkes Âhirette nasıl bir hayat istiyorsa öyle yaşar. Sanki derler ki’ ben ölümden sonra da böyle bir hayata kavuşmak istiyorum’.

Ölümden sonraki sonsuz cenneti isteyenler, elbette dünyadaki hayatlarını cennete çevirmek zorundadırlar. Ya da Cennetin numûnesini burada da göstermek durumundadırlar.

“Dâru’s-selâm’ın-esenlik yurdu’nun müslümanın hayatında üç alanda gerçekleşmesi mümkündür:

Kişisel hayatında,

Aile hayatında,

Ümmet hayatında.

 

Biz aile hayatında kazanabilecek ‘dâru’s-selâm’a bakalım;

“Aile, insanın dünyadaki küçük cennetidir” diyenler doğru söylemişlerdir.

Hoş bir temenni.

İslâmın kurmamızı istediği aile yuvası budur. Ailenin fonksiyonu bu olmalıdır.

Aile insana cennetten bir nefes, bir esinti, bir koku getirmelidir.

Hoş bir temenni diyorum; biliyoruz ki müslüman ailelerin hepsi böyle değil.

Pek çok aile fertlerine cennet olacağı yerde, ızdırap yeri. Mutluluk yuvası olacağı yerde huzursuzluk mekanı. Sükunet yeri olacağına, bıkkınlık veren bir yer.

Ancak bu örneklerin olması İslâmın inşa edilmesi istediği ev-yuva modeli idealini değiştirmez. Kötü, iyi şey için örnek olmaz.

İnsanlara ‘selâm’ı/barışı ve esenliği, selâmeti ve mutluluğu öğütleyen Vahiy, ve vahyi bir hayat olarak insanlığın önen koyan Son Elçi (sav) bunun nasıl sağlanacağını da göstermiştir. Bu model, bir hayal, bir temenni, bir ütopya değil, İslâmın ilk döneminden beri yaşanılan, tecrübe edilen, uygulanan somut bir hedeftir.

İnsan dünyaya azap çekmek için gelmediği gibi, hayattan hissesine düşen de ceza ve huzursuzluk değildir.

Bilindiği gibi belâ, musibet, huzursuzluk, mutsuzluk, zorluklarla karşılaşmak insanın kişisel tercihiyle, çevre şartlarıyla ve kötülük odaklarının eylemleriyle bağlantılıdır. Ancak kişi çoğu zaman kendi tercihlerinin, kendi eylemlerinin sonucunu görür ve yaşar.

Kötülük işleyen kimselerin huzur araması boştur.

Başkasına haksızlık edenlerin rahat uyku uyuması hakkı değildir.

Başkasını rahatsız edenin kendisinin rahat olması mümkün değildir.

Bilinen bir söz: Kendi saadetini başkalarının felaketi üzerine bina edenler asla mutlu olamazlar.

Kişi başkasını ağlatacak, ama diğer tarafta kendisi mutluluktan gülecek? Olacak şey değil...

Şimdi şu soruyu soralım ve cevabını bulmaya çalışalım: 

Aile nasıl ‘daru’s-selâm’ olabilir?

Kendi iç dünyasında İslâmla ‘selâm’a eren müslüman, kadın ve erkek, yani karı-koca veya çocuk, bunu aile hayatına taşır. Aile hayatında da ‘selamet’ üzere yaşamaya gayret eder.

Bunun formulü dört S ve dört B‘dir.

 

4 S: Sevgi, Saygı, Sadakat ve Sabır

4 B:  Bağlı olmak, Babacan olmak, Bağışlayıcı olmak, Barışcı olmak.

 

  • Dört S;

1-Sevgi

Allah isminin türediği kök fiilin anlamında sevgi vardır. Esmâu’l-Hüsnâ’nın çoğu sevgi ve merhamet manaları etrafında döner.

Allah (cc) varlığı neden yarattı? Sevgiden (muhabbetten) yarattı diyebilirsiniz. Âlem sevginin size görünen boyutlarıdır.

Âlemin yaratılmasındaki amaç nedir?

Allah’ın sevgi ve merhameti ete kemiğe bürünsün, akıl sahiplerine cisim olarak görünsün, nefret ve gaddarlık sürünsün diye.

Bir şair Peygamber’in (sav) muhabbettten hasıl olduğunu söylüyor.

“Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl

Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl”

‘Hubb’ kökünden gelen  ‘muhabbet-sevgi’ kelimesi genellikle ‘buğz’un zıddıdır. (İbni Manzur, Lisanü’l-Arab, 4/6) ‘Meveddeh ve vûdd’ gibi ‘sevgi’ anlamında kullanılmaktadır.

Muhabbet, seveni kendinden geçirecek ölçüde ileri seviyede sevgidir. Kişinin iyi ve güzel bildiği şeye karşı olan meylidir.

Muhabbetin gerek insanlar arasında, gerek Allah’a karşı, gerekse dinî emir ve yasaklardın yerine getirilmesinde önemli bir rolü vardır.

Bundan dolayı Kur’an’da üzerinde durulan bir konudur.

Sevgi olmazsa, ilgi olmaz. Sevgi olmazsa sorumluluk olmaz. Sevgi olmazsa hürmet (saygı) ihtiyacı duyulmaz.

Sevgi olmazsa; fedakârlık,

bağlılık ve vefa,

iyilik (ihsan) etme,

şefkat ve merhamet,

yardım ve destek,

affetme ve bağışlama,

eksikliği görmeme,

diğergâmlık (kendine tercih etme),

itibar etme ve değer verme olmaz.

Yine aynı kökten gelen ‘habbe’ tohum, tane demektir. Kur’an’da beş yerde geçmektedir. (Bakara 2/261)

Muhabbet kelimesinin ‘habbe’ tohum ile aynı kökten gelmesi de sevginin tohum gibi üretilebilir, çoğaltılabilir, ürüne dönüştürülebilir olduğuna işaret olabilir. Tohumlardan sonsuz bitkiler, meyveler ve yeniden tohumlar üretilebilir.

Tohumlara ve onların sonuçlarına sınır konulamaycağı gibi, sevgiye de sınır çizilemez.

Eşlerin arasındaki sevgi Allah’ın âyetlerindendir.

“O'nun ayetlerinden (varlığının belgelerinden) biri de, sizi cezbeden kendi cinsinizden eşler yaratması ve aranıza sevgiyi ve şefkati yerleştirmesidir: bunda, kuşkusuz, düşünen insanlar için dersler vardır!” (Rum 30/21) 

Eğer sevgi olmasa insan hiç bir yükü taşıyamaz. Ne anne çocuğunun yükünü, ne baba evin sorumluluğunu, ne iş veren işinin ceremesini, ne en ağır işte çalışan bir işçi o ağır yükün ızdırabını, ne öğrenci derslerin sıkıcılığı çekemez.

Kâbenin sevgisi olmasa kimse Hicaz’a gitmez.

Allah sevgisi olmasa kimse yazın sıcak günde oruç tutmaz.

Para sevgisi olmasa kimse zengin olmaya çalışmaz.

Sevgi olmasaydı varlık olmazdı. Zira Allah (cc) mahlukatı sevgiden, sevgi olsun, sevgi yaşansın diye yarattı.

Sevgi olmasaydı insani ilişkiler olmazdı. Ne aile hayatı olurdu, ne toplum hayatı.

Sevgi olmasa toprağa tohum ekilmez, fidanlar aşılanmaz, evlerinin içi ve kapıların önü temizlenmezdi.

Sevgi olmasa çocukların kahrı çekilmez, kimse kimseye yardım etmez, kimse kimseye bir yudum su vermezdi.

Sevgi olmasaydı iman olur muydu? İman sevgidir dense yanlış olmaz.

Sevgi olmasaydı türküler, şarkılar, müzikler, şiirler, ağıtlar olmazdı.

Sevgi; itaati beraberinde getirir. Seven sevdiğine itaat eder.

Sevgi itibar ve değer vermeyi gerektirir

Kur’an diyor ki; “Duanız olmasa Allah sizi ne yapsın.”  (Furkan 25/77)

Bunu şöyle bir cümleye aktaralım: Sevginiz olmasa siz neye yararsınız.

Bir üstada mürid olmak isteyen kimseye ilk tavsiye; “Hayatında birini seviyor musun?” sorusu olmuş.

Aile bir üçgen gibidir. Üçgenin iki tarafı anne-baba, taban ise evdir. Kafa kafaya veren eşler aile binasını ayakta tutarlar.

Bu aile üçgeninin tepe noktasının bağı nikah, tutkalı sevgidir. O üçgende önce tutkal zayıflarsa bağ gevşer, üçgen tepe noktasından çatlamaya başlar.

 

2-Saygı

Karşıdakine değer vermek ve onun hakkını tanımaktır. Başkasının hakkını tanıyan o hakkı çiğnemez.

Saygı ihtiramdan gelir. Onun aslı da haram kelimesidir. İhtiram sınırı tanımayı ifade eder.

Bunu hacdaki ihramda da görürüz. İhram, mahlukata saygıyı ve haddini bilmeyi sembolize eder. İhram giyenler, değil haramlara bulaşmayı bazı mübahlardan bile uzak kalırlar.

Bu da insana ötekilere değer vermeyi ve haddini bilmeyi öğretir.

Başkasına değer veren, kendisi değerlenir. Başkasını küçümseyen, aşağılayan, farkında olmadan kendisini küçümser, kendisini aşağılamış olur.

Sınırını bilen, hakları korur, nerede duracağını bilir, hakkı olmayan şeyi istemez ve yapmaz.

Müslüman bir eşine dört sebepten dolayı saygı duyar:

-Öncelikle o Allah’ın ahsen-i takvim olarak (en güzel biçimde) yarattığı (Tin 95/4), keremli kıldığı (İsra 17/70) ve halife adayı (Bekara 2/30), yaptığı insandır.

O Allah’ın paha biçilemez bir eseri olduğu için saygıya değer.

Genelde insan tekine, özelde eşe saygı duymak Allah’ın emeğine hürmettir.

-İkinci olarak o dinde kardeştir. Allah mü’minleri kardeş ilan etti. (Hucurat 49/10) Kardeş kardeşe iyi davranır, iyilik eder.

-Üçüncü olarak, onun eşidir. Onun en yakınıdır. Onun anne veya baba olmasını sağlamıştır. Eş üzerinde iyiliği çoktur, ya da ileride olacaktır.

İyilik edene teşekkür edildiği gibi, saygı da duyulur.

-Ondan saygı kazanmak için önce bunu kendisi göstermelidir. Zaten bu gibi şeyler kendiliğinden gelir.

Allah (cc) iyilik edenlerin ücretini daha bu dünyada vermeye başlar.

Hayatın kanunları da böyledir:  Emek verip yemek yapan karnını istediği gibi doyurur.  

Toprağı seven/döven ondan ürün almayı hak eder.

Bahar gelince bağını, budanması gereken meyvelerini budayan, bahçesini düzenleyen, temizleyen bunun meyvelerini toplar.

Sevgiyle bakılan ve okşanan veya iyi beslenen süt hayvanlarının daha çok süt verdiği tecrübe edilmiştir.

Eken biçer, eden bulur, kötü söz kişiye geri döner, veren almayı bekleyebilir, ne verirsen elinle o gelir seninle gibi.

 

3-Sadâkat

Eşlere karşı pozisyonumuz –hikâyede olduğu gibi- sütü damlatmadan taşıyabilmek, muhafaza edebilmek olmalıdır.

“Ömrümün bahtı yarim,

Gönlümün tahtı yarim,

Yüzünde göz izi var

Sana kim bahtı yarim” diyen halk ârifi gibi olmalı.

Eşinin yüzündeki göz izini sezen hassas ve sâdık eş kendini aldatan kocasını/hanımı da sezer, hisseder. Zaten müslüman kılıklı bu gibi hainler hem yüzlerinden, hem sözlerinden, hem izlerinden belli olur. Hainler arkalarında kendilerini ele verecek izler bırakırlar.

Dışarıda halt işleyen eşlerin evdeki davranışları mutlaka kötüye doğru değişir. Eşiyle olan ilişkileri bozulmaya başlar. Çocuklarına karşı daha kötü davranır. Suçunu bastırmak için, ölçü dışı davranışlara girer. Yarası olduğu için gocunur durur.

Kimi eşler onun bir halt işlediğini genelde anlarlar, ama  çoğu zaman yutarlar. Sonra  mesele anlaşılınca veya konu bu gibi şeylerden açılınca: “Biliyordum. Çünkü o günah işlediğin gün tavırların değişmişti” derler.

Hanımının güzel huylu olmasını istiyen, önce kendisi güzel huylu olmalıdır! 

Bir yerde okumuştum: Fudayl bin İyad demiş ki:

“Dine uygun olmıyan bir iş yaptığımı, hanımımın huysuzluğundan anlardım. Hemen o işime tevbe ettiğim zaman, hanımımın huysuzluğu da giderdi. Böylece tevbemin kabul edildiğini de anlardım.”

Kur'an-ı Kerimde, insana gelen musibetlerin, günahları sebebiyle geldiği bildirilmektedir.

“(Düşmanlarınız) iki misli musibete uğrattıktan sonra şimdi aynı musibet sizin başınıza geldi diye, kendi kendinize “Bu nasıl oldu?” diye soruyorsunuz, öyle mi? De ki: “O, sizin kendi eserinizdir.”  Doğrusu, Allah dilediği her şeyi yapmaya kâdirdir.” (Âli İmran 3/185)

O halde, dinimizin emir ve yasaklarına riayet eden, hanımı ile iyi geçinir.

Bir hikâyede okumuştum. Genç yaşta karısını kaybeden bir adam, birlikte çektirdikleri resmi duvardan indirip arkasına bakınca karısının şöyle yazdığını görünce dehşete kapılıp, pişmanlık duymuş:

“Kocam bu gün galiba günah işledi. Çünkü bize karşı tavırları değişti.”

Yazının altında bir tarih vardı. Adam tarihe bakınca karısını ilk defa aldattığı tarih olduğunu hatırladı. Hikâyeye göre adam yıkıldı, perişan oldu.

Kur’an sadıklardan bahsediyor.

  الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ وَالْمُنفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأَسْحَارِ {17}

“Onlar der ki: Ey Rabbimiz! (Sana) inanıyoruz, bizi affet, günahlarımızı bağışla ve bizi ateşin azabından emin kıl.

Zorluklara sabredenler ve sözlerini tutanlar, (Rablerine) yürekten bağlı olanlar, (servetlerini Allah yolunda) harcayanlar ve bütün kalpleriyle af dileyenler (Böyle derler).” (Ali İmran, 3/17)

sâdıkları övüyor:

 إِنَّ الْمُسْلِمِينَ

وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ

“Gerçek şu ki, Allah'a teslim olmuş bütün erkekler ve kadınlar, inanan bütün erkekler ve kadınlar, kendilerini adamış bütün erkekler ve kadınlar, sözlerine sadık bütün erkekler ve kadınlar, sıkıntılara göğüs geren bütün erkekler ve kadınlar, (Allah'ın karşısında) güçsüzlüğünü anlayan bütün erkekler ve kadınlar, karşılıksız yardımda bulunan bütün erkekler ve kadınlar, nefislerini kontrol eden bütün erkekler ve kadınlar, iffetleri üzerine titreyen bütün erkekler ve kadınlar ve Allah'ı durmaksızın anan bütün erkekler ve kadınlar için, (evet,) bunlar(ın tümü) için Allah, mağfiret ve büyük bir mükafat hazırlamıştır.” (Ahzab, 33/34)

sâdıkların sadakatlerinin ödüllendirileceğini söylüyor:

لِيَجْزِيَ اللَّهُ الصَّادِقِينَ بِصِدْقِهِمْ وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِقِينَ إِن شَاء أَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ كَانَ

غَفُوراً رَّحِيماً {24}

“Müminler arasında öylesi var ki Allah'ın huzurunda verdiği sözü (her zaman) yerine getirir; kimi (ölüme gitmek suretiyle) ahitlerini yerine getirmiştir, kimi de (kararlarından) vazgeçmeden (ahitlerini yerine getirmeyi) beklemektedir.

(İnsan bu tür sınamalara tâbi tutulmaktadır ki) Allah, sadakat gösterenleri sözlerini tutmalarından dolayı ödüllendirsin, münafıkloarı da -dilerse- azaba çarptırsın yahut (pişmanlık duyarlarsa) tevbelerini kabul etsin; Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, rahmet Sahibidir!” (Ahzab, 34/24)  ,

Sâdıklar öncelikle imanlarında dürüsttürler, sonra işlerinde, sonra sözlerinde.

أُولَـئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُولَـئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ {177}  

“Gerçek erdemlilik el-birr), yüzünüzü doğuya veya batıya çevirmeniz ile ilgili değildir; ama gerçek erdem sahibi, Allah'a, Ahiret Günü'ne, meleklere, vahye ve Peygamberlere inanan, servetini -kendisi için ne kadar kıymetli olsa da- akrabasına, yetimlere, ihtiyaç sahiplerine, yolculara, (yardım) isteyenlere ve insanları kölelikten kurtarmaya harcayan; namazında devamlı ve dikkatli olan ve arındırıcı (malî) yükümlülüğünü ifa eden kişidir; ve (gerçek erdem sahipleri) söz verdiklerinde sözlerini tutan, felaket, zorluk ve sıkıntı anlarında sabredenlerdir:

İşte onlardır sadakatlerini gösterenler ve işte onlardır Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar.” (Bekara, 2/177)

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ {15}

“(Şunu bil ki, gerçek) müminler, yalnızca, Allah'a ve Elçisi'ne iman edenler ve (bu konuda) bütün şüphelerden uzak duranlardır; ve Allah yolunda bütün malları ve canları ile cihad edenlerdir: işte onlardır sözlerinde duranlar!” (Hucurât, 49/15)

Sâdıklarla birlikte olun diyor

  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ {119}

 “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun.” (Tevbe 9/119),

Genelde her mü’min bir aile üyesi olduğuna göre, onun aile içerisindeki bütün davranışları sâdıklara yaraşır şekilde, yani sadâkat üzere olmalıdır.

Sadâkat, dürüstlüğün isbatıdır.

Bu bakımdan eşlerin imanın gereği olarak karşıdakine gösterdiği her sadakat anlayışı ve tavrı onun için salih ameldir.

Sadâkat, imanın pratiğe aktarılmış şeklidir. Güçlü iman, bazen ailede eşler arasındaki bağlılık (sadâkat) olarak ortaya çıkar.

Eşe sadakat konusunda da en güzel örnek, her konuda mükemmel olan Muhammed’tir (sav). Onun eşlerine ve arkadaşalrıuna, aile fertlerine olan sadakati anlatmak bitirilemez.

 

4-Sabır

Allah sabredenlerle beraberdir.

Aile hayatı sabır ve tahammül üzerine üzerine kurulur. 

Elin kızı, elin oğlu, huyu nasıl suyu nasıl?

İn midir, cin midir?

Adam mıdır, yobaz mıdır?

Zalim midir, adaletli midir?

Zorba mıdır, efendi midir?

Bağlı mıdır, serkeş mididr?

Çalışkan mıdır, tembel midir?

Cömert midir, cimri midir?

Titiz mididr, dağınık mıdır?

Daha bir yığın soru. Bir araya gelmesi, bakımı, geçindirilmesi, yemesi içmesi, temizliği, bakımı, döküntülerinin toplanması, dırdırı, dedi-kodusu, soğukluğu, bağırması, pintiliği, temiz olmaması, tenkitleri, öfkesi, kabadayılığı, hatta kokusu, acaip zevkleri, daha neler neler...

Ya bunların çoğu doğruysa hepsine sabredilir mi?

Evet sabredenler kazanır. Aileyi kurtarır.

“Ey iman edenler! Sarsılmaz bir sabır ve namaz ile yardım arayın: zira, unutmayın, Allah zorluklara karşı sabredenlerle birliktedir.” (Bekara, 2/253)

وَاصْبِرْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ {115}  

“Ve sabret, sonuna kadar dayan: çünkü Allah iyilik yapanların hak ettiği karşılığı hiçbir şekilde zayi etmez!” (Hûd 11/115)

يَا بُنَيَّ أَقِمِ الصَّلَاةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنكَرِ وَاصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ إِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ {17}

“Ey yavrucuğum! Namazında kararlılık göster, doğru ve yararlı olanı emret, kötü ve eğriden vazgeçir, başına gelebilecek her (belaya) sabırla katlan: bu, azim ve kararlılık gösterilmeye değer bir şeydir!” (Lukman 31/17)

Ailede sabır özellikle dört yerde çok önemlidir:

a-Eşin henüz alışılmayan, diğerine garip ve ters gelen huylarına.

b-Bize göre yanlış, yersiz ve isabetsiz yaptıkları hakkında hüküm vermede. Eşimizin görevlerini ihmal ettiğini düşündüğümüz konularda.

c-Eşimizin eksik gördüğümüz taraflarına.

d-Gerilim, hastalık, stres, depresyon, üzüntü, heyecanlı  gibi hallerinde.

 

  • Dört B

1-Bağlılık (vefa)

Bu, iffet ve evlilik ahdine vefadır. 

Eşler evlenirken bazen bazı sözlü veya yazılı anlaşmalar yaparlar. Ya da kağıda ve söze dökmeseler bile zımnen bazı anlaşmalar imzalarlar. Birbirlerine söz verirler. Bunlar evlililğin ahdidir. Ya da evliliğin gereğidir. İsterse madde madde yazılmasın, söylenmesin.

Her iki tarafa düşen ahdine sadık olmaktır.

Peygamber (sav) buyuruyor ki: “Siz kadınlarınıza karşı iffetli olun ki, onlar da size karşı iffetli olsunlar.”

Buradaki iffeti edep, saygı, ar, namus, dürüstlük ve ahdine bağlılık olarak   olarak anlamak gerekir.

Eve, çocuklara, eşe, evin şerefine, sorumluluğa sahip olmak, zamanı, geçim kaynaklarını, potansiyel enerjiyi, evin imkanlarını dışarıda, lüzumsuz yerlerde, haram yollarında harcamamak diye anlamak gerekir.

Eşini hayat arkadaşı, yoldaşı, canı ciğeri, dostu ve ahbabı, sırdaşı ve sabır taşı, cennete veya cehenneme götürecek sebep bilmek.

Müslümanların güzel ahlâklarından biri de vefadır.

Vefalı davranmaya en layık kimselerden biri de eşlerdir.

Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı varsa, uzun yıllar eşinin zorluğuna katlanan karı-koca kaç yıl hatır saymalılar varın hesap edin.

Mü’min, iyilik gördüğü insana minnettardır. Eşine, öyle ve böyle iyilik gördüğünden dolayı ömür boyu bağlıdır. Hatta ölümden sonra bile:

Bir örnek:

Almanya Bretten şehrindeki Türkiyeli işçinin alman komşusu ile hikayesi.

Alman komşusu ile muhabbet kuran Türkiyeli vatandaş, kocasının ölümünden sonra kadına rezil bir teklifte bulunmuş. Kadın; “hata benim, zira bir yabancı erkekle bu kadar içli dışlı olmamalıydım. Kusura bakma, ben hayatımda kocama ihanet etmedim, öldükten sonra da ihanet etmem“ demiş.

İşte eşe bağlılık budur. İşte İslâmın emrettiği iffet ve ahde vefa budur.

 

2-Babacan olmak

Babacak olmak, geniş yürekli, ağırbaşlı, müsamalaı adam demektir.

Babacan omak, hem iyilik etmek ve hem iyiliğin kıymetini bilmektir.

İyiliği başa kakmamaktır.

Kocanın iyiliği: Geçim, sahip olma, anne olmaya sebep

Hanımın iyiliği; Ev işleri, nefsin ihtiyaçları,  sevgi ve şefkat, baba olmaya sebep.

Babacan; cömert, bakış açısı geniş olan, küçük hesaplardan ve çıkarlardan uzak olur.

Babacan  adam;  şefkatlidir, eli boldur, gözü toktur, misafirperverdir

Babacan adam bütün dostlara ‚merhaba‘ der. Yani gönlünde bütün dostlara geniş yer  vardır.

Babacan erkek; eşine harcadığının hesabını sormaz.

Babacan kadın; eşinin emeğine saygı duyar, onu sömürmez ve israf etmez.

Babacan kişi, evinde sığınılacak kucak,

yardımı istenecek yardım sever,

sözü sohbeti dinlenebilecek bir arif,

hataları kusurları büyütmeyen ama azaltmaya çalışan,

sırları saklayan bir sırdaş,

etrafını görüp gözeten bir koruyucu,

dert ortağı olabilecek bir akrabadır.

 

3-Bağışlayıcı olmak

İyi niyetli ve iyimser olmak, hataları büyütmemek, hata ve kusur aramamak, küçümsememek,

Sahabenin biri Hz. Ömere hanımını şikayet için geldiğinde karısının ona bağırdığını duyunca derdini söylemeden geri dönmüş. Onu gören Hz.Ömer niçin geldiğini sormuş. O da durumu anlatınca; 

“Bak demiş ben özellikle üç sebeptenden dolayı onu hoş görürüm:

Çocuklarımın anasıdır.

Ben olmadığım zaman evimin bekçisidir.

Onunla birlikte sükun bulurum.”

İnsanlar, istemeseler de kusur işleyebilirler. Kusurları affedebilmek olgunluğun göstergesidir.

Allah (cc), Âli imran 133. âyette cennetin muttakiler icin hazırlandığını bildirdikten sonra 134-135. ayetlerde muttakilerin niteliklerini saymıştır.

bu niteliklerden biri  de "...öfkelerini yenenler ve insanları affedenler" olmalarıdır.

Allah (cc), bu kimseleri "muhsinler" olarak niteleyip onları sevdiğini ve onları bağışlayacağını ve cennete koyacağını bildirmektedir.

وَسَارِعُواْ إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ {133} الَّذِينَ يُنفِقُونَ فِي السَّرَّاء وَالضَّرَّاء وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ {134} وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُواْ فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُواْ أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُواْ اللّهَ فَاسْتَغْفَرُواْ لِذُنُوبِهِمْ وَمَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ وَلَمْ يُصِرُّواْ عَلَى مَا فَعَلُواْ وَهُمْ يَعْلَمُونَ {135} أُوْلَـئِكَ جَزَآؤُهُم مَّغْفِرَةٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَنِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ {136}

“Rabbinizin affına mazhar olmak ve Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyanlar için hazırlanmış gökler ile yer kadar geniş bir cennete ulaşmak için birbirinizle yarışın;

onlar ki hem bolluk hem de darlık zamanında [Allah yolunda] harcarlar, öfkelerini kontrol altında tutarlar ve insanları affederler, çünkü Allah iyilik yapanları sever;

ve onlar, utanç verici bir iş yaptıkları veya kendi kendilerine [başka türlü] bir zulüm işledikleri zaman, Allah'ı anar ve günahlarının affı için yalvarırlar –zaten Allah'tan başka kim günahları affedebilir?– ve her ne [zulüm] işlemişlerse onda bilerek ısrar etmezler.

İşte bunlar, mükafat olarak Rablerinden bağışlanma ve mesken olarak içinden ırmaklar akan hasbahçeler bulacaklar: gayret gösterenler için ne güzel bir mükafat!” (Âli İmran 3/133-136)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ يَحِلُّ لَكُمْ أَن تَرِثُواْ النِّسَاء كَرْهاً وَلاَ تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُواْ بِبَعْضِ مَا آتَيْتُمُوهُنَّ إِلاَّ أَن يَأْتِينَ بِفَاحِشَةٍ مُّبَيِّنَةٍ وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ فَإِن كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئاً وَيَجْعَلَ اللّهُ فِيهِ خَيْراً كَثِيراً {19}

“... Onlarla güzel geçinin. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, sabredin. Hoşlanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir.” (Nisa 4/19)

 

4-Barışcı olmak

Kavgacı olmamak,  olayları büyütmemek, yortu sürmemek, eşini olduğu gibi kabul etmek, iyi tanımak ve karakterine uygun davranmak.

Geçim ehli olmak. İyi bir idareci olmak.

Bunun için; eşi iyi tanımak, hatalı olabileceğini, yanılabileceğini   düşünmek, barışın tatlılık kavganın acı getirdiğini akletmek, yumruğu ve çenesiyle değil aklıyla, islami ölçülerle hareket etmek çözümdür.

Kur’an karı-kocanın anlaşmazlık halinde barışmalarını önerir. Sulh daha hayırlıdır der.

وَإِنِ امْرَأَةٌ خَافَتْ مِن بَعْلِهَا نُشُوزاً أَوْ إِعْرَاضاً فَلاَ جُنَاْحَ عَلَيْهِمَا أَن يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحاً وَالصُّلْحُ خَيْرٌ وَأُحْضِرَتِ الأَنفُسُ الشُّحَّ وَإِن تُحْسِنُواْ وَتَتَّقُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيراً {128}

“Eğer bir kadın, kocasının kötü muamelesinden veya kendisini terk etmesinden korkarsa, (iki taraf) aralarında anlaşarak sorunlarını çözebilirler; zira karşılıklı anlaşma en iyi yoldur ve bencillik, insan ruhunda her zaman mevcuttur. Fakat iyilik yapar ve O'na karşı sorumluluğunuzun bilincinde olursanız, bilin ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.” (Nisa 4/128)

Hayra öncülük eden daha fazla ecri hak eder. "Bir iyiliğe öncülük eden kimseye o iyiliği yapanın ecri gibi sevap vardır."  (Müslim, İmâre/133. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb/115. Tirmizî, İlim/14)

Müslüman; seven, sevilen, merhamet eden, herkesle hoş geçinen ve kendisi ile hoş geçinilen; ailesiyle, içinde yaşadığı toplumla ve bütün insanlıkla barış içinde olan insandır.

Şüphesiz ki müslüman önce kendi kendisiyle barışık olmalı, sonra ailesiyle, sonra çevresiye.

 

  • Sonsöz

Müslümanlardan oluşan bir ailenin kurtulması bir kaç insanın değil, müslüman toplumun kurtulmasıdır.

Müslümanlardan oluşan bir ailenin yıkılması bir kaç insanın mağdur olması değil, müslüman toplumun bozulmaya, zayıflamaya başlaması demektir

Çöken, yıkılan, dağılan her aile ümmet bünyesinde açılmış bir gediktir.

Gençlere düşen kendileri için darus’selam olabilen bir yuva kurmak, evlilelere düşen yuvalarını daru’s-selam olarak sürdürmek.

Tekrar edelim: Müslüman için için dünya hayatı minyatür bir cennet olmalı. Zaten Allah (cc) İslâmı bunun için insan için din/yani hayat biçimi seçti. Bu minyatür cennet, yani dünyada esenlik yurdu da en iyi ev ailede kurulur ve yaşanır.

 

 

 

 

 

 

 

Genel prensipler

* Yapılan hiç bir amelin karşılıksız kalmayacağını bilmek gerekir. Aile hayatında bile iyilik eden iyilik, kötülük eden kötülük görür.

 

*  Kötülük veya haksızlık eden, eninde sonunda cezasını bulur. Tıpkı iyilik edenlerin bunun mükâfatını gördükleri gibi. 

Öyleyse kötülük eden değil, iyilik eden taraf olmalı.

 

* Borçlu olmaktan ise alacaklı olmak daha iyidir. Aile içinde görevini daha iyi yapan, daha çok iyilik eden, daha çok hizmet eden; daha çok alacaklı olur.

 

* Aile içinde herkesin görevleri ve hakları vardır. Herkes öncelikle görevini yapmalı ki, hak talep edebilsin.

 

* Kendi yaptıkların az görmeli, karşı tarafın yaptıklarını takdir etmeli. Bu tavrın gönülleri fethettiği yapanlar bilir. ‘Ben çok yapıyorum’, ‘yaptım yaptım değeri bilinmedi’ anlayışı aile hayatında yapıcı değil, yıkıcıdır.

Yaptıklarımızın diğerinin yaptıklarından daha fazla olduğunun ölçüsünü ne? Karşı taraf da aynı şeyi söyleyebilir. O zaman bu yarıştan bir sonuç çıkmaz.

 

* Herkes, karşı tarafın kendisine Rabbinden bir ‘emanet’ olduğunu bilmelidir. Emanete de ancak emîn insanlar sahip olabilir. Yalnızca emîn insanlar emaneti aldıkları gibi sahibine teslim ederler.

Mü’minin, imanın bir sonucu olarak emîn olması gerektiğini tekrar hatırlayalım.

 

* Görev bilincine sahip olunmalı. Bir kimse üzerine bir sorumluluk aldığı zaman onun gereğini yapmalı. İhmalin zarar ve huzursuzluk vereceği, ödevin yapılmasıyla kâr edileceği ve mutluluk duyulacağı unutulmamalı.

 

Bu genel prensiplerle yürütülen bir aile hayatının ‘daru’s-selâm-esenli yurdu/mutluluk yuvası’ olması mümkündür.

 

 

            Aile içi iletişimde can alıcı sorular

  • Görevimi ne kadar yapıyorum ki karşıdakinden hizmet bekleyeyim?
  • Ailede çok yetkili olmak istiyorum ama sorumluluklarımı yerine getiriyor muyum?
  • Ailedeki otoriteme, yetkime ortak kabul ediyor muyum/paylaşıyor muyum?
  • Ailede yaptığımız iş bölümü hakkaniyetli mi, adil mi, kapasiteye uygun mu?
  • Amir mi olmayılım, iyi bir yönetici mi?
  • Daha çok hizmet eden mi, hizmet bekleyen mi olmalıyım?
  • Ailedeki külfeti paylaşıyor muyum, yoksa hazır yeyici miyim?
  • Karşı taraf için cennet miyim, yoksa cehennem miyim?
  • Eğer cehennem isem bunu yapmaya hakkım var mı?
  • Zaman zaman aynaya bakıyor muyum, yaptıklarımı ve söylediklerimi gözden geçiriyor muyum?
  • Bir olay olduğu zaman hareket noktam nefsim mi, gelenek mi, yoksa inandığım dinin ölçüleri mi?
  • Hatalı olduğum anlaşıldığı zaman hatamı kabul ediyor muyum, özür dilemeyi biliyor muyum?