Yani imamlığı kendisine yakıştıramadığı gibi, birinin ona imam demesini büyük bir hakaret saydı. Bu generalin böyle köpürmesinin bir sebebi de  o zaman ortalıkta dolaşan bir sözdü.

Bazıları demiş ki, "madem bu arkadaş kendini müslümanların başı, lideri, başkanı sayıyor, bir anlamda halife sayıyor;  halifelerin, başkanların görevlerinden biri de müslümanlara Cuma kıldırması veya naibini gönderip kıldırtmasıdır."

Bu dedikodular kendisine ulaşınca beyimiz çileden çıkmış, bunu kendisine hakaret saymış ve böyle tepki vermiş.

Bu tepki bize yabancı değil. Biz biliyoruz ki ülkemizde pek çok okumuşun da imamlık/imamlar hakkındaki kanaatleri bundan farklı değil. Onlara göre imamlar alt tabakadan insanlar, farklı bir tür, farklı bir cins ve hatta farklı gezegen insanı gibi. İmamlar, maalesef resmi  avrupalılaşma süreci başladıktan sonra itilen, kakılan, aşağılanan, alay edilen bir kesim oldu. 

İmamlar/hocalar hakkındaki bu önyargının hem yanlış bilgiden, hem dini onlar temsil ediyor diye İslâma karşı olan tepkiden, hem da kavramların yanlış anlaşılmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz.

Anadolu’nun her yerinde imamlara “hoca” denir. Ya da birazcık dini bilgisi olanlara, hatta dinini yaşamaya çalışanlara bile hoca derler. Halbuki ikisi ayrı kavramlardır. Hoca kelimesinin aslı aslı Farça “خواجه”  şeklinde yazılan “hâce”dir. Bu da Farsça’da efendi demektir. (Bkz: Olgun, İ.-Drahşan, C. Farsça-Türkçe Sözlük,  s: 142)

Hâce Osmanlı Türkçesinde ek anlamlar kazandı. Osmanlıca ve Türkçe sözlükler hâceyi şöyle açıklıyorlar. Hâce; 1-Efendi, ağa, muteber kimse. 2-Aile reisi, ailenin büyüğü, 3-Tüccar, mal sahibi, zengin, 4-İhtiyar, 5-Hoca, müderris, bilgin, molla, 6-Üstad, muallim, öğretmen, 7-Sahip, mâlik, 8-Ulu, 9-Şeyh, mürşid (Doğan, M. Büyük Türkçe Sözlük, s: 631) Bunlara ilâveten; çelebi, profesör (Devellioğlu, F. Osmanlıca Sözlük, s: 305) demektir.

Şair Ruhî Bağdadî bir şiirinde hâceyi şöyle kullanmış:

“Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler     

Yevme lâ yenfau da kalb-i selîm isterler .” Yani “Ey efendi sanma ki senden altın ve gümüş isterler. Hayır ‘yevme lâ yenfau’da (hesap gününde) ancak kalb i selîm isterler.”

“Hâce” zamanla telaffuz değişikliğine uğradı ve karşımıza bugün bildiğimiz “hoca” kavramı çıktı.

Hocanın aslı olan “hâce”nin Türkçede kazandığı manalara bakarsak imamla, imamlıkla ilgisinin olmadığını görürüz. Belki bilgin, efendi, üstad manalarıyla bir ilgi kurulmuş olabilir.

Türkçe “hoca” olan “hâce’nin ağırlıklı anlamının ders veren olduğu görülmektedir. Öyleyse galat-ı meşhur olan “hoca” öğretmendir, muallimdir. Yani ders veren herkes, hangi dersi verirse versin, nerede verirse versin hocadır.  İster dini ders versin, ister futbol dersi, ister bilgisayar dersi versin, isterse uydu dersi versin. İster ilköğretimde olsun, ister üniversitede. İster zayıflama kursunda olsun, isterse biçki-dikiş kursunda olsun. İster hanım olsun isterse erkek.

Ders veren herkes istisnasız hocadır.

Görülüyor ki bunda rahatsız olacak hiç bir taraf olmadığı gibi, “hoca camide olur” olur sözü de safsatadır. Bu sözü şöyle kullanmak gerekir “hoca dershânede/ders verilen yerde olur.”

İslâm fıkıh ölçülerine göre nerede olursa olsun, camide veya başka bir yerde az küçük veya büyük cemaate namaz kıldıran da o anda imamdır. Aynı imam bir yerde ders verirse, o an o da hoca olur.

Günümüzde halk saygı duyduğu ilim ehline “hoca” diye hitap ediyor. İmamlara da. Bu anlayışla karşılanması gereken güzel bir tavırdır.

Ancak her iki kavram asıl anlamlarıyla ve yerinde kullanılmadığı zaman kargaşa meydana gelebiliyor.

Futbol takımı  çalıştıran antrenör, üniversitede ders veren profesör, dil kursu veren kurs öğretmeni, okulda ders veren öğretmen, koşmayı öğreten bir menecer, tarla gübrelemeyi öğreten bir ziraatçi hoca kelimesinin nahoş bir manası olmadığını bilmeli ve kendilerine “hoca/hocam” diye hitap edilince rahatsız olmamalı.

Hoca olarak da bilinen “imam” kelimesinin Kur’an’daki manalarını, İslâm kültüründe kullanıldığı alanları açıklayalım ve imâmet kavramı ile konuyu bağlayalım.

 

  • Sözlükte imam

İmam kelimesinin aslı “e-me-me” fiilidir. Bu da sözlükte; “bir şeye yönelmek”,  (İbni Manzur, Lisânul-Arab 1/156), ya da “öne geçmek, sevk ve idare etmek” (Küçükaşçı, M. S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 22/179) demektir.

Aynı kökten gelen “ümm-ana”; bir nesnenin varlığında, terbiye edilmesinde, yetiştirilmesinde, ıslahında ya da başlamasında temel teşkil eden şeye “üm-anne denir. Sonraki diğer şeylerin kendisinde toplandığı ya da kendisine bitiştiği her şeye denir. (el-İsfehânî, R. el-Müfredât, s: 28)  “ümmü’ş-şey-o şeyin aslı” şeklinde söylenir. Ümm, bildiğimiz anne manasına da gelir.

Ümmet de aynı kökten gelir: Aynı din aynı zaman ya da aynı mekan olsun olsun, herhangi bir şeyin kendilerini biraraya getirdiği her çeşit cemaat, topluluk demektir. (el-İsfehani, R. el-Müfredat, s: 28)

Ümmet; din, şeriat, tarik (yol) demektir. ( Bkz: Zuhruf 43/23), İnsanlar başlangıçta tek bir ümmetti  yani bir din üzereydi. (Bekara 2/213. Bir benzeri: Yûnus 10/19) âyetlerde olduğu gibi. Ümmet; sünnet, yani öteden beri yürürlükte olan âdet, kanun manasına da gelir. (İbni Manzur, Lisânul-Arab 1/157)

Ümmet, cemaattir. Bu anlamda bütün canlılar birer ümmettir. “Falancanın ümmeti yok” demek onun herhangi bir dine tabi olmadığını anlatır.  (Cevherî, es-Sıhâh,  5/169-171)

İmam (çoğulu; eimme), önde olan, kendisine iktida edilen (uyulan) demektir. Mesela “ememtü’l-kavme fi’s-salati imameten-namazda imam olarak toplumun önüne geçtim” denilir. 

İmam, kelime olarak üzerine bina yapılan sağlam ahşap anlamına da gelir. Ya da üzerine bina yapılmak üzere yerleştirilen sağlam kereste. İmamın bir manası da yerin bir tarafı, tarik’tir.  Nitekim Hıcr 79. âyette buna işaret edilmektedir.  (Cevherî, es-Sıhâh,   5/173)

İmam; örnek alınan kişi ya da şeydir. Bu, sözü veya fiili örnek alınan bir insan da olabilir, -hakka veya bâtıla götürürsün-, bir kitap ya da benzeri bir şey de. İsrâ 71. âyette bu manada kullanılıyor. Ayette geçen “kendi imamları” kendi liderleri ya da örnek aldıkları kimselerle demektir. Bir görüşe göre de amellerinin sayıp döküldüğü kitaplarıyla (amel defterleriyle) , (el-İsfehânî, R. el-Müfredât, s: 28) ya da peygamberleri veya şeriatleri ile mahşere gelirler. (İbni Manzur, Lisânul-Arab 1/157)

  • İmam kelimesinin Kur’an’daki kullanımları

 “İmam” kelimesi Kur’an’da yedi âyette tekil, beş âyette de çoğul (eimme şeklinde) 5 olmak üzere toplam 12 yerde ve bir kaç anlamda geçmektedir.

1-Kur’an’ın bir adı olarak imam: Bir şeyin imamı, onun değerlisi, en önde olanı ve ıslahçısıdır. Kur’an, Tevrat ve İncil gibi kitapların indirilme sebebi, Allah’ın yolundan çıkan insanlara öncülük yapmak, onlara Allah’ın yolunu göstermek ve bu yolda gitmelerini sağlamaktır. Yani ‘Kitap’ bütün insanlar için bir ‘imam’dır. Kendisine uyanları iki dünya saadetine ulaştırır.

İmam, Kur’an ile birlikte Suhuf, Zebur, Tevrat ve İncil’i de nitelemektedir. Şöyle söylenebilir: Kur’an, müslümanların imamıdır, Peygamberimiz de. (İbni Manzur, Lisânul-Arab, 1/157)

2-Hz. Musa’ya indirilen kitap: Bir imam ve rahmet olan ve Allah tarafından indirilen Tevrat, Kur’an gibi Allah’tan gelen delili (belgeyi) tasdik eder. (Hûd 11/17)

Zalimleri uyarmak, muhsinleri müjdelemek için gelen Kur’an’dan önce bir iamam (rehber) ve rahmet olan Tevrat vardı. (Ahkaf 46/12)       

3-İmam-ı mübin (apaçık imam): İki âyette geçmektedir. Yani apaçık bir önder, yol gösterici, birleştirici, önde olandır.“Şüphesiz biz, ölüleri biz diriltiriz; onların önceden yapıp gönderdiklerini ve bıraktıkları eserlerini de yazarız. Zaten biz her şeyi apaçık olan ana bir kitapta (kitab-ı mübín’de) sayıp tesbit etmişizdir.”  (Yâsîn 36/12)

Âyette geçen “imam-ı mübîn” pek çok tefsirciye göre Levh-ı Mahfuz’dur. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/157. Beydaví Tefsir, 2/278. Tabatabâí, H. M. el-Mizan, 17/69. Zamahşerí, el-Keşşâf, 4/7) Bazılarına göre “imam-ı mübîn”, insanların işlerinin yazıldığı amel defterleri (Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 7/338. Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili, 6/403. Okuyan, M. Kur’an-ı Kerim Sözlüğü, s: 96), ya da Allah’ın her şeyi kuşatan ezelí ilmidir. (Kutub, S. fi-Zılâli’l Kur’an, 5/2960) 

Hıcr 79. âyette geçen “imam-ı mübin”; açık bir yol, apaçık gözönünde olan şey anlamına gelmektedir. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 2/316) Azgınlıklarından ve zalim olmalarından dolayı cezalandırılan Eyke ve Medyen halkının durumu bellidir. Ya da onların harab olmuş yurtları açık bir yol üzerindedir, göz önündedir. (Okuyan, M. Kur’an’ı Kerim Sözlüğü s: 96)

4-Herkesin kendi imamıyla çağrılması: Allah (cc), kıyamet gününde her ümmetin kendi imamı  (önderi) ile hesap vermek üzere çağrılacağını haber veriyor. (İsrâ 17/71)

Buradaki ‘imam’ her ümmetin imamı kendi peygamberi (İbni Kesir, Muhatasar Tefsir, 2/389. Bkz. Yûnus 10/47) veya tabi olduğu din, ya da emrine uyduğu kitabıdır. (Ebu’s Suud, Tefsir, 3/343)  Kimilerine göre imam; her peygambere indirilen ilâhí kitap, ya da âhirette herkese verilecek olan amel defteridir.  (Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 5/235-236. Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili, 5/314) ‘Kendi imamlarıyla...’ sözünden murad, her ümmetin, her toplumun tabi olduğu, peşine gittiği kimselerdir. İman ehli peygamberlere iman edip tabi olurlar. Küfür ehli ise kendi önderlerine iman edip peşlerinden giderler. (Bkz: Kasas 28/41)

5-Hz. İbrahim’in ve oğullarının hidâyet imamı yapılması: Allah (cc), Hz. İbrahim’e (as), ‘insanların imamı’ sıfatını vermekte, onu oğullarıyla beraber hidayet imamları kıldığını söylemektedir.“Ve onları, kendi emrimizle hidâyete yönelten imamlar (önderler) kıldık...” (Enbiyâ 21/73) Başta İbrahim (as) olmak üzere onun soyundan gelen İsmail, İshak, Ya’kub ve Lût peygamberlerin hepsi de sâlih kimselerdi. Seçilmiş insanlardı. Onlar insanların kendilerine uyduğu, uyarak doğru yolu buldukları hidâyet önderleridir. Yine onun soyundan gelen Hz. Muhammed de insanlık için hidâyet imamı (önderi) kılınmıştır.

Hz. İbrahim (as) bu büyük rütbeye bir takım denemelerden geçtikten sonra nail oldu. O, Rabbinden gelen denemeleri başarıyla tamamlayınca (İbni Kesir, Muhatsar Tefsir, 1/115. Ateş, A. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 1/232) Allah (cc) ona; “Seni insanlara imam (önder) yapacağım” diye söz verdi. (Bkz: Bakara 2/124) Allah (cc) Hz. İbrahim’i “imâmet-i kübrâ-en büyük önderlikle” öne geçirdi ve onu kendisine uyulan bir rehber yaptı.

6-Müslümanların takva sahiplerine imam olma isteği: Müslümanlar şöyle dua ederler:“Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (kimseler) armağan et ve bizi takva sahiplerine (müttakilere) imam-önder kıl,” diyenlerdir.” (Furkan 25/74) İslâm’a teslim olmuş müslümanlar, Allah’ın indirdiği Kitab’a ve ‘imam’ olarak gönderdiği peygambere inandıkları için  hidâyet üzerindedirler. Onlar, hayra davet etme, iyilikleri yaygınlaştırma ve kötülüklerle mücadele açısından  insanlar içerisinden çıkarılmış hayırlı bir ‘ümmet’ olurlar. (Âli İmran 3/104) Ümmet  kavramındaki önderlik anlamının  olduğunu hatırlarsak, müslümanların niçin müttakilere ‘imam-önder’ olmak istedikleri daha iyi anlaşılır.

7-Müstez’afların imam kılınması: Allah (cc),  potansiyel olarak güçsüz bırakılan, ezilen ve horlanan müstaz’afları yeryüzünde Musa’nın kavmi örneğinde olduğu gibi ‘imam’ yapmak istediğini bildiriyor. (Kasas 28/4-5)

Hz. Musa’ya (as) ve onun ümmetine lütfeden, onları yeryüzünde önderler yapan Allah (cc) tarih boyunca kendi yolunda olan müstez’aflara aynı şekilde lütfunu göndermiştir ve bugün de gönderebilir. Haddi aşmış zalimlerin ve zalim yönetimlerin ezdiği, haklarını gasbettiği, köle yapmak istediği mazlumlara yine lütfeder, onları insanlık ailesi için hidâyet önderleri yapabilir. Allah (cc)dilerse  onları tıpkı Hz. Musa (as) gibi firavunun sarayında yetiştirir, onlara güç ve nimet verir ve onları insanlar için takva, güzel ahlâk ve hidayet imamları kılabilir. Bu yüce makama kavuşabilmenin şartı, Allah’ın hükmüne tabi olmak, firavun zihniyetine teslim olmamak ve Allah’ın dini uğruna çalışmaktır.  

8-Ateşe çağıran imamlar (önderler): İmam-önder  konumunda olan kimseler, insanları hidâyete ve kurtuluşa götürdükleri gibi, peşine gidenleri ateşe sürükleyenleri de vardır.

Kur’an, Hz. Musa’ya karşı çıkan ve askerleriyle beraber yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayan, sonra Allah’a dönmeyeceklerini sanan firavun ve adamları hakkında “ateşe davet eden imamlar” sıfatını kullanıyor. (Kasas 28/41-42)Yani onlar, zulüm işlemek, hakikatı inkâr etmek, sonuna kadar inkârda direnmek ve Hakka karşı batılı savunmak için her türlü vasıtayı kullanmakta sonraki kuşaklara öncü ve örnek oldular. Bu yolları insanlara gösterip Cehennemi boyladılar ve şimdi onların izlerini takip etmekte ve aynı felâkete doğru koşmaktadırlar. (Mevdudí, E. Tefhimul’-Kur’an (Çev.), 4/187)

9-Küfrün imamları (önderleri): Bu terkip Kur’an’da bir âyette çoğul olarak (eimmete’l küfr-küfrün imamları) şeklinde geçmektedir. Bu kalıp ifade Allah’a verdikleri sözde durmayan, müslümanlarla yaptıkları anlaşmaları bozan, onların dinlerine husumet besleyen inkârcıları tanımada önemli bir kavramdır.

İmam, etrafında bir topluluk (ümmet) toplayan, onları peşinden götüren, onlara yol gösteren insandır. İmam makamında olan liderler, insanları hidâyete ve kurtuluşa götürdükleri gibi, peşine takılanları ateşe sürükleyenler de vardır.

Her ne kadar Kur’an’da bir âyette yer alsa da ve Peygamber (sav) zamanında antlaşmalarına uymayan müşrikleri anlatan âyetlerin içinde geçse de; taşıdığı anlam geneldir ve özellikleri Kur’an’ın her tarafında anlatılan Hak dinin düşmanı küfür öncülerini tanıtmaktadır. “Ve eğer antlaşmalardan sonra, yine yeminlerini bozarlarsa ve dininize hınç besleyip-saldırırlarsa, bu durumda “küfrün imamlarıyla-önderleriyle” savaşın. Çünkü onlar, yeminleri olmayan kimselerdir, belki cayarlar (veya düşmanca tutumlarına son verirler).” (Tevbe 9/10-12) Yani küfrün reisleriye. Zira imam aynı zamanda reis demektir.

Müslümanlarla belirli konuda anlaşma yaptıktan, ya da onların haklarına ve dinlerine saygı duyacaklarına dair söz verip, yemin ettikten sonra, bu ahidlerinden vazgeçenler ve  İslâm’la alay etmeye, müslümanlara zulmetmeye başlayanlar, inkârcılara bu konularda öncülük yapanlar küfrün imamı, küfrün elebaşları olurlar. Müslümanlar bu zalimlerin faaliyetlerine engel olmak ve haklarını korumak için, günün şartlarında, ellerindeki meşru imkanlarla mücadele etmek durumundadırlar.

 

  • İmâmet, imam

İmamet; imamlık, imamın üzerine aldığı görev demektir. Sözlükte imam “kendisine uyulan kimse” demek olduğuna göre toplumun başında bulunan ve fertleri yönlendiren kişiler imam diye isimlendirilir. İmamın sevk ve idare ettiği toplum ise ümmet kelimesiyle karşılanır. Bu durumda imam; “ümmetin idaresini üstlenen kişi”dir.

Bunun iki boyutu vardır. Birincisi; imâmet-i suğra: Namaz kıldırmak için önde olanlara da, ‘namaz imamı, namazda önder’ denilmiştir. Çünkü o da namazda önde bulunmaktadır ve arkasında bir cemaat (bir ümmet) namaz için toplanmaktadır. Namazda ümmet durumunda olan cemaat, ümm (ana- kök- asıl- önder) durumundaki imama yani cemaatın liderine uymaktadır.

İkincisi; İmâmet-i kübrâ ya da imâmetü’l-uzmâ: Din ve dünya işlerinde insanlara öncülük ve yöneticilik yapmaktır. Bu aynı zamanda siyasi anlamıyla imamdır. İslâm hukukunda ‘imam’, müslümanların serbest oyu veya biatı ile, ümmetin (müslüman toplumun) din ve dünya siyasetini idare etmek üzere seçilen müslüman önderlere verilen isimdir. Bunun diğer adı halifedir. Hilâfet sözü İslâm tarihinin başlangıcından itibaren ve bilhassa daha sonraları imâmet manasında kullanılmıştır. Bu manada ‘imam’, İslâmla yönetilen bir ülkenin müslüman başkanıdır. (Küçükaşçı, M. S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 22/179)

İmâmet-i Kübrâ’nın en son mertebesi ise risâlet (peygamberlik)tir. (Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili, 1/405-406)

Siyasî ve hukukî bir terim olarak Peygamber’den sonra İslâm toplumunun idaresini en yüksek seviyede üstlenen kişinin görev ve makamını ifade eden imâmet kavramı kelâm, fıkıh ve siyasî tarihte farklı şekillerde ele alınmıştır. Kelâm ve fıkıh âlimleri, siyasî nazariyelerle ilgili görüşlerini genellikle “imâmet” başlığı altında incelerken tarihçiler, Hz. Ebû Bekir’den başlayıp Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar devam eden tarihî vâkıayı “hilâfet” kelimesiyle karşılamışlardır. Ancak imâmet daha çok nazarî mânada devlet başkanlığını, hilâfet ise fiilî otoriteyi belirtir.” Öz, M.-İlhan, A. TDV İslam Ansiklopedisi, 22/202)

İmâmet; Şia’ya göre dini korumak ve dünya işlerini dini bir siyasetle idare etmek hususunda şeriat sahibi olan peygambere vekâlet etmektir. İmâmet, Dinin temel prensiplerindendir. İman ancak imâmete inanmakla tamamlanabilir. İmâmet bir nevi nübüvvetin devamı gibidir ve Peygamber’e vekâleten genel bir riyasettir. Bunun olması da aklen vaciptir. Peygamberler ölünce tebliğ vazifeleri biter. Ancak dinin hükümlerini icra ve ümmeti o hükümlere göre yönetmek devam eder. İşte bu görev de imama aittir. O sadece siyasi bir lider değil aynı zamanda insanların din işlerini de yürüten ve ilâhi bir ilhama muhatap olan en kâmil insandır.  Bundan dolayı imâmet Allah tarafından verilen bir makamdır. Bu da peygamberlik gibidir. Nasıl Allah dilediğini peygamber olarak seçerse, imam olarak da dilediğini seçer ve Peygambere onu kendisinden sonra tayin etmesini emreder. Buna göre imam ya bir önceki masum’un (Peygamberin, ya da bir önceki imamın) tayini ile bilinir, ya da mucize ile. Onlara göre imamlar masumdurlar (günah işlemezler), kendi zamanlarının en efdalidirler, Allah’tan aldıkları çok özel ve geniş bilgilere sahiptirler, kendilerinde olağanüstü haller görülebilir.

Şia’da imâmet inancının ehl-i sünnete göre çok farklı olduğu görülmektedir. (Bkz: Keskin, H. Şia İnanç Esasları; s: 129-140. Öz, M-İlhan, A ve Aydın, M. A. TDV İslâm Ansiklopedisi, 22/201-207)

İnsanların kendilerine uyup, ilimlerinden ve ictihadlarından faydalandıkları büyük âlimlere de ‘imam’ denmiştir. Çünkü insanlar herhangi bir meselede onların fikirlerinin etrafında toplanıyor, onların ictihadlarının rehberliğinde sorunlarına çözüm buluyorlar. Mezheb imamları bu manadadır. İmam Ebu Hanife, İmam Ahmed b.Hanbel, İmam Şafiî gibi.

Ayrıca hadis ilminde otorite olan, bu ilimde peşinden gidilen büyük âlimlere de hadiste ‘imam’ denilmiştir. İmam-ı Buhârî, İmam-ı  Müslim gibi.

Peygamberimizin kızı Hz. Fatıma (r. anha) ile Hz. Ali’nin (ra) soyundan gelen önderlere de ‘imam’ adı verilmektedir. Bu temiz soydan silsile yoluyla gelen önderlere ‘Ehl-i Beyt imamları’ denilmektedir ki sayıları oniki tanedir. İmam-ı Ali, İmam-ı Cafer-i Sadık, İmam-ı Zeynelabidin gibi.

Kur’an-ı Kerim’i güzel okuma ilmi olan kıraat ilminde üstün bir yeri olan âlimlere de ‘kıraat imamları’ denmiştir.

Dikkat edilirse, bunların tümünde bir önderlik ve peşinde olan bir cemaat olgusu (ümmet) söz konusudur.

 

  • En büyük imam

Bir insan için böyle bir sıfat kullanılabilir mi? Bu tıpkı bir âlime “mevlanâ-efendimiz” demenin caiz olup olmadığına benzer. Mevlâ kelimesinin; efendi, sahip, mâlik, köle, köle azad eden, yardımcı, soyca yakın, oğul, misafir, ortak, rab, nimet veren, nimet verilen, tabi olan, hısım anlamlarından (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 15/282. Yıldırm, S. Kur’an’da Uluhiyyet, s: 188) birisinden hareketle herhangi birine “mevlanâ” demenin bir sakıncası olmaması gerekir. (Hind kıtasında bizim “hocam” diye hitap ettiklerimize onların “mevlanâ” dediğini hatırlayalım.)

 Yine de unutmamak gerekir Kur’an bunu “el-Veli, el-Mevlâ” manasıyla yalnızca Allah hakkında kullanmaktadır. (Hacc 22/76) Mü’minler için Allah’ın mevlâsı denilmez, ancak Allah mü’minlerin mevlâsıdır denilebilir. Halbuki veli kelimesi insanlar hakkında da kullanılır.

“En büyük asker bizim asker, başka büyük yok”, “en büyük bizim takım, başka büyük yok” diyenler, eğer müslüman iseler hiç birinin maksadı takımlarını ve askerini Allah ile  kıyaslamak değildir. Onlar aynı durumdaki asker veya takımlar arasında bizimki en büyük, en değerli demek isterler sanıyoruz. Aklı başında hiç bir müslüman “Allahu ekber-Allah en büyüktür” imanını başka bir şeyle kıyas etmez.

Ebu Hanife Numan b. Sabit’in (ra) “en büyük imam” anlamına gelen İmâm-ı Âzam sıfatıyla anılması da hiç bir zaman Allah’ın Azîm ismiyle kıyaslama olmaz. Ona bu sıfatın verilmesi  çağdaşları arasında seçkin bir yere sahip bulunması, fıkhî düşünce ve ictihad metodunda belli bir çığır açması, döneminden itibaren birçok fâkihin onun görüşleri ve metodu etrafında kümelenmiş olması gibi sebeplerle açıklanabilir.” (Uzunpostalcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 10/131)

Müslümanların Ebu Hanife’yi bu sıfatla anmaları umulur ki onun hakkında âhirette hüsn-i şehâdet ve rahmet dileme, bu dünyada onu örnek alma vesilesi olur. (Rahmetullahi aleyh)

Ama yine de böyle farklı anlamlara gelebilecek, yanlış anlamalara meydan verebilecek söylemlerden kaçınmak gerekir.

  • Son söz

Görüldüğü gibi imam kelimesi zannedildiği gibi, sadece cami imamlığı değilmiş. Kur’an’ın bir kaç manada kullandığı önemli bir kavram, fıkhi ve siyasi, hatta kültürel boyutu olan, hem olumlu hem olumsuz işlevi ifade eden, önderliğe, liderliğe ve örnek olmaya vurgu yapan, bir açıdan da övücü bir sıfat olarak kullanılan, peşlerine gidenler açısından da uyarıcı  güzel bir terimdir.

Hüseyin K. Ece

14.10.2016

Zaandam