Kurban bayramı, hac ibadetinden ayrı değildir. Her iki ibadet de hz. İbrahim Peygamber tarafından yeniden başlatıldı. Allah (cc) o güzel peygamberin temellerini attığı bu ibadeti ümmet-i Muhammed için de şeriat yaptı. İslâmın temel ibadetlerinden birisi yaptı.

Buna şu âyette işaret ediliyor:

شَرَعَ لَكُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا وَصّٰى بِه۪ نُوحًا وَالَّذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِه۪ٓ اِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى وَع۪يسٰٓى اَنْ اَق۪يمُوا الدّ۪ينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا ف۪يهِۜ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِك۪ينَ مَا تَدْعُوهُمْ اِلَيْهِۜ اَللّٰهُ يَجْتَب۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يُن۪يبُ ﴿13﴾

“Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!” diye Nûh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (İslâm dini), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır.” (Şûrâ 42/13)

Hac ibadeti ağır, meşekkatli, yorucu ve fedakârlık gerektiren bir ibadettir bir açıdan infaka benzer. İnfak, Allah’ın insana verdiklerinden, bir müslümanın, farkında olarak, bu kendisinden verilenleri başkasıyla paylaşması, onlardan gönüllü olarak Allah rızası için vazgeçmesi, ‘madem ki bunu bana Allah verdi, öyleyse  O istediği için, ben de onları uygun yerlere veririm’ demenin ahlâkı ise, hac bu fedakârlığın zirvesidir. Hacca giden hem malından, hem zamanından, hem enerjisinden, hem ailesinden, hem işinden/gücünden fedakârlık yapar. Yani bunları Allah yoluna infak eder.

Bütün bunları Allah rızxası için verir, feda eder. Kendisine verilenlerin bir kısmından Allah rızası için, karşılığını O’ndan bekleyerek vazgeçer.

Buna karşın hac ibadetinin getirisi, fazileti, sevabı, sonuçları sayılamayacak kadar çoktur. Evet hacı adayı bu uğurda pek çok şeyi feda eder ama karşılığını ilahi ödül olarak alır.

Zilhicce ayının dokuzuncu günü; arife veya arefe. Malum gün, dince önemsenen, altı çizilen bir gün. Neden? Zira o gün hacılar Arafat’a çıkarlar. Hac ibadetine başlamak üzere. Arafat, o da malum bir yer. Dince belirlenen, mimlenen, hakka ve hakikate, Allah’ın vadine işaret eden mekan.

Bilindiği gibi Arafat’ta vakfeye durmak haccın şartlarındandır. Orada arefe günü bir müddet durmayanın haccı olmaz. Artık orada hacı dilediği gibi dua eder, namaz kılar, tevbe istiğfar eder, Rabbine ibadewtleriyle, yakarışıyla, muhabbetullahı artırarak yaklaşmaya çalışır.

O gün Arafat’ta olamayan mü’minler de arefe gününü bilerek, değerlendirerek hacılara, hac ibadetine katılırlar. Onlar orada dua ederler, Rablerine yakarırken, mü’minler de evlerinde, işlerinde dua ederler, yapabilirlerlse oruç tutarlar.

Hacılar "Lebbeyk, Allahümme lebbeyk, Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk. İnne`l-hamde ve`n-ni`mete leke ve`lmülke lâ şerike leke"

"Tekrar tekrar icabet sana Ya Rabbi, tekrar icabet sana, tekrar icabet sana. Senin ortağın yoktur. Her emrini ifaya hazırım. Hiç şüphe yok ki, hamd ve nimet sana mahsustur. Mülk (kâinatın mutlak hükümranlığı) senindir. (Bunların hiç birinde) senin ortağın (ve benzerin) yoktur" (Müslim, Kitabü`l-Hacc/3. İbn Mâce,Menasik/15. Ebû Dâvud, Menasik/26) derler.

Orada olamayan mü’minler de evlerinde, iş yerlerinde her namazdan sonra "Allahu ekber Allahu ekber, lailahe illallahu allahu ekber, allahu ekber ve lillahi'l-hamd"  diyerek bu bayrama, bu sevince, bu imana, bu heyecana, bu tasdike, bu emre amâde olmaya, bu rızaya iştirak ederler.

Hacılar bayram sabahı şeytanı sembolik olarak taşlarken onlar da bayram sabahı erkenden kalkıp camilere, salat için, zikir için giderler. Bir nevi şeytni dürtüleri, vesveseleri, davetleri tekbirle, imanı ilan etmekle, dua ve salat ile taşlarlar. Racim olna şeytandan Allah’ın rahmetine sığınırlar. Şeytanın seveceği işleri terkedip, Allah’ın razı olacağı işleri yapmaya karar verirler.

Hac bir açıdan fedakârlık, verebilmek, vazgeçebilmek demektir dedik. İnfak de öyle değilş mi? İnfak da eldekilerden Allah için verebilmek, paylaşabilmek değil mi? İnfak Allah’ın insana verdiklerinden Allah’ın kullarınıu faydalandırmak değil mi?

Yani verebilmek değil mi?

Neden verebilmek? Allah’ın insana verdiklerinden. Sonuçta insanın sahip olduğu her şey Allah’ın ona verdiği, nasip ettiği değil mi?

Candan başlayın, tabiata kadar, yiyecek ve içeceklerden tutun onları elde etme gücüne kadar, akıl ve iradeden tutun kullandığımız eşyayları yapma kabiliyetine, onların malzemelerine kadar hepsi Allah vergisi.

Kur’an mülkün, yani her şeyin Allah’a ait olduğunu bir çok âyette farklı ifadelerle haber veriyor.

قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿26﴾ تُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۘ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّۘ وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿27﴾

“De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.”

“Geceyi gündüze sokarsın, gündüzü geceye sokarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin.” (Âli İmran 3/26-27)

يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۙ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۘ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُۜ وَالَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مَا يَمْلِكُونَ مِنْ قِطْم۪يرٍۜ ﴿13﴾

“Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneşi ve Ay’ı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri belirli bir vakte kadar akıp gitmektedir. İşte bu, Allah’tır, Rabbinizdir. Mülk yalnızca O’nundur. Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz, bir çekirdek zarına bile hükmedemezler.”  (Fatır 35/13)

خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ الْاَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ اَزْوَاجٍۜ يَخْلُقُكُمْ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِنْ بَعْدِ خَلْقٍ ف۪ي ظُلُمَاتٍ ثَلٰثٍۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ ﴿6﴾

“O, sizi bir tek nefisten yarattı. Sonra ondan[466] eşini var etti. Sizin için hayvanlardan (erkek ve dişi olarak) sekiz eş yarattı.[467] Sizi annelerinizin karnında bir yaratılıştan öbürüne geçirerek üç (kat) karanlık içinde oluşturuyor. İşte Rabbiniz olan Allah budur. Mülk (mutlak hâkimiyet) yalnız O’nundur. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde, nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz? (Zümer 39/6)

Hacılar bu gerçeği telbiye’de sık sık vurgularlar:

"Lebbeyk, Allahümme lebbeyk, Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-lmülke lâ şerike leke"

"Tekrar tekrar icabet sana Ya Rabbi, tekrar icabet sana, tekrar icabet sana. Senin ortağın yoktur. Her emrini ifaya hazırım. Hiç şüphe yok ki, hamd ve nimet sana mahsustur. Mülk (kâinatın mutlak hükümranlığı) senindir. (Bunların hiç birinde) senin ortağın (ve benzerin) yoktur" (Müslim, Sahih, Kitabü`l-Hacc, 3; İbn Mâce, Sünen, Menasik, 15; Ebû Dâvud, Menasik, 26).

Mülkün sahibi Allah (cc) insane, dünya hayatını yaşasın diye emaneten verdiklerin, harcama yapmasını, başkalarına da vermesini, paylaşmasını istiyor.

Acaba insan bu çağrıya kulak verip de; “doğru ya, bu elimdekiler zaten benim değildi. Bu bana veren diyor ki, kendin faydalan ama, başkalarını da faydalandır. Allah sana hesapsız kitapsız veriyor, sen de endişe etmeden, neden diye sormadan, başkası beni ilgilendirmez demeden vermelisin. Ki hem bunları sana nasip edene itibar etmiş, hem de O’na şükretmiş olasın” der mi?

وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ ﴿77﴾

“Allah’ın sana verdiği şeylerde âhiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah, bozguncuları sevmez.” (Kasas 28/77)

Kur’an onbir âyette benzer ifadelerle müslümanlara “Allah’ın size verdiği rızıklardan”, ya da “size rızık olarak verdiklerimizden”, veya “onlar rızık olarak verdiklerimizden verirler” diyerek infak etmelerini emrediyor.

اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ ﴿3﴾

“Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.” (Bekara 2/3)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا كَسَبْتُمْ وَمِمَّٓا اَخْرَجْنَا لَكُمْ مِنَ الْاَرْضِۖ وَلَا تَيَمَّمُوا الْخَب۪يثَ مِنْهُ تُنْفِقُونَ وَلَسْتُمْ بِاٰخِذ۪يهِ اِلَّٓا اَنْ تُغْمِضُوا ف۪يهِۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ ﴿267﴾

Ey îmân edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Size verilse gözünüz yummadan alamayacağınız kötü malı hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye lâyıktır.” (Bekara 2/267)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خُلَّةٌ وَلَا شَفَاعَةٌۜ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿254﴾

“Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir.” (Bekara 254

 اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۜ ﴿3﴾ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّاۜ لَهُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌۚ ﴿4﴾

Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir.” (Enfal 8/3)

وَالَّذ۪ينَ صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ ﴿22﴾

“Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu vardır.” (Ra’d 13/22)

وَجَعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ قُلْ تَمَتَّعُوا فَاِنَّ مَص۪يرَكُمْ اِلَى النَّارِ ﴿30﴾ قُلْ لِعِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خِلَالٌ ﴿31﴾

“(Ey Peygamber) mü’min kullarıma söyle, namazı dosdoğru kılsınlar, hiçbir alışveriş ve dostluğun bulunmadığı bir gün gelmeden önce kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda gizlice ve açıktan harcasınlar.” (İbrahim 14/31)

اَلَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَالصَّابِر۪ينَ عَلٰى مَٓا اَصَابَهُمْ وَالْمُق۪يمِي الصَّلٰوةِۙ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ ﴿35﴾

“Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen musibetlere sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir. (Hacc 22/35)

اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْتَوْنَ اَجْرَهُمْ مَرَّتَيْنِ بِمَا صَبَرُوا وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ ﴿54﴾

“İşte onların, sabredip kötülüğü iyilikle savmaları ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcamaları karşılığında, mükâfatları kendilerine iki kez verilecektir. (Kasas 28/54)

تَتَجَافٰى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًاۘ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ ﴿16﴾

“Onlar, korkarak ve ümid ederek Rablerine ibadet etmek için yataklarından kalkarlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de Allah için harcarlar. (Secde 32/16)

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَتْلُونَ كِتَابَ اللّٰهِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً يَرْجُونَ تِجَارَةً لَنْ تَبُورَۙ ﴿29﴾

“Şüphesiz, Allah’ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden, gizlice ve açıktan Allah yolunda harcayanlar, asla zarar etmeyecek bir ticaret umabilirler. (Fatır 35/29)

فَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰى لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ ﴿36﴾ وَالَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَاِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَۚ ﴿37﴾ وَالَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۖ وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۚ ﴿38﴾ وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ ﴿39﴾

“(Dünyalık olarak) size her ne verilmişse, bu dünya hayatının geçimliğidir. Allah’ın yanında bulunanlar ise daha hayırlı ve kalıcıdır. Bu mükâfat, inananlar ve Rablerine tevekkül edenler, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanlar, öfkelendikleri zaman bağışlayanlar, Rablerinin çağrısına cevap verenler ve namazı dosdoğru kılanlar; işleri, aralarında şûrâ (danışma) ile olanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcayanlar, bir saldırıya uğradıkları zaman, aralarında yardımlaşanlar içindir.” (Şûrâ 42/36-39)

Bunun aksini yapanlar, yani mülk benimdişr, üzerime tapulu olanlar benimdir, kazandıklarım kendi emeğimin karşılığıdır. Başkasının benim malımda hissesi, hakkı yoktur deyip cimrilik edenler, başkasını düşünmeyenler, paylaşmayanlar bunun kar olduğunu zannederler.

Heyhat, bu çok ama çok yanlış bir saplantıdır.

İnsan ölüp de gözünü ahirete açınca gerçeği görecektir ama artık bu işe yaramayacaktır.

“Allâh’ın ihsân ettiği mallarda cimrilik edenler, o malların zekâtını vermeyenler iyi ettiklerini, zengin kalacaklarını sanıyorlar; hâlbuki kendilerine kötülük etmiş oluyorlar. O mallar Cehennemde yılan şeklinde boyunlarına dolanacak, onları sokacak.” Âli İmrân-180

Şöyle bir soru soralım: İnsanın esasında sahip olduğu bir mal/varlık/zenginliği var mıdır?

Varsa nedir?

İnsan gerçekten bir şeye sahip midir?

Peygamber (sav) Tekâsür Sûresi’ni okurken bu konuya işaretle şöyle dedi: “Âdemoğlu: ‘malım, malım…’ deyip duruyor… Ey âdemoğlu! Yeyip tükettiğin, giyip eskittiğin veya sadaka olarak verip sevap kazanmak üzere önden gönderdiğinden başka malın var mı ki?” (Müslim, Zühd/31, 3,4. Tirmizî, Zühd/34)

İbni Mes'ud Rasûlullah’ın şöyle buyurduğu aktarıyor: “Hanginize varisinin malı kendi malından daha sevimlidir?” buyurdu. Sahabeler: “Ya Rasûlallah! içimizde kendi malı kendisine daha sevimli olmayan hiçbir kimse yoktur” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (sav): “Önce gönderdiği  kendi malı, geriye bıraktığı da varisinin malıdır” buyurdu. (Buhârî ve Nesâî)

Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: “Bir koyun kesmişlerdi. (belli ki koyunun bir kısmı dağıtılmıştı). Nebi (sav), ne kadar kaldığını sordu. Hz. Aişe, “Bir kolundan başka bir şey kalmadı” dedi. Allah’ın Rasûlü, “Demek ki, kolundan başka hepsi kalmış” buyurdu. (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme/33)

Allah (st) kullarına farklı imkânlar ve ihsanlarda bulunur ve bunlarla onları imtihan eder. Kimini yokluk ile kimini de varlık ile. Kimini sağlık ile kimini hastalık ile. Kimini güç ve kuvvetle kimini zyıflık ve musibetlerle dener.

Peygamberin anlattığı şu hikaye bu açıdanne kadar ibret vericidir.

KEL, KÖR VE ABRAŞ

Ebu Hureyre (ra) şöyle dedi:

Rasulullah’ı (asv) işittim şöyle buyurdu:

“İsrail oğullarında abraş, kel ve kör olmak üzere üç kişi vardı. Allah-u Teâlâ bunları imtihan etmek istedi de onlara bir melek gönderdi.

Melek (insan suretinde) abraşa geldi ve:

–Sana en sevimli şey nedir? dedi. Abraş:

–Güzel bir renk ve güzel bir ten. Çünkü insanlar beni çirkin görüyor ve benden iğreniyorlar, dedi.

Bunun üzerine melek abraşın vücudunu sıvazladı. Ondan bu çirkinlik gitti de ona güzel bir renk ve güzel bir ten verildi. Melek abraşa:

–Hangi mal sana daha sevimlidir? dedi.

Abraşlıktan kurtulan kişi:

–Deve, dedi ve kendisine doğurması yakın on aylık gebe bir deve verdi.

Bunun üzerine Melek ona:

–Allah sana bu devede bereket versin, dedi.

Bunun arkasından melek kele geldi:

–Sana en sevimli şey nedir? Dedi. Kel:

–Güzel bir saç ve insanların benden iğrendiği şu halin gitmesidir, dedi. Melek onun başını sıvazladı da ondan kellik gitti ve ona güzel bir saç verildi. Melek ona:

–Hangi mal sana daha sevimlidir? dedi. Kellikten kurtulan kişi:

–Sığır, dedi ve ona hamile bir sığır verdi. Melek ona:

–Allah sana bu sığırda bereket versin, dedi.

Melek bundan sonra köre geldi:

–Sana en sevimli şey nedir? dedi. Kör:

–Allah-u Teâlâ bana gözümü geri versin de onunla insanları göreyim, dedi. Melek onu da sıvazladı ve Allah-u Teâlâ ona gözünü geri verdi. Melek ona:

–Hangi mal sana daha sevimlidir? dedi. O da:

–Koyundur, dedi ve ona da kuzulu bir koyun verildi.

Bir müddet sonra deve ve sığır sahiplerinin devesi ve sığırı yavruladı. Koyun sahibinin de koyunu kuzuladı. Bu suretle deve isteyen kişinin bir vadi dolusu devesi oldu. Sığır isteyen kişinin de bir vadi dolusu sığırı oldu. Kuyun isteyen körün de bir vadi dolusu koyunu oldu.

Sonra melek eski sureti ve kılığında abraşa geldi ve ona:

–Ben fakir bir adamım! Yolculuğumda bütün çarelerim kesildi. Artık bu gün benim için muradıma erişebilmem ancak evvela Allah’ın yardımıyla sonra senin yardımınladır. Şimdi ben sana güzel bir renk, güzel bir ten ve mal veren Allah için senden bir deve istiyorum! Bu seferimde onunla muradıma erişebileyim! dedi.

Bu istek üzerine eski abraş:

–İyi ama hak sahipleri çoktur, dedi. (Yani piyasada fakir çoktur, her dilenciye bir deve vermek olmaz!)

Bunun üzerine melek ona:

–Ben seni tanır gibiyim. Sen insanların iğrendiği abraş kimse değil misin? Hani sen fakirdin de bu malı sana Allah verdi, dedi.

Eski abraş meleğe:

–Allah’a yemin olsun ki ben bu mala, atadan varis olarak kavuştum, dedi.

Melek de ona:

–Eğer yalancı isen, Allah seni eski haline çevirsin! dedi.

Sonra melek eski sureti ve kılığında kele geldi ve abraşa dediği gibi onda söyledi. Kel de, abraşın reddettiği gibi reddetti. Melek de ona:

–Eğer yalancı isen, Allah seni eski haline çevirsin! dedi.

Sonra melek eski suretinde köre geldi ve:

–Ben fakir bir adamım! Yolculuğumda bütün çarelerim kesildi. Artık bu gün benim için muradıma erişe bilmem ancak evvela Allah’ın yardımıyla sonra senin yardımınladır. Şimdi ben sana gözlerini geri veren Allah için senden bir kuyun istiyorum! Bu seferimde onunla muradıma erişebileyim! dedi.

Bu istek üzerine eski kör:

–Allah’a yemin olsun ki ben kör idim. Allah bana gözümü geri verdi. Fakir idim ve Allah’a yemin olsun ki Allah beni zengin yaptı. Şimdi dilediğin kadar al! Allah’a yemin ederim ki bugün Allah için aldığın bir şeyde sana zorluk çıkartmam, dedi.

Bunun üzerine melek:

–Malın senin olsun! Allah sizleri imtihan etti. Yemin olsun ki Allah senden razı oldu! İki arkadaşın da (abraş ve kel) gazaba uğradılar, dedi.”(Buhârî, Enbiyâ/51. Müslim, Zühd/10)

(abraşlık; ala tenlilik)

Peygamber'in verdiği bu örnekte, insanoğlunun darlık ve bolluk, felâket ve saadet, hastalık ve sağlık gibi farklı hal ve zamanlarında nasıl farklı davranabildiği görülmektedir.

Davranışlardaki bu farklılık, her şeyden önce sorumluluk duygusunun zayıflığından ve Alllah tarafından  murakabe edildiğini unutmaktan ileri gelmektedir. Kur'an insanların bu gibi tutarsız davranışlarına şöyle işaret ediyor.   

وَاِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ ﴿32﴾

“Onları, gölgeler salan dağlar gibi dalgalar sardığı zaman, bütün samimiyetleriyle Allah’a yönelerek O’na yalvarırlar. Fakat Allah, onları kurtarıp karaya çıkarınca içlerinden bir kısmı orta yolu tutar (bir çoğu da inkâr eder); zaten bizim ayetlerimizi (öyle) nankör gaddarlardan başkası inkâr etmez.” (Lukman 31/32)

فَاَمَّا الْاِنْسَانُ اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ رَبُّهُ فَاَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَكْرَمَنِۜ ﴿15﴾ وَاَمَّٓا اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَهَانَنِۚ ﴿16﴾

“İnsan ise; Rabbi onu deneyip de kendisine ikramda bulunduğunda, ona bol bol nimetler verdiğinde, “Rabbim bana ikram etti” der.

Ama onu deneyip rızkını daraltınca da, “Rabbim beni aşağıladı” der.” (Fecr 89/15-16)

Şu örneğe bakınız:

Bir gün Peygamber’e bir misafir geldi. Yorgun ve çok fakir olduğunu söyledi. O da hanımlarının birisinin evine haber gönderdi. Hanımı;

-“Yâ Rasûlallah, seni Hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yoktur” dedi. Sonra başka bir hanımına gönderdi, ondan da aynı cevabı aldı. Neticede anlaşıldı ki hanımlarının hiçbirisinin evinde yiyecek yoktur. Sonra Peygamber (sav) sahabelere;

-“Kim bu adamı bu akşam misafir ederse Allah ona rahmet etsin” buyurdu.

Bunun üzerine Ensardan Ebu Talha kalktı. Kendisinin misafir edebileceğini söyledi ve aldı, evine götürdü. Hanımına:

-“Evde yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. ,

-“Çocukların yiyeceğinden başka bir şey yoktur" cevabım aldı. Hanımına,

-“Çocukları bir şeyle oyala. Yemek isteyecek olurlarsa uyut, misafirimiz yemek yiyeceği zaman kalk, kandili söndür. Tâ ki kendisiyle birlikte yemek yediğimizi göstermiş olalım.” Sofraya oturdular. Misafir yemeğini yedi. Kendileri de yer gibi yaptılar, fakat aç olarak gecelediler. Ev sahibi sabah olunca Peygamberin huzuruna geldi. Peygamber (sav) kendisine şu müjdeyi verdi:

-“Sizin yaptığınız bu güzel işten dolayı Allah her ikinizden de razı oldu.” Bunun üzerine

وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌۜ

“...Ve kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları (başkalarını) kendi nefislerine tercih ederler” (Haşr 68/9) âyeti indi. (Buhârî, M. Ensâr/10. Tefsir/Haşr/6. Müslim, Eşribe/172 no: 2054)

Kurban kesmek Allah’ın verdiğiklerini yine O’nun emriyle, O’nun rızası için verebilmeyi, paylaşmayı, infakı, teslimiyeti temsil eder. Bu fedakarlığı yapabilenlere kurban bayramı mübarek olur, onları da, kazançlarını da mübarek eder, bereketlenmesine vesile olur.

Buna göre kimin infakı, vermesi, paylaşması, ikramı çok olursa, bol olursa; onun bayramı büyük olur, kutlu olur, sevabı büyük olur.

 

Hüseyin K. Ece

10.08.2019

Zaandam