İnsanın yapısında iyiliğe de, kötülüğe kabiliyet vardır. O günah işlemeye de, sevap işleri yapmaya da, aşırılık yapmaya da, i’tidalli (mu’tedil) olmaya da yeteneklidir. (Şems 91/7-8) Allah (cc) insanın hayırlı işleri yapması için ona akıl verdi, elçiler ve kitaplarla ona doğru yolu gösterdi. Kim aklını ilahi vahye tabi kılarsa, hayırlı sevap işler yapar, kim de aklını nefsinin hevasına tabi ederse, o da yanlış yapar, fücur işler, zulme bulaşır.

Bu da doğru yoldan ayrılmak, azmak, doğal olanın dışına çıkmak, sınırı aşıp haksızlık ve zulme varmaktır. Bu aşırılık iki uçlu bir hatadır. Ya ileri gitmek, çok çok ileri gitmek, haddi aşmak, normalin ötesine geçmek; ya da yapması gerekeni yapmayıp geriye düşmek, eksik yapmak, yeterince yapmamak, ihmal etmek.

Yani ifrat ve tefrit.

-Kur’an’da ifrat fiili

İfrat ve tefritin her ikisinin de aslı “fe-ra-ta” fiilidir. Bu da kasıtlı olarak ileri gitmek anlamına gelir. Aynı kökten gelen “fârit” öne geçen kişi demektir.

Ölen bir çocuk için de “Allahümmec’alhu lenâ ferdan-Allahım onu bizim için önden gönderdiğimiz bir ecir kıl” şeklinde dua edilir.

Yarışta öne geçen ata “feresün fardun” denilir. Bir hadiste: “Ene fertukum ale’l-havz-Havuzun başına ilk geleniniz ben olacağım” şeklinde geçiyor. 

Bu fiilin Kur’an’da bir kaç anlamda kullanıldığını görüyoruz.

Birincisi; önden gitmek. Kur’an böylelerine “müfradûn” diyor. Yalancılık yapanların ve âhirette en güzel ödülün onlara ait olacağını iddia edenlerin cehenneme en önce atılacağını ifade etmektedir.

Hoşlanmadıkları şeyleri Allah’a yakıştırmaktan çekinmezler. Bir dekendilerinin en güzel şeylere lâyık olduğunu iddia ederek yalan söylerler. Oysa hiç kuşku yok ki, onların hakkı ateştir; hem de cehennemin öncüleri (müfradûn) olarak!” (Nahl 16/62)

 İkincisi; taşkınlık yapmak, düşmanca davranmak, kötülük yapmak. Mesela; “Musa ve kardeşi: "Rabbimiz! Onun (Firavun’un) bize kötülük etmesinden (yefruta) veya azgınlığının artmasından korkarız" dediler” (Tâhâ 20/45) deniliyor.

“Sabah akşam Rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık (fürutâ) olan kimseye  boyun eğme.” (Kehf 18/28) ayetindeki “fürutâ”; işi gücü aşırlık olan kişi demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 11/162. el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 587)

Kardeşlerinin hz. Yûsuf’a karşı aşırılık yapmaları, kötülük etmeleri, ya da ona karşı davranışlarında normalin ötesine geçmeleri yine bu fiille (ferradtüm) ile anlatılıyor. (Yûsuf 12/80)

Üçüncüsü; göz ardı etmek, ihmal etmek, ciddiye almamak, umursamamak. “Böylece Rablerine kavuşmayı yalanlayanlar hayal kırıklığına uğramışlardır. Onlara kıyamet saati ansızın geldiğinde, yükleri sırtlarında sarılmış olarak gelirler ve “Allah'ın uyarılarını umursamadığımız (mâ ferradnâ) için bize yazıklar olsun” derler. Taşıdıkları şeyler ne kadar kötü.” (En’am 6/31)

Bu başka bir âyette şöyle geliyor: “Kişinin: “Allah'a karşı umursamaz davrandığım ve (hakikati) küçümseyenlerden (ferradtü) biri olduğum için yazıklar olsun bana!” diyeceği (günden sakının)!” (Zümer 39/56)

Allah (cc) Kitapta hiç bir şeyi göz ardı etmediğini beyan ederken de bu fiili olumsuzluk edatı “mâ” ile kullanıyor. “Yeryüzünde gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birer topluluktan başka bir şey değildir. Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık (mâ farradnâ). Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler.” (En’am 6/38)

Meleklerin görevlerinde ihmal ve kusur göstermedikleri yine bu fiille beyan ediliyor. “O, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği vakit (görevli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde asla kusur etmezler (lâ yüferridûn).” (En’am 6/61)

-İfrat ne demektir?

“Ferata” fiilinin if’al kalıbından “ifrat”, unutmak, bir şeyi etrafından taşıncaya kadar doldurmak, acele etmek, bir kimseye veya bir hayvana gücünün üzerinde yük yüklemek, haddi aşmak demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 11/162)

Terim olarak istikamet çizgisini aşmak, normalin üzerine çıkmaktır. (Cürcânî, Ş. Ta’rifât, s: 36) Ya da istenilenden fazlasını yapmak. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 11/162) Yani, herhangi bir konuda fazla ileri gitme, ölçüyü aşma, aşırı davranma (haddi aşma) ve taşkınlık yapma. Bunu hangi durumda olursa olsun “aşırılık” diye anlamak mümkün.

İfratın benzerleri:

1-Ğulüvv;

Bunun aslı “ğa-le-ve” fiilidir. Bu da bir şey artmak, fazla olmak, tencere kaynamak, dinde aşırı gitmek, haddi aşmak. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 11/78-79)

Bir şeyin pahalı oluşu aynı kökten gelen “ğâli”, gençliğin taşkınlığı da “ğuluvvu’ş-şebâb” kelimesiyle anlatılır.

Kur’an fiil olarak iki ayette ehl-i kitabın din konusundaki aşırılıklarına, yanlışlarına işaret etmek üzere yer alıyor. “Ey ekl-i kitap, dininizde aşırı gitmeyin (lâ teğlû), Allah hakkında haktan başkasını söylemeyin...” (Nisâ 4/171) diyor.

“De ki: “Ey Kitap ehli! Hakkın dışına çıkarak dininizde aşırı gitmeyin. Daha önce sapmış, birçoklarını da saptırmış ve dümdüz yoldan da şaşmış bir milletin arzu ve keyiflerine uymayın.” (Mâide, 5/77)

Geçmiş kavimlerden bazılarını dinde aşırılığa kaçmaları sebebiyle helâk oldular, zarar ettiler, ya da doğru yoldan saptılar. Dinde aşırıya kaçmak dini yanlış anlamadan veya Allah’ın gönderdiği dine olduğu gibi inanma ve uygulama yerine, kafadan akide, ilke ve ibadetler uydurma anlayışından kaynaklanır.

Ğulüvv bir hadiste dinde aşırılık anlamında geçiyor. Abdullah b. Abbas anlattı. Peygamberle Akabe’de (şeytan taşlama) sabahı bineğinin üzerinde iken; “Bana (taş) toplayıver” dedi. Ben de şehâdet ve baş parmakla atılabilecek) ufak taşları onun için topladım. Onları avucuna koyduğum sırada; “İşte bunlar gibi (olmalı). Dinde aşırılıktan (ğulüvv’den) sakının. Sizden öncekileri dinde aşılık helâk etti.” (Nesâî, Menâsik/217 no: 3059.İbni Mâce, Menâsik/63 no: 3029. Ahmed b. Hanbel 1/215, 347)

Şeytan taşlama ile ilgili bu hadisi şöyle anlamak mümkün: “Burada daha büyük taş atmaya, taştan başka bir şey atmaya kalkmayın. Belirtilen sayıdan da fazla atmayın...” Bu uyarıya rağmen hacı adayları iri taşlar, şemsiye, sopa, ayakkbı atanlar oldu ve oluyor. Hatta taşlama yerine (cemarâta) çıkıp ayaklarıyla ezmeye kalkışanlar bile oldu (eskiden). Halbuki diğer hac menâsiki (şartları gibi) şeytan taşlama da sembolik bir ibadettir. (Canan, İ. Kütüb-ü Sitte (ter.), 6/12)

Bunu Peygamberin tavsiye ettiğinden farklı yapılmaması şüphesiz dinde ğulüvv’dir ve ifrattır.

 

2-’Utuvv;

Bunun aslı “’a-ta-ve” fiilidir. Bu da isyan etmek, itaatten yüz çevirmek, taşkınlık yapmak, haddi aşmak demektir. “Rablerinin emrine isyan ettiler (‘atev). Bu yüzden, bakıp dururlarken onları yıldırım çarpıverdi.” (Zariyât 51/44. Bir benzeri. Talak )

‘Utuvv; azgınlık, küçümseme, küstahça bir kibir demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 10/32) Kur’an’da inkârcıların bir sıfatı olarak geçiyor.

“Bize kavuşacaklarını ummayanlar, “Bize melekler indirilseydi, yahut Rabbimizi görseydik ya!” dediler. Andolsun, onlar kendi benliklerinde büyüklük tasladılar ve büyük bir taşkınlık (‘utuvven kebîran) gösterdiler.” (Furkan 25/21)

 “Allah size verdiği rızkı kesiverse, size rızık verebilecek olan kimdir? Hayır, onlar azgınlık (utuvv) ve nefrette direnip durmaktadırlar.” (Mülk 67/21)

3-I’tedâ/âd-mu’ted’;

Bunun aslı “’a-da-ve” fiilidir. Bu da sınırı aşmak, kaynaşmada uyuşmazlık olmak, düşmanlık veya husumetlikte bulunmak, zulmetmek demektir.

Bu fiilin Kur’an’da üç anlamda kullanıldığını söyleyebiliriz.

1.Ayırmak. “Sabah akşam Rablerine, O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte ol. Dünya hayatının zînetini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma . Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimselere boyun eğme.” (Kehf 18/28)

2.Düşmanlık yapmak. “Ola ki Allah sizinle, içlerinden düşman olduğunuz (adeytüm) kimseler arasına bir sevgi (ve yakınlık) koyar. Allah, hakkıyla gücü yetendir. Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” (Mümtahine 60/7)  

Bu kökten gelen “adâveh, udvan, adven” gibi kelimeler düşmanlık anlamındadır. Mesela;

“...Bu sebeple, biz de aralarına kıyâmet gününe kadar sürecek düşmanlık (adâveh) ve kini salıverdik. Allah, ne yapmakta olduklarını onlara bildirecek!” (Mâide 5/14. Ayrıca bkz: Bekara 2/14, 64. Fussilet 41/34. Mümtehıne 60/4)

“... Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoydular diye birtakımlarına beslediğiniz kin, sakın ha sizi, haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık (‘udvan) üzere yardımlaşmayın...” (Mâide 5/2. Ayrıca bkz: Bekara 2/85, 2/193. Mâide 5/62. Kasas 28/28. Mücâdile 58/8. Nisâ 4/30)

“Onların, Allah’ı bırakıp tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi (adven) aşarak, bilgisizce Allah’a söverler...” (En’am 6/108. Ayrıca bkz: Yûnus 10/90)

Yine aynı kökten gelen “’adüvv, (çoğulu: ‘adâü)” düşman demektir. Mesela; “Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de, “Birbirinize düşman (‘adüvv) olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır” dedik.” (Bekara 2/36)

“Rab’leri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır (‘adüvv), demedim mi?” diye seslendi.” (A’raf 7/22. Ayrıca bkz: Bekara 2/98, 168, 208. Nisâ 4/92, 101. En’am 6/142 ve diğerleri)

 “…Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman (a’dâü) kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz…” (Âli İmran 3/103. Ayrıca bkz: A’raf 7/150. Fussilet 41/19, 28. Ahkaf 46/6)

3.Haddi aşmak. ‘adeve fiilinin “ı’tedâ” kalıbı; aşırı gitmek, sınırı aşmak, hakka tecavüz etmek, zulmetmek anlamına gelir. Mesela; “Verdikleri sağlam söz(ü yerine getirmemeleri) sebebiyle “Tûr”u üzerlerine kaldırdık ve onlara, “Tevazu ile kapıdan girin” dedik. Yine onlara, “Cumartesi (yasakları) konusunda haddi aşmayın (lâ te’dû) ” dedik ve onlardan sağlam bir söz aldık.” (Nisâ 4/154)

“... Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa (ı’tedâ) muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.” (Bekara 2/178. Ayrıca bkz: Bekara 2/61, 65, 190, 194, 229. Nisâ 4/14. Mâide 5/2, 87, 107.  Âli İmran 3/112)

’a-da-ve” fiilinin faili (öznesi) “’âd (çoğulu: ‘âdûn); sınırı aşan, hakka tecavüz eden, zulmeden, düşmanlık eden, haddi aşan demektir. Şüphesiz bu şekilde haddi aşanlar ifrata düşmüş olurlar.

“Allah, size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da, istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın (‘âd) yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Şüphesiz, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Bekara 173. Ayrıca bkz: En’am 145. Nahl 16/115)

“Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir (‘âdûn).” (Mü’minûn 23/7. Ayrıca bkz: Şuarâ 26/166) Meâric 70/31

I’tedâ kalıbının fail (özne) ismi “mu’ted (çoğulu mu’tedûn veya mu’tedîn)”; ‘âd gibi saldıran, haddi aşan, sınırın ötesine geçen, bir anlamda düşmanlıktan, saldırganlıkta ifrata düşen demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 10/66-68. el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 489)

“(Allah, şöyle der:) “Atın cehenneme, (hakka karşı) inatçı, hayrı hep engelleyen, haddi aşan (mu’ted) şüpheci her kâfiri!” (Kâf 50/25. Ayrıca bkz: Kalem 68/12. Mutaffifin 83/12)

“Onlar hiçbir müminin yakınlık veya ahdini gözetmezler. İşte aşırı gidenler (mu’tedûn) bunlardır.” (Tevbe 9/10)

 “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri (mu’tedîn) sevmez.” (Bekara 2/190)

 “Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve (Allah’ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah, haddi aşanları (mu’tedîn) sevmez.” (Mâide 5/87. Ayrıca bkz: En’am 6/119. A’raf 7/55. Yûnus 10/74)

Görüldüğü gibi, “’adeve” fiili ve ondan türeyen kelimeler  düşmanlığı, haddi aşmayı, aşırılığı, taşkınlıkta ve haksızlıkta ileri gitmeyi farklı şekillerde anlatıyorlar. Bütün bunların ifrat olduğunu söylemeye gerek yoktur.

 

4-Tuğyan;

Bunun aslı "te ğa-ye"’ fiilidir. Bu da sınırı aşmak, isyanda ve çıkışta fazla ileri gitmek, azmak, çok azgınlık göstermek, (su) taşmak anlamlarına gelir. Bunun masadrı olan "uğyan"; isyan ve günahta sınır tanımayacak ölçüde ileri gitmektir. Azan, isyanda ileri giden ve yoldan çıkan azgın kişi ve topluluk hakkında bu kelime ve bunun türevleri kullanılır. (İbni manzur, Lisânu’l-Arab, 9/123)

Aslında insanın yapısında ‘tuğyan’ ahlâkı vardır. Bunun sebebi insanın kendini ‘müstağni’ (çok zengin, yeterli ve güçlü) görmesidir. (Alak 96/6-7. Leyl 92/7-13) Bazıları hiç kimseye, hatta bir Yaratıcıya bile muhtaç olmadıklarını, istediklerini yapabilecek güçte görürler. Bundan dolayı Allah’ı unuturlar ve O'nun yasalarına aldırış etmezler. Azmakta ve isyan etmekte ileri giderler. Kur’an’da bunun en belirgin örneği Firavun’dur. (Tâhâ 20/24,43. Naziât 79/17) Tuğyan içinde bulunan bütün zorba güçler bir anlamda Firavunî güçlerdir.

Tuğyan, istikâmet’ten, orta yoldan sapmadır. Bu yanlışlığın içine düşenler, ne fikirde, ne eylemlerde, ne de insan ilişkilerinde iyiye (ma’rufa) ulaşamazlar. Allah (cc) “Seninle birlikte tevbe edenlerle beraber emrolunduğun gibi istikamet üzere ol (dosdoğru davran). Aşırı gitmeyin (tuğyan etmeyin). Çünkü O, yaptıklarınızı görendir” (Hûd 11/112) buyuruyor.

Tuğyan’ aynı zamanda bütün toplumsal çöküşlerin nedenidir. Azan ve sınırları aşan topluluklar sünnetullah-Allah'ın yasası gereği olarak çökerler veya cezaya uğratılırlar. Bunun sebebi istikbar (büyüklenme) duygusu, maddeye aşırı bağlılık, maddeden üretilen değerlerin kutsallaştırılmasıdır.

Nitekim dünya hayatını âhiret hayatına tercih etme ile, ‘tuğyan’ etme, azıp-şımarma arasında ilginç bir bağlantı vardır. (Naziât 79/37-38)

Tuğyan’a düşenler gerçek ölçüyü kaybederler. Adaletle davranmadıkları gibi, kendi çıkarlarının kölesi olurlar. Onlar kendi azgınlıkları içerisinde oyalanan gafillerdir. (bkz: En’am 6/110. A’raf 7/187. Tâhâ 20/45)

Uzun bir hadiste şöyle geçiyor: “...Kibirlenip haddi aşan ve tuğyan eden kişi ne kötü kuldur...” (Tirmizî, Kıyâme/17 no: 2448)

 Tuğyan edenlere Kur'an ‘tağut’ diyor. Tağut’, tuğyanı yaşayan ve yaşatan kişi ve kuvvetlerdir. (Nahl 16/36. Bekara 2/256, 257)

Buna göre tuğyan, tağutların azgınlığı ifrattır.

 

5-Tenattu’;

taşkınlık anlamında kullanılıyor. Bir hadis rivâyetinden dinde aşırı gidenler ve bid’at uyduranlar hakkında geçiyor: “Taşkınlık yapanlar (mütenatta’ûn) helâk olur.” Bunu üç defa tekrar etti. (Müslim, İlim/4 (7) no: 6784. Ebu Dâvûd, Sünnet/5 no: 4608)

6-İsraf;

“es-re-fe” fiilinin masdarı olan israf; haddi aşmak, yanılmak, hata etmek, gâfil ve câhil olmak, acele etmek demektir. (Komisyon, el-Mu’cemu’l-Vasîd, 1/427) İsraf genel olarak insanın yaptığı her işte normal olan sınırı aşması demektir. “İsraf” bu kalıbın masdarıdır.

İsraf genel olarak insanın yaptığı her işte normal olan sınırı aşması demektir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 337)

İsrafla bunun kök fiili olan “seref” arasında ayırıma giderek birincisine “haddi aşmada ifrat”, ikincisine “tefrit” anlamını verenler olmakla birlikte genellikle her ikisi de inanç, tutum ve davranışlardaki aşırılık hakkında kullanılmaktadır. (Kallek, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/178)

Kelimenin kök anlamında, yeme ve içmede, eşya ve imkanları kullanmada, davranışlarda ölçüyü kaçırmak, haddi aşmak, ihtiyaçtan fazlasını harcamak manaları gizlidir.

İsraf genel olarak inanç, söz ve davranışta dinin, akıl veya örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çıkmayı, özellikle mal veya imkânları meşrû olmayan amaçlar için saçıp savurmayı ifade eder. (İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 7/173. Firûzâbâdî, Kamûsu’l-Muhît, s: 819)

İsraf, meşrû ve mâkul olanın dışına çıkmayı, itidalden sapmayı anlatır.  

Esasen insan ve toplum bünyesindeki dengeyi bozan her türlü aşırılık haddi tecavüzdür. Bu aşırılığın davranışlarda veya harcamalarda olması farketmez.

İsraf bu haliyle ifratttır.

Bir insanın sınırını, gücünü, kapasitesini, yetkisini  bilip ona göre davranması gerekiyorken; bunun ötesine geçmesi, kimseye muhtaç olmadığını sanması israftır. Kur’an bu şekilde israf edenlere ”müsrif” diyor.

Müsriflik her açıdan olumsuz bir mana taşır ve israf edenlerin, ölçüyü kaçıranların, aşırılığa meyledenlerin özelliklerinin tümünü ifade eder. Bu da daha çok müşriklerin ve inkârcıların bir sıfatıdır. (bkz: Şuarâ 26/150-152. Zuhruf 43/5. Yâsîn 36/19. Tâhâ 20/127)

Kur’an, Hakikati inkar ettiği için haddi aşanları (Yûnus 10/12), Firavun’u (Duhân 44/30-31. Bir benzeri: Yûnus 10/83),

Hz. Muhammedin davetinden yüz çevirenleri (Mâide 5/32)

Hz. Yûsuf’un vefatından sonra yoldan çıkan aşırılığa saplananları (Mü’min 40/34),

Firavun’a uyan kavmi (Mü’min 40/43. Enbiyâ 21/9),

Salih’in kavmini (Şuarâ 26/150-152),

kendilerine elçi gönderilen ama elçileri dinlemeyen kavmi (Yâsîn 36/19),

Lût kavmini (A’raf 7/80-81) (Zariyât 51/32-34),

Peygamberi dinlemeyen, ilâhi uyarılara kulak asmayanları (Zariyât 51/32-34) müsrif olarak niteliyor.

Ki bunların hepsi haddi aşan, azan, azgınlaşan, ifrata düşen kimselerdir.

 

-Tefrit ne demektir?

Tefrit “fe-ra-ta” fiilinin tef’il kalıbından masdardır. Sözlükte ihmal etmek, gevşek davranmak,, bir konuda aciz kalmak demektir ki ifratın tersidir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/370)

Ortalamanın, yani vasatın çok altında kalmak, geride kalmak, gevşek davranmak, çabuklukta çok geri kalmak, normalden aşağı olmak gibi manalara geliyor.

Kavram olarak yapmaya güç yettiği halde aşırı şekilde gevşeklik gösterip, tembel davranmak, yapması gerekeni ihmal etmek demektir. Bir başka ifadeyle tefrit, noksanlık, ihmalde aşırılıktır.

Görüldüğü gibi tefritte de aşırılık söz konusu. Ancak bu aşırılık ifratta normalin üzerine çıkmak şeklinde ortaya çıkarken, tefritde normalin gerisinde kalmak şeklinde görülür. (Cürcânî, Ş. Ta’rifât, s: 36)

Bu aşırılık azgınlık, taşkınlık, günah ve masiyette, yani olumsuz işlerde değil; tam tersine olumlu, dinen emredilen ve hoş görülen şeylerde olur.

Mesela; “Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez.” (Mâide 5/87)

Görüldüğü gibi tefritde de aşırılık söz konusudur. Ancak bu aşırılık azgınlık, taşkınlık, günah ve masiyette, yani olumsuz işlerde değil, tam tersine olumlu, dinen emredilen ve hoş görülen şeylerde söz konusudur.

Peygamber (sav) bir seferde namaz konusunda kendi kendilerine güçlük çıkaran arkadaşlarına “... Ben sizin için güzel bir örnek değil miyim?...” diyerek onların tefritten uyardı. (Müslim, Mesâcid/55 (311) no: 1562)

Tefritin benzeri:

Taksîr;

Bir şeye gücü varken el çekip vazgeçmek, kısa/yetersiz, ya da gereğinden az yapmak, tembellik etmek demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 12/115-116) (Yolculukta namazları kısaltarak kılmak bu kelime ile beyan ediliyor.)

Abdullah b. Abbas şöyle anlattı: “Peygamber aldı, abdestinden suyu ne çok kullandı, ne de haddinden fazla kıstı (taksîr yapmadı)...” (Müslim, Müsâfirîn/6 (189) no: 1797)

-Orta yol

Her şeyin aşırısı zararlıdır. Güzel olan aşırılıklar arasında orta yolu bulmaktır. Zira orta yol dediğimiz tutum hem insan fıtratına uygundur, hem de güç yetebilecek bir şeydir. İfrat ve tefrit; inançtan ibadete, davranışlardan başkası hakkında hüküm vermeye, harcamalardan kullanmaya, yeme içmeden giymeye, hüküm vermekten bir kanaate varmaya kadar hayatın her alanında, herkesle ilgili bir fenomendir.

İnsanı manevi ve fiziki boyutu ile uyumlu, mütenasip, dengeli yaratan Allah (cc) evreni de, evrendeki varlıkları ve oluşumları da dengeli yarattı, yaratmaya devam ediyor.

Göğü Allah yükseltti ve mîzanı (dengeyi) koydu. Ki siz (ey insanlar), dengeyi bozup ölçüyü kaçırmayın!” (Rahman 55/7-8)

İnsana düşen kâinattaki dengeyi koruduğu gibi, hayatının her safhasında, davranışlarında ölçüyü kaçırmamaktır, aşırılık yapmamaktır.

Orta yolu anlatan kelimeler:

1-İ’tidal;

a-de-le” fiilinin ifti’al kalıbından “i’tidal”, sayı ve kalite açısından iki durum arasında orta halde, doğru ve düzgün olmak, istikâmet üzere ve münasip olmak demektir. Kavram olarak i’tidal, ifrat ve tefrit arasında orta bir yaklaşım tarzıdır. Biz bunu iki aşırı uç arasında denge, orta yol diye ifade edebiliriz.

“Felsefe kültürünün İslâm dünyasında gelişmesiyle birlikte itidal kelimesi “mizaç, karakter ve ahlâkta aşırılıklardan uzaklık, ılımlılık, denge” mânasında ahlâk ve psikoloji terimi olarak kullanılmaya başlanmıştır.” (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/456)

“İslâm filozofları ahlâk ve davranışlarda aşırılıktan uzak durmayı, ılımlı ve dengeli olmayı öğütleyen âyet ve hadislerden de ilham alarak i’tidal kavramını “insan davranışlarının ifrat ve tefrit denilen iki aşırı uç arasında orta bir halde olması” şeklinde açıklamışlardır. Daha çok “vasat” kelimesiyle ifade edilen bu orta hal zamanla olgunlaşıp karakter durumuna gelince “fazilet” olarak adlandırılmıştır. 

Her fazilet bir denge (itidal) ve bir normal tavırdır. Bundan sapma ya fazlalık veya eksiklik yani aşırılık sayılır; fazlalık yönünde sapmaya ifrat, eksiklik yönünde sapmaya da tefrit denir. İster fazlalık isterse eksiklik şeklinde olsun her aşırılık faziletin zıddı rezîlettir.” (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/457)

İ’tidal üzere hareket edene “mu’tedil” denir. İ’tidal, orta halli olma, ölçülü ve ılımlı olma, soğukkanlılık, denge şeklinde de açıklanmıştır. Adalet kelimesinin bir anlamının da i’tidal ve istikamet olduğunu hatırlayalım. (İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 10/61-63. Cürcânî, Ş. Tarifât, s. 150)

Bu kavram i’tidal olarak Kur’an’da geçmez. Ama bazı âyetlerde bazı tutum va davraışlar kınanıyor ve bu gibi konularda i’tidalli davranmaya işaret ediliyor.

Mesela harcamalarda (İsrâ 17/29. Furkan 25/67),

dünya-âhiret işleriyle ilgilenmede (Bekara 2/201),

dostluk ve düşmanlıkta (Bekara 2/193-194. Mâide 5/8),

cezalandırmada (Bekara 2/178. Nahl 16/126),

aşırılığı yasaklayan âyetler Kur’an’ın i’tidale ne kadar önem verdiğini gösterir.

“Hadislerde de ibadetlerden yeme içmeye, giyim kuşama ve benzeri ihtiyaçlara kadar hayatın her alanında dengeli, ölçülü olmaya önem verilmiş, genel olarak duyguların, tutum ve davranışların normal ve dengeli (ifrat ve tefrit arası) olması istenmiştir.” (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/457)

Mu’tedil olmak, ifrat ve tefrirtten uzak olmayı çağrıştırır. “Buna göre bir inanç, hareket, ifade, hatta duygu ve düşüncenin itidal özelliği kazanbilmesi için, ifrat ve tefrit arası olması, bu aşırı uçların ortasında olması gerekir.

Ebu Ya’la Vehb b. Münebbih’ten sağlam bir senetle şöyle aktarıyor: “Her şeyin iki ucu ve bir ortası vardır. Bu uçlardan birisi tutulursa diğer uç sarkar, ortasından tutulursa, iki uç da dengede kalır (Öyleyse) her şeyin ortasından tutmaya bakın.” (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, 1/448 no: 1247. Ebu Ya’la, Müsned, 10/501 (6115). Heysemi, Memeu’z-Zevaid, 8/112’den nak. (Kavaklıoğlu, M. Hz. Peygamberin Sünnetinde Orta Yol, s: 32)

Demek ki i’tidalli (mu’tedil) olmak için iki açırı uçtan, yani ifat ve tefritten uzak olmak gerekir.

“İşlerin en hayırlısı orta olanıdır.” Aclûnî bunu zayıf kaydıyla rivâyet ediyor. (bkz: Keşfu’l-Hafâ, 1/448 no: 1247). (Deylemi, Firdevs 2/331 (2858), 2/212 (3036). Ebu Ya’la, Müsned, 10/501 (6115). Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8/112’den nak. Kavaklıoğlu, M. Hz. Peygamberin Sünnetinde Orta Yol, s: 32)

Buna göre en hayırlı amel (davranış), mu’tedil, yani ifrat ve tefrit çizgisinin ortasında yer alandır.

*İ’tidal bir yönüyle dengedir. İşlerinin yoğunluğu sebebiyle Peygamberin meclisinde kendisini tutamayan Hanzala’ya onun; “bir saat böyle bir saat şöyle” demesi buna örnektir. Yani vaktinin birazını Allah’ı anmada, dini görevleri yerine getirmede kullan, bazısını da meşru olmak kaydıyla dünyevi işleri için kullan. (İbni Mâce, Zühd/28 no: 4239. Ahmed b. Hanbel, 4/178)

Kur’an Kasas 28/77nci âyette dünya-âhiret dengesine işaret ediyor. “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah, bozguncuları (müfsitleri) sevmez.”

Tamam dünya nimetlerinden yararlan ama öleceğini, âhirette hesap vereceğini unutma.

*İ’tidal aynı zamanda doğallıktır. Yani insan fıtratına uygun olandır. İslâmın insana teklifleri, ilkeleri ve ölçüleri onun fıtratına, yapısına uygun olduğu gibi kolaydır da. Kişi zorlama olmaksızın, aşırı yorulmadan kulluk görevlerini normal ve tabii bir şekilde yerine getirebilir.

 “İbn Sînâ’nın, özellikle ifrat ve tefrit yönündeki sapmaları insandaki hayvanî duyguların doğurduğu sonuçlar olarak görürken “orta (tavassut) melekesi” diye de andığı i’tidali insana has düşünme gücünün eseri ve hayvanî güçler karşısında bir tür özgürlük olarak değerlendirmesi ilgi çekicidir. (en-Necât, s: 693-694’den nak. Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 23/457)

Rivâyete göre Benî Âmir’den bir heyet Peygamber’e gelerek; “Sen bizim velimizsin, sen bizim efendimizsin, sen bizim en şereflimizsin” şeklinde iltifatta bulunmuşlar. Allah Resulü (sav) onlara; “Meselenizi arz ediniz! Sakın şeytan sizi (aşırılığa) sürüklemesin” dedi. (Ahmed b. Hanbel, 4/25)

Böyle bir tavır kendisine beslenilen sevginin bir ifadesi de olsa o mübalağadan hoşlanmadığını, buna gerek olmadığını göstermiştir. O sahabeleri eğitirken onlara İslâmın tabii, ifrattan ve tefritten uzak bir yol olduğunu, i’tidal üzere kulluk yapmanın esas olduğunu öğretiyordu.

Peygamber (sav) müslümanların kendisi aşırı övmelerinden sakındırmış, onun beşeriyetten çıkarıp olanüstüleştirme tehlikesinden sakındırmıştır. “Hıristiyanların Meryem’in oğlu İsâ’yıtabiî konumundan çıkaracak derecede övmede ileri giderek ilahlaştırdıkları gibi beni övmede aşırılık göstermeyiniz. Ben, O’nun ancak kuluyum. Dolayısıyla bana Allah’ın kulu ve O’nun Resûlü deyiniz” (Buhârî, Enbiyâ/48 no: 3445. Dârimî, Rikâk/68. Ahmed b. Hanbel, 1/23, 24, 47, 55)

“Ben O'nun ancak kuluyum. Binâenaleyh bana, Allah'ın kulu ve O'nun Resulü deyiniz” diyerek bu konudaki tabii ölçüyü ortaya koymuştur. Bunun dışında ona uygun olmayan ve vahyin ölçülerine uymayan övmeler, uydurma yüceltmeler ifrattır. Elbette onun Allah’ın elçisi olduğu gerçeğini bir tarafa bırakıp sıradan bir insan muamelesi yapmak da tefrittir.

Hz. Peygamber‟in ortaya koyduğu bu ölçü bütün yönleriyle hayatın diğer alanları ve unsurları için de geçerlidir.

İslâm kolay yaşanabilir ve kolaylık dinidir. Onda aşırılığa gitmek, kendi kendine zorluk çıkarmak ifrattır. Dinde ifrat edenler yenik düşerler, zarar ederler.

Ebu Hureyre’nin rivâyetiyle Peygamber (sav) bu gerçeği şöyle haber veriyor: “Din kolaylıktır. Dini aşmak isteyen kimse, ona yenik düşer. O halde, orta yolu tutunuz, en iyiyi yapmaya çalışınız, o zaman size müjdeler olsun; günün başlangıcından, sonundan ve bir miktar da geceden faydalanınız.” (Buhârî, İman/29 no: 39. Nesâî, İman/28 no: 5037)

“Orta yolu tutunuz, amellerinizi mükemmelleştirmeye ve Allah’a yakın olmaya gayret ediniz. Sabahleyin, öğle ile akşam arası çalışınız. Bir parça da geceden faydalanınız. Aman acelesiz gidin, telaşsız gidin ki varacağınız hedefe ulaşasınız.” (Buhârî, Rikâk/18 no: 6463. Bir benzeri. Buhârî, Marzâ/19 no: 5673) 

Hadisler bütün amellerde (işlerde ve ibadetlerde) kolaylığı tavsiye ettiği gibi, “acaba en iyisini yaptım mı” takıntısından da sakındırıyor. Aynı zamanda kul olarak üstesinden gelebileceğimiz amellerle (tekliflerle) sorumlu olduğumuzu hatırlatıyor. Bunun da dini yaşamada i’tidal (orta yol) olduğu açıktır.

Dindeki emirler ancak güç nisbetinde yerine getirilir. Zaten Allah (cc) kullarına takatlerini aşan görev vermemiş, teklifde bulunmamıştır.

“Allah sizin hakkınızda kolaylık ister, zorluk istemez.” (Bakara 2/185)

“Din konusunda, Allah size hiçbir zorluk yüklemedi.” (Hac 22/78)

Hz. Aişe (r. anha) anlattı: “Peygamber sahabelere dinde onların güçlerinin yetebileceği bir şeyi emrederdi...” (Buhârî, İman/13 no: 20)

Nafile ibadetlerde takat ölçüsünde olmasını tavsiye ederdi. (Bkz: Buhârî, Libâs/43 no: 5861. Müslim, Sıyam/34 (177) no: 2724, Müsafirîn/30 (215) no: 1827. İbni Mâce, Zühd/28 no: 4240. Ebu Dâvûd, Tatavvu’/27 no: 1368)

Ebû Hüreyre’den rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (sav) şöyle buyurdu: “Herhangi bir konuyu size emredip yasaklamadığım sürece, siz de beni kendi halime bırakınız. Sizden önceki ümmetleri çok sual sormaları ve peygamberlerine karşı münakaşaya dalmaları helâk etti. Size herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle sakınınız, bir şeyi emrettiğimde de onu, gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz.” (Buhârî, İ’tisâm 2; Müslim, Hac 412, Fezâil 130–131. Ayrıca bk. Tirmizî, İlim 17; Nesâî, Hac 1; İbni Mâce, Mukaddime 1)

Câbir İbni Semüra şöyle dedi: “Namazlarımı Nebi (sav) ile birlikte kılardım. Onun namazı da, hutbesi de normal uzunlukta idi.” (Müslim, Cum’a/13 (41–42) no: 2003-2004. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât/223 no: 1101. Tirmizî, Cum’a12 no: 507. Nesâî, Cum’a/35 no: 1419. İbni Mâce, İkâme/85 no: 1106)

Peygamber (sav) bir keresinde hz. Aişe’nin odasına girdi. O sırada orada olan bir kadın için “bu kadın kimdir?” diye sordu. Aişe’nin, bu geceleri uyumayan devamlı namaz kılan bir kadındır şeklindeki tanıtımı üzerine Peygamber buradaki aşırılığa dikkat çekerek “Siz (devamına) güç yetirebileceğiniz işlere girişin. Vallahi siz yorulmadıkça Allah yorulmaz.” buyurdu. (Buhârî, İmân 32 no: 43, Teheccüd/18 no: 1150-1151. Müslim, Müsafirîn/221 (30) no: 1834. İbni Mâce, Zühd/28 no: 4238. Nesâî, İman/29 no:5038, Kıyâmü’l-leyl/17 no: 1643)

Bu onun ibadetlerde ifratı tasvip etmediğini gösterir.  İnsan beden ve ruhtan meydana gelir. Bunlardan birine takılmak, bir tarafı ihmal edip diğer tarafa yüklenmek insanın yapısına uymaz. Ki bu aşırılıktır. Önemli olan iki unsur arasında dengeyi gözetmek, iki tarafı da ihmal etmemektir.

Buna göre müslüman ibadet ve davranışlarında, istek ve arzularında, sahip olma ve harcama konularında, yani hayatın her alanında tabii olandan ayrılmamalı. Bu gibi konularda aranan tabiilik, denge, muvazene, orta yol ve i’tidaldir. Bunun tersi ifrat ve tefrittir.

*İ’tidal aynı zamanda devamlılk ve istikrardır. Az ama öz ve sürekli. Madem ki hayat Yaratıcya karşı görevleri yapıp âhirete hazırlanmaktır. Bu görevin de hayatın her anında devam etmesi, yerine getirilmesi gerekir. Bir zaman aşırı bir dindarlık, farz, vacip, nafile çok ibadet etmeye yeltenmek gerekmediği gibi, bir zaman da farz ibadetleri bile askıya almak, bu konuda tembellik etmek de gerekmez. Kulluk görevleri emredildiği gibi ve gerektiği kadar, tabii ve istikrarlı bir şekilde yerine getirilmeli. Müslüman hayatının bir alanında iyi insan, başka bir alanında kötü insan olamaz.

Hz. Aişe Peygamber’ın (sav) ibadet hayatıyla şöyle dedi: “O bir (sâlih) amel işlediği zaman onu sürdürürdü...” (Müslim, Müsafirîn/18 (141) no: 1744, (215) no: 1828)

Hz. Aişe’nin rivâyet ettiğine göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Gücünüzün yetebileceği amelleri işleyin. Siz usanmadıkça Allah da usanmaz. Allah’a en sevimli olan amel az da olsa devamlı olandır.” O yaptığı (sâlih) ameli istikrarlı bir şekilde sürdürürdü.” (Ebu Dâvûd, Tatavvu/27 no: 1368. Bir benzeri: Nesâî, Kıble/13 no: 763)

Bir başka hadiste şöyle buyuruluyor: “En sevimli ibadet az  da olsa devamlı olandır. “ (Buhârî, Rikak/18 no: 6464, 6465, Libâs/43 no: 5861. Müslim, Müsafirîn/30 (215-216, 218) no: 1827-1828, 1830. İbni Mâce, Zühd/28 n: 4240. Ebu Dâvûd, Tatavvu/27 no: 1368)

*İ’tidal bazen de amellerde ve davranışlarda zaman ve zemine uymaktır. Elbette dinin özünden taviz vermeden. Mesela, Peygamber bir sene kıtlık, ekonomik sıkıntı sebebiyle kurban etlerinin üç günden fazla saklanmamasını, yenilmesini veya dağıtılmasını emretti. Ertesi sene ise bu sıkıntı kalktığı için kurban sahiplerini, kurbanın etini yeme, dağıtma veya saklama konusunda serbet bıraktı. (bkz: Ebu Dâvûd, Dahâyâ/9 no: 2812-2813. Tirmizî, Edâhi/14 no: 1510. Nesâî, Dahâyâ/37 no: 4436-4439. Buhârî, Edâhi/16 no: 5569, 5570. Müslim, Edâhi/3 (28-29, 33) no: 5103-5104, 5108. İbni Mâce, Edâhi/16 no: 3159-3160. Muvatta, Dahâyâ/6, 8. Darimî, Edâhi/6)

Bu da zamana ve şartlara göre bazı uygulamaların olabileceğini, böyle durumlarda da i’tidal ile hareket edilmesi gerektiğini gösteriyor.

-Hadislerde i’tidal (orta yol) örnekleri

Enes b. Mâlik anlatıyor: Nebî (sav) bir sefer mescide girmişti. İki direk arasına uzatılmış bir ip gözüne ilişti: “Bu ip nedir?” diye sorunca, sahâbîler: “Bu, Zeynep Binti Cahş’a ait bir iptir. Namazda ayakta durmaktan yorulunca ona tutunuyor, dediler. Bunun üzerine Peygamber (sav):

“Onu hemen çözünüz. Sizden biriniz canlı ve istekli olunca nâfile namaz kılsın, yorgunluk ve gevşeklik hissettiği zaman ise yatıp uyusun” buyurdu.” (Buhârî, Teheccüd 18 no: 1150. Müslim, Müsâfirîn/30 (219) no: 1831. Ayrıca bkz. Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 17 no: 1644.  İbni Mâce, İkâme/184 no. 1371)

Vehb İbni Abdullah şöyle dedi: Peygamber (sav) Selmân ile Ebü’d–Derdâ’yı kardeş yapmıştı. Bu sebeple Selmân, Ebü’d–Derdâ’yı ziyaret ederdi. Bir ziyaret esnasında onun hanımı Ümmü’d-Derdâ’yı oldukça eskimiş elbiseler içinde gördü. Ona: “Bu halin ne?” diye sorunca kadın: “Kardeşin Ebü’d–Derdâ dünya malı ve zevklerine önem vermez oldu” dedi. O esnada Ebü’d–Derdâ eve geldi ve hazırlattığı yemeği Selmân’a ikram edip: “Buyurun, yemeğinizi yiyin, ben oruçluyum” dedi. Selmân: “Sen yemedikçe ben de yemem” diye karşılık verdi. Bunun üzerine Ebü’d–Derdâ sofraya oturup beraberce yediler.

Gece olunca Ebü’d–Derdâ teheccüd namazı kılmaya hazırlandı. Selmân ona: “Uyu” dedi. Ebü’d–Derdâ uyudu. Bir müddet sonra tekrar kalkmaya davrandı. Selmân yine: “Uyu” diyerek onun kalkmasına izin vermedi. Gecenin sonlarına doğru Selmân: “Şimdi kalk” dedi ve her ikisi birlikte namaz kıldılar. Sonra Selmân, Ebü’d–Derdâ’ya şöyle dedi:

“Senin üzerinde Rabbinin hakkı vardır, nefsinin hakkı vardır, ailenin hakkı vardır. Hak sahiplerinin her birine haklarını ver.” Sonra Ebü’d–Derdâ, Peygamber’e gidip olup biteni anlattı. Peygamber de; “Selmân doğru söylemiş” buyurdu.” (Buhârî, Savm/51no: 1968, Edeb/86 no: 6139)

Abdullah İbni Amr şöyle anlattı: Nebî’ye benim şöyle dediğim haber verilmiş: “Vallahi, yaşadığım sürece gündüzleri muhakkak oruç tutup, geceleri de ibâdet ve tâatle uyanık geçireceğim.” Bunun üzerine Peygamber bana:

-“Bunları söyleyen sen misin?” diye sordu. Ben: -“Anam babam sana feda olsun, ya Resûlallah! Evet, ben böyle söylemiştim” dedim.

Buyurdu ki: -“Sen buna güç yetiremezsin. Hem oruç tut, hem iftar et; hem uykunu al, hem ibadet et; her aydan üç gün oruç tut. Çünkü her iyiliğe on misli ecir ve sevap vardır. Bu ise bütün zamanını oruçlu geçirmek gibidir.” Bunun üzerine ben:

-“Bundan fazlasını yapmaya gücüm yeter” dedim. Peygamber: -“O halde bir gün oruç tut, iki gün tutma” buyurdu. Ben: -“Ama ben bundan daha fazlasını yapabilirim” deyince Nebi: -“Öyleyse bir gün oruç tut, bir gün tutma. Bu Dâvûd’un orucu olup, oruçların en ölçülü olanıdır (ya da bundan faziletlisi yoktur)” buyurdu.” Abdullah yaşlandıktan sonra:

-“Keşke Allah’ın Resûlü’nün ruhsatını kabul etmiş olsaydım” der dururdu. (Buhârî, Savm/56-57 no: 1976-1977. Müslim, Sıyam/35 (181) no: 2729, (182-192) no: 2730-2742. Bir benzeri: Buhârî, Savm/55 no: 1975, Nikâh/90 no:5199)

Enes ibni Mâlik öyle dedi: “Peygamberimizin nâfile ibadetlerini öğrenmek üzere, sahâbeden üç kişilik bir grup hanımlarının evlerine geldiler ve onun ibadetini sordular. Kendilerine Peygamber’in ibadetleri anlatılınca onlar kendi ibadetlerini azımsadılar ve “Allah’ın Resûlü nerede biz neredeyiz? Onun geçmişteki ve gelecekteki günahları bağışlanmıştır” dediler.

İçlerinden biri: “Ben ömrümün sonuna kadar, bütün gece uyumaksızın namaz kılacağım” dedi. Bir diğeri: “Ben de hayatım boyunca gündüzleri oruç tutacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğim” dedi. Üçüncüsü de: “Ben de sağ olduğum sürece kadınlardan uzak kalacak, asla evlenmeyeceğim” diye söz verdi.

Bir müddet sonra Peygamber (verdikleri kararı duydu ve) onların yanına geldi ve kendilerine şunları söyledi:

Şöyle şöyle diyen sizler misiniz? Sizi uyarıyorum! Allah’a yemin ederim ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve O’na en saygılı olanınızım. Fakat ben bazen oruç tutuyor, bazen tutmuyorum. Gece hem namaz kılıyor, hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir.” (Buhârî, Nikâh/1 no: 5063. Bir benzeri: Müslim, Nikâh/1 (5) no: 3403. Nesâî, Nikâh/4 no: 3219)

Peygamber’in kâtiplerinden Hanzala b. Rebî‘ el–Üseydî şöyle anlattı:
Ebû Bekir’le karşılaştım, bana: “Nasılsın?” diye sordu. Ben de: “Hanzala münafık oldu” dedim. Ebû Bekir: “Sübhânellah, sen ne diyorsun? dedi. Ben de dedim ki: “Bizler, Resûlüllah’ın yanında bulunuyoruz. Bize Cennet ve Cehennemden bahsediyor, sanki gözlerimizle görüyormuşuz gibi oluyoruz. Onun huzurundan ayrılıp çoluk çocuğumuzun yanına ve işlerimizin başına dönünce, çok şeyi unutuyoruz.” Ebû Bekir dedi ki: “Biz de benzeri şeylerle karşı karşıyayız.”

Ebû Bekir ile birlikte yola düştük ve Peygamber’in huzuruna girdik. Ben: “Ya Resûlallah! Hanzala münafık oldu, dedim. Resûlüllah: “Bu ne demek?” dedi. Ben: “Ya Resûlallah! Senin yanında bulunuyoruz, bize Cennet ve Cehennemden bahsediyorsun; sanki onları gözümüzle görüyor gibi oluyoruz. Senin huzurundan çıkıp da çoluk çocuğumuzun yanına ve işimizin başına dönünce, çoğunu unutuyoruz” dedim.

Bunun üzerine Resûlüllah (sav): “Nefsimi gücü ile elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, şayet siz, benim yanımda bulunduğunuz hâl üzere devam edip zikir üzere olabilseydiniz, yataklarınızda ve yollarınızda melekler sizinle musafaha ederlerdi. Fakat ey Hanzala, bir saatinizi (yani bazı vakitlerinizi) ibadete, bir saatinizi de dünya işlerinize ayırınız” buyurdu ve bu sözünü üç defa tekrarladı. (Müslim, Tevbe/4 (12–13) no: 6966-6967. Tirmizî, Kıyâmet/59 no: 2514)

 

2-Vasat, 

Vasat; “ve-se-ta” fiilinin masdarıdır ve iki eşit tarafın ortası, iki cismin arasını ayıran nesne demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 15/208) Her şeyin vasatı, en âdil (dengeli) olanı demektir.

Vasat; bir şeyin değerli (iyi) ile bozuk (kötü) arasında olmasını (Cevherî, es-Sıhah, 3/417), adaleti ve bir şeyin yarısını ifade eder. Bir şeyin en âdili onun en orta halli oluşu (vasatı) demektir. (İbnu Fâris, Mekâyisu’l-Lügah, s: 955. el-Isfehanî, R. el-Müfredât, s: 819-820

Vasat, yani ifrat ve tefrite gitmemek, kâinatla uyum ve ahenk kurmak demektir. Zira kâinatta her şey bir denge ve ahenk üzerine yaratılmıştır. İnsan bu ahenk ve dengeye ancak vasat bir davranış ile uyum sağlayabilir. Bunun dışına çıkmak, yani ifrat ve tefrite gitmek uyumsuzluk ve dengesizliktir.

“Davranış açısından ‘vasat olmak’, tam orta yolda olmak, hiç bir taşkınlık ve eksiklik yapmamak demektir.  Vasat’, nicelik olarak ‘orta’, nitelik olarak ‘denge ve adalet’ anlamına gelir.” (İslâmoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, 1/54) Buradan hareketle vasat’a mutedil olmak, itidalli davranmak, mizan üzere yani dengeli olmak anlamı vermek yanlış olmaz. Bu da bir açıdan ğulüvv’ün (taşkınlığın) zıddıdır.

Vasat olma hali ifrat ve tefritten sakınma, âdaletle davranma, ölçülü hareket etme bir müslüman için hayatın her alanında, her davranışta güzel ahlâkî prensiptir.

Allah (cc) insanı yarattı, onu tesviye etti ve onun tabiatını adaletli, ölçülü, ahenkli, dengeli (vasat) ve yaratılış amaçlarını gerçekleştirecek şekilde yaptı. (İnfitar 82/7-8)  Bu denge, kâinata konan denge (mizan) ile benzerlik göstermektedir. Vasatlık demek ki insanın yapısında var. Kendi yaratılışı ve üzerinde yaşadığı yeryüzünün dengeli olması gibi, insanın da hayatında, davranışlarında dengeli (mu’tedil) davranması, âdil olması gerekir (Nahl 16/90).   

Peygamber (sav) inançta vasat/mutedil olmayı şekillerle açıkladı. Peygamber (sav) bir gün eliyle yere bir çizgi çizdi ve şöyle dedi: “İşte Allah’ın dosdoğru yolu budur.” Ardından bu çizginin sağına ve soluna da başka çizgiler çizdi. Sonra da şöyle buyurdu:  “Bunlar da her birisinin başında ona çağıran bir şeytanın bulunduğu bir takım yollardır.” Sonra En’am 6/153. âyetini okudu.” (İbni Mâce, Mukaddime/1 no: 11)

 İ’tidal’; ılımlılık, kararında, ölçülü olmak, yani denge ve orta yolu izlemek,

Kur'ân’da İslâm toplumunun bir niteliği olarak geçen ‘vasat ümmet’ (Bekara 2/143) tâbirini hatırlatıyor.

 “Vasat ümmet” (Bekara 2/153), yani ‘sırat-ı müstekîm=en doğru/düzgün yol üzerinde yürüyenlerin (Bekara 2/142. Âli İmran 3/51, 101. En’am 6/126. Hacc 22/24), dinde gevşek davrananlara veya aşırıya sapanlara nisbetle dengeli ve âdil olanlar. Orta yolu takip ederek ifrat ve tefrite kaçmayan ümmet.

“Aşırılıklar karşısında adil bir denge gözeten ve hem zevk ve sefahatı hem de mübalağalı bir zühdü reddederek insanın tabiatını ve imkanlarını değerlendirmede gerçekçi ve makul davranan bir topluluk.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/40)

İslâm ümmeti bir denge toplumudur. İnançta, amelde, hayatı değerlendirmede, ceza vermede ve yargılamada, her yerde ve hayatın her alanında orta yolu izler. Hiç bir konuda aşırı değildir, ifrat ve tefritten uzaktır. Hakka ve adalete uygun hareket etmek, insanlara her konuda örnek olmak onların özelliğidir. (bkz: Ece, Hüseyin K. Kur’ani Hayat Dergisi, Mayıs-Haziran 2015 sayı: 41)

 

3-Teenni;

“e-ne-ye” kökünden gelen teenni; beklemek, sebat etmek, düşünüp taşınmak, acelecilikten sakınma, hilim, vakar ve yumuşaklık anlamlarına gelir. (İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 1/183) Bu da akıllı ve ağır başlı davranmaktır.

Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Teenni ile hareket etmek Allah'tan ve acele ile hareket etmek de şeytandandır." (Tirmizî, Birr/66 no: 2012)

Peygamberle görüşmek için gelen Mekkeli bir grup doğrudan onun yanına gitti. İçlerinde Eşec lakaplı birisi arkadaşlarından ayrılarak temizlenip güzel elbise giydikten sonra Peygamberin huzuruna çıktı. Peygamber ona: “Sende Allah’ın sevdiği iki huy görüyorum: Hilim ve teenni ile hareket etmek.” (Müslim, İman/8 (25, 26 no: 117-118. Ebu Dâvûd, Edeb/149 no: 5225)

4-Muksıt;

Adaletli, ölçülü davranan, hak ile hükmeden demektir. Kur’an’da üç yerde geçmektedir. (Mâide 5/42. Hucurât 49/9. Mümtehine 60/8)

Aynı kökten gelen “muktesıd”; her haklıya hakkını ve hatta daha fazlasını veren, i’tidalli ve âdil davranan demektir. Bir anlamda her konuda orta yolu izlemek ve hak vermede daha faziletli davranmaktır.

Kur’an ‘kıst sahiplerini’ yani muktesıd olanları  övüyor “....Onlardan muktesıd bir ümmet (doğru ve âdil bir yol tutturanlar) vardır...” (Mâide 5/65-66. Ayrıca bkz: Mâide 5/2. En’am 6/152. Yûnus 10/4. Enbiyâ 21/47. Hadîd 5/725)

Aynı kökten gelen ‘iktisat’ (sin ile), adalet ve hak ile davranma, aşırı bir yöne sapmadan orta yolu izleme demektir. (Türkçe’de kullanılan ‘iktisat’ (sad ile) değil.)

 

5-Mizan;

“Ölçü, tartı” anlamındaki vezn’den mizan; terazinin iki kefesinde eşit olarak tartılıp bölüştürülen şeydir. Tıpkı adalet gibi, eşitleme, orta yolda olma, sağa sola sapmama anlamlarına gelir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 12/100-101. Isfehânî, el-Müfredât, s: 608. Fîruzâbâdî, el-Kâmûs s: 682)

Mizan; muvazene, adaletle davranma, insanın bütün fiil, söz ve tavırlarında ölçülü (ifrat ve tefritten uzak) olması demektir. İslâm ümmet yapısının temelinde işte bu kitap ve mizan (ölçü) vardır. Onlar, kitaba uyar ve mizan çerçevesinde davranırsa ‘kısd’ yapmış, adaletli ve ölçülü davranmış olurlar. (Hadîd 57/25)

 

6-İstikâmet;

Hak yolda, düzgün bir yolda olmak ya da böyle bir yola girmek anlamında gelen “istikâmet”in fail (izne) ismi olan "müstakîm", düzgün olan, doğru olan-eğrisi büğrüsü olmayan, hakk olan anlamındadır. (İbni Manzur, Lisanu'l-Arab,12/225)

"Sırat-ı müstakîm", Allah’ın dosdoğru yolu anlamına gelir ve İslâmın diğer adıdır. (Bkz. Fatiha 1/6. Bekara 2/142. Âli İmran 3/51. Mâide 5/16. Yûnus 10/25 ve diğerleri)

İstikâmet’, doğruluk, her çeşit işde denge anlayışı üzerinde olma, dürüst olma, işlerde din ve aklın sınırları içerisinde hareket etme demektir. Genellikle inançta, ahlâk ve yaşayışta her türlü sapma ve aşırılıklardan (ifrat ve tefritten) uzak, dengeli ve doğru yol olarak anlaşılır. (Çağrıcı, M. TDV İslam Ansiklopedisi, 23/457)

‘İstikâmet üzere olmak’ vasat olma halidir, adalet ve hak çizgide bulunmak demektir.

 

-İfrat ve tefrit arasında

Sağlıklı fert ve toplumlar oluşturmak İslâmın hedeflerinden biridir. Aşırılıklardan uzak kalmak, her konuda itifdali elden bırakmamak esastır. Kur’an ve hadislerde zaman zaman aşırılıklar üzerinde duruluyor ve bunların sebep olduğu kötü sonuçlara dikkat çekiliyor.

Dinî emirlerde istenilenden fazlasını yapmak, zorlamaya dayalı her davranış ifrat sayılmış ve tasvip edilmemiştir. Kur’an, eski kavimlerin aşırılıklarından örnekler verip müslümanları itidalli olmaya teşvik ediyor.

Kur’an’a göre hırıstiyanların ve yahudilerin hz. İsa hakkındaki tutumları aşırılıktır. Hırıstiyanlar hz. İsa’yı yüceltmede aşırıya giderek onu tanrının oğlu dediler, yahudiler de onun doğumunu dillerine dolayarak onun peygemberliğini kabul etmediler. Birisi ifrat, diğeri tefrit. Her iki tutum da aşırılıktır. (Kavaklıoğlu, M. Hz. Peygamberin Sünnetinde Orta Yol, s: 25)

Eski kavimlerin bu aşırılığı hadislerde de geçiyor. (Buhârî, İ’tisam/5 no: 7299. Ahmed b. Hanbel, 1/215, 347)

İslâm, dinî emirlerin uygulanmasında da ‘vasat’ olma halini övüyor. İslâmda ibadet için bir köşeye çekilip dünyadan yüz çevirmek (ruhbanlık) olmadığı gibi, Allah yokmuş gibi davranmak, nimetlerin sahibi Allah’a sükrü unutmak da yoktur. Yahudilerde dünya-âhiret dengesi dünya lehine, hırıstiyanlıkta ruhbanlığa doğru kaydı.

Hadislerde ibadetlerden yeme içmeye, giyim kuşama vb. ihtiyaçlara kadar hayatın her alanında dengeli, ölçülü olmaya önem verilmiş, genel olarak duyguların, tutum ve davranışların normal ve dengeli olması istenmiştir.

Dinde aşırılık kötü bir şeydir. Zira dinde ifrat (aşırılık) eski toplumların yıkımını hazırlayan yanlış bir tutum olduğu hatırlatılıyor.

Peygamber (sav) dinde aşırı gidenleri şöyle uyarıyor. “Dinde aşırılıktan sakının. Sizden öncekiler ancak dindeki aşırılıkları sebebiyle helâk oldular.” (Nesâî, Menâsik/217 no: 3059. İbni Mâce Menâsik/63 no: 3029)

Abdullah İbni Mes’ûd’tan rivâyet edildiğine göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Söz ve davranışlarında ileri gidip haddi aşanlar helâk oldular.” Bu sözü üç defa tekrarladı. (Müslim, İlim/4 (7) no: 6784. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet/5 no: 4708)

Onun tavsiyesi de mutedil olmak, dengeli davranmaktır.  Şöyle buyuruyor: “Ey insanlar size orta yol gerekir. Siz bıkmadıkça Allah bıkmaz.”  (İbni Mâce, Zühd/28 no: 4238)

“Gerçekten bu din kolaylıktır. Hiç kimse yoktur ki, din hususunda kendini zorlasın da din ona galebe etmesin. Öyleyse orta yolu takip edin.” (Buhârî İman/29 no: 39. Nesâî, İman/28 no: 5037)

İslâmda aşırı dünyevîleşme reddedildiği gibi din ve ibadet adına dahi olsa bütünüyle dünya işlerinden kopacak kadar aşırılığa sapmak da caiz değildir.  (Bkz: Buhârî, Savm/51 no: 1967, Teheccüd/20 no: 1153, Nikah/1 no: 5063. Dârimî, Nikâḥ/3. Ahmed b. Hanbel, 6/226)

Peygamber ayrıca kendi kendilerine ağır ibadetlere girişenlere diğer görev ve sorumluluklarını hatırlatması da dikkate değer. Nitekim o bir seferinde  Abdullah b. Amr’a üzerinde başka sorumluluklar olduğunu da hatırlatmıştı. (Buhârî, Savm/56-57 no: 1976-1977

En güzel örnek olan hz. Peygamberin ümmeti i’tidalli davranmaya teşvik ettiğini, ifrat ve tefritten sakındırdığını, her hususta dengeli olmalarını ve orta yolu izlemelerini tavsiye ettiğini görüyoruz.

Hz. Aişe’ye öğrettiği dua: “Allahım beni doğruya (hidâyete) eriştir ve i’tidale uygun hareket etmeye muvaffak kıl.” (Müslim, Zikir/78. Nesâî, Zinet/53, 122)

Onun hz. Ali’ye şöyle dediği rivâyet ediliyor: “Ey Ali Allah’tan hidâyet ve i’tidal iste.” (Nesâî, Zinet/53)

Mutluluğun faktörlerin biri de i‘tidalli olmaktır. Ne ifrat, ne tefrit.

 

-İfrat ve tefrite örnekler

Birisini çok çok aşırı sevmek ifrat; birinden aşırı nefret tefrittir. Peygamber aşırı sevgini gözü (manen) kör ve sağır edebileceği uyarısında bulunuyor. (Ebû Dâvûd, Edeb-116 no: 5130. Ahmed b. Hanbel, 5/194, 6/450)

Sevgi ve nefrette orta yolu, teenni ile hareket etmeyi tavsiye ediyor. Ebu Hurayra Peygamber’in şöyle dediğini anlattı: Sevdiğini ölçülü sev; bir gün gelir sevmediğin biri olabilir. Sevmediğini de ölçülü olarak sevme; bir gün gelir dostun olabilir.” (Tirmizî, Birr/60 no: 1997)

Âhireti, oradaki hesabı unutup dünya işlerine takılıp kalmak ifrat; dünya  hayatından, nimetlerden yüz çevirmek (ruhbanlık) tefrittir. (Buhârî, Savm/51 no: 1968, Teheccüd/20 no: 1153, Nikâh/1 no: 5063. Dârimî, Nikâh/3)

“Sizin hayırlınız dünyası için âhiretini terketmeyen, âhireti için de dünyasını ihmal etmeyen kimsedir.” (Deylemî’den, Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, 1/450 nu: 1253. Dip not: Elbanî’nin buna uydurma dediği notu var.)

Allah’ın insanlar için seçip gönderdiği vahyi inkâr etmek, cephe almak, onunla mücadele etmek, hevâsından din uydurmak ifrat; bu vahyi işine geldiği gibi anlamak, kafasına göre uygulamaya kalkışmak tefrittir. Halbuki Allah (cc) insanlara inançta dengeli ve i’tidalli olmalarını emrediyor. Tevhid inancı zaten başlı başına bir i’tidaldir.

Kişinin kendini çok dindar görmesi, bu konuda başkalarını küçümsemesi, İslâmî hükümleri çok sert ve şaırı bir şekilde anlaması, din adına şiddet kullanmayı meşru görmesi, neredeyse her şeye haram demesi, müslüman olmayanlara veya dini yaşamayanlara kendince ceza kesmesi, Allah yolunda çalışmayı savaş zannetmesi ifrat, İslâmî hükümler konusunda tembel olması, aldırmaması, İslâma aykırı görüşleri, tutumları hoş görmesi, bâtıl görüş ve fitne-fesatlara karşı hiç bir şey dememesi, yapmaması da tefrittir.

Kişinin günlük hayatında yapması gerekli olan işlerini ihmal edip kesintisiz ibadet etmesi ifrat; ibadeti terketmesi, ihmal etmesi, azıcık yapması tefrittir. İslâmda ibadet anlayışı, hayatın her alanında Allah’ı unutmadan yaşamak, O’nun ölçülerine uymak, yasaklarından kaçınmak ve emredilen rutin farzları yerine getirmektir.

O ölçü şu: Peygamber’e (sav) “Allah  katında amellerin en makbul olanı hangisidir?” diye sorulunca; “Allah katında amellerin en makbulü az da olsa devamlı olanıdır” buyurdu. (Müslim, Müsafirîn/215-218 No: 1827-1830, Bir Benzeri: Münafıkîn/78 No: 7122. İbni Mâce, Zühd/28 No: 4237)

Nitekim ona özenerek daha fazla ibadet yapmak isteyen sahabeleri uyararak ümmeti kendi sünnetine (Kur’anî hayatına) uymalarını söyledi. (Buhârî, Nikâh/1 no: 5036)

Daha çok dindar olacağım niyetiyle kendini ve ailesini ihmal eden Ebu’d-Derdâ’yı “Rabbinin senin üzerinde hakkı var, nefsinin senin üzerinde ailenin senin uzerinde hakkı var. Her hak sahibine hakkını ver” diyen Selman’ı (ra) tasdik etmiştir. (Buhârî, Savm/51 no: 1968, Edeb/86 no: 6139)

Kişinin cimri olması, en tabi ihtiyaçlarını bile karşılamada hasis davranması, malı infak etmemesi ifrat; elinde avucunda olanı infak diye vermesi, bu yüzden muhtaç hale gelmesi tefrittir.Kur’an mü’minlerin bu konudaki durumunu şöyle belirliyor: “Harcarken ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında bir yol tutarlar” (Furkan 25/67) Peygamber (sav) infak ve sadaka vermede i’tidalli olmayı, dengeli davranmayı tavsiye etti.

Malının tamamını sadaka olarak vermek isteyen Ka’b b. Mâlik’e malının üçte birini kendisine saklamasını, bunun daha hayırlı olacağını söyledi. (Bkz: Buhârî, Vasâyâ/16 no: 2757. Müslim, Tevbe/9 (53) no: 7016. Ebu Dâvûd, Eyman/23 no: 3318. Nesâî, Eyman/36-37 no: 3852-3853 Ahmed b. Hanbel, 3/454,456, 459)”

Bütün iş ve davranışlarda acele etmek, düşünmeksizin karar vermek, i’tidalden sapmak ifrat; her şeyde tereddüt etmek, ihnalkar davranmak, zamanında işini yapmamak, önündeki işini önemsememek tefrirttir.

Başkalarına karşı saldırgan olmak, düşmanca davranmak, tehlikeyi abartmak ifrattır; saldırılara aldırmamak, tehlikelerin farkına varmamak, tebdir almamak tefrittir.

Hükmetmede haktan ve adaletten sapmak, torpille iş görmek, kendi adamını haksız olsa da korumak, acele karar vermek ifrat; karar almada aciz kalmak, ihmalkâr davranmak, aşırı tereddüt etmek tefrittir.

Allah’tan korkmamak, O’nun hesabından emin olmak, yaptığı amellere çok güvenmek ifrat; küsüp ümitsiz olmak, “ben artık battım” demek tefrittir. Halbuki İslâmın bu konuda tavsiye ettiği orta yol “beyne’l-havfi ve’r-reca-korku ile ümit arasıdır. Bazı âyetlerde buna işaret ediliyor. (Bkz: Secde 32/16. Zümer 39/9. Hicr 15/56)

Ölümüne veya kapasite üzerinde çalışmak, ölüm yokmuş gibi habire çalışmak ifrat; tembel, pinti, asalak olmak, en zaruri ihtiyaçları bile temin edememek tefrittir.

Kibir (büyüklenme), başkasını renginden, ülkesinden, etnik kökeninden, sosyal stattüsünden dolayı aşağı (hakir) görmek, kabalık yapmak ifrat; mütevazi olacağım diye zelil, sünepe, kendi değerini unutmak, köle gibi olmak da tefrittir.

Aşırı öfke, yerli yersiz kızmalar, kabalığa yeltenmeler ifrat; vurdum duymaz olmak, şeref ve izzetine dokunulsa bile ses çıkarmamak, haksızlıkları sineye çekmek tefrittir. Öfkeyi bile yerinde kullanmak Kur’an’ın emridir (Âli İmran 3/134)

Bir sohbette, fikir tartışmasında, açık oturumda karşıdakilerin yeterince dinlememek, erken kızmak, hiddetlenmek, işi kavgaya dökmek ifrat; çok pasif kalmak, fikrini söylemekten çekinmek tefrittir.

Çılgınlıklar, çok/aşırı gülmek, sınırsız ve edep sınırlarını aşan eğlenceler, müzikler ifrat; somurtkanlık, tebessümü unutmak, meşru eğlenceleri ve müziği bile haram saymak tefrittir.

Kesin delili olmadığı halde kendi kafasından ona buna haram demek, mübah, helâl şeyleri aşırı titizliği sebebiyle haram saymak, ya da Allah’ın haramlarına aldırmamak ifrat olduğu gibi, ne olursa olsun, helâl haram demeden yeyip, içmek, kullanmak da ifrattır. Kur’an mü’minleri bu konuda şöyle uyarıyor:

“Ey iman edenler Allah’ın size helâl kıldığı hoş ve temiz şeyleri kendinize haram kılmayın. Ve haddi aşmayın. Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helâl, iyi ve temiz olarak yiyin ve kendisine inanmakta olduğunuz Allah’a karşı gelmekten sakının.” (Mâide 5/87-88)

Şüphesiz bir müslümanın helâl şeyleri kendisine haram kılması, bunu başkalarına da dayatması dinde hem ifrattır, hem de tefrittir. İfrattır (dinde aşırılıktır), zira böyle bir tavırda Allah’tan rol çalma tehlikesi vardır. Kullara bir şeyi haram veya helâl kıolma yetkisi insanların Rabbinin hakkıdır.

“De ki: “Allah’ın, kulları için yarattığı zîneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?” De ki: “Bunlar, dünya hayatında mü’minler içindir. Kıyamet gününde ise yalnız onlara özgüdür. İşte bilen bir topluluk için âyetleri, ayrı ayrı açıklıyoruz.” (A’raf 7/32)

“De ki: ‘Allah’ın size indirdiği her bir rızkı düşündünüz mü? Siz onu helal, haram diye sınıflandırıyorsunuz.’ De ki: ‘Bu konuda Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?’

Bir yalanı Allah’a mâl edenler kıyamet gününü ne sanıyorlar? Allah’ın insanlara cömertçe verdiği bir gerçektir. Ama onların çoğu şükretmezler.” (Yûnus 10/59-60)

“Allah’a mâl etmek için dillerinizin özenle bezediği yalanlar ile ‘Bu helâldir, bu haramdır’ demeyin. Allah’a karşı yalan uyduranlar iflah olmazlar. Bunlar biraz menfaatlenirler; ama onlar için can yakıcı bir azap vardır.” (Nahl 16/116-117)

Bu tutum aynı zamanda bir tefrittir. Kendi kendine güveği olup nimetlerden kendini mahrum etme anlamında bir aşırılıktır.

Demek ki nimetleri gereğinden fazla sarfetmek, haramdan kazanmak ifrat, ölçülü ve dengeli, yeterince kullanmak i’tidal, nimetlerden daha fazla dindarlık iddiasıyla uzak kalmak da tefrittir. 

Peygamberin elbise (veya eşya) konusundaki tavsiyesi şudur:

"(İsrafa ve kibre kaçmadan) yiyin, için, sadaka olarak verin ve giyinin. Şüphesiz ki Allah nimetinin eserini kullarının üzerinde görmekten hoşlanır.” (Tirmizî, Edeb/54 no: 2819. Bir benzeri: Buhârî, Libâs/1. İbni Mace, Libas/23 no: 3605)

“Kalbinde zerre miktarı kibir olan Cennete giremez. Bir kişi; “Ey Allahın Elçisi; insan elbisesinin güzel olmasını ister, ayakkabısın iyi olmasından hoşlanır (bu da kibir midir?) Peygamber (sav); “(Hayır bu kibir değildir). Allah güzeldir, güzelliği sever” buyurdu. (Müslim, İman/39 (147) no: 265. Tirmizî, Birr/61 no: 1999)

Böylece insanları imkan ölçüsünde güzel ve düzenli giyinmeye teşvik etmiş, pejmürdeliği hoş görmemiştir. Böyle bir tutum kibre dönüşmedikçe müslümana yakışan bir tavırdır.

Ölçüsüz harcamak, kibir elbiseleri, aşırı süslenme, durmadan elbise almak, ev eşyası ve benzeri şeyleri ihtiyaçtan fazla almak nasıl israf olarak ifrat ise; güç yettiği halde uygunsuz ve dağınık kıyafet giymek, en zaruri eşyalara bile sahip olmakta ihmalkâr davranmak, cimrilik yapıp kısmak da tersi yönde tefrittir.

Obezite hastası olacak kadar aşırı yemek, konularının çoğunun yemek olması, günler haftalar boyu yemekle meşgul olmak, açlık korkusu çekmek ifrat; hint fakirleri gibi perhiz yapmak, nefse eziyet etmek tefrittir. Bedenin hakkını meşru ölçülerde karşılamak i’tidaldir ve vasat ümmete yakışandır. (A’râf, 7/31)

İsraf olacak kadar, ihtiyaç harici, lüks ve pahalı eşya ve elbiseler peşinde koşmak ifrat; gücü yettiği halde eski, yırtık pırtık, bilmem kaçıncı el eşya ve elbiselerle yetinmek tefrittir. Allah Resûlü‟nün (sav) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: “Sade elbise giymek imandan kaynaklanan güzel bir haslettir.” (Ebû Dâvûd, Teraccül/1 no: 4161. İbn Mâce, Zühd/4 no: 4118. Hâkim, Müstedrek, 1/9) https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/91661

Peygamber Efendimizi aşırı severek onu –hırıstiyanların hz. İsa’ya yaptıkları gibi (Buhârî, Enbiyâ/48 no: 3445) - beşerüstü saymak ifrat; onu postacı saymak, örnek almamak, onun elçiliğine önem vermemek tefrittir.

“Hz. Peygamber’in beşer ve peygamber kimlikleri arasında hassas bir denge kuramamak, kendisine mutedil bir zaviyeden bakamamak, ona beşer üstü bir kutsiyet atfetmek bir tür aşırılık (ifrat) olarak tabiî bir peygamber tasavvuruna nasıl ters düşüyorsa; nübüvvetini inkâr etmek ve Yaratıcı’dan getirdiklerine kulak vermemek gibi değerini takdir etmeme yönündeki yaklaşımlar da işin bir diğer aşırılık boyutunu (tefrit) teşkil eder.“ http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D02476/2009_15/2009_1_KAVAKLIOGLUM.pdf 

İnsanlarla ilişkilerde, alış verişlerinde cerbezeli (aşırı kurnaz)olmak, adaletten ayrılmak, dürüst olmak ifrat; embesil (aşırı aptal), kurnazların tuzağına düşmek, oyuncağı olmak da tefrittir.

Sınırsız serbestliği savunmak, Allah ve âhiret yokmuş gibi davranmak, yaşamak ifrat; kişisel haklarını, aklını ve iradesini siyasi otoritelere, kişilere, gruplara teslim etmek de tefrittir.

Bir kimseye tâkatinden ziyade iş veya sorumluluk vermek ifrat; işsiz ve âtıl bırakmak, hak ettiği görevi vermemek hem haksızlık hem de tefrittir. 

İnsan beşerdir ve özellikleri, yeri ve konumu bellidir. Şeytanî işler yapıp şeytanlaşmak ifrat; insanî özellik ve zaaflarını unutup melekleşmeye kalkışmak tefrittir.

Allah’ın evrende kevnî (yaratılış) ve Kur’an’daki kavlî (sözlü) âyetlerini kötü amaç veya batıl ideolojiler için yanlış te’vil etmek, onları manipüle etmek ifrat; bunlara lakayt kalmak, ibret ve ders almamak, gereğini yapmak tefrittir.

Hüseyin K. Ece

22.09.2019

Zaandam