Babam anlatmıştı:

Komşu köy olan Kabaköy’de (eskiden Kabakilise denilirdi) savaş yıllarında  Osman adında birisi yaşardı. Bu adam yaramazlığı ile ün yapmıştı. Ona buna sataşır, önüne rastgelene eziyet eder, kötü davranır ve haksızlıkta bulunurdu.

Herkes onun yaptıklarından rahatsız oluyordu ama, kimse de bir şey yapamıyordu.

 

Bilindiği gibi 1923te nüfus mibadelesine kadar Doğu Karadenizde Rumlarla, o bölgeye sonradan gelen müslüman Türkler ve diğer etnik gruplar iç içe yaşamışlardı. Hatta yerli Rumların  bir kısmı da müslüman olmuş ve diğer müslümanlarla her açıdan kaynaşmışlardı. O tarihlerde bile babamın yaşadığı Gümüşhane’nin bazı köyleri temmamen Rum köyü idi. Bazı köyler ise Rum ve müslüman karışık bir halde idi. Nüfus mibadelesinden sonra bu durum Rumlar aleyhine sonuç verdi ve o insanlar asırlardan beri yaşadıkları topraklardan ve ünsiyet kurdukları müslüman komşularından zorla koparıldılar.

Rumların göç etmesine o günün siyasi gelişmeleri, savaşlar ve buna benzer sebeplerin yanında Kabaköylü ( o zamanki adı Kabakilise idi) yaramaz Osmanların davranışları, haksızlıkları ve böylelerine hak ettikleri cezanın verilemeyişi de zemin hazırlamıştı. Halbuki bu yörede Rumlarla müslüman yüzyıllardan beri beraber yaşamışlar, komşu olmuşlardı. Öyle ki aralarında bırakın savaş olmasını, birbirleriyle en ağır şakaları yapacak kadar bir yakınlık  vardı.

Ama ne yazık ki gün geldi o ahenk, o barış hali, o komşuluk ilişkileri bozuldu. Birileri bu iki kesim arasındaki dostluğu dinamitledi. Kabaköylü Osman gibiler meydanı boş buldular ve aynı havayı teneffüs eden insanları birbirine düşürmek için ellerinden geleni geri koymadılar. Balkanlarda Rumların müslümanlara yaptığının tersini Anadolu’da müslümanlardan bazıları Rumlara yaptılar. Hakaret ettiler, eziyet ve işkenceye başvurdular, mallarını gasbettiler, yeri geldi öldürdüler. Ne o barış halini geri getirebilecek bir güç, ne de suçlulara ceza verebilecek bir otorite kalmamıştı. Zayıf olanlar zarara uğradı, zalimlarin zulmü en çok ta onlara hayatını kararttı.

Bu yaramaz Osman  daha çok yerli rumları rahatsız ederdi. Onları sıkıştırır, üzerlerine yürür, eziyet eder, mallarını ellerinden alırdı. Onlara eziyet etmek Osman’a adeta zevk verirdi. Kendisine yapılan nasihatlara da kulak asmaz, bildiği yoldan dönmezdi.

Birinci dünya Savaşından sonra ve Kurtuluş Savaşı yıllarında o civardaki Rumların durumu iyice kötüleşti. Artık can ve mal emniyetleri tehlikedeydi. Yunanistan’la olan savaş onları da etkiliyor, o savaşta rolleri olsun veya olmasın düşmanlıkları üzerlerine çekiyordu. Onlardan birisi bir hata yaptımı, başkalarına bir zarar verdimi; bunun bedelini pek çoğu birden ödüyordu. Kurunun yanında yaşlar da hesaba çekilmeksizin yanıyordu.

İşte böyle bir ortamda, yani iki halk arasındaki güven bağı bozulmasının yanısıra, asayişi sağlayıp, suçlulara gereken cezayı verecek, onların zararından güçsüzleri koruyacak otorite de kalmayınca, meydan Osman gibilerinindi. Onlar da canları nasıl istiyorsa öyle yapıyorlardı.

Kabaköylü Osman hem kendi komşularına hem de Rumlara aziyet etmekten, onları rahatsız etmekten geri durmamıştı. Hatta savaşın ve göçlerin devam ettiği yıllarda eline geçirdiği bir tüfekle pek çok Rumu haksız yere, pusu kurarak öldürdü, kötü ahlâkına bir de haksız yere adam öldürme rütbesini de ekledi. (!) Anlatıldığına göre Seferberlik diye adlandırılan I. Dünya Savaşı bittiği zaman Ruslar da Doğu Karadenizdeki askerlerini geri çektiler. Onların çekip gitmesiyle onlara destek olan, onların gelişini sevinçle karşılayan başta Ermenilerin ve Rumların rahatı  bozulmuştu. Ruslar çekip gidince de desteksiz kalan yerli Ermeniler ve Rumlar toplu olarak göç etmek zorunda kalmışlardı.

Osman,  Kabaköyün biraz aşağısında bir yere pusu kurmuş ve canını kurtarmak için her şeyini terkedip kaçmaya çalışan perişan göçmenleri kurşunlamıştı. Onlardan bir kaç tanesini öldürmüş, cesetlerini de sürükleyerek aşağıdan geçen dereye atmış.(Yaramaz Osman’ın bu cinayetleri işlediğini pek çok kişi anlattı. Yüz yaşını geçgin olarak vefat eden ve o zamanlar henüz bir kaç yıllık evli olan Anneannem de olayın başka bir boyutu ile anlatmıştı. Onun anlattıklarına da bu çalışmada yer vermiş bulunuyoruz.)

Kabaköyün yakınında Leri isimli bir Rum köyü vardı. Orada yaşayan Rumlarla komşu köylüler arasında ciddi bir dostluk, iyi komşuluk ilişkileri  kurulmuştu. Birbirlerine giderler, ziyaret yaparlar, düğünlerine ve bayramlarına katılırlar, birbirlerinin işlerinde çalışırlarmış.

O zamanlar Kabaköyde Bayram Efendi adlı yetkili bir alim vardı. O çevrede bilinen ve tanınan bu alim, ilmiyle amil, adı gibi efendi, ahlâklı ve herkes tarafından saygı duyulan biri idi. Öyle ki Rumlar bile bu alime saygı duyarlardı. Leri köyünden Yorgi isimli bir Rum ile Bayram Efendinin arasında sıkı bir dostluk vardı. Sık sık birbirlerini ziyarete gider, hediyeleşirlerdi.  Lerili Yorgi de ahlâklı, dürüst, dost canlısı iyi bir kimseymiş.

Yorgi Efendi bir gün her zaman olduğu gibi Bayram Efendiyi ziyarete gelmiş. Konuşmuşlar, muhabbet etmişler, koyu sohbete dalmışlar. Zamanı gelince de Yorgi Leri’ye gitmek üzere yola çıkmış. Bayram Efendinin evinden ayrılırken yaramaz Osman onu görmüş, yanına gelmiş ve ona demiş ki:

-Yahu Yorgi Efendi, Bayram Efendiye gidip geliyorsun, onunla düşüp kalkıyorsun, aranızdan su sızmıyor. Bari  artık müslüman ol da  bu iş tamamlansın, Ahirette faydasını görürsün ve belki cehennemden kurtulursun.

Lerili Yorgi yakından tanıdığı ve yaptığı kötülüklerini bildiği yaramaz Osman’a şu cevabı vermiş:

-Osman Efendi, ben uğraşsam bile  Bayram Efendi gibi müslüman olamam. Buna gücüm zaten yetmez. Senin gibi de müslüman olacağıma benim gibi gâvur kalayım daha iyidir.

Onun bu sözü üzerine Osman verecek cevap bulamamış.

                                                                                                              7/11/1998 

GÖLCÜK