“Kanaatkar ol, insanların en çok şükredeni olursun.”

Kendin için sevdiğini bir şeyi başkaları için de iste, mü’min olursun.” Altına İmâm Gazâlî (ks) yazılmış.    

Bunların benzerini hadis olarak okuduğumu hatırladım. Ama neden altına bir âlimin adı yazıldı? Yani Rasâlüllah’ın hadisi diye paylaşmak varken...

Bunun üzerine baktım ve iki hadis kitabında aşağıdaki rivâyetleri buldum.

عَنْ سَهْلِ بْنِ سَعْدٍ السَّاعِدِيِّ قَالَ أَتَى النَّبِيَّ رَجُلٌ فَقَالَ : يَا رَسُولَ اللهِ دُلَّنِي عَلَى عَمَلٍ إِذَا أَنَا عَمِلْتُهُ أَحَبَّنِي اللَّهُ وَأَحَبَّنِي النَّاسُ ؟ فَقَالَ رَسُولُ اللهِ: ازْهَدْ فِي الدُّنْيَا يُحِبَّكَ اللَّهُ ، وَازْهَدْ فِيمَا فِي أَيْدِي النَّاسِ يُحِبُّكَ النَّاس

Sehl b. Sa’d es-Sa‘îdî’den rivâyet edildiğine göre bir adam Peygamberʼe (sav) gelerek; “Ey Allah’ın Rasâlü, bana öyle bir amel göster ki onu yaptığımda Allah da insanlar da beni sevsin.” dedi. Bunun üzerine Rasulüllah (sav): “Dünyaya rağbet gösterme ki Allah seni sevsin ve insanların ellerinde bulunanlardan yüz çevir ki insanlar seni sevsin” buyurdu.” (İbn Mâce, Zühd/1 no: 4102)

 

Ebû Hureyre (ra) anlattı: Rasûlüllah (sav) buyurdu ki: “Benden kendileriyle amel etmek üzere, ya da amel edebilecek kimseye öğretmek üzere şu kelimeleri benden almak ister?”  “Ben alırım ey Allah’ın Rasûlü” dedim. O da elimi tuttu ve beş şeyi saydı: “Allah’ın haramlardan sakın, insanların en çok ibadet edeni olursun. Allah’ın taksimine razı ol, insanların en zengini olursun. Komşularına iyi davran, (iyi) mü’min olursun. Kendin için sevdiğini insanlar için de sev, (iyi) müslüman olursun. Gülmeyi azalt. Çünkü fazla gülmek kalbi öldürür.” (Tirmizî, Zühd/1 no: 2305)

 

İbni Mâce’nin rivâyeti şöyle: Ebu Hureyre (ra) anlattı: Rasûlüllah (sav) buyurdu ki; “Ey Ebu Hureyre; vera sahibi ol (günahlardan kaçın)  insanların en çok ibadet edeni olursun. Kanaat sahibi ol, insanların en çok şükredeni olursun. Kendin için sevdiğini insanlar için de sev, (gerçek) mü’min olursun. Komşularına iyi davran, iyi müslüman olursun. Gülmeyi azalt. Çünkü fazla gülmek kalbi öldürür.” (İbn Mâce, Zühd/24 no: 4217. Ahmed İbni Hanbel, Beyhakî de rivâyet etmişler ama ben bulamadım)

 

İmrân b. Husayn’ın rivâyet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurdular: “Allah Teâlâ buyurur ki: “Ey kulum! Emrettiğim farzları yap ki, insanların en âbidlerinden olasın. Yasak ettiğim haramlardan sakın ki, vera‘ sahibi olasın. Verdiğim rızka kanaat eyle ki, insanların en zenginlerinden olup, kimseye muhtaç kalmayasın.” (Bazı siteler Riyâz-üs-Sâlihîn’i kaynak gösteriyorlar. Lakin EL-İBÂNE AN TURUKİ’L-KÂSIDÎN Tasavvuf Istılahları İBN FÛREK, kitabını çeviren A. Yıldırım, bu rivâyeti kaynaklarda bulamadığını söylüyor, s: 48)

 

Tv’leri fazla izleyemiyorum. Hangi kanalın ne dediğini de pek bilmem. Ama geçenlerde (22.06.2019da) Türkçe kanallarda ne var ne yok diye bakarken gözüme bir tv kanalının ekranında şöyle bir yazı ilişdi (doğrusu kanalın adını unuttum):

“..... efendi hazretleri (k.s.) buyurdu ki: “Vallahi kıyâmette hesaba çekileceksiniz!” “Vallahi nimetlerden sorulacaksınız!” 
İnsanın yarın, yani Kıyâmet günü hesaba çekileceğini Rabbimiz pek çok âyette farklı ifadelerle haber veriyor, duyuruyor, hatta bizi uyarıyor. Tekâsür Sûresinin son âyetinde de “Sonra o gün (Kıyâmette), nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz” buyuruyor. 
Yani bu hakikatler birer âyet, Rabbimizin kelâmı var iken neden efendi denilen bir insanın sözü olarak naklediliyor? “Falanca efendi hazretleri şöyle buyurdu” yerine; “Allah (cc) falanca âyette şöyle buyuruyor” dense daha isabetli ve sahih olmaz mı? 
Yani Allah’ın âyetlerini bir efendiye nisbetle nakledince daha mı inandırıcı, daha mı isbatlı ve kuvvetli oluyor (!)

 

Aklıma geldi;

İslam’da Birlik adlı kitapta okumuştum. 1800lü yılları sonunda Kahire’de kadılık (hâkimlik) yapmış bir âlim anlatmıştı. Bir yöreden mahkemeye işi düşenlar Allah adına yemin etmelerine rağmen hepsi yalan söylüyorlardı. Bu durum defalarca olunca hâkimin dikkatini çekmiş. Özellikle belli bir yöreden gelen kimseler. Bir kaç kişi gönderip o yöre halkının inançlarını, geleneklerini, din anlayışlarını araştırmalarını istemiş. Gelen rapora göre yöre halkının büyük bir bölümü bir tarikata ve bir şeyhe bağlı imişler. Bu hâkim, bundan sonra o yöreden gelenlere şeyhleri üzerin yemin ettirmeye başlamış. Bir bakmış ki –şaşırtıcı ama- hepsi doğru söylüyorlar, hiç yalan söylemiyor.