Bu anlamda secde, Allah’ın önünde eğilme ve O’na karşı kulluk yapmak demektir ki insanları, hayvanları ve cansızları kuşatır.

‘Secde’, bir anlamda üstün bir varlığın önünde, onu büyüklemek ve kendini o varlığın karşısında küçük görmek üzere, saygıyla eğilmek, yere kapanmaktır.

Özel anlamıyla secde; en önemli ibadet olan namazı tamamlayan, alnı, elleri, dizleri ve ayakları yere koymak şeklindeki rükündür (olmazsa olmaz şarttır).

 

2-Fıkhî Anlamıyla Secde

Secde, son derece tevazu (hürmet) ile alçalıp baş eğmektir ki, ‘kibr’in karşıtıdır. İslâmî manada, alnı yere koymak şeklindeki Allah’ı ta’zimin (büyüklemenin) ve Allah’a itaat etmenin en yüksek göstergesidir.

Secdenin niyet edilerek yapılıp yapılmaması arasında bir fark yoktur. Çünkü her çeşit secdede ibadet, boyun büküş, tezelzül (kendini aşağı görme)  ifadesi vardır. Bunun için İslâma göre Allah’tan başkasına secde edilemez. Allah’tan başkasına secde edenler o secde ettikleri seyi tanrı haline getirmiş ve Allah’a şirk koşmuş olurlar.

 

3-Secdenin Mahiyeti

Kul, ister Allah’ın huzurunda isterse bir başkasının huzurunda yere kapansın; onun bu durumu bir itaat ve önünde yere kapandığı şeye mutlak bir bağlılıktır. Secde eden kimin karşısında secdeye kapanıyorsa, o makama karşı sınırsız bir saygı duyuyor, onu en büyük tanıyor, ona en büyük sevgiyi besliyor demektir. Çünkü insanın kendini en aşağı, en küçük, en güçsüz gördüğü durum, secde halidir. Öyle ki kişi, secdede kendini bir hiç olarak görür (kendini zelil sayar) ama karşısında secdeye kapandığı makamı ise en büyük tanır.

Bu bakımdan tarihte ve günümüzde yaşayan bütün müstekbir zorbalar insanların kendi huzurlarında ve makamlarının huzurunda secde etmelerini, o makamlar karşısında boyun bükmelerini istemişlerdir. İnsanların kendi huzurlarında eğilmelerinden vahşi bir zevk almışlardır. Yeryüzünde azıp haddi aşan, kendilerini tanrı makamında gören bütün tağutlar aynı karakteri taşırlar. Kendileri Yüce Yaratıcının huzurunda secde etmekten yan çizerler. Ama aynı zorbalar insanları kendi huzurlarında eğilmeye zorlarlar. Peşinden gittikleri liderleri iblis te Allah’ın emrine karşı gelerek secde etmekten kaçınmıştı.

Secde aynı zamanda, Allah’ın emirlerine uymak, O’nun evrene koyduğu kanunlara itaat etmek, Allah’ın rabliğine teslim olmak demektir. Kâinattaki bütün varlıklar isteyerek veya istemeyerek Allah’a secde ederler:

 “Göklerde ve yerde olanların hepsi, Güneş, Ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların çoğunun Allah’a secde ettiklerini görüyor musun?” (22/Hacc, 18)

“Göklerde ve yerde her ne varsa –isteyerek de olsa, istemeyerek de olsa- Allah’a secde ederler. Sabah akşam onların gölgeleri de (O’na secde ederler).” (13/Ra’d, 15)

 

b-Secdenin Çeşitleri

Secde iki türlüdür:

Birincisi; ihtiyarî, yani insanın kendi hür iradesiyle yaptığı secde. Bu yalnızca insana mahsustur. Allah (cc) bütün insanları kendine secde etmeye, yani kendine mutlak anlamda itaat etmeye davet ediyor. (22/Hacc, 77. 53/ Necm, 62)

İkincisi; Teshirî, yani ister istemez yapılan secdedir. İnsanın dışındaki bütün varlıklar da Allah’a secde ederler ve bu secdelerini ister istemez yaparlar. Çünkü başka tercihleri olamaz. (13/Ra’d, 15. 16/Nahl, 49. 22/Hacc, 18. 7/A’raf, 206)

İnsanın dışındaki varlıkların secde şekli konusunda kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Kimilerine göre, onların Allah’a olan itaatlarının secde olarak nitelenmesi sembolik bir ifadedir. Bu açıdan secdenin anlamı mutlak bir itaatı, boyun bükmeyi, tesbih etmeyi, Allah’ın hükmüne uymayı içine alacak kadar geniştir.

Buna göre secde, gerçek boyun eğişi, mutlak itaatı, Allah’a tam teslimiyeti ve yakınlaşmayı, O’nu Rab bilmeyi ve kulluğun bütün görüntülerini bünyesinde toplayan çok önemli bir eylemdir.

Secde yapana ‘sâcid’, çok secde yapana ise ‘süccâd’ denir. Secde yapma olayına da ‘sücûd’ denilir. Sücûd aynı zamanda çok secde yapan anlamına da gelmektedir. (2/Bakara, 125. 22/Hacc, 26)

 

c-Secdenin Önemi

Kur’an-ı Kerim, çeşitli âyetlerde secde edenleri övmektedir. (9/Tevbe, 112. 7/A’raf, 120. 26/Şuara, 219)

Peygambere uyan ve ona Allah katından indirilen dini benimseyip yaşayan sahabelerin ve mü’minlerin yüzlerinde secde izleri vardır. Onların mü’min oldukları neredeyse alınlarındaki secde izinden belli olur. (48/Fetih, 25)

“Mescidler yalnızca Allah’ındır. Öyleyse Allah ile beraber başka bir şeye kulluk etmeyin.” (72/Cinn, 18)

‘Mescid’, secde edilen yer demektir. Bu anlamda bütün yeryüzü bir mescittir. Çünkü yeryüzünün her tarafında Allah’a secde edilmektedir. Ancak mescid denilince şimdiki namazgâhlar akla gelir. (Bakınız: Mescid).

Cinn Sûresi 18. âyette geçen ‘mescid’ kelimesini ‘mesaced’ şeklinde okuyanlar da bulunmaktadır. ‘Mesaced’, ‘mescid’in çoğuludur ve anlamı secde yerleri demektir. Dolayısıyla âyeti şöyle anlamak da mümkündür: Secde yerleri, yani alın, burun, eller, dizler ve ayaklar Allah’a aittir. Onları yaratan O’dur. Öyleyse O’nun yarattığı azaları (organları) O’ndan başkasına secde ettirmeyin, yalnızca O’na secde edin.

İbni Abbas’tan rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (sav) buyurdu ki:

“Yedi kemik üzerine secde etmekle emrolundum. Bunlar, alın, -eli ile burnuna işaret etti-, iki el, iki diz ve iki ayak (ucudur).”  (Müslim, Salat/231, Hadis no: 491, 1/355. Ebu Davud, Salat/ Hadis no: 891, 1/235)

Allah’ın  yarattığı organlar O’na şükretmek ve O’na itaat etmek yolunda kullanılmalıdır. Secde, kulun şükrünün en yüksek makamıdır. Kul secde ile itaatın, saygının, ilâhî sevginin, huşû’nun en yücesine çıkar. Kulun Rabbine en yakın olduğu hal, secde halidir. Kişi  secdesi ile Rabbinin katında derece kazanır. Secde edenler, Allah’ı hakkıyla ta’zim ederler.

Şurasının altını çizmek gerekiyor ki, âlemlerin Rabbi Allah’a samimiyetle secde edenler, Allah’ın dışında hiç bir varlığın, makamın, çıkarın, gücün önünde boyun eğmezler. Başlarını dik tutarlar, haysiyet ve şereflerine sahip olurlar. İnsanlık onurlarını aciz, güçsüz ve zorba karakterli varlıkların önünde rencide etmezler.

Allah’ın karşısında secde etmeyenler ise ancak ‘kibirli’, ‘burnu havada’ olan kimselerdir. Onlar Allah’a secde etmeyi gururlarına yediremezler ama, her türlü çıkarın, dünyalık makamların ve zorba yönetimlerin önünde eğilirler, aşağı bir seviyeye düşerler. Küçücük bir menfeat için ya da az bir dünyalık karşısında süklüm-püklüm olurlar.

Rabbimiz, kendisine secde etmeye yanaşmayanları çeşitli şekillerde rezil ve rüsvay eder, burunlarını sürter, onlara hiç bir izzet ve şeref vermez. İnsanların huzurlarında secdeye kapanmalarını veya secde eder gibi eğilmelerini isteyen sultanların veya onlar gibi davranananların bu haline Allah (cc) gazap eder.

Secdesi çok olanlar (sacidîn), yani ‘süccâd’ olanlar, yeryüzünü tertemiz mescid haline getirenler, Rablerinin katında yüceldikçe yücelirler. Bir anlamda ‘miraca’ çıkarlar.

Secdenin toprağa yapılması daha efdaldir. Çünkü toprakla secde organları arasında ve yine topraktan yaratılan Âdem’le, yani Âdem’in şahsında Allah’a yapılan secde arasında  bir bağlantı vardır. Toprağın sahibinin huzurunda, topraktan yaratılan insan, yine bir gün toprağa dönecek olan kul, toprak üzerinde secde eder.

Bu şüphesiz ulvi bir lezzettir, mü’min için Allah’ın bir lütfudur.

Namaz secdesi dışında ‘şükür secdesi’, namazda yanılmanın karşılığı olarak ‘yanılma (sehiv) secdesi’, Kur’an’da secde âyetleri okunduğu zaman yapılan ‘tilavet (okuma) secdeleri’ gibi secde çeşitleri bulunmaktadır.

Rukû’u ve secdesi uzun olan namazlar daha faziletlidir. Bu iki makamda yapılan zikirler, edilen dualar ve kunutlar kabul edilmeğe daha yakındır. Bundan dolayı mü’minler  secdede çok dua ederler ve Allah’ı çokça tesbih ederler.

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 598-600